- 109 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Miss tilda
Saat 07:00.telefonumda BTS’den “Fake Love” çalmaya başladı. Uyanma zamanı. Gözlerim kapalı babamın benim için hazırladığı sahanda yumurtanın kokusunu alıyorum. Bugün son kez özel okuluma gideceğim çünkü ücretsiz bir ay devam etme hakkımın sonuna geldim. Herr sabah olduğu gibi kahvaltı yapmak için kullanmam gereken zamanı aynanın karşısında selfie çekerek harcadım. Tam ortasında BTS yazan siyah tişörtümü ve geniş kotumu giyip durağa geldim. 17-A numaralı otobüsün gelmesine dakikalar var, babam elinde ucuz tütünü ile gazeteye almak için bana doğru yürüyor, yanıma gelince param olup olmadığını soruyor. Dün birlikte problem çözdük. Soruda önce bilgi verilmiş bir insanın ağırlığının iki katının otuz fazlası boy uzunluğundan küçükse o insana normal denir. Buna göre ağırlığı 2a +30 olan birinin boyu 170 cm iken normal olması için a en çok kaç olmalıdır?
Aslında ben yapılması gerekli olan cebirsel işlemleri tamamlayıp a sayısının yirmiden küçük olması gerektiğini buldum bu durumda sorudaki kişinin ağırlığı a sayısının 19 olması durumunda 38+30 =68
Oluyor ancak cevap 69 soruyu babama götürdüm, nefesi tütün kokuyordu kurşun kalemi eline alıp soruyu çözmek yerine argümanı kendi kilosu için uygulamaya başladı kilosu 85 olduğundan standart ağırlığını 200 buldu oysa boyu 175 cm!
Aslında cebirsel işlemleri doğru yaptığımı eşitsizlik kısmında çuvalladığımı söylüyor. Bir eşitsizliğin her iki tarafını pozitif sayı ile çarparsan eşitsizlik yön değiştirmez sevgili kızım xi.
Bu durumda 2a kırktan küçük olup 2a +30 , 70 den küçük olmalıdır bu sayıdan küçük olan en büyük tamsayı 69 olduğundan cevap 68 değil 69 bulunur dedikten sonra saçlarımı okşayıp senin gibi çalışkan bir kızım olduğu için ben çok şanslı bir babayım diyor. Sadece bir ay süre ile devam ettiğim özel okulun babam yaşındaki hocası ise sabah ayna karşısında çektiğim fotoğraflarıma kırmızı güller koyarak yorum yapmış. Azgın teke sendromuna canlı bir örnek olduğunu düşünüyorum. Sınıftaki yakışıklıdan beklediğim fotoğraf yorumları maalesef babam yaşında adamdan geliyor.
Dün akşam xxpriw adında biri beni ekledi, profilinde hiç fotoğrafı yok bu hesabın sahibinin sınıfımızda tek erkek olan yakışıklı olması için dua ediyorum. Okuldan sonra Jin ile havuza girip bikinilerimizle öz çekim yapacağız.
Kamerayı açtığım anda öyküme yorum yazıldığını fark ettim.
-“Gerçeğe giden yolda yürümek ister misin?”
Özel okulda çalışan kart zamparanın yorumlarından farklı bir yorum ama merak uyandırdı.
-“kimsin?tanışıyor muyuz?”
-“Sofie’nin dünyasını okudun mu?Bir felsefe kitabıdır. Sofie Amudsen okuldan gelir ve posta kutusunda isimsiz bir mektup bulur ve hikaye başlar.”
-“Ne çeşit bir manyaksın?Ayrıca o kitabı okumadım,kitap okuyacak zamanım yok yıl sonunda üniversite için sınavlara hazırlanıyorum.
Yazdığı aptal yorumları Jin’e gösterdim, havuzdan çıkıp doğru dürüst bronzlaşmadan bizim daireye çıktık ve pizza yapmaya karar verdik. Jin sucukları dilimlerken ben de hamuru hazırladım. Babam her zaman ki gibi önünde bir deste kağıda bir şeyler karalıyor yeni bir makale yazmaya çalışıyordu. Yolladığı her makale editörler tarafından iade edilmesine rağmen pes etmemesine şaşırıyorum!
Hamuru hazırladıktan sonra işin kalan kısmından sıvışıp kitaplığımızda Jostein gardner’in kitabını buldum. Kalın ve beyaz kapaklı bir kitap, felsefe öğretmeni tarafından yazılmış amacı biz gençlere felsefeyi sevdirmek oysa ki ben sınavda sorumlu olduğum her disiplinden nefret ediyorum, buna felsefede dahil! Ayrıca gerçekliğe giden yol ne demek ve neden seninle bu yolda yürümeye çalışayım?Entel gözüküp beni etkileyen ucuz bir çapkınla tanıştığımı düşünmeye başladım. İkinci ihtimal da şu ki özel okulda çalışan moruk öğretmen genç kızlara sarkmak için sahte hesap açıp oradan yürüyor olabilir. Adam sadece mini etekli fotoğraflarımı beğenip yorumlar kısmına ateş figürü bırakıyor. Devlet okulunda olsa kesinlikle görevden atılırdı. İlginç olan şu ki; kitap ilgimi çekti son derece sürükleyici ve ben sınav stresinden bunaldığım hayatımda biraz nefes almak istiyorum.
Jin pizzayı hazırlayıp fırına verdi ve mutfaktan güzel kokular gelmeye başladı. Bu sahte hesabın sahibi yazışmaya karar verdim, kim olduğunu mutlaka öğrenmeliyim.Mesaj kutumu açıp yazdım.
-“Bana biraz kendinden bahseder misin?”
-“elbette, yaşamında sadece kitaplar olan biriyim ben, bilim ve felsefe tarihi üzerine bir roman yazıyorum.Sana ilk üç sayfayı ekteki dosyada yolluyorum, okuyup yorum yazarsan çok sevinirim. Seni nasıl tanıdığımı ve ismimi şimdilik sorma.
-“söz ettiğin kitaptan birkaç sayfa okudum, dürüst olmam gerekirse hoşuma gitti.”
-“derste sürekli bana baktığının farkındayım”
-“Evet!başından beri senin Li Jie olduğunu biliyordum. Çok mutluyum!seninle buluşmak istiyorum.”
-“Üzgünüm bu mümkün değil, aslında ben de senden hoşlanıyorum xi ama ailem bu yıl bir kız ile görüşmemi doğru bulmuyor.
Üniversite sınavına konsantre olmam gerekiyormuş. Buradan yazışalım bazen de telefonla konuşuruz.”
Sonunda hayallerim gerçek oldu. Bu güzel haberi en iyi arkadaşım ile paylaşmalıyım, hemen Jin’e yazdım sonra da yakışıklı sevgilimin yazdığı ilk üç sayfayı okumaya başladım. Satırlar hızla beynime akarken bir aşk şarkısı dinlemeye karar verdim ve arama kısmına
“i am your lady and you are my man “ yazdım.
Dürüst olmam gerekirse romanımın kahramanı xi yalnız değil ama ben sadece üç tanesini seçtim,xi1,xi2 ve xi3 olarak tanımladım. Ne de olsa üç boyutlu dünyada yaşıyoruz!elimde olan sonsuz tane xi’ nin yaşadığı evrenlerin tamamı tek bir lif üzerinde sıralanıyor ve bu paralel evrenlerin bulunduğu lifin izdüşümünün tek olduğu bir evren var!
Sen benim için xi1, özel bir yere sahipsin. Derste gözlerimi senden alamıyorum. Bu romanı seni etkilemek için yazmaya karar verdim(aslında buna gerek de kalmadı ne de olsa duygularımız karşılıklı)
Kozmologlar bu fikre Çoklu Evren Teorisi diyorlar. Kimi zaman Paralel Evren Teorisi olarak da kullanıldığını görebilirsin. Bu ikisi, özünde aynı şeydir. Aslında bu çok sayıda evren illâ kusursuz bir şekilde paralel olmak zorunda değildir; ancak paralellik, birbirinin peşi sıra dizilmiş çok miktarda evreni tahayyül etmek için bize iyi bir görsellik sağlıyor. Ek olarak paralellik durumunda tüm evrenleri tek bir lif üzerinde tanımlayabiliriz. Dolayısıyla iki terimi eş anlamlı olarak kullanabilirsin; ancak birazdan farklı Çoklu Evren Teorilerinden söz edeceğim, bu ayrımlardan haberdar olman faydalı olabilir sevgili xi. İlk etapta “Neden böyle bir şeye inanalım ki?” diye düşünebilirsin. Çoklu Evrenler Teorisi’ni dikkate almak için çok iyi bir neden var: Gerçekte, evrenimizin var oluşunu açıklayan en iyi bilimsel modellerin çoğu, aslında bir çoklu evrenin varlığına bağlıdır. Öyle ki, 2007 yılında Nobel Ödülü’ne layık görülen Steven Weinberg, Çoklu Evrenler Teorisi’nin önemini şöyle vurgulamıştır:
“Eğer çoklu evrenler gerçekse, Büyük Patlama çerçevesinde geliştirdiğimiz standart model içindeki kuark kütlelerinin ve diğer sabitlerin hassas değerleri hakkında rasyonel açıklamalar bulma ümidimiz lanetlenmiş demektir; çünkü bu değerlerin hepsi, çok sayıda evrenden, hasbelkader içinde yaşadığımız evrene ait şans eseri ortaya çıkmış değerler olacaktır.”
Çoklu evren fikri, yalnızca yaratıcı bilimkurgu yazarları tarafından halk arasında popülerleştirilmemiştir; aynı zamanda, Sicim Teorisi ve Kuantum Mekaniği gibi son derece sağlam bilimsel öncüllerden doğmuştur. Astronomların kozmosumuz hakkındaki mevcut fikirlerinin merkezinde yer alan Kozmik Enflasyon Teorisi bile bir çoklu evrenin varlığını öngörmektedir.
Bir çoklu evren, bizimkiyle neredeyse aynı olan diğer evrenlerle iç içe veya hayal edilemeyecek kadar farklı olabilir. Her iki durumda da, paralel evrenlerin alemleri birçok ilginç (ve akıllara durgunluk veren) olasılıklara kapı açar.
Yıllar boyunca birçok yazarın tasavvur ettiği gibi, eğer sonsuz sayıda başka evren varsa, o zaman en azından kendinizin tıpatıp aynısını içeren bazıları da vardır. Ancak, doğanın yasaları her evren için zorunlu olarak aynı olmadığından, bu alternatif versiyonlarınız tamamen farklı bir fiziksel gerçekliği deneyimleyebilir. Her ne kadar “çoklu evrenler” dendiğinde akla sıklıkla uzay-zaman dokuları birbirinden ayrı olan, bu nedenle bir evrenden diğeri gözlenemeyen, “ayrık evrenler” gelse de, alternatif evrenlerin illâ tamamen bağımsız olması gerekmez. Alternatifler evrenler, genel olarak dört farklı şekilde var olabilir:
Birinci seviyedeki çoklu evrenler fikrinin temel olarak söylediğine göre, uzay o kadar büyüktür ki, istatistik kuralları çerçevesinde bir yerlerde tamamen Dünya gibi başka gezegenler olması gerekir. Aslında, sonsuz bir evrende, sonsuz çoklukta gezegen olacaktır ve bunlardan bazılarında gerçekleşen olaylar, hemen hemen kendi Dünya’mızda olanlarla aynı olacaktır.
Bu evrenleri bizler göremeyiz, çünkü bizlerin kozmik görüş alanı ışık hızıyla sınırlıdır. Işık hızı, nihai hız sınırıdır. Işık, yaklaşık 13.8 milyar yıl önce Büyük Patlama’dan sonra yola çıkmıştır ve dolayısıyla ışığın 13.8 milyar yılda alabileceği mesafe olan 93 milyar ışık yılı çapındaki bir hacmin ötesini göremeyiz. Buna Hubble Hacmi denir ve gözlenebilir evrenimizi sınırlandırır. Bu tür evrenlerin varlığı, 2 varsayıma dayalıdır:
· Evren sonsuzdur (veya neredeyse sonsuzdur),
· Sınırlı bir evren içerisinde, bir Hubble hacmi içerisinde bütün parçaların her bir konfigürasyonu birden fazla defa gerçekleşmektedir.
Eğer bu tür paralel evrenler varsa, bunlardan birine erişmek imkansızdır veya en iyi ihtimalle olanaksızdır; çünkü her şeyden önce, hangi yöne doğru bakmamız gerektiğini bilmemiz mümkün değildir. Seviye 1 Paralel Evrenler, tanım gereği, bizden aşırı uzakta olan, dolayısıyla hiçbir şekilde bilgi alışverişi yapamayacağımız evrenlerdir (sadece Hubble hacmimiz içerisinde bilgi alışverişinde bulabildiğimizi unutma xi!).
