- 113 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öyle Birini Seviyorum ki!
Öyle birini sevin ki, eşi ven benzeri olmayan emsalsiz bir insandır kendisi. Güne onunla başlıyorum. Gözlerimi ovalayarak uykudan uyandığımda aklıma ilk gelen bu dünyanın en değerli insanı Sevgilim oluyor. „Sevgilim, ey sevgilim, canım sevgilim“ diyerek gözlerimi ovalayarak önce şöyle bir afallıyorum içki içmiş ayyaş gibi. Sonra gidiyorum ve yüzümü yıkıyorum bazen istekli bazen de isteksiz. Ama o yüreğime hükmettiği için bir anda silkelenip kendime geliyorum. Yüreğime, Candan da tatlı, candan da şirin Canana bir selam yolla, bir öpücük yolla diyerek önce bilgisayarımı açıyorum. Bilgisayarım açılırken, yüreğim kıpır kıpır canlanıyor birden. Kahvmi kibar fincanda içerken yüreğimde topladığım gecenin rüyalarından şiirleri dudağımdan terennümlerle tuşlara oradanda yazıya dönüştürüyorum. Ve „merhaba yüreğime sahip olan mahzun gülüşlüm, günaydınlar damarlarıma kann veren proteinim, günaydınlar yaşamak için bana vitaminleri gözleriyle, yanaklarıyla, bakışlarıyla, davranışlarıyla, sevgisiyle, saygısıyla, vakarlığıyla hediye eden İncim, Altun’um, Bereket Toprağım“ diyerek başlıyorum. İçimden gelen şeyleri mesaj olarak göndermek için. Öyle birini seviyorum ki, ağaçlar, yaseminler, yediverenler, güne bakanlar, kasımpatılar, unutmabeniler onun kokusunu getiriyorlar her sabah erken saatlerde bana sunmak için. Kahve içerken işte her sabah bunları düşünerek başlıyorum güne.
Güneş kızıl renklere bürünüp doğuşuna hazırlanırken uykusundan uyanan kuşların cıvıltıları eşliğinde canlanan hayat, uyurken „seni seviyorumu“ güne başlarken; „öyle birini seviyorum ki, kesinlikle alternatifsiz bir sevgi olarak“ beynime saplanıyor, günümü şekillendirmek için. Öyle birini seviyorum ki, çünküsüz, fakatsız, maalesefsiz, keşklere yer bırakmayan olarak geliyor karşıma.
Öyle birini seviyorum ki, yağmurda gökkuşağının, baharda sevdanın, yokluğunda varlığının, gözyaşlarımda incim oluyor. Öyle birine tutulmuşum ki, aramak için uzaklara gitmeyeceğim kadar, bana benden de yakında olan, ruhuma işleyen işlemeler figürler gibi. Ne zaman sevgiden, aşktan, yardan, canandan, bal gözlüden yana bir söz duysam kalbim çıldırmışçasına, patlarcasına onun için gümbürdüyor. Onun için ruhumda zelzeleler, tayfunlar, fırtınalar esiyor. Onun estirdiği rüzgar çeşitleri ise saymakla bitmeyecek kadar çok: samyeli, meltem, imbat, karayel, poyraz, alize, lodos, keşişleme hep benden esiyorlar ondan şevk alarak. Öyle birini seviyorum ki, karanlıklar aydınlığa, bulutlar yağmura, toprak berekete dönüşerek onun ruhunu ekiyorlar ruhuma güzelliğini solumam için. Öyle birini seviyorum ki, mutluluğun geçmişte değilde onu tanıdiğim andan beri yaşamayı, „doya doya yaşamayı“ öğrendim ondan. O varken ümitsizlik bütün ruhumdan pılısInı pırtısını toplayarak cehenneme kadar defolup gitti. Onunla yaşantıma giren bütün zorluklar sıfırlandı. Zorlukları aşmak düşündüğümden de daha kolay oldu. Etrafımda keyfimi kaçıran keneleri, kımılları, kemirgenleri, sürüngenleri, yılanları, çiyanları, börtüleri, böcekleri, zehirli yaratıkları sevgisiyle ve sevgimle yokettim hayatımdan. Onunla beraber olduğum andan itibaren hiç bir kötü durumla karşılaşmadım. Yanında otururken, beraber gezerken, kahve içerken, ona şiirler okurken, gril