Gecenin Kraliçesi
- Nasılsın ağabey?
- Sıcaklar hariç iyiyim şükür..
Halini hatrını sorduğum bu adam henüz üç dört saat evvel yarı beline kadar bir lağam çukurunun içerisinde bir lokantanın patlayan borularını tamire uğraşıyordu. Evet, bu belki onun işiydi ama ne kadar fiyat verirlerse versinler benim tanıdığım pek az insan o çukura inip bu işi yapabilirdi. İbrahim ağabeyle pek muhabbetim yoktu ama o gün bu diyaloğu biraz uzatmak istedim.
- Senin oğlan n’aptı, bitirdi mi okulu?
- Yok be Ali’m. Nerde! Bu sene yine uzatmış okulu. Hergelenin bitireceği de yok zaten.
- Elbet bitirir be usta. İyi çocuktur senin oğlan.
- İyiliğine iyi de bu zamanı güçlüler belirliyor!
Hani onca işinizin gücünüzün ortasında o en sevdiğiniz şarkıyı duyar da bir anda afallarsınız yahut bir filmdeki baş karakterin ismi aklınıza gelmez de çıldıracak gibi olursunuz ya onun gibi bir hisle o anki hayatımı bir kenara bırakıp bu çocuğu aramaya koyuldum.
Selim TARCAN; 24 yaşında, İTÜ Matematik Mühendisliği uzatmalı son sınıf öğrencisi.
Bizim sokağın bitiminde bir kıraathanede dört kişilik bir gurupla oyun oynarken buldum bunu. İstemsizce biraz sinirlendim. Usulca yanına gidip kulağına fısıldayarak onu dışarı çıkardım.
- Hayırdır Ali ağabey, birşey mi oldu, acil deyince oyunu bırakıp geldim.
- Acil Selim acil. Sen hele bin şu arabaya. Ben sana yolda anlatacağım.
Selim yeterince paniklemişti. Ben de arabayı o lağam çukurunun başına sürdüm.
- Niye buraya geldik Ali ağabey?
- Sana 1500 TL versem bu çukuru temizler misin Selim?
- Yok Ali ağabey, ne işim olur!
- Senin "ne işim olur’ dediğin yerde o paraya baban yarım gün çalıştı. Eminim o paranın bir kısmı da hala senin cebindedir. Şimdi gidebilirsin Selim. Oyununa devam et.
Az önce bir peçeteyle burnunu tutan Selim şimdi başını öne eğip susuyordu.
Ertesi gün İbrahim ağabeyin yanına vardım. Biraz sohbet etmek istedim. Bir fırsatını bulup lafı yaptığı işe getirdim.
- İbrahim ağabey, yanlış anlamazsan bir şey söyleyeceğim. Neden bu işi yapıyorsun. Sana başka bir iş bulalım istersen. Evrak falan getir götür işi olmaz mı?
- Olmaz Ali’m.
- Neden ki?
İbrahim ağabey derin bir iç çekti..
Bundan 25 yıl evvel bizim işçi pazarına lüks bir araba yanaştı. Evde lağam patlamış, çift yevmiyeye bir işçi arıyorlar. Bizim işçi tayfası da pek yanaşmadı bu işe. Ben de o zamanlar çulsuz adamın biriyim. Elde avuçta yok. "Ben gelirim" dedim atıldım. "Gelirim" dedim ama yedek iş kıyafetim bile yok. Neyse, biz vardık eve. Koku falan gelmiyor. Evin beyi çıkardı cebinden tam 30 bin lira verdi bana. O zamanlar bu paraya orta halli bir ev alınırdı. "Lağam falan patlamadı, bu benim işimin zekatı, doğru yere gitsin istedim, güle güle harca" dedi adam. O gün bugündür bu da benim işim Ali’m. Sana pis gelen o kokuyu alınterimle duymuyorum ben.
- Ya Selim?
- Herkesin bir vakti vardır Ali’m. O da bulur elbet doğruyu.
- Ben onu dün gece uyarmak istedim.
- Bak gördün mü! Belki de vakti gelmiştir.
Selim o sene üniversiteyi bitirdi. Güzelde bir iş buldu. Evlendi, hatta bir de kızı olmuştu.
Birgün yine İbrahim Ağabeyi yakaladım. Belki onların hayatlarına dokunabilmişimdir diye biraz da mutluluk duyuyordum ki ben de kendi dersimi o gün aldım.
- İbrahim Ağabey, ya ben olmasaydım, kim uyaracaktı Selim’i?
İbrahim Ağabey gülümsedi..
- Bak Ali’m. Bir çiçek vardır. "Gecenin Kraliçesi". Yılda bir kez açar ve sadece dört saat yaşar ve hiçbir çiçekçide o çiçek satılmaz, çünkü bulamazsın.
- Niye anlattın bunu ağabey?
- Vaktinden önce çiçek açmaz, bülbül ötmez. Herşeyin bir vakti vardır Ali’m. Seni o lağam çukuruna götüren de senin vasıtanla Selim’i doğruya yönelten de benim eşim Asiye’mi "Gecenin Kraliçesini" Selim’in doğumunda benden alan da aynı güç. İki yüz yıl sonra hiçbirimiz yokuz bu dünyada. Önemli olan o güce eli boş gitmemek. Sevginle, vicdanınla, merhametinle varol ki ölümünde "eli boş gelmiş" demesinler. Yoksa aslolan gülün de Gecenin Kraliçesinin de ömrü değildir, ne kadar varolduğu değil o güce ne götürebildiğidir..