Seviye 1 Paralel Evrenlerin bir parçası olan Kozmolojik Çoklu Evrenler, daha yaygın olarak bilinen çoklu evren algısıdır: Birbirinden bağımsız, birbirinin yanında, altında, üstünde “paralel” olarak dizilenmiş, çok sayıda fiziksel ve birbirinden ayrık evren... Bu türden çoklu evrenleri, MIT matematikçisi ve kozmolog Max Tegmark, dört farklı alt gruba ayırmaktadır:
· Niteliksel olarak yeni ve kendi evrenimizden farklı hiçbir şeye sahip olamayan evrenler,
· Tamamen farklı temel fizik yasalarına sahip evrenler,
· Aynı temel fizik yasalarına sahip, ancak farklı başlangıç koşullarıyla başlamış olan evrenler,
· Aynı temel fizik yasalarına, ancak farklı etkili tüzüklere sahip evrenler.
İkinci seviyedeki paralel evrenlerde, uzay bölgeleri bir genişleme evresi geçirmeye devam eder. Bu evrenlerde devam eden genişleme yüzünden, bizimle diğer evrenler arasındaki uzay, kelimenin tam anlamıyla ışık hızından daha hızlı genişlemektedir – ve bu yüzden hiçbir şekilde ulaşılamazlardır.
Bu tür evrenlerin var olduğunu varsaymak için iki olası teori vardır: sonsuz enflasyon ve ekpirotik teori.
Büyük kozmolog Alan Guth tarafından geliştirilen Kozmik Enflasyon Teorisi, Büyük Patlama’ya yönelik modern modellerimizin kalbinde yer almaktadır ve Guth’un ileri sürdüğüne göre, bu tür bir model içerisinde uzay-zaman dokusu genişlerken, paralel evrenler (ya da onun tabiriyle “cep evrenler”) de doğal bir şekilde oluşacaktır. Bunu, Sicim Teorisi ile birleştirdiğimizde, aynı uzay-zaman dokusunu paylaşan bu cep evrenlerin birbirinden çok farklı yerel fizik kuralları olabileceği karşımıza çıkmaktadır. Hatta bu cep evrenlerin farklı sayıda fiziksel boyutları bile olabilir! Yani teoride birbirine bağlı evrenler olsa da, pratik olarak birbirinden bağımsız evrenler olarak hayal etmemiz mümkündür.
Bunu savunan tek kişi Alan Guth da değil. Jean-Luc Lehners gibi astrofizikçiler, cep evrenlerin Enflasyon Teorisi’nin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri sürdüler. Buna göre evren, giderek hızlanan bir şekilde genişlediği için, hacminin büyük bir kısmı zamanın çoğunda genişlemektedir ve bu, “sonsuz enflasyon” denen bir durumu yaratır. Bu süreçte evren (ya da “uzay-zaman dokusu”), sonsuz sayıda evren yaratır ve bunların sadece belirli, önemsiz derecede ufak fraktal kısımlarında genişleme durur.
-unutma sadece bir ay süren var, yolun başına dönebileceksin.
-aile babası yaşamım ne olacak?
-bunu paralel evrenler gibi düşün, aile babası olarak hayatına devam ederken sana ikinci şans verilecek geriye döndüğünde bilgilerin yine hafızanda olacak öğretmenlerin senin dahi olduğunu düşünecekler tüm disiplinlerdeki üst düzey bilgilerini geri döndüğün okulunda kullanabileceksin ve elbette hayatını etkileyecek o sınavda bu kez başarılı olup gençlik yıllarında hayalini kurduğun üniversiteyi kazanacaksın.
-bu ayrıcalık bana neden veriliyor?
-on sekiz yaşında girdiğin sınavda heyecandan bilincini bir süre kaybettin, görevli öğretmenler kısa süre bayıldığın için seferber oldular zaman kaybettin ve sınavı kazanamadın. Bu mağduriyet seni seçkin kişi yaptı artık o sınavda başarısız olma şansın yok. Zorlandığın grafik sorularında yanındaki arkadaşa sorman gerekmeyecek özel ders alamadığın için anlamadığın konular olmayacak.
Şu an hayatında hedeflediğin amaca ulaşamadın bunun farkındayız dergilere yolladığın makaleler basılmaya değer görülmüyor, katıldığın edebiyat yarışmalarında dereceye giremedin.
Bu sonuçlar yaşam ile bağını kopardı kabul ediyorum. Ben senin iyilik meleğin olarak görevlendirildim çünkü karşına çıkan başarısızlıklar seni hayattan koparmamalı, mücadele etmelisin!
Başarı kimseye altın tabak içinde sunulmaz. Seni anlamaya çalışıyorum, bu dünyadan ayrıldıktan sonra iz bırakmak istiyorsun, Montaigne gibi yüzyıllar sonra okunmak istiyorsun.
-senin gerçek olup olmadığını anlamakta zorlanıyorum, bu bir rüya olmalı.
-inan bana bu yaşam kadar gerçek, beş yaşındayken balkondan aşırı derecede sarktığında yardımına ben koştum. O günü hatırlıyor musun?
İlkokul birinci sınıfta hece kitabına çalışırken öğretmenin yanına geldi, elinde kalın mavi karton kapaklı bir kitap vardı, sınıfta sadece sana bu kitabı hediye etti ve sen ilk satırı yaşamın boyunca unutmadın.
-Tom!Tom! neredesin seni haylaz çocuk!
O çocuk romanı kitapların dünyasına kapıyı araladı ve yaşamın boyunca bir kitap kurdu oldun. İlk romanlarında büyükler için yazdın. Deneme şiir, otobiyografi ve polisiye romanları yazdın. Her gece bilgisayarın başına oturup bu gün şiirlerimi kaç kişi okudu? Sorusuna cevap bulmak için heyecan içinde sayfanın açılmasını bekledin, şu an durum biraz farklı. ilk kez bir çocuk romanı yazacaksın "TOM SAWYER " gibi ve bu kitabı birlikte yazacağız!
İlkokul günlerini ve sınıf arkadaşlarını unutmamış olman senin için bir avantaj. İnan bana hatıralarla yaşamanın aklına gelmeyecek faydaları vardır.
Anılarla yaşamak gerekli ancak yeterli değildir, çocuk romanı yazarken dikkatli olmalısın. Kelimeleri seçerken titiz davranmalısın. İlk kitap bir çocuğu kitaplarla dost yapabildiği gibi okuma heyecanını söndürebilir de.
Unutma, gelecek nesiller mutlaka okumalı!
-Benim de tam olarak yapmak istediğim bu aslında. Sen de gözlemlemişsindir günümüzde çocuklar ve gençler tabletlere ve telefonlara çok zaman ayırıyor. cümle kurmakta , kitap okumakta ve muhakeme etmekte zorlanıyorlar. Öğrencilik yıllarımda ben de çok parlak bir öğrenci değildim ama boş zamanlarımda dünya klasiklerini okudum. Bu noktada aklıma şu soru takılıyor:
"benim çocukluğumda tablet icat edilmiş olsaydı yine kitaplarla dost olur muydum?"
-bu soruya yanıt veremem ama ilk gençlik yıllarında "atari" dediğin o koca makinelere sen de fazla zaman ayırıyordun.
-o günler çok geride kaldı ve sen bana özlemle aradığım hatıralarımı yeniden yaşama şansı veriyorsun. Bu nedenle sana minnettarım. En önemlisi iki yıl önce salgında kaybettiğim annemi yeniden görme şansım olacak. Onu göreceğim değil mi?
-elbette göreceksin, gün ağarırken annen erkenden uyanıp sobanın küllerini boşaltacak senin için kahvaltı hazırlayacak ve sen her sabah olduğu gibi kül dolu soğuk teneke kutuyu sokağın başındaki çöp kutusuna boşaltıp hızla eve döneceksin.
1982 yılındaki o dar sokaklarda komşu çocukları ile top peşinde koşacaksın.
-Polisiye romanları çok seviyorum, iyilik meleğim. Bununla birlikte polisiye yazmak ayrı bir yetenek gerektiriyor. Deneme yada roman yazarken kendimi özgür hissediyorum. Çocuk romanı konusunda ise dikkatli olmak gerek haklısın.
"Küçük Prens" güzel bir çocuk kitabı ama ATATÜRK’ü
Bir diktatör olarak nitelediği için sevmiyorum.
Sence kitabımın ilk cümlesi ne olmalı?
İlk cümle okuyucu için çok önemlidir.
Küçük Prens bir soru cümlesi ile başlıyor:"benim için bir koyun çizer misiniz?"
Tom Sawyer ise iyi kalpli teyzenin öksüz ve yetim olan yaramaz Tom’a seslenmesi ile başlıyor.
İlk satır bir kahramanın konuşması mı olmalı yoksa bir tasvir mi olmalı?
"gazap üzümleri" isimli kitabın uzun bir tasvirle başladığını hatırlıyorum. Son sayfasında beni çok üzen Şeker Portakalı isimli çocuk kitabının nasıl başladığını ise şu an hatırlayamadım. İlk olarak "Zeze " gibi bir çocuk kahraman yaratmalıyım.
-bu kitabın çocuk kahramanı sen olacaksın. Kısa pantolon ve yaralı dizkapaklarınla evinizin yanındaki yıkılmış köşkün bahçesindeki ağacın gölgesinde bilye oynayan küçük çocuk bu romanın kahramanı olacak.
Zeze sensin Necip!
-çok güzel, romanın kahramanını belirledik ancak iş sadece kahramanı belirlemekle bitmiyor. Çocuk romanında mutlaka macera olmalı.
Afacan beşler okumadın mı?
Tom ve arkadaşı Huck azılı suçluların yakalanmasına yardımcı olur ayrıca Tom ve sınıf arkadaşı Becky okul gezisinde sınıftan ayrılıp kaybolur ve bir mağaraya sığınır.
Macera konusunda en iyi kitabın Afacan beşler olduğunu düşünüyorum. İki kız iki erkek çocuk ve bir kahraman köpek (Tim) bir ekip çalışması ile kötü adamların yakalanmasında güvenlik güçlerine yardımcı olur.
-bizim romanımızda kötü adam yok. Klasik çocuk kitaplarından farklı olacak. Okuluna öğrenci olarak geri döndüğün zaman macera başlayacak. Çocukluğunda sevdiğin bir hayvan dostun var mıydı?
-çocukluğumda sokakta gördüğüm her kedinin üşüdüğünü düşünürdüm. Sokakta bazı çocukların kedilere ve köpeklere taş attıklarına şahit olmuştum.1982 yılında evinde kedi yada köpek besleyen kaç tane aile vardı ki? Günümüzde apartman dairesinde kedi beslemek çok revaçta ne yazık ki obez kedileri yazılı ya da görsel medyada izliyorum. Çocukluğumda hatırladığım tek hayvan dostum beyaz bir tavşan yavrusuydu, eflatun renkli gözleri sürekli hareket halinde olan burnu ile evimizin neşesi olmuştu.
Annem tavşanı bir arkadaşından ödünç almıştı, kısa bir süre misafirimiz olan bu tatlı tüy yumağından ayrılmak zor olmuştu. Macera konusunda sana katılmıyorum. Bir romanda mutlaka aksiyon olmalıdır. Çocukluğumda yazmaya değer bir olay oldu mu diye düşünüyorum şu an.
-iyi bir kitapta mutlaka aksiyon olmalı mı?
Sofie’nin Dünyası isimli kitapta aksiyon var mıydı?
-hayır , yoktu. Kitap çok sürükleyiciydi sevgili meleğim.
-ergenlik çağındaki Sofie Amudsen gizemli bir mektup alır ve öykü başlar. Felsefe tarihini okuyucuyu sıkmadan anlatan gizemli mektuplarla merak uyandıran bir kitap.
Bizim kitabımızda amacımız çocuklarımıza bilimi sevdirmek olacak, sen benim tarafımdan gönderilen gizemli mesajlar alacaksın ve ergenlik çağındaki tükenmeyen enerjin ile sana verilen ikinci şansı kullanarak bilimin perdesini aralayacaksın.
Bugün 15 eylül 1982, okulun ilk günü. Annemin elini sıkı tutuyorum üzerimde siyah önlüğüm var. Okul evimizden sadece yüz metre uzakta, plastik çubuklarım ve renkli abaküsüm geçen hafta alındı.
İlk ders defterimize dik doğrular ; ikinci ders eğik doğrular çiziyoruz. Öğretmenimiz bize gitarı ile şarkılar
Söyledi. Annesinden ayrılmak istemeyenler göz yaşlarına boğuldu. Yıllar sonra tekrar tebeşir tozu yuttum, kara tahtaya doğru parçaları çizdim. Sınıfın duvarlarında mevsimler köşesi, Atatürk köşesi ve tarih şeridi ile büyük bir Türkiye haritası var.
Ayşe’yi tekrar görmek çok güzellik sırada onunla beraber oturuyoruz.
Plastik çubuklarımızdan geometrik şekiller yaptık, plastik kuru fasulyelerimizle saymayı öğrendik, arka sırada Figen ve Meliha oturuyor.
