10
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
694
Okunma
Bu gün Kıbrıs Barış Harekâtının 50 nci yılı. Televizyonlar özel programlarla unuttuklarımızı hatırlatacaklar.
Sizler şiirler, yazılar yazacaksınız. Biz okuyacak duygulanacağız.
O yıllarda Hava kuvvetlerinin Ulaştırma Birliği KAYSERİ de görevliyim.
Sene 1974 günlerden 19 Temmuz. Saat akşamın 17 si. Birazdan servis otobüsleri gelecek, evlerimize gideceğiz. Bir anons:
“İkinci bir emre kadar mesai uzatılmıştır.”
Anlamıştık. Kıbrıs harekâtı başlamıştı. Sevinçliyiz, meraktayız. İkinci bir anons:
“Görevli personel Savaş Harekât Merkezine.”
Birliklerin savaş Harekât Merkezleri korunaklı neredeyse yerin altında her türlü iletişim donanımları yapılmış savaşın seyrinin takip edildiği yerlerdir. Teftişlerde tatbikat yapıldığından görevlerimizi biliyoruz. Personel şube müdürüyle beraber benim de görevim var. Gece yarısına doğru Savaş Harekât Merkezine adının Sami AKBULUT olduğunu öğrendiğimiz bir komando yüzbaşı geldi. Hepimizle tek tek vedalaştı helalleşti. O yüzbaşının görevi indirme yapılacak komandolara işaretleme yapmaktı. Sami yüzbaşıyı küçük bir uçak Kıbrıs’a indirdi. Savaş Harekât Merkezine ilk gelen haber:
“Yüzbaşı Sami AKBULUT görevini yaptıktan sonra uçaksavar mermisiyle şehit olmuştur.”
ŞEHİTLER panosuna ismini yazmak zorundaydım.
O harekâtın kayıtlara geçen ilk şehididir Sami yüzbaşı. İstanbul da onun adı verilmiş bir yolcu vapuru vardır.
Dışarı çıktık.
Birliğin uçakları kalkışa hazır pistte dizilmişlerdi. Her birisi avını kapmaya hazırlanan birer kartaldı sanki. Komando birliğinden gelen askerler sırtlarında paraşüt, ellerinde silahları ve ağır mühimmatlarıyla uçaklara bindiler. Dualar okundu:
“ Ölürseniz şehit, kalırsanız gazi...”
Gözyaşlarımız sel oldu. C-47, C-160, C-130 uçakları taşıdıkları koç yiğitlerle Kıbrıs’a doğru havalandılar.
O harekâtla ilgili acı tatlı birçok anım var. Ama ben bu gün başka bir anıyı sizinle paylaşacağım.
ANAYA MEKTUP
Ablam benim. Yokluğu varlığı, acıyı tatlıyı, iyi günü, kötü günü paylaştığım ablam…
Gün oldu karanlıklardan beraber çıktık aydınlığa. Gün oldu gözyaşlarımız bir birine karıştı. Gün oldu tek kuruşu, bir dilim ekmeği bölüştük seninle. Güzel gözlüm. Gani gönüllüm. Ciğerparem.
Bacım, anam, her şeyim…
Bu gün Kıbrıs Barış Harekâtının yıl dönümü. O günleri beraber yaşadık... Beraber sevindik. Beraber meraklandık. Beraber üzüldük.
O günün en ilginç gecesini belki de sen yaşadın. Şimdi bir kez daha anlat. Biliyorum hüzünlenecek, duygulanacak belki de ağlayacaksın. Ama ilk defa ağlamana sessiz kalacağım.
ABLAM ANLATIYOR:
“ 19 Temmuz 1974 gecesi. KAYSERİ. PTT’si telefon santralında bir arkadaşımla görevdeyiz. O yıllarda şimdi ki gibi iletişim kolaylıkları yok. Yanan küçük kırmızı lambalar, takılan fişler, yaptırılan konuşmalar. Gece sessiz. Çıt yok. Bu saatte sadece kırlarda cır cır böcekleri ötüyordur. Gecenin tek hâkimi sokak lambaları. Fersiz ışıkları ile geceyi aydınlatmaktan yorgun düşmüşler. Onlar da nöbeti birazdan aydınlanacak güne bırakıp, ilk akşama kadar dinlenmeye çekilecekler
Duyduğumuz motor sesleriyle pencereye koştuk. Askeri konvoy geçiyor. Araçlardaki askerlerin başları miğferli. Ellerinde silah, sırtlarında büyük, yüklü çantalar.