yaparken, şehirleri gezerken, gourmet yerken, gözlerine bakarak esiri olurken, duyduğum „ruh doygunluğunu“ hayatımın hiç bir döneminde bu kadar keyfini çıkarmadım. Ağır ağır ilerleyen zamanda yakıtsız yürüyen araba olmaktan kurtularak ruhumun aradığı, dengeli, uyumlu, uysal, anlayışlı, burun kırın etmeyen, çıt kırıldım olmayan, şımarmayan, sevgiyi anlayan, alan ve veren, onunla mutlu olmasını bilen mahzun yüzlümü beyaz bulutlar içinde buldum. Çiçekleri, sarı, mavi, mor, erişkin yeşillikler, şırıl şırıl akan dereler, havada uçuşan üveyikler, takla atan kırlangıçlar, arı kuşları, bülbüller, ispinozlar, kınalı keklikler hep ondan çıkarak uçuyorlardı önümde… Öyle birini seviyorum ki, bu saydığım güzellikler onunla bana mutluluk veriyordu. Mustlulumun ana kaynağı, fondu, temeli, çıkış noktası, orjinal vesikası oydu. Ben öyle birini seviyorum ki, mutluluğu düşünmüyorum bile, çünkü „mutluluk varsa düşünülmez“ diyenleri doğruyluyor benim yaşadıklarım. Yanımda dünyanın en güzeli, sevgilim var şimdi benim. Ben bu yüzden dünyanın en mutlu ve huzurlu insanıyım.
Çünkü kuşlar, göğüsleri sarı, başları kara tarla kuşlarını anımsyorum köyden, tarlalarımızdan, dikenlerin, çalılıkların arasına gizlenerek hep bir ağızdan koro halinde ötüşen bu kuşları düşündükçe, şimdi o kuşların o zaman bile seni çağırmak için öttüklerini biliyorum. Bunlara sarıaygır derler erkek doru atları motive etmek için yol boylarınca ötmelerinden dolayı. Onlar ıslık çalarak bir süre atlara eşlik ederler dağların akabe ve kayalıklı, zor geçitlerini aşarken. Serinliğe doğru kaybolurlar birden. Seni kaybettiklerini düşünerek. Oysa bilmezler ki, seni h. hüseyinin aldı ve kaçırdı. Bunu bilseler bu kuşlar, emimim ki, gözümü oyarlar benim. Çünkü, seni onlarda benim kadar kıskanırlar karayağız kısrağım diye. Esmerim, ince belli Esmerim diye. Elimden almak için imece bile oluştururlar. Eşsiz kuşlardır sarıaygırlar, senin gibi. Nesli tükenmekte olanından. Öyle birini seviyorum ki, diyorum işte böyle geçmişin engine hayallerine dalırken, bilimsel analizlerden uzak, lirik havalarada gezerken. Öyle birini seviyorum ki, ruhuma vurduğu her dalgada başka taneciklere dönüşüyorum. Yüzüyorum, geziyorum, elimi uzatıyorum alıyorsun. “Gel diyorsun!” “Hasretliğimiz, birbirimize çektiğimiz hasretliğimiz yeti” diyerek. Geldim diyorum ben de. Sen misin? diye soruyorsun. Ben de “evet benim ve geldim diyorum“. Gülümsüyorsun, gülümsüyorsun. En sempatik duygularınla. Yanaklarlarında gamzeler gamzeleşiyor, güzelleşiyorsun güzelliğine güzellik katarak. Sarılıyorum ben de hemen sana. Bu gülümseyişlerine dayanamadığım için. Koşarak sarılıyorum boynuna. Sen gülümserken, ekmek açarken, yufka yaparken, gözleme yaparken, mantı yaparken, yemek pişirirken. Öyle birini seviyorum ki, her seferinde yürekten sarılmalarımızı rüzgar bile kıskanıyor. Sarılmıyruz biz. Adeta yapışıyoruz birbirimize… Aramızdan hava zerrecikleri bile geçmesin diye. Rüzgar uçmasın diye… kıyamet kapıya dayansa bile ayrılmayacak kadar sağlam sarılıyoruz birbirimize yapışarak. Dünya yansa umurumuzda değil diyoruz, öyle müptela olmuşuz ki, birbirimize görenler yapışık ikizler zannedecekler neredeyse. Öyle birini seviyorum ki, sensizliği yudumlamadığım bir an, bir lahza bile yok. Gözlerim, ciğerlerim, yüreğim, ruhum hep seni çağırıyor „gel“ diye.