Beslenme saatinde haşlanmış yumurta, peynir ve zeytin ile minik bir kahvaltı yaptım.
Ve hiç unutmadığım o an geldi. Öğretmenim bana kitap hediye etti, bu bir dejavu. İlk pişmanlığımı okullar arası bilgi yarışmasında yaşamıştım. Cumhuriyet ilkokulu ekibinin lideri seçildim. Gerçek hayatımda aynı cevabı iki soruya vererek hata yapmıştım. İlk soruda cevap doğruydu ancak ikinci sorunun cevabı belgesiz sıfat değil belgesiz zamir olacaktı ve benim hatam yüzünden okulumuz elenecekti,ama bir dakika!
İyilik meleğim bana bir fırsat tanıdı artık hata yapmak yok! Beklediğim an gelmişti, büyük salonda rakip okulun ekibi tam karşımızdaydı ve puan durumu eşitti. Türkçe sorusu jüri tarafından okundu. Cevabı elimdeki beyaz kartona yazmalıydım, ekibime dönüp" Arkadaşlar
Aynı cevabı iki kez yazamayız bu nedenle sorunun cevabı belgesiz zamir olacak " dedim ve o an zamanda bir kırılma oldu. Biz kazandık. Bu yarışma bana kaybetmeyi öğretmişti eve kadar ağlamıştım. Babam asık suratla nasıl bu kadar dikkatsiz olduğumu sormuştu, oysa bu anılar iyilik meleğim sayesinde yok olmuştu. Finallerde ise yaptığım hatayı hiç unutmamıştım. Bir düzlemde sonsuz tane doğru vardır ve bu nedenle düzlemin iki değil sonsuz tane alt uzayı vardır. Öğretmenlerim bu yaşta nasıl derin geometri bilgisine sahip olduğumu düşünerek şaşırıyor.
"nokta" boyutu olmayan bir geometrik şekildir diyorum, sonsuz tane nokta bir araya gelerek bir doğru ;sonsuz tane doğru bir araya gelerek bir düzlem oluşturur. Düzlem iki boyutludur: uzunluk ve genişlik.
Yaşadığımız uzay ise üç boyutludur. Düzlemde olmayan boyut yüksekliktir. Benim ve sıra arkadaşım Ayşe’nin yerden yüksekliği ölçülebilir.
Okul müdürü beni tebrik ederken babam benimle gurur duyduğunu söylüyor. Unuttuğum bir nokta var bizi biz yapan hatalarımızdır, oysa benim hata yapma şansım yok. İyilik meleğim gerçekten bana iyilik mi yaptı acaba?
İnsanlar hata yaparak olgunlaşır ve doğruya ulaşır. İlk bakışta bu yetenek büyük bir lütuf gibi geldi. Sokağımızın virane konağının bahçesinde futbol oynuyoruz, birazdan gerçek hayatımda Mehmet ile kavga edeceğimi ve ben onunla konuşmaya çalışırken burnumu kıracağını biliyorum. Beklediğim an geldi, Mehmet topu fırlatıp bana doğru koşarak geldi ama ilk darbeyi ben vurdum, zavallı çocuğun dudağı kanamaya başladı. Kendimi hile yapan bir oyuncu gibi hissettim. Mehmet ağlayarak eve gitti. Kuzenim yaptığım hareketin çok yanlış olduğunu bunun sadece bir oyun olduğunu söyledi. Bu oyunu gereğinden fazla ciddiye aldığımı ve gereksiz yere kalp kırdığımı belirtip evine gitti. Bu sözü hiç unutmamıştım. Gerçek hayatımda dudaklarının kanaması gereken kişi bendim. Mehmet’in bana vuracağını beklemiyordum ve ben onun karşısında
Saf saf beklerken yumruğunu birden burnumda hissetmiştim, olması gereken buydu!
Annem ve babam tarafından sürekli takdir edilmek
Beni yormaya başladı. Bu alternatif zamanda ders çalışmaya gerek yok bir dikdörtgenin alanının kısa kenar ile uzun kenarın çarpımına eşit olduğunu zaten biliyorum. İngilizce ve Almanca konuşabiliyorum. Yaşıtlarım ise yeni kelimeleri öğrenmek için defalarca yazmak zorunda kalıyor. Ayşe ise hayatından memnun. Okul birincisinin sıra arkadaşı olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyor ama bu mutluluk kısa sürecek. İkinci sınıfta Ayşe okulumuzdan ayrılacak. Babasının memur olması nedeni ile taşınacaklar. Ona gerçeği anlatsam deli olduğumu düşünecektir.
"Ayşe ben aslında elli yaşında amatör bir yazarım. Lise yıllarımda bir türlü öğrenemediğim organik kimya dersini otuz yaşında sıcak yaz günlerinde öğrenci gibi ders çalışarak öğrendim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum."
Hakkımda ne düşünür acaba? Onun beyaz tokalarını çok seviyorum. Okulun avlusunda onunla "elim sende" ya da saklambaç oynamak ne kadar güzel! Çocuk olmayı çok özlemişim!
Her şey yolunda , hayatımda başarısızlığa yer yok . Ayşe yanımdan ayrılmıyor ama ben mutlu değilim. Beni rahatsız eden nedir bilmiyorum. Kendimi kopya çeken bir öğrenci gibi hissediyorum. Sınıf arkadaşlarıma haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım. Onlar minik beyinleri ile ilk kez duydukları geometrik terimleri pekiştirmeye çalışırken ben tecrübem sayesinde hiç zorlanmıyorum.
-senin iyilik meleği olduğunu sanıyordum.
-ben sana iyilik ettim, sayemde yirmi yaşında genç bir profesör olacaksın uluslar arası dergilerde senin ismin yazacak ve farklı ülkelerde seminerlere katılacaksın.
-sadece bir ay sürem olduğunu söylemiştin. Başarısız olduğum üniversite giriş sınavında yapamadığım soruları kolaylıkla çözüp yeni mesleğimle yeni bir hayata başlayacaktım!
-hesaplarda bir değişiklik oldu, Necip.
-benim yüzümden çocuğun dudağı kanadı, kendimi suçlu hissediyorum.
-sen vurmasaydın o sana vuracaktı, bu nedenle kendini suçlu hissetmene gerek yok, sen kendini savundun.
-ona şiddet uyguladım yaptığım yanlıştı bir çocuk arkadaşına vurmamalı onun kendisine vuracağından emin olsa bile!
-yani birisi sana vurunca sen öbür yanağını gösterip buraya da vur mu diyeceksin? Tanrıdan dilekte bulunduğun zaman dikkatli ol, Necip kimi dilekler onun tarafından kabul edilir. Gerçek yaşamında üniversiteyi bitirdikten sonra yaz sıcaklarında ders çalışıp öğretim görevlisi olmak için jürinin karşısında başarısız oldun ve salondan ayrılırken bunu hak etmediğini düşündün. Tanrı seni duydu ve dilediğin gerçekleşti, daha ne istiyorsun?
-bu gerçek dünya değil iyilik meleği, sanal dünyada yaşıyorum. Bak sana gauss’un öykünü anlatayım. Gauss on yaşındayken matematik öğretmeni o gün ders anlatmak istemez ancak öğrencilerin meşgul olması gerekmektedir. Bu amaçla herkesin birden yüze kadar olan sayıların toplamını bulmasını ister. Gauss ilk sayı olan bir ile son sayı olan yüzü ,toplar ve defterinin köşesine yüz bir yazar. İkinci sayı olan iki ile sondan bir önceki sayı olan doksan dokuz sayısını toplar ve yüz bir bulur. Bu şekilde tam elli tane yüz bir olduğunu anlayıp çarpma yapınca cevabı 5050 bulur. Cevabı bulması
Birkaç dakikasını almıştır. İki ders boyunca öğretmen masasında gazetesini okuyacağını hayal eden öğretmen cevabın doğru olduğunu anlayınca şok olur ve karşısındaki çocuğun bir dahi olduğunu anlar. O doğuştan dahi olduğu için bunu başardı. Ben üstün zekalı değilim bu insanları kandırmaktır. Genç yaşta makale yazıyor olmam tecrübem sayesinde gerçekleşiyor , hiçbir zaman Newton ya da Gauss olamam!
-Gauss konusunda sana hak veriyorum ancak Newton konusunda sana katılmam imkansız. Newton’un tanrı vergisi bir zekası yoktu. Başarısını disiplinli çalışmasına borçluydu. Optik konusunda o kadar çok yoğun çalışırdı ki kendi gözleri ile yaptığı deneyler nedeni ile körlük tehlikesi yaşadı. İngiltere’de Grant ham şehri yakınlarında woolsthorpe ’da erken bir doğumla hayata geldi. Doğmadan babasını kaybetmişti.
Dört yaşına kadar annesi ile büyüdü, daha sonra annesi başka biri ile evlendi ve yedi yıl boyunca ona anneannesi baktı.
Newton’un evrensel kütle çekimi ve hareketin üç kanunu, sonraki üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütle çekim kanunu ve Alman gökbilimci Johannes Kepler’in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton aynı zamanda ilk yansıtmalı teleskopu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı da oluşturmuştur.
Isaac Newton, bilim insanları tarafından bilim tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1999’un sonlarında, 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein’dan sonra 2. sırayı almıştır. Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart’ın 1978 yılında yayımladığı "Dünyaya Yön Veren En Etkin 100" adlı kitabında ise Newton, 2. sırada yer alarak Albert Einstein dahil tüm bilim insanlarının en üstünde tutulmuştur. Ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov da, Newton’dan ’’tarihin en büyük bilim insanı’’ olarak bahsetmiştir.
Sana ayrıcalık tanımamızın sebebi insanlığın giriştiği en önemli ve heyecan verici keşif yolculuklarından biri olan
Evrenimizin davranışını yöneten temel ilkelerin araştırılmasında rol almandır.
İki buçuk bin yıldan fazla süren bir yolculuk sonunda insanlar önemli bir ilerleme gösterdi. Bununla birlikte
Bu yolculuk son derece zor olduğunu kanıtladı ve gerçek çoğu zaman yavaş yavaş ortaya çıktı.
Yine de yirmi birinci yüzyıl bize olağanüstü yeni anlayışlar kazandırdı, bazıları o kadar etkileyici oldu ki pek çok bilim insanı fen biliminin temel ilkelerinin bir anlayışa yakın olabileceğimiz görüşünü dile getirdi.
Dünyamızın davranışının temelini ilkelere sahip olduğumuz anlayışı aslında onun matematiğinin takdir edilmesine bağlıdır.
Bazı insanlar ilköğretim düzeyinde matematik kapasiteleri olmadığı inancını oluşturacaklarından bunu umutsuzluğun bir nedeni olarak kabul edebilirler.
Pek çok insanın korkulu rüyası matematik bize ilkokul yıllarında ezberlediğimiz çarpım tablosu, basit kesirler, birleşik kesirler ve tam sayılı kesirleri anımsatır.
Bu noktada aklımıza şu soru gelir: İnsanlar
Kesirlerin manipülasyonunda ustalaşamazlarsa, fiziksel teorinin en ileri noktasında devam eden araştırmayı kavrayabilmeleri için nasıl iyi bir şekilde tartışabilirler?
Ben bu konuda iyimser davranmak istiyorum, kesirlerde dört işlem yapamayan insanların aslında sahip olduğu potansiyelin farkına varamayan insanlar olduğunu iddia ediyorum.
Mesleğinde ilk yılını tamamlayan bir coğrafya öğretmeni ile birlikte ders çalışırken onun şu tespitini unutmuyorum.
"Matematik bin bir gece masalları gibi, her seferinde işi kitabına uydurup, bir çözüm buluyorsunuz."
Bin bir gece masalları olmadan etrafımızdaki fiziksel varlıkları yöneten kuralları anlama imkanımız yok.
İlkokul sırasında öğrendiğimiz kesirlerde sadeleştirme işlemi aslında Einstein genel görecelik kuramında kullanılan denklik bağıntısı kavramının bir uygulamasıdır.
Her insan yeteri kadar okursa her seviyede bilgiyi anlama kapasitesine sahiptir.
Evrenimizi hangi yasalar yönetir? Onları nasıl tanıyacağız?
Bu bilgi Dünyayı anlamamıza ve dolayısıyla eylemlerini bizim avantajımıza yönlendirmemize nasıl yardımcı olabilir?
İnsanlığın doğuşundan beri insanlar bu gibi sorularla derinden ilgileniyorlar.
İlk başta, kendi yaşamlarından elde edilebilen anlayış türüne atıfta bulunarak Dünyayı kontrol eden etkileri anlamaya çalışmışlardı.
Kontrol eden her ne olursa olsun ya da her kim olursa olsun, çevrelerinin, olayları kontrol etmek için kendileri gibi davranacağını hayal etmişlerdi:
Başlangıçta, olayların kaderlerinin yada insan dürtülerine çok uygun şekilde hareket eden varlıkların etkisi altında olduğunu düşünmüşlerdi.