Haberlerde duyuyor, gazetelerde okuyoruz. Kıbrıs karışık. Bunlar Kayseri’deki komandolar olmalı. Hava Üs ’süne gidiyorlar. Oradan da uçaklarla Kıbrıs’a indirme yapacaklar belki de. Günlerdir bu söyleniyordu. Heyecanlıyız. Sevinçliyiz…
Arkadaşımla santral odasının balkonuna çıktık. Onları alkışlıyoruz. El sallıyoruz.
Beklemediğimiz bir şey oldu. Konvoydaki araçlarIarın birinden, bir asker ayağa kalktı. Beyaz bir zarfı bize göstererek attı. Şaşırdık. Arkadaşımla göz göze geldik.
Koşarak aşağıya indim. Aldım geldim o zarfı. Üzerinde adres yazılı. Bir süre arkadaşımla zarfa baktık. Aynı anda, aynı şeyi düşünüyorduk belki de:
“Açalım mı?”
Açtık. Yazılanlar hala bu gün ki gibi aklımda:
“ANAM BENİM!
BU SATIRLARI “HAZIRLANIN” EMRİNDEN SONRA YAZIYORUM. VAKTİM ÇOK AZ. DUYACAKSIN. ÖĞRENECEKSİN. BİZ KIBRIS’A GİDİYORUZ. BU MEKTUBU SANA GÖNDEREBİLME İMKÂNIM YOK. ARAÇLARIMIZ PTT’ NİN ÖNÜNDEN GEÇERKEN YERE ATACAĞIM. BİRİ BULUR. BELKİ DE AÇAR OKUR. OKUSUN. AMA SANA MUTLAKA GÖNDERSİN. YILLARDIR BU ÜNÜFORMAYI TAŞIYORUM. MAAŞ ALIYORUM. O MAAŞLA EVLENDİM. O MAAŞLA EVİME BAKTIM. O MAAŞTAN SANA PARA GÖNDERDİM. DEVLET BÜTÜN BUNLARI BANA:
“ BİR GÜN SANA İHTİYACIM OLABİLİR. HAKKINI O ZAMAN ÖDERSİN” DİYEREK YAPTI.
İŞTE O GÜN BU GÜNDÜR. GERİ DÖNEBİLİRSEM SENİ ARARIM. ŞEHİT OLURSAM HAKKINI HELAL ET. ÖPERİM ELLERİNDEN.
Arkadaşımla sarıldık bir birimize. Ağladık. Dualar okuduk askerlerimize. Sabah, özenle kapattığım zarfı, pulunu yapıştırıp posta bölümündeki arkadaşlara verdim.
Duygularım ayyuktaydı. Beni en çok “Bir gün sana ihtiyacım olabilir. Hakkını o zaman ödersin”. İşte o gün bu gündür.” Cümlesiydi.
İşte vefa buydu. Türk askeri buydu işte…
Üzgündüm.
Neden mektubun üstündeki adresi alıp da, mesleğimin sağladığı kolaylıkları da kullanarak annesiyle konuşabilmeyi düşünmemiştim? Daha sonra o insana ne olduğunu öğrenebilme imkânını niçin kaçırmıştım? İnsanlar beklenmeyen bir olay karşısında en doğru kararı o anda veremeyebiliyor. Bende de öyle olmuştu işte…
Yıllardır düşünüyorum. O asker eğer şehit olduysa, mekânı zaten cennettir. Gazi olarak döndüyse, torunlarına bırakacak bir madalyası vardır. Aradan çok uzun zaman geçti. Yaşıyorsa; daha uzun, sağlıklı yaşasın. Eğer öldüyse, toprağı nur olsun…
O günleri yeniden yaşattın bana. Ağlattın beni. “İlk defa ağlamana sesiz kalacağım” demiştin.
Unutma.
Bu Dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Göğ ekini biçmiş gibi
YUNUS EMRE