Kâlû Belâ
"Ey kalbim!
Söyle senin için daha ne yapabilirim"
Yalınayak adımlıyorum. Ruhumu denize sürükleyen o sese kulak verdim. Daha doğrusu, tıpkı zaman gibi kendimi de durduramıyorum. Gözüm o yelkenliye takıldı. Mavi patiskaya mutlak bir hakimiyet sağlayan bu beyaz tahta parçasından çıkan özgürlük gıcırtılarında benim içim gıdıklanıyor.
Üçüncü denemesinde iskambil kağıtlarında aradığı falı açamayan bir kadının mutsuz yüz ifadesiyle göz göze geldim. Üçüncü sigaramı söndürdüm, hafif bir gülümsemeyle onun bu arzusunu selamladım.
Kayaların ortasında su birikintisinde yüzen o küçük balıkların ayaklarımda gezinmelerine izin verdim. Bana hayatta olduğumu hatırlattılar. Ben de karşılık olarak onlara az ötedeki o büyük denizi anlattım. Onlar da üç saniyeliğine ölümü hatırladılar.
Denize sektirdiğim taşlardan da sıkılınca arkamdaki yeşil alana ilişti gözüm. Koru’nun denize bakan kapısından girdim, en yükseğe kadar yürüdüm.
"Dayadım sırtımı Mihribat’a"
Şairin kıyıp da gül bahçesinden o tek bir gülü çekip koparamadığı lakin reçeli dahi yapılabilen bir güzelliği dalından sevmesini becerebildiği şiirindeyim. Bu meşreple Adalar’a uzanan o boşluğun içerisinde saklıyım, kıpırdamadan süzülen o martıdan farkım yok.
Resmi geçitler var beynimde. Bir yanımda hala nasıl olduğuna inanamadığım o bembeyaz yaprağıyla açan bir çilek bitkisinin kokusu, diğer yanımda bir mezar taşına bile nasıl o kadar yakışabildiğini çözemediğim begonviller. Bir ağaç dibine düşen gölgenin karanlığına saklanıp apaydın düşler kuruyorum.
Kimsesizler mezarlığını gezen adamı, cezaevinde doğmuş çocukları bir günlüğüne de olsun dışarıya çıkaran kadını, "Afrika dahil" diyerek bir aşk şiirinde dahi yoksulluğa-açlığa selam veren şairi getiriyorum aklıma, başımı önüme düşürüyorum. Sonra bir an her taraftan korkularla kuşatılan benliğimin çeperini yırtıyorum.
"Yaşayan mı yazan mı bilir"
Nefsime-
Yaşayan sade yaşadığını bilir. Yazan için en güzel şiir henüz yazılmamıştır.
Senin denize attığın oltaya takılan balığı benim çocukluğum kovayla denize geri boşaltır. Bir gün öldürme fikri yerleşirse zihnime herhalde mutfağımdaki karıncalardan başlardım. Bunca zaman onların asker yürüyüşüne katlanmazdım.
Şimdi sizi bir yere götüreceğim. Hepimizin aynı gün doğduğu o yere.
"Kâlü Belâ"
Rivayet olunur ki ruhların varolduğu o ilk gün herkes birbirini ilk kez orada görmüş. Bazı zaman ilk defa gördüğümüz birisini daha önceden tanıyor hissi duymamız da bundanmış.
Birisi sizin için en fazla ne yapabilir. Canını verir değil mi! Bu defa da sizin için yapılan bu işi siz çok geç anlamış olursunuz. Bu dünya için bir daha kavuşma olasılığı biter. Peki ya başka?
Zaten zengin olan bir kişiden alacağınız pahalı hediyelerin bir anlamı yoktur. Çünkü bu onun zenginliği içerisinde denizde kum tanesidir. Oysa fakir bir dostunuzun onun için çok değerli olan basit bir eşyasını size vermesi çok daha anlamlıdır. Bu küçük açıklamadan sonra hikayemize geri dönüyorum.
"Kupa Beyi"
Sahile geri indim. Her daim beyniyle hareket etmeye çalışan bir birey olarsk bu defa kalbimle hareket etmek istedim. Sadece o tek bir an bunu yapmak istedim. Bunun hayatımı değiştıreceğini nerden bilebilirdim!
Aslen kahverengi olan lakin sadece güneşte yeşile çaldığına emin olduğum o güzellik yine yerinde iskambil falı açmaya devam ediyordu. Müsade dahi istemeden yanına oturdum.
Hiç tanımadığım birisiyle sessizce oturuyorum. Sanki ben ona sadece onun yanında oturmak istediğimi söylemiş onunla da bu konuda gizli bir anlaşmaya varmışız gibi.
Bir süre sonra isminin anlamının "cömert" olduğunu öğrendiğim o güzellikle derin sohbete dalıyoruz. Ortak bir konu üzerine ilk konuşmamız. Cemal Süreya’nın tek y’ye düşen soy ismi üzerine tartışıyoruz. Bir iddia üzerine mi, yoksa kanunen mi!
"Kimsin sen Sofie" sorusundan, Santiago’nun hazinesine, ordan Martı Jonatsan’un özgürlük arayışına vs..
- Hava çok sıcak, bu şapkayı tak lütfen. Hem bak sana yakışır da..
(Beni düşünmesi hoşuma gitmişti)
- Peki, teşekkürler.
Şapkayı elime aldığımda gülmeye başlıyorum.
- Ne oldu, beğenmedin mi?
- Hayır, baksana burda ne var!
Şapkanın içerisindeki Kupa Beyi’ni kendisine uzatıyorum. Defalarca açılamayan falın sebebini ona verirken bunun onunla geride kalan hayatımızın ilk günü olacağını anlamıştım.
Çünkü ben onun bu bakışını Kâlü Belâ’dan tanıyordum..
YORUMLAR
vay canına çok güzeldi
nasıl anlatsam kuş seslerinin balıkları sırtlarına alarak
yurra kalbe tırmanması gibi
orada tik tak tik tak çeyrek asırlarda yüzüyorlarmış gibi
hissettirdi yazının allı makamı
iyi ki okumuşum
ve çokça hoş gelmiş KUPABEYİ
Selam,
Allısı çekiciliği çok çok iyiydi