Buna göre, güneş ışığı, yağmur fırtınaları gibi doğa olaylarının seyri, kıtlık hastalığı, bu tür insan dürtüleri tarafından güdülenen tanrıların veya tanrıçaların kaprisleri açısından anlaşılmalıdır.
Ve bu olayları etkilediği algılanan tek eylem, tanrı figürlerinin yatıştırılması olacaktır.
Fiziksel Dünyamızın davranışının temelini oluşturan ilkelere sahip olduğumuz anlayışı, aslında onun matematiğinin biraz takdir edilmesine bağlıdır.
Ancak yavaş yavaş farklı türden kalıplar güvenilirliklerini oluşturmaya başladı. Güneş’in gökyüzündeki hareketinin hassasiyeti ve gündüzün geceyle değişmesiyle net ilişkisi en bariz örneği sağladı; ama aynı zamanda Güneş’in yıldızlara göre konumlanmasının, mevsimlerin değişmesi ve buna bağlı olarak hava durumu ve dolayısıyla bitki örtüsü ve hayvan davranışları üzerindeki net etki ile yakından ilişkili olduğu görüldü. Buradaki açıklamalarımda, birçok önemli matematiksel kavramın doğasında bulunan fikri, güzelliği ve sihri aktarmakla daha çok ilgileneceğim.
İşin büyüsü, bir kesir fikrinin gerçekte doğrudan doğruya fiziksel Dünyada, olmamasına rağmen pasta parçalarıyla tam olarak ölçülen şeyleri deneyimlememize yaramasıdır.
Bu, doğrudan deneyimimizin sayısız varlığını kesin olarak ölçen 1,2,3 gibi doğal sayılar durumunun aksine Platonik dünyaya ait bir olgudur.
Kesirlerin tutarlı bir anlam ifade ettiğini görmenin bir yolu, aslında tanımı yukarıda belirtildiği gibi tam sayı çiftlerinin sonsuz koleksiyonları açısından kullanmaktır.
Bir kesirli sayıyı kendi başına bir tür varoluşa sahip bir varlık olarak düşünmek daha iyidir ve çiftlerin sonsuz koleksiyonu, bu tür bir varlığın tutarlılığı ile uzlaşmamızın yalnızca bir yoludur.
Aşinalıkla, kesir gibi bir varlığı kendi varoluş türüne sahip bir şey olarak kolayca kavrayabileceğimize inanmaya başlarız ve sonsuz bir çiftler topluluğu fikri yalnızca bilgiç bir alettir, bir kez sahip olduğumuzda hayal gücümüzden hızla uzaklaşan bir alet.
matematik sadece kendi yarattığımız kültürel bir etkinlik değil, kendine ait bir yaşamı var ve çoğu kez fiziksel evrenle inanılmaz bir uyum buluyor.
Matematik Dünyasına girmeden fiziksel Dünyayı yöneten yasaları derinlemesine anlayamayız.
Özellikle, yukarıdaki bir eşdeğerlik sınıfı kavramı sadece matematikle değil, aynı zamanda modern parçacık fiziğine göre doğanın kuvvetlerini tanımlayan ayar teorisi ilkeleri gibi önemli fizikle de ilgilidir.
Sana Am-tep’in hikayesini anlatayım. Am-tep bir sanatçıydı gece yorucu bir günün sonunda atölyesindeki tahta sedirinin üstünde uyumaya çalışıyordu. Aslında kendisi dahi uykuda yada uyanık olduğunu tam olarak kestiremiyordu. Bu esnada tuhaf bir şey oldu,Am-tep kalkıp pencereye yöneldi, güneş kuzeyden yükselmeye başlamıştı!
Bu yükselen kırmızı nesne güneş olamazdı, bu kadar çabuk sabah olacağına gözleri inansa bile yorgun kemikleri inanmıyordu.
Uzakta denizden gökyüzüne doğru yükselen adeta ateşten oluşmuş bir hava koridoru vardı. Pencerenin önünde durduğu anda koyu bir bulut gördü. Bu bulut adeta dev bir şemsiye gibi ateş sütununu kaplamıştı keder veren bir hali vardı. Gece boyunca gördüğü yıldızlar birer birer yok olmaya başlamıştı. Sanki cehennemden yeryüzüne inmiş olan bu ateş koridoru ve iç karartıcı şemsiye yıldızları yutuyordu
Am-tep bu manzara karşısında korkmuş olmalıydı fakat korku yerine o daha çok etkilendiği için kımıldamadan pencere önünde durup izlemeye devam etti. Karşısında kusursuz bir simetri vardı. Ruhunu karartan bulut birden doğuya yöneldi.
Daha önce Tanrı’nın bu kadar şiddetli öfkesine tanıklık etmemişti. İlk tepkisi kendisini suçlamak oldu. Öküzün üzerinde yükselen dünya heykelini yaparken bir kusur işlediğini düşünmeye başladı.Acaba tanrıları kızdıracak bir hatası mı olmuştu?Büyük Sarayda bir sorun olabileceğini düşünmeye başladı.Rahip-Kral şeytani Tanrının isteklerini yerine getirmek için vakit kaybetmezdi,fedailer olmalıydı.Geleneksel meyve şölenleri yada kurban edilen hayvanlar bu şeytani Tanrının öfkesini yatıştırmak için yeterli olmazdı.Fedailer insanlar arasından seçilmeliydi.Kısa bir süre sonra etkili bir rüzgar ile oda içinde savruldu.Rüzgarın kulakları uğuldatan bir sesi vardı, bir an için sağır olduğunu sandı Am-tep.Büyük bir emek vererek yaptığı kilden kaplar bulundukları raflardan salınarak yere düşüp parçalara ayrıldılar.Rüzgarla savrulup odanın bir köşesinde iki büklüm düşünürken odadaki karışıklığı gözlemledi.Denizin üzerinde beliren korkunç manzarayı gözlemlemek için güçlükle de olsa ayağa kalkmayı başardı.Kendisine doğru gelmekte olan dev dalga ile birlikte sanki hipnotize olmuştu.Dev dalgalar gemileri bir ceviz kabuğu gibi kıyıya doğru sürüklüyordu.Gemiler sahile vurduktan sonra kıyıya yakın yerlerde kurulan evlere zarar verdi.Am-tep daha kötüsünün olabileceğini düşünüyordu ve bu düşüncesinde haklıydı.Bu şiddette bir doğa olayının yatışması için sadece bir insan kurban edilmesi yeterli olamazdı.Birden çocuklarına döndü, sonra yeni doğmuş torununa baktı,çocukları ve torunu tehlikede olabilirdi.Genç bir kız ve yeni doğmuş bir bebek şimdi tapınağa doğru büyük bir kalabalık eşliğinde yola çıkmıştı.Önde rahipler tütsü dumanını havaya savururken yer büyük bir gürültü ile ikiye ayrıldı,rahipler ,kurbanlar ve peşlerine takılan insanlar bu derin çukur tarafından yutuldu.Bu depremden dolayı büyük saray da yıkılmıştı.Am-tepin şimdiye kadar yaşadığı sakin huzurlu dünya yok olmuştu,bu güzel ada halkı el sanatları ile uğraşır komşu topluluklar ile ticaret yapardı.Büyük sarayda çeşit çeşit bitkiler farklı renkte ve güzellikte çiçekler hayvan türleri bulunurdu. Savaşı ve savunmayı halk bilmezdi. Birkaç yıl önce yetenekli marangoz ve aynı zamanda denizci oğlunun yaptığı gemi ile adayı terk etmişti
Am-tep.
dünyadaki her olayı merak eden bir havası vardı. Yolculuk boyunca hava sakindi.
Neden tanrılar kimi zaman kızgın olurdu ve karşılaştıkları tufanları kim nasıl idare ediyordu, zihnini kurcalayan bu soruyu torunu ile paylaştı fakat bir cevap bulamadı. Bu olaydan sonra bir yüzyıl hatta bir milenyum geçmiş olmasına rağmen Am-tep’in sorusuna cevap bulunamadı.
Amphos kendisinden yüzyıllar önce yaşayan dedesi Am-tep gibi sanatçıydı, altın süs eşyaları, her çeşit kilden yapılmış küpleri özenle sıralar yaşamını sanatı ile kazanırdı. Yaklaşık kırk nesil boyunca hep aynı sanat ile uğraşmışlardı. Nesiller boyunca aktarılan tek yetenek el sanatları değildi,aynı zamanda araştırma ve öğrenme arzusu da aile içinde nesillerden nesillere aktarılmaktaydı.Büyük felaket huzur içinde yaşayan bir toplumu yok etmişti.Yüzyıllar evvel Am-tep’in zihnini meşgul eden sorular şimdi de Amphos’un cevabını bulmak için yanıp tutuştuğu sorular ile aynıydı.
Amphos bitkilerin yapısına çalıştı.Böceklere ve yaşamında karşısına çıkan diğer küçük yaratıklara çalıştı,taşları ve kayaları inceledi.Öğrenme arzusu ile doluydu ve gözlem yapmayı çok seviyordu.tarıma ilgisi vardı ve tek bir tohumdan bir bitkinin nasıl olup da yetişip geliştiğini öğrenmek istiyordu.
Acaba Tanrılar yıldızları daha düzenli bir şekilde yerleştirmeyi neden denememişlerdi?Bir çiftçi tarafından rastgele savrulan tohumları andırıyordu yıldızlar.Tabiatın kanunları kusursuz bir şekilde işliyordu.Evrenin yaradılışında rol oynayan batıl inançlar ve cahillik değil,sayılar ve geometriydi.Bir milenyum önce Am-tep’in yaptığı gibi Amphos da deniz yolculuğuna çıktı.Croton şehrine ulaştı.Bu şehirde gerçeği bulmaya odaklanmış bir tarikata kabul edildi
Bu tarikatın önderinin ismi Pisagordu.
Bu üçüncü okuyuşumdu. Toplam on bir sayfa yazmıştım ve artık tek bir satır yazamıyordum. Dün gece boş sayfa açıp beyaz ekrana uzun uzun baktım. Gözlerim kapanmaya başladı beyaz ekran beni büyülemişti. Masa başında yazmak için ilham gelmesini beklerken rüya görmeye başladım. Ruhum bedenimden sıyrılıp yükselmişti aşağıda sonsuz mavilikte deniz ve dipteki yosunları görebiliyordum. Bu bir tatil ülkesiydi. Bir süre sonra bu ülkeden sıyrılıp bir kuzey Avrupa ülkesine süzüldüm.
Yüksek bir tepede büyük bir şato gördüm, belki de sahibi kont Draculaydı. Şato o kadar büyüktü ki, merdivenlerden zemin kata inene kadar ağzından ateş çıkaran ejderhaya yakalanıyordum.
Bu arada bu yüksek kubbeli bina içinde uçma yeteneğimi neden kaybettiğimi düşünmeye başlamıştım.
Yazmaya ilk başladığım günlerde ünlü olmanın hayallerini kurardım. Sıradan bir kitapçının herhangi bir rafında gezinirken karşıma çıkan kitabın yazarı olmak en büyük mutluluk kaynağım olacaktı.
Basılan dördüncü kitaptan sonra bu hayal yavaş yavaş yok olmaya başladı. Şimdi gecenin bu saatinde sıcak yatağımda uyumak yerine yazdığım on bir sayfayı tekrar tekrar okuyorum. İlk izlenimlerim bir Wattpad romanı izlenimi verdiği yönünde, ergenler için okunabilir bir kitap. Günün büyük kısmını ergenlerle geçiren benim için bir sürpriz olmasa gerek!
Aslında kitabımda hedefimi anlatmaya çalışacaktım. Refah ülkesine gitmek için geceleri uykusuz kaldığımı gözlerim yavaşça kapanırken kuantum mekaniği okumaya devam ettiğimi yazacaktım.
Hayallerim gerçekleşir de okulum biterse medeni ülkelerden birine gittiğim de ilk işim az kullanılmış bir araç almak olacaktı.
Yaşadığım ülkede yaptığım mesleği çağdaş bir ülkede yapmak için başvuruda bulundum aslında ancak ülkemde aldığım pedagojik formasyon eğitimini çağdaş ülkeler yeterli bulmuyordu bu amaçla hatırı sayılır dergilerde makaleler yazmalıydım. Yazmanın tek yolu vardı: sabahlara kadar okumak!
İlk ders gözlerim kapanmaya başladı, öğrenciler konuyu ikinci ders anlatmamı istediler çünkü onlar da benim gibi oturdukları sırada uyumaya başlamışlardı. Uyanık olanlar cep telefonlarını kullanıyordu.
Mesleğimin ilk yıllarında öğrencilerle sohbet ederdim şimdi ise ben elli yaşıma girdim onlar hala on beş yaşında artık konuşacak ortak bir noktamız yok. Öğretmenler masasında çayımı yudumlarken bir an evvel zilin çalmasını hemen okulun dışına çıkıp sigaramı yakmayı hayal ediyorum.