Öyle birini seviyorum ki, yüreğimle bağlıyım sana, adımlarım sana endeksli. Öyle birine bağlıyım ki içimden geçen şarkıları senin adına söylüyorum. Öyle birine gönül vermişim ki, gönlüm senin adına konuşuyor, beyanatlarını senin adına veriyorum. Öyle birine meftun olmuşum ki, şiirimin ilhamı, yazılarımın kaynağı „seviyor mu, sevmiyor mu, gelecek mi, gelmeyecek mi, bahanelere meydan vermeyen, bunlara gereksinim duymayan, onun da beni canı gibi sevip saydığını biliyorum adım gibi.
Öyle birine vurulmuşum ki, „ben seni fakatsız, nedensiz, çünküsüz, yüksüz seviyorum. Bakma sen benim yazılarımda gramatik imla kuralları olarak şimdiki zamanı kullandığıma. Ben seni en geniş zaman olan sonsuz geniş zamanlarda seviyorum. Adının geçmediği cümleleri siliyorum ruhumdan. Sözcükleri atıyorum beynimden. Seni ölesiye ve öylesine çok seviyorum ki, birbirimizi bağlayan ipler görülmeyecek kadar seninim ben. Canımı da, yolumu da, gönlümü de yoluna döşedim karo taşları gibi. Kaldırımlarda parke taşları oldum üzerimden yürüyesin diye… Bittiğimde, canli bedenim ruhundan çıkıp devrilene kadar kalbimden kalacaksın. Bitmeyeceksin, bin yıl geçsede, kemiklerim toprak olup çürüselerde, topraklarım kum olup savrulsalarda, sahrda bir avuç toprak, sahilde bir avuç kum olsada, bir ovada bir kuzuya bir tutam ot olsada seni bitiremeyeceğim. Yün olacağım, kumaş olacağım, devinerek dönüşeceğim renkten renge, topraktan toprağa, ama seni kaybetmeyeceğim. Yedi bin asır, yetmiş bin kat kırılsada bu yer kabuğu. Kendi bitişlerimde canlandıracağim seni. Canım benim, ben senin bana zor gelen bir tarafını görmedim, eğer böyle tarafların varsa onları da seviyorum ve de seveceğim. Her şeyinle; bilmediğim bütün özelliklerinle, artılarınla, eksilerinle… bilsem ki, ürkeceksin bir şeylerden, anlamadığım bir şeylerden, tabii eğer bunlar varsa, anlayamayacağım yanlarınla da seveceğim seni. Seni ismin bütün halleriyle seveceğim: yalın haliyle, e-a-haliyle, ı-i haliyle, de-da haliyle, den-dan haliyle… Ama ben seni yinede en yalın halinle seviyorum. Çünkü ben seni sevdiğim yerdeyim. Neşem yerinde, keyfim yerinde, krallar gibiyim. Göklerde kartal gibiyim yerde olup bitenleri görebilecek kadar minicik gözlerimle… ve haykırışlarım sanadır hep! Öyle birini seviyorum ki, üzerine söyleyecek, söylenilecek o cümleyi henüz bulamadığımı bağırarak haykıracak kadar. Sevgimden memnun olarak yaşarken.
İşte böyle birini seviyorum ben...
Pedagog hasan hüseyinin van 17. Januari 2014, om 21:30 uur. In de nachtdienst in Bad Vilbel – Kurt Moosdorp -Straat 61/ 61118 Bad Vilbel.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.