Elimdeki makaleyi tekrar tekrar okuyarak öğrencilerin bana hediye olarak sunduğu kırk dakikayı verimli kullanmak istiyorum çünkü ikinci ders Paskal üçgenini ve Binom açılımını anlatacağım.
Kuantum mekaniğini ve klasik mekaniği öğrenmem gerek son yazacağım romanım için bu gerekli araya ergenler için birkaç satır ekleyeceğim. Elbette onların dilini kullanmam gerek örneğin takipçi kasmak, görüldü atmak, hikaye basmak gibi.
Bu satırları yazarken yaşadığım ülkeden neden memnun olamadığımı düşünüyorum. İdeal devlet nasıl olmalı sorusu birkaç gündür zihnimde. Bu soru da beni "Devlet" isimli eseri okumaya sevk ediyor.
İlginç bir tesadüf olması gerek, yıllar sonra ülkemde bazı politikacılar hükümet lehine oy kullanmayan vatandaşların cennete gidemeyeceğini ifade ediyor.
"Sen düşünme, ben senin yerine düşünürüm!"
Sen okuma araştırma üretme ben bunları senin yerine yaparım! Sen sadece tüket!
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında üretime ağırlık verilirken şimdi tüketime ağırlık veriliyor.
Bununla birlikte insanlar bu durumdan memnun bence sosyologların makale okumayı bırakıp bu durumu incelemeleri gerek. Toplum olarak emek vermeden kazanmayı kanıksadık galiba.
Polis’in ilke ve düzenlemeleri, bir annenin, bir babanın, bir kardeşin, dolayısıyla da bütün yurttaşların himaye edici, yönlendirici sesini temsil ederler. Polis’in biricik hedefi, yurttaşlarının gerek tanrısal gerekse insansal düzlemde varoluşlarını düzenlemek ve korumak; gençleri, en iyi yurttaşlar olarak yetiştirmek, bütün yurttaşlarına mutlu bir hayat sağlamak olduğundan, polis düzeninin yetkili ellerine, bugünkü modern dünya insanının, en azından Batı demokratik toplumlarındaki bireyin kolay kolay anlayabileceğinden çok fazla, bireyin özel hayatına ve mülkiyet ilişkisine müdahale imkânı veren haklar teslim edilmişti.
Yurttaşlara mutlu bir hayat sağlamak!
Yirmi yıldır en çok duyduğum sloganlardan biri bu ve bu amaçla özel hayata müdahale etme yetisini kendinde gören idareciler.
Son günlerde gençlerimizin yorucu bir eğitim yılının sonunda düzenlenen bahar şenliklerinin iptal edilmesi buna örnek verilebilir.
Bu kararın alınmasında tarikatların da ne kadar etkili olduğu bence tartışılmaz.
Ancak polis yurttaşı, bu haklardan kendisine yöneltilen talepleri, kişisel alana bir müdahale gibi algılamıyor, kendisinden talep edilenleri yerine getirmeyi, gerek kendisi gerekse de öteki yurttaşlar bakımından yerinde ve gerekli fedakârlıklar olarak görüyordu. O karanlık, hayatı silip yok edici ölüm karşısında etkili olabilmenin biricik yoluydu bu fedakârlıklar ya da hatta kendini kurban etmeler.
Bir genç çarpanlara ayırmadan yada denklem çözmeden önce yaşadığı toplum için en doğru devlet biçiminin ne olduğunu kavramalıdır. bu kazanım için tek bir yol var : kitap okumak.
Çocukluğunda eline geçen harçlıkla kitap alan ve yaşamı boyunca sabahlara kadar okuyan bir lidere sahibiz bir başka deyişle çok şanslı bir toplumuz. O zaman temel soru şu:
Bu kadar şanslı bir toplumda yaşıyorsam neden refah ülkelerine gitmek istiyorum?
Hayatta tek amacımız daha yeni araçlar almak ve daha konforlu dairelerde oturmak mı olmalı diye düşünüyorum. Hükümet başkanımız bu tür isteklerin sıradan olduğunu belirtti. Bu fikre sahip olan birinin maddiyattan çok okumaya ve aydınlanmaya değer veren gösterişten sakınan bir yaşam tarzına sahip olması gerekir.
Kimi zaman kendimi suçlu hissediyorum sıradan isteklerimi yerine getirmek için geceleri –bana göre günün en verimli saatleri- kitap okumak yerine mekanik ve dinamik çalışarak hayatımı maddi açıdan kurtarmaya çalışıyorum.
Kuantum mekaniği sadece bu amaçla okuduğum bir kitap değil, insanların bu konuya yoğun bir ilgisi var. Bununla birlikte kuantum fiziği yada klasik mekanik bir rus klasiği gibi odaya çekilip birikim olmadan okunacak kitaplar değil.
Aslında kuantum teorisinin bize atomların veya temel parçacıkların mikroskobik altı seviyelerindeki gerçekliğe inanmamızı söylediği şey, sıradan klasik resimlerimizden o kadar uzaktır ki, basitçe kuantum düzeyindeki resimlerden tamamen vazgeçmeliyiz. birçok fizikçi, kuantum ölçeklerinde gerçek bir gerçekliğin varlığından bile şüphe duyuyor ve bunun yerine cevaplar elde etmek için sadece kuantum-mekanik matematiksel formalizme güveniyor gibi görünüyor. Yine de tüm bunlara rağmen, 17. yüzyıl Newton mekaniğinden gelişen kapsamlı ama tamamen klasik şemanın Lagrange Hamiltonian prosedürler koleksiyonunun ne kadarının kuantum-mekanik teorisinin temel arka planını sağladığı çok dikkat çekicidir.
Tek bir parçacık için, zaman bileşeni t ile uzaysal bileşenleri x, y ve z arasında belirgin bir göreli simetri olduğu ortaya çıkıyor. Bunun kuantum mekaniğinin gerçek zaman evrimini tanımlamada nasıl önemli bir rol oynadığını birazdan göreceğiz. Bununla birlikte, birçok parçacık dahil olduğu için, fiziğin uzaysal ve zamansal yönlerinin tedavilerinin çok farklı olduğu göreli olmayan bir prosedür sağlarlar.
Sana bu iyiliği neden yaptığımı hiç düşündün mü, Necip? Kısa bir zaman yolculuğuna çıktın sana tekrar gençliğini verdim. Bunun bir karşılığı olmalı, senden küçük bir ricada bulunacağım. Zamanda geriye döndüğün yıl bir biyolojik savaş başlamıştı. İnsanlar salgında eve kapanmıştı ve sen derslerini bilgisayar başında yapıyordun. Salgının tek çaresi vardı mRNA aşısı. Türk asıllı iki Alman bu aşıyı geliştirdi ve oldukça başarılı oldular. Neden başarılı olduklarını düşündün mü?
-düşünmedim, biyoloji en zayıf olduğum disiplindir.
-başarılı oldular çünkü virüsler hücreye genetik materyali gönderdikten sonra konak hücrenin yönetim mekanizmasını –mRNA-hariç ele geçirir, hücrede çoğalır ve patlama olur, ortaya çıkan yeni virüsler diğer hücrelere tutunmaya başlar.
-çocukluğumda izlediğim Uzay-1999 dizisindeki uzay gemilerini hep virüslere benzetmişimdir. İlkokulda onlar hakkında kara tahtada bir sunum yapmıştım.
-salgından beş yıl sonra ikinci biyolojik silah devreye girecek, Necip. Biliyorsun çok kısa sürede hızla mutasyona uğrama özelliği onları kusursuz yapıyor. Yeni model ve güncelleşmiş bu kristal yaratıklar artık mRNA kontrolünü de ele geçirmeye başladılar. Bu tedavinin olmaması anlamına geliyor.
Senden istediğim ilk virüsün ortaya çıkmasına engel olmak eğer mutasyona uğramadan başarılı olursan insanların ölümüne engel olabilirsin.
-bu nasıl olacak, peki ? ilk virüsün ortaya çıktığı merkezi yok etmemi mi istiyorsun?
-hümanist yöntemlerle bu problemi çözeceksin. 2005 yılında çalıştığın lisede öğrenci değişim programı ile ülkeye gelen kısa boylu çekik gözlü öğrenciyi hatırladın mı?
-sempatik bir öğrenciydi, yakasında Türk bayrağı ve Atatürk fotoğrafı taşırdı. Çorbayı yüksek sesle içmesi hariç beni rahatsız eden bir davranışı yoktu. Konu ile ilgisini anlamadım?
O genç kısa çekik gözlü genç yıllar sonra ülkesinde çok başarılı bir mikrobiyolog olacak desem konumuz ile bağlantı kurabilirsin sanırım. Okulda en Samimi olduğu öğretmen sendin. Birlikte yedi yüz yıllık tarihi mekanları gezmiştiniz. Onu bilime yönlendirmeni isteyeceğim ama mikro dünya yerine soyut kavramlara yönelmesini sağlayabilirsin.
-en soyut disiplininin matematik olduğunu düşünüyorum. Varsayalım ki bana verdiğin görevi başardım, onu bakteri ve hücrelerden uzak tuttum. Belirli bir süre sonra başka biri tarafından modifiyeli virüsler yeniden hayatımıza girmeyecek mi?
-bu olasılık gerçekleşirse tedbir almayı düşünürüz. İlk aşamada senden istediğim o Çinliye engel olman.
-bay Lee, ben orta yaşlıyım, ölümü istiyorum. Yaşlandığım zaman ölümden korkacak mıyım acaba?
-Ölmek için erken olduğunu düşünüyorum, teacher. Hayatınızda hedefleriniz var.
-senin hedeflerin neler? Neden bu ülkeyi seçtin mesela?
-Aynı kültürden hatta aynı ırktan geldiğimi düşünüyorum.
-yani biz sarı ırk mıyız? Fiziksel özelliklerimiz farklı, gözlerim senin gibi çekik değil mesela.
-Büyük göçten sonra gen havuzunuz genişledi. Araplarla ve batılılarla gen alışverişinde bulundunuz.
Hun hanedanlığına baktığımız zaman ne kadar benzer olduğumuz kolaylıkla görülebilir.
-son Türkü dişi bir kurdun besleyip büyüttüğüne inanırız. Bu herkes tarafından bilinen bir efsanedir, yazarlarımız hep dişi kurttan söz eder.
Motif, hikâye etmenin küçük bir unsuru olarak tanımlanır. İçinde barındırdıkları nitelikleri itibariyle hikâyenin parçalanamaz bir unsuru olarak geleneksel bir tanıma sahiptir. Aynı zamanda motif kavramı, farklı eserlerde karşımıza çıkan bölünmez, parçalanmaz tematik ünitelerdir. Çeşitli edebi metinlerde tekrarlanan ve özel bir anlam taşıyan unsurlar da motif adını almaktadır. Muhtelif tanımlara sahip olan motif, özetlenecek olursa edebi eserlerde benzer şekillerde vurgulanan ve insanların zihninde kalıcı izler bırakan en küçük anlatım şifreleridir. Öyle ki bu şifreler bir araya getirildiğinde olay örgüsü benzer metinlere aşina olanlarca anlaşılmış olur.
Edebiyat, zengin kaynaklardan beslenen bir sanattır. Böyle bir sanat olması, onun mitoloji denen bir kaynaktan beslendiğini gözler önüne serer. Mitoloji, hayatı, doğayı anlamlandırma eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Edebiyat da, mitoloji ile aynı amaca hizmet etmektedir fakat bu anlamlandırma sürecinde estetik zevkler de rol oynamaktadır. Edebiyatın mitoloji denen kaynaktan beslenişi, iki şekildedir: Olağanüstü anlatıları konu alan eserlerin yapısı ve olağanüstüden ziyade olabilirliğe dayalı eserlerdeki mitolojik yönlerdir. Kaynaklardan beslenme, ilişkiyi ortaya koymak açısından iki farklı yol karşımıza çıkarmaktadır: Olağanüstü bir eser incelendiğinde -motif yanı ağır basan bir eser- o eserin yazıldığı kültürün mitolojik bilgisine sahip olma becerisine sahip olmak, şifreleri çözebilmek bir uzmanlık gerektirmektedir. Olabilirliğe dayalı bir eseri, motif yönünden azalmış bir eseri incelemeye koyulduğumuzda eserlerin, motifleri simge ya da imge olarak verebileceklerini, bazen de mazmun ya da gönderme şeklinde yer alabilecekleri gibi eserin ana kurgusunu da oluşturabileceğini göz ardı edemeyiz, Mr. Lee.
-Bizim kültürümüzde ejderha motifi ünlüdür, teacher.
-biliyorum. 23 nisan çocuk şenliğinde ejderha motifini ülkenin çocukları her yıl temsilde kullanırdı.
Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk topluluklarından almaktadır. Kurtla ilgili olarak gelişen hayvan-ata kavramı, devlet, hükümdarlık vb. Unsurların simgesi de olmuş, gök ve yer unsurlarıyla ilgili çeşitli anlamlar kazanmıştır. Mitolojide de büyük bir yer işgal eden kurt, Oğuz Kağan Destanı’nda, Ergenekon Destanı’nda olmak üzere sözlü edebiyatımızda başrolü yakalamıştır. Kurdun başrol olduğu alanlar arasında eski Türklerin kozmolojisi de gelmektedir. Bu cümleyi dikkate alarak kurdun edindiği rol hakkında kurdun aydınlığın ve buna bağlı değerlerin temsilcisi olduğunu söylemeyi es geçemeyiz. Kurt motifi, kültürümüzde bu kadar önemli bir yere sahip olmuş iken, bugünkü çağımızda da varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Edebiyat verimlerinde sadece destanlarda yer almamış, romanlarda da kendini göstermiştir. Söz konusu çalışmamızda kurt motifini Halide Edip Adıvar’ın ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ isimli eserinde yer alan ‘aynı adlı hikâyeden ve Cengiz Aytmatov’un ‘’Dişi Kurdun rüyaları’ ’adlı romanından hareketle ele alıp motifi nasıl işlediklerini sana çözümlemeye çalışacağım.
Birinci tekil bakış açısıyla konuşan anlatıcı, tanıdığı bir Türk şairinin kendisine bahsettiği Fransızca eserden esinlenerek, bir kurt hülyasına dalar. Bu çerçevenin içine yerleştirilen ikinci olayda bir çocuğun uykuyla uyanıklık arasında gördükleri, yine “ben” anlatıcı ile sunulur.
Yıkıcı etkide kalmış yoksul bir evdeki küçük çocuğun dinlediği ve gerçeküstü çizgiler taşıyan kurt masalı, üçüncü bir metin halkası oluşturmaktadır. Hikâyenin sonunda daldığı hayalden uyanan anlatıcı, masalın kendisinde uyandırdığı hisleri dile getirir. Anlatıcının kurguladığı hayalin içinde yer alan çocuk ve onu uykusundan uyandıran kurdun anlattığı masal son sahnede birleşir. Bozkurtla karşılaştığı andan itibaren dönüşüm yaşayan çocuk nihayet bir kurt olur ve masalda işaret edilen, yurtları işgal edilmiş kurtlar gibi dağa çıkarak mücadele için ant içer.
Kurt motifinin çıkış noktası Alfred de Vigny’nin ‘’Kurdun Ölümü’’ adlı eserdir. Fransız yazarın eserinde hikâye şudur: Bir gün avcılar, kurt iline baskın düzenler. Bu baskında eşini ve yavrularını korumak isteyen baba kurt kendini avcıların önüne atarak avcıları oyalar. Bu sırada dişi kurt ve yavru kurt kaçıp kurtulma imkânı bulur. Fakat şiirin sonunda avcılar baba kurdu parçalamıştır. Halide Edip’in hikâyesi de şöyledir: Bir gün ormanda kavga çıkmış ve hayvanlar, birbirlerine girmişlerdir. Kırk günün sonunda fil, barış borusu çalar. Bu barış borusuyla birlikte kavga eden hayvanlar toplanır. Ancak hepsi yaralı ve perişan haldedir. Fil, toplanan hayvanlara uzun bir nutuk atar. Filin barış nutkunda her hayvan kendinden güçsüz olanı düşünür. Burada bir karar alınır: Ormanda barışın devam ettirilebilmesi için bir hayvan cinsi feda edilecektir. Bunun için de kurt soyunda karar kılınır. Kurt da soyu için verilen bu hain hüküm kalkana kadar dağa çıkmaya ve orada mücadele etmeye karar verir.
Halide Edip Adıvar eserinde kurt motifinin açılışını şu cümleyle yapar: ‘’Nihayet başım boş ve içim sınırsız bir sıkıntı içinde, deniz altın bir ışıkla dümdüzken kurt hülyasına daldım.’’ Hikâyesinin ilerleyen kısımlarında rüyasındaki kurdu tasvir ettiğini gözlemleriz. Bu tasvir, hikâyenin içinde önemli bir yer eden, temaya götüren önemli bir tasvirdir:
‘’Yaralı, kocaman bir bozkurt arka ayakları üstünde oturuyor; korkunç, uzun başı ateşli gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. Omzundan boz tüyleri üzerine akan kanlar, garip, soluk lekelerle sarı ayın sarı ışığında dalgalanıyordu. (…) , gözleri o kadar derin, o kadar ateşliydi ki, vücudu o kadar bütün kurtların babası gibi büyük ve korkunçtu ki, öyle oturup bakarken bile kendi kendime onun ağzından midesine gireceğim, bir lokma olacağım sanıyordum. Fakat bu kocaman ve korkunç kurdun gözleri, çenesi üstünden akan kanları, onun büyük, pek büyük bir savaştan çıktığını gösteriyordu. Bakarken içimde, gerçekten, o kurdun içine girip çıkmış gibi tuhaf ve tanıdık bir duygunun izleri uyandı. O izler neydi bilemiyorum.’’
Anlatıcı kahraman, kurdu gördükten sonra anlamlandırma sürecine girer. Gördüğü kurtta, tanıdık izler bulur fakat kendisi de bunları bilemeyecek durumdadır. O cümleden sonra bilemediği tanıdık duygu, zihninde yavaşça canlanmaya başlar gibidir: ‘’Fakat yüzlerce sorunun dolambaçlı, unutulmuş efsanelerine doğru uzanıp gidiyordu.’’
Halide Edip’in dolambaçlı, unutulmuş efsane dediği şey, eski Türklerin dönemlerine uzanan efsanelerdir. Bu dönemlerdeki destanlar, destanlara ve efsanelere konu olan kahramanların o zamanlarda gösterdiği kahramanlıklar, kazandığı zaferler de buna eklenebilir. Kurt, anlatıcı kahramanda böyle bir etki bırakmış ve kendini böyle anlamlandırmıştır. Anlamlandırma süreci tamamlandıktan sonra özdeşleşme başlayacaktır: ‘’O izlerin sonundaki sırlı yola vücudumla beraber ulaşmıştım; kocaman, yaralı ve ateşli bozkurdu anlamış, tıpatıp onunla bir olmuştum.’’
Hikâyenin ilerleyen kısımlarında kurt soyunun felaket masalı dinlediğini ve sonunda da hayvanlar arasından kurtların feda edilmesiyle kurtların dağa çıkışı da mücadele eylemini başlatır: ‘’Herkes, tuzak, tırnak, pençe ve her şeyle kurt soyuna saldırdı. Bu eşi görülmemiş bozgun ve yıkım karşısında inlerinden, cengelin av ve tuzak yerlerinden yaralı, bahtsız boşanan kurtlar, soyun öç andını ulumak için dağlara çıktı.’’
Eserden yapılan alıntılardan hareketle Halide Edip’in kurt motifi hakkına şunları söylemek mümkün olacaktır: Hikâyedeki kurt motifi, yaralıdır çünkü bir savaştan çıkmıştır. Halide Edip, yaralı kurtla vatanın içinde bulunduğu durumu özdeşleştirmiştir. Yazar, yaşadığı devirden soyutlanamaz ve ayrı düşünülemez. Adıvar da, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı dönemlerine şahitlik etmiş, bu dönemlerin nabzını tutmuş bir sanatçıdır. Kurt soyunun felaket masalı okuması, Türk milletinin felaket masalı okuması olarak düşünülebilir. Kurtların öç andını okuması ile de Türklerin kendilerine bu felaketi reva görenlere karşı mücadele etmesi de birlikte düşünülmesi gereken bir başka maddedir. Sanatçının kurt motifini kullanması, hele ki bu kurdu yaralı olarak tasavvur etmesi, okuyucularına vermek istediğini dile getirir gibidir.
2 bölüm
Merhaba xi
Merhaba jie
Özledim seni..
Beni görüntülü ara konuşalım
Kitabın nasıl gidiyor?
Son sayfaları gönder.
Genel simetri kırılması fikriyle başlayalım, bu fikrin, normalleştirile bilirliğin daha büyük bir simetriden yararlandığı ve daha sonra doğrudan gözlemlenende sergilendiği, yeniden normalleştirilebilir Kuantum alan teorileri üretme gücünü hatırlattı. Davranış tam bir Simetri gibidir ve gözlemlenen şey, Dinamik teorinin tam simetrisini paylaşmayan bir vakum durumunun sistem seçimine atfedilmesi, özellikle bu, parçacık fiziğinin temel bir bileşen modelini oluşturdu, ayrıca farklı olası vakumu içeren bu tür bir fikir, aynı zamanda şişmenin temel bir bileşenidir ve bunlar Kendiliğinden simetri kırılması ve sahte boşluk kavramları da daha birleşik şemalar arayışında iki nedenden dolayı yaygın olarak çağrılmaktadır.
Bu konularla ilgilenmekten ders çalışmaya zaman kalıyor mu?
Sadece bu konularla ilgilenmiyorum ilgini çekecek başka konularımı da var Bunlardan biri büyük göç
sana anlatmaya Tam olarak nereden başlayacağımı bilmiyorum aslında yapacağız ikimiz birlikte...
yüzlerini ve kelimelerin eski gülüşlere ve acılarıma yeniden kavuşamayacaklara kadar uzun bir zaman geçti olayların üzerinden ama yine de yüreğinde taşıyacaklarımı anlatmayı denemeliyim pişmanlıklar ve zor sorular gizemli olana Tıpkı bıçakla bir karnı yarılmış gibi açmanın ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilsem bile
Eğer anlatacaklarımdan hangi mucizevi yöntemle öğrendiğini sorsalardı Tek kelimeyle sadece biliyorum cevabını verirdim biliyorum çünkü olup bitenler bana güneşin doğup batması kadar tanıdıklar pek çok gölge geçireceğin gözlerinden Özellikle de bir tanesi daima saflarda olacak
bir adamın gövdesi senin dünyaya gelmeden önceki geçmiş hayatında yaşadığım Çok uzaklardan Bir ülkenin güneydoğusundaki bir kasabasında olan bir cinayetin
sadece sorulan bir adam hayatında Türkiye adında bir ülke duydun mu?
ilk aşamada bana inanmayacağını biliyorum ama benim bir yeteneğim var sana baktığım zaman o güzel gözlerinin içine baktığın zaman geçmiş yaşantılarında nerede ve nasıl yaşadığını ve hayatının nasıl sorumluluk başka bir Ruha geçerek başka bir bedene geçerek demediğim aslında başka bir bedene geçerek aynı ruhun defalarca yeryüzüne geldiğine göre bilen bir insan ve sen güzel bayan Bir önceki hayatımda Türkiye’den inen Bir ülkenin güneydoğusunda o sıralarda Fransız işgale altında olan Gaziantep ilinin Nizip ilçesinde arkadaşınla birlikte o temiz suyun kenarında yemyeşil Çimenlerin ortasında piknik yaparken size şeker verip tarihi kiliseyi gezdirmekle kandıran bir adam tarafından o tarihi kiliseye götürüvererek o kilisenin yıkılmış duvarındaki delikten içeri girereke taciz ve tecavüz eden sonra öldüren adam
ismin Ayşe idi.
cinayete uğradınız.
işte sana anlatacağım hikaye .
oku.
seni kendime nasıl inandırabilirim bilmiyorum ama seni o yıllara götürebilirim 1921 yılında işgal altındaki Gaziantep ilinde ibin 317 insan iç Kalede baş kaldırdığı için Fransız askerleri tarafından hiçbir sorgu olmaksızın öldürülmüştü bu yıl da Gaziantep’te Savcı olarak çalışan Ayhan adındaki bir adam başrol olacak
bu yıllarda kendi aramızda konuşurken baş harfinin altını iç çekiçlerimizin yanı sıra yüz ifadelerimizle çizdiğimiz dava sırasında 50 yaşında ve 1 yıl öncesinde emekliye ayrılmış önemli bir adamdı görkemli olduğu kadar mesafeli ve soğuk tavrıyla adeta bir Kartal’ı andırıyordu az konuşurdu ve bir o kadar da etkileyici konuşurdu Herkes ona saygı duyardı aslında Tüccar bir aileden geliyordu o yıllarda Nizip ilçesinde zeytin ve k çok fazla ekildiğinden ya Sanayi gelişmişti Ve bu sabun yeşil ve katı bir sabundu
Bugünlerde tekrar saç dökülmesine iyi geldiği iddia edilen ve internet pazarlarında satılmaya çalışılan Yeşil sabun.
bay Ayhan’ın sabitmiş gibi duran gözleri kalın dudakları geniş bir anda kırlaşmış saçları vardı.
ülkemizden ötede bu küçük kasabada olan olaylar hakkında benim nasıl bilgim olduğunu merak ediyorsun bunu sana ileriki konuşmalarımızda açıklayabilirim Aslında bunu açıklamam ne kadar doğru olur kesin bir karara varmış değilim
Özellikle kışın Nizip ilçesinin sokaklarını harabeye çeviren aynı zamanda Gaziantep ilinin taş evlerine toplarla saldırıp yıkıntılar haline dönüştüren Fransızlar..
O yıllarda kamyonlar ve arabaları ve pis kokulu Dumanlar ve pek uzakta sayılmayan sınır cephesinden gelen saklanmış bir ülke gibiydi
kişiler ve mekanlara göre Savcı farklı şekilde hitap edilirdi t ülkesindeki hapishanede bulunan tutukluların çoğu ona Zalim demişlerdi Hatta hücrelerden birinde Çınar ağacından yapılmış bir kapının üstünde bıçakla kazılmış bir resmini bile görmüştüm Ben de senin gibi o yıllarda küçük bir çocuktum
yani Nizip ilçesinin merkezinde olan ki o zaman Merkez denilen yer çok küçük bir bölgeydi o küçük caminin önündeki çınar ağacına asılmış olan bir suçlu adamı asılma sürecine tanıklık ederiz demiştik
Cellat suçlunun ayaklarının altındaki Kalın kütüğü tekme ile devirdikten sonra titreyen Hayatlar hala gözlerimin önünden gitmiyor bir cehennemin evinde izlerken savcılar önce kararı e bir daha okudu ona basitçe Savcı Bey diye hitap ederlerken
Bu sırada erkekler feslerine çıkarır mütevazi kadınlar çarşaflarını gözlerine kadar Örter de diğerleri Yani onun dünyasına ait olan kadınlar damlarda su içen kuşların yaptıkları gibi başlarını hafifçe önüne eğerdi Ayhan bunlardan etkilenmez Ender olarak karşılık verir ve o sırada sizin dudaklarınızı kıpırdatıp kıpırdatma da en azından emin olmak için iyice parlatılmış gözlüğü üst üste takmanızı ç affedebilirdi çoğunluğun sandığı gibi onunla davranış şekli bir küçümser ine işaret edildi
Belki de buradan ilgisizlikten vereyim tüm bunlara rağmen onu az çok anlayabilmiş tek bir kişi vardı bu kişi başsavcıya gözünün altına takmıştım Belki de davanın meydana gelmesindeki tek neden sayılabilirdi ama bu kız olanlara asla öğrenemedi yılın başında Savcı demek büyük insan demek ki Çünkü Gözü Kara i delikanlı gibi ..
O yıllarda isyancılara yardım etti diye söylenen 14 çocuk Fransız askerleri tarafından Değirmen Başında elleri arkadan bağlanarak kurşuna dizilmişti ve ünlü bir türkünün dizeleri o yıllarda yazılmıştı
Değirmen Başında Vurdular Beni
anamdan babamdan koydular beni
vurma zalim vurma
nar tanesiyim
anamın babamın oğlu bir tanesiyim
bu ünlü türkü ileriki yıllarda Kürt Olan adı Ahmet Kaya olan Bir Türk vatandaşı tarafından okundu ve bu şarkıcının ya da türkücünün kasetleri milyonlarca satılmıştı
Fransızlar o çocukları isyancılara yardım ettikleri için kurşuna dizmişti onların isyancılar olarak tanımladığı insanlar sadece memleketlerine savunan özgürlük savaşçılarıydı . 1921 yılının nisan ayının ilk Pazartesi günü Nizip ilçesinde bulunmuştunuz daha doğrusu cesedin bulunmuştu Ayşe nisan ayı olmasına rağmen yine de hava soğuktu toprak ayaklarımızın altında çatlıyor çıkardığı ses hepimizin hoşuna gidiyordu Ayşe’nin gövdesinin Üstüne oturmuş olan battaniyeyi ve hemen anasını anımsıyorum Çünkü bir insan yağmur yağıyordu Bir de başında bekleyen iki dilekçeyi diğer cesediyse arkadaşına aitti Birkaç adım ötede iri kıyım bir çocuk olan Burhan’ın pırasa kadar tutarıyla gitmekle kalmak arasında kararsız ne yapacağını bilmeyen bir halde sesini çekiştirip durmasını görüyordum cesetlerden korkuyordum ama bir yandan da merakına yenik düşmüşüm 10 yaşında olan cesetler yağmur suları ile ıslanmış olsa da fazla ağır değildi bay Ayhan kızın üzerindeki battaniye bir köşesini kaldırmış ardından ellerini birbirine sürtmüştü ve orada senin güzel gözün belirdi Ayşe daha doğrusu senin 21 yılında yeryüzünde olan güzel yüzün hepimiz o anda büyülenmiştik ve iri gözlerinin sonsuza kadar kapanmıştı beyaz göz kapaklarında bir prenses gibiydin. Uzun dalgalı siyah ve gür Saçların Dere kenarındaki çamurlu otlara karışmıştı Bahar ayında olmamıza rağmen hava öyle soğuktu ki nefesimizi de dışarı verdiğimiz zaman insanlar sigara içtiğimizi düşünebilirdi kanımızın ayaklarımıza ulaşması için olduğumuz yerde zıplıyorduk gökyüzünde Kuşlar halkalar çiziyordu yollarını kaybetmiş gibi yediler belki de ülkemize dönen meleklerdir onlar gittikçe aydınlanan gökyüzü sis paltosuna bürünmekteydi Fransızların Tok sesleri bile donmuş gibiydi hiçbir şey duymuyorduk Belki de Barış ilan edip kendi ülkelerine dönmeye karar vermişlerdir dedi Keşke Burhan Hadi be sen de dedi Oktay bir yandan da korku dolu bakışlarla yerdeki cesetlere bakıyordu Burhan bu iki kıza tecavüz etmişler dedi tecavüz ne demek dedi Oktay yani kirletmişler oğlum anlasana her şeyi sana Ben mi öğreteceğim dedi Gaziantep’ten yüksek yüksek kademeden bir takım adamların gelmesini beklemiştik sonunda insanı olmadık saatlerde yatağından kaldıran ve çoğu zamanda bir köpeğim bile dışarıya bağlanmayacağı kadar soğuk havalara denk düşen uğursuz günlere özgü yüz ifadesiyle başkan gelmişti yüksek kademeli adam asla adını öğrenemediğim ancak yüzünün sol tarafını yiyip bitiren amansız bir egzama ve çocukluğunda Fareler tarafından yenilen yarım kulaklı katibi ile gelmişti yanlarında asla devriye gezmeleri gerektiğini düşünmeyen 3 rütbeli bir Jandarma eğri ve bir Ordu mensubu vardı Ordu’dan olan adamın orada ne işi olduğunu pek anlamamıştım Ama zaten adam fazla da beklememişti belki de Gaziantep’in Nizip ilçesi o zaman Jandarma bölgesine aitti öylesine bir göz attıktan sonra onu hemen kahveye götürmüşlerdi Çarşı Camisi’nin yanındaki köy kahvesine O kasıntı adam hayatında hiç çünkü görmemişti ya da belki de ancak cephanelikte o da şüpheliydi Oysa niyete geçmemizin Özgürlük Savaşçısı A5 Efendi Antep’te dostları ile birlikte Fransızlara mermileri yokken süngülerle saldırıyorlardı jilet gibi ütülü adeta Cumhuriyet Mahallesi’ndeki dükkanındaki mankenlerin üstüne göre biçilmiş üniformasından anlaşılıyordu bu savaşa büyük ihtimalle dökümden güzel bir fırının dibinde Kadifeden büyük bir koltuğa gömülmüş bir şekilde yapıyor olmalıydı Belki de sonuna kadar padişahçı olanlardı padişahımız Efendimiz istikbalinin Batı devletlerine sığınmakta olduğunu görüyordu Yunan kazanırsa daha özgür olacaktı herhalde daha sonra akşam çökünce bu savaşı kristal avize verelim ve o da erkek tarafının arasında balo kıyafetleri içindeki kızları elinde bir kampanya yaşayarak da anlatıyor olacaktı yüksek kademeli adam kafasında püsküllü fesi ve karnı gözü tok edalarıyla tam bir vurdumduymazdı Belki de her gün ceset görmeye alışık olduğundan bu onun için sıradan bir gündü püsküllü fesi onun kulaklarını ve burnuna belki renk katıyordu Ama onun sevimlileştirmiyordu battaniyeyi kaldırıp güzel kızları uzun uzun baktı diğerleri Ondan bir kelime biri çekiş beklemişlerdi küçük ucu da mevzua ait olan bir taş ya da bir parça odunmuş gibi duygusuzca Tıpkı iki adım ötesinde akan Nizip çayı kadar donuk bir şekilde bakmıştı ona Zavallı kızcağız sadece 10 yaşındaydı İnanabiliyor musunuz daha dün masa örtünüzü şerefsizi ekmek getiriyordu diyormuş gibi kulağına bu kızı tanıyorum demişti birdenbire topuklarını birbirine vurup hazır ola geçmiş ve kendisi ile muhatap olana dek Neyse ben vazifemi yapayım dedim Bu olaydan sonra yüksek kademeli adam bizim için sadece yüksek kademeli bir adamdı yerini biliyorduk onu hiç sevmesek de ona saygı duyuyorduk ama o Pazartesi günü Küçük kızım sorarsa Tamam onu keserek karşısında özellikle kırıcı veya alaycı ses tonuyla ağzından çıkanlar herkesin ona Sırtına çevirmesine ve ondan nefret etmesine neden olmuştu katil kızları size kiliseyi göstereceğim diye kandırıp kiliseye soktuktan sonra orada bulduğu büyük taşlardan biriyle kafalarını ezerek öldürmüştü daha sonra cesetlerine tecavüz etmiş sonra tekrar tesettürleri sürüyerek aldığı yere geri bırakmıştı.
Ne de olsa her katil cinayet mekanına geri döner Pekala diyerek sanki oyuna ya da av partisine katılacakmış gibi şakayarak sözü yeniden aldı Sonra karnı acıktı hemen çalışacağım işinin karşısındaki kebapçıya gideceğini söyledi eşini bir an evvel götürmüyor muydu Güzel kızın bedeninin yanı başında Yaşanan bu durum herkesin azarlanmasına neden olmuştu
Dakikalar geçmişte hava hala soğuktu ortalıkta gezinen tavuklar Nihayet ortadan kaybolmuştu battaniyenin bir ucu akan suya değiyor akıntı onu oynatıyor ve tersini çeviriyordu o yıllardan Nizip çayı o kadar temizdi ki bazı insanlar balık tutardı adeta ritim tutan ve arada suya dalıp yeniden çıkan biriyle andırıyordu ama yüksek kademeli adam bunları Fark etmiyordu şişko Burhan’ın anlattığı hikayeyi tek bir satırını bile atlamadan dinlemekle meşguldü yumurtalarını da unutmuştu diğerinin o zamanlar kafası Bulanık değildi daha Sonraları bunlardan bir roman yapacak her köy kahvesine gidişte tüm mekan sahipleri tarafından sarhoş edilmek uğruna adeta bir hikaye yazacaktı gece yarısına doğru zil zurna hareketinden melodiler sağda solda içeceği tüm rakı kadehleri ile birlikte pantolonunu yaşayacaktı her günün sonunda Üstü başı bir kuzu yavrusu kadar pisliğe bakmış kalabalığın karşısında şarabın etkisiyle daha da etkileyici ve dramatikleşecek her kol hareketleri yapmakla yetinecekti yüksek kademeli adam koca kaçığın ile tabureden kalktı karşımıza ilk defa çıktığında ilgimize çekmiş deve Deresi ve avanaz’dan 3 Ayaklı bir tabelayı da bu suç mahalinde Onu defalarca açıp yeniden katlar üstünde bir modelin yanı başındaki ressam gibi düşüncelere de var ya da genellikle Her seferde olduğu gibi Şam babası misali oturup etrafında olup bitenle dalgasını geçerdi adam sonunda sipariş ettiği yumurtalar geldiğinde onları yemeye başladı keşke’yi dinlemişti dumanı üstünde yumurtalar Ben beyaz bir bez içerisinde parmağı ile pantolonundaki yırtığı kapatan Jandarma tarafından ulaştırılmıştı bıyığı artık sarı ve gri renkteydi kabukları ayaklarının dibindeydi patiskadan mendiliyle dudaklarını silerken bir yandan topraklarıyla onları eziyordu kan sesleri duysanız ilk kez kullanırım kemiklerinin kırıldığını sanıyordum büyük ihtimalle senegalden getirilmiş ve Fransız ordusuna hizmet için kayıt olunmuş iki tane zenci askerde ayakta durmaktan yorulmuş cesetlerin yanıbaşına oturmuşlardı kabuk kalıntıları ufacık Mahmutlar gibi kardeşim botuna yakışmıştı Halbuki yan tarafında sadece birkaç adım ötede cesetler hala İslam’ı suyun Kefenin İçinde yatıyordu yumurtalar yer gece gitmemişti eminim ki sırf bu nedenle onları oldukça da lezzetli bulmuştu hikayesini tamamlamıştı Yargıç ve çok dünyalarının beraberinde anlatılanları da afiyetle yemiş yakasına çeki düzen vermiş ardından manzaraya dikkatlice bakıp incelemişti her zamanki gibi püsküllü fesi yerli yerindeydi Sabah ilk ışıkları ve ilk saatleriyle aydınlanmaya başlamıştı oradaki herkes tiyatro sahnesindeki figüranlar gibi ayakta dikiliyordu şişko Burhan’ın burnu akmış gözleri yaşlıydı yarım kulaklı bir eliyle çoktan notlar aldığı akıl defterini tutuyor bir eliyle de ara sıra beyaz lekelerden oluşan hasta yanağını kaşıyordu o yarım kulağına bakınca çok korkuyordum acaba Fareler kulağını yerken canı acımış mıydı ya da uykusunda mıydı uykudan büyük bir korkuyla uyanmıştır eminim yumurtacı Jandarma macun gibi olmuştu Başkan sıcağa kavuşacağını mutluluğuyla belediye binasına dönmüştü kötü kişinin yerine getirmişti gerisi artık onu ilgilendirmiyordu elleri arkasında olduğu yerde zıplayan yüksek kademeli adam havayı ciğerlerine çekiyordu Gaziantep’ten gelen Doktor bekleniyordu Ama yargıcın artık acelesi yoktu o anın Ve mekanın tadını çıkarıyordu ikisini de zaten dolu olan suç ve cinayet manzaralarıyla dolu zihninin en derinlerine katılmaya çalışıyordu Burası onun müzisiyle Ve eminim ki arada sırada onları hatırladıkça sokmaları aratmayacak derecede kaynıyordu hala ağacı arasındaki sınır oldukça incedir Doktor gelmişti yargıt ve işsiz birikti zorlaştırıyorlardı lise yıllarından beri tanışıyorlardı birbirleriyle Sen de benimle konuşurlardı ama altlarında öylesine tuhaflaşıyordu ki bu hitap şekli adeta Siz de bildiği gibi algılanırdı Çarşı merkezdeki kebapçıda ve pek çok başka mekanda beraber yemek yerlerde kümes hayvanları bolca servis edilirdi elle şiş kebap yuvarlama şuraya gideceğiz babadan ve borani’nin en sevdikleri yemekti birbirlerine çok iyi tanıdıkları ve aynı şeylerden hoşlandıkları için zamanla birbirine benzemişler aynı ten rengi bu oyun kısmında aynı zengin gıdığı aynı göbek aynı büyüklük kibirlilik kaldırımdaki çamurları temkinli ve acımağıyla bakan gözler
Doktor karşısında duran vücudu okuldaki bir kadavra gibi incelemiştim eldivenlerini ıslatmamaya Özen gösterdiği fark ediliyordu Halbuki o da kızları iyi tanıyordu ama parmaklarının ucunda artık ölü bir kız çocuğu değil sıradan bir kadavrulmuştu dudaklarını ellemiş göz kapaklarını kaldırmış Ayşe’nin boynunu yoklamıştı ve o anda orada bulunan herkes kazanır bir kolye gibi boynunu saran morlukları fark etmişti sonra boğulmuş diye beyan etmişti doktor acaba önce bu olmuş muydu yoksa önce taşla kafasına vurup beyin kanaması geçirmesine mi sebep olmuştu belki ikisini de bir arada yapmıştır bunu söylemek için toplanma mezunu olmak gerekmiyordu ama yine de o Buz gibi soğuk sabaha hele söz konusu küçük bir beden olunca bu sözcük hepimize tokat gibi çağırmıştı İhsan’ın kabartan gerçek bir cinayetle dizisi olmaktan pek hoşnut olan yargıç Pekala diyerek sözü yeniden aldı cinayetin bir çocuğa Hatta bir kız çocuğuna karşı işlenmiş olması bu taraf gibi gelmiş ti yumurta sarısını bulanmış ayaklarıyla yargıç bulunduğu yerden kapaklarının üzerinde türlü türlü Kaos vererek şöyle demişti Bu Kapıdan evden çıktı o anda herkes doğmuştu yırılmış otların ortada aniden Çıkmış Bir mucize gibi kapıya dönüp bakmıştık yüksek duvarların içinde bir deliğini kapatıp büyük bir bahçeye açan gelişti Bu kapı kilisenin kullanılmayan pasta kapısı çıplak dalları birbirine donanım ağaçların Ardında yüksek bir evin gölgesi seçiliyordu mimarisi ile karmaşık bir yapıydı kilisenin bahçesine Açılan Kapı dedi doktor Bir kilise demek diye cevap verdi Evet gelirse romalılardan kalma Ama şu anda kullanılmıyor Belki ileride Cami yaparız Tıpkı Ayasofya kilisesini yaptığımız gibi Pekala diye yeniden söz aldı birden gururlu bir şekilde geri senin bahçesine açılan küçük Kapının tam karşısına yerleştirdiği ve egzotik sandalyesine kıçını yerleştirmiş uzun süre Tıpkı çamaşır ipinin üstüne tünemiş bir kuş gibi soğukla oturmuştur o sırada jandarmalar ısınmak için ayaklarını yere vuruyorlardı süs kağıdı Kurumunu hissetmiyordu yarım kulaklı ise mor bir renge kesmeye başlamıştı.
Kilisenin önemsemeyecek bir şey olmadığını da söylemek gerekiyor Hali vakti yerinde olmayan mahallede Kerpiç Duvarlar ve arduvaz kiremitinden çatasıyla gelirse en inatçılara bile kendini kabul ettirebilirdi Kim bilir Romalılar zamanında bu küçük bahçede Ne mutlu günler geçirmişlerdir üzerlerinde beyaz çarşaftan elbiseleriyle ellerinde şarap kadehleriyle pazar sabahları buluşup Neşe ile birbirlerine Selam vermişlerdir Evet bizim bir kilisemiz var nice ülkesinin gezisi Tabii o yıllarda endişeden çok köy de denilebilir Üstelik o kadar da değil dünyadaki kıyım yıllarında hiç boş kalmayan bir sağlık ocağımız Bir de Kırtasiye ve erkekler için iki okulumuz Bir de kocaman sabun fabrikamız var Gece gündüz yaz kış gökyüzünü tırmalayan yuvarlak paçalarından Duman fışkırıyor 80’li yılların sonunda kurulmuş fabrikada ülkenin her yerinden insanlar çalışırdı neredeyse herkes tarlalarını ve Bağlarını onun uğruna terk etti ve sonra büyük Bağlar boyunca hızla yapılan bakımsız topraklarda öğretmenler verimli toprakların bazı köpekleri ne demeye verdiklerini yiyip bitirdi iyi temiz pek büyük sayılmaz Ama son yıllarda gelen Suriyeli mültecilerle nüfusu ikiye katmanda diyebiliriz vilayete göre yakından uzaktan bir benzerliği olduğu da söylenemez ama yine de insan burada kaybolabilir anlayacağınız kuradan hemen koruyu yaşamak isteyen herkes kendine manzaralı bir köşe bulabilir kadın niye okullara ciddi kitapların bulunduğu küçük kütüphanenizde var ve eski belediye başkanının fabrikası fabrikanın patronunun ne Adı ne yüzü vardı onu Aslında grup demek daha doğru olurdu ülkemizde Sol görüşlü bir partinin Belediye Başkanı olması büyük bir sürprizdi biraz daha akıllı geçinenlere göre ise bu ortaklıktı Eskiden Hekim yeri olan göçü karaasilleri şimdi lojmanlar kurulmuştu Seyit’in ağaçları kesilmiş yerlerini betona hemen yapılar olmuştu birbirinden aynı virüsünü Küçük Sokak yapılmıştı ve burada düşmanlarını hazırlayüzünde taşköprü’den üstümde tren gayeleri kızgın güneşin altında büyük bir hırsızınarak ısıyı etrafa yansıtıyordu ve Ben çocukken Bu tren gaylarını takip ederek Gayette ulaşmayı Hayal ederdim Çok az bir para ya pek çok imkan sağlayan bu lojman evleri bu kadarını da Hiç beklemiyor ve çanta kötülerin ortasına açtıkları deliye değildi klozete yaşamayı komik bulan işçilere kiraya verilmişti Tabii o yıllarda klozetin ne olduğunu insanlar bilmezdi hala direnen tek tek arazi sahipleri ise tepki olarak birisinin çevresinde toplanmıştı Bunlar eski sürüm sabun üretmeye devam ediyorlardı o yıllardan kalma fabrikaları artık sit alanı idare edilmiş Üstelik çökme tehlikesi olduğu için etrafları tellerle çevrilmişti eski duvarları alçak pencereleri tozlu bu kilitlerim ve fabrikalarının aralanmış kapılarından yoğun bir koku delirdi delik duvarlardan içeriye bakınca farelerinin gezindiğini görebilirdiniz tüm bunların yanı sıra bize 2 adet asfalt yol bile hediye edilmişti biri büyük diğeri küçülttü büyük olan üzerinde tren raylarının olduğu taş köprünün altından geçerdi ve küçük Çarşıyı sanayiye bağlardım sanayideki sabun zeytin odunu mercimek fabrikalarına kömür ve Kalker getirip kükürt götüren kamyonlar için yapılmıştı kiliseye geri dönecek olursak köyünden gösterişlilerinden biri olduğunu söylemem doğru olacaktır ihtiyar Savcı büyük kar felaketinden sonra büyük bir ev yaptırmıştı bizim burada konuşmayı fazla Sevmese bile insan başka yöntemlerle Kendinden söz ettirebiliyor Savcı hayatı boyunca orada yaşadı Hatta daha iyisini bile yaptım orada doğup orada öldü savcının evinin büyük bir bahçesi vardı ama buna rağmen hala hiçbir zaman kalabalık olmadım Savcı bir oğlu olduktan sonra da bir daha çocuk yapmadı halinden memnun değil ancak yine de bazı kadınların güzel fikirlerle doldurmasını engel olamamıştı bu durum onlara da 20 yaşına gelene kadar bir altın kuruş vermişti ilk 20 yaşından liselerine bir mektup sıkıştırıp Kaşlarını göz çekmeyle dünyanın gerçekten yuvarlak olup olmadığını kontrol edebilsinler diye çok uzaklara postalamıştı bizim burada bu duruma gönlü bol davranmak denir Çünkü herkesin harcı değildir Bu Savcı Ailesinin son ferdiydi ondan sonrası olmayacaktı evde olmadığından değil karısı çokken bir yaşta tüm bölgenin Servet ve saygınlığını sergileme fırsatı yakaladığı Düğünden 6 ay sonunda ölmüştü diğer kadınlara dair ise İmam nikahıyla evlenmişti genç kız ailesinden de hataları hiç çöpe yok ki herkesinkiler gibi savaşmıştı ama kimse bu duruma bilmez ve ilgilenmez düğün günlerinden kalma bir resmini evinde görmüştüm yüzüne yastığı tavuğu kaçınılmaz sonunu sezebilmişti müstakbel ölümünün soygunluğu yüz hatlarındaki başkaları çok çarpıcıydı ve benim bahçesine etrafa sıkıntı vermeden rahatlıkla bir Alayı sığabilir etrafı suyla çevrilebilir bu suyun Nizip çayından getirdiği söylenir dipte belediye ile Tren Garı arasındaki arasındaki yolu kısaltan halka açık bir yol vardır Nizip çayının diğer tarafında bir kulübenin büyük pencereleri görüyoruz orası patronlara daha fazla para kazandırmanın yollarını arayan mühendislerin hesap kitap yaptıkları bir yerdir bahçenin sağ tarafında dar ve kıvrımlı çay Yakar adından Anlaşılacağı gibi yosunlarla kaplı ağır ağır Arkam girdi sudur deneyim her şeyin içine işlemiştir evin bahçesi Sırılsıklam Bir bez parçası gibidir zaten Savcı da hasta olmuştu doktorun ilk Ziyareti ile yavaş yavaş attığı son kürek arasında tam 3 hafta vardı Bir gün niye hep sonuncusu diye sormuştum ona O da dipsiz kuyuları andıran bakışlarıyla bana çünkü sonuncunun hafızalara kazılması gerekir diye cevap vermişti ağzı iyi laflar iyi laf yapar ve insanı etkilemeyi sever yanlış mesleği seçmişti bence onu bir tiyatro sahnesinde görmek isterdim Savcı aynı zamanda bir toprak adamıydı kendini para defterleri ve altın dolu keseleriyle aklamayı başarmıştı Dünyası değişmişti kişileri vardı ortak işletilen Çiftliği Bir ormana bu döşeklerine Fransız askerlerine istemeden de olsa hediye etmişti insanları ağırlar davetlere katılırdı topraklarını işgale gelen askerlere kebap ziyafeti bile vermiştim Bir de Savcının Karısı vardı daha doğrusu İmam nikahlı karısı o bambaşka biriyle en güzel dünyadan geliyordu yine bizim Topraklar kanama çalışan kesimden değil o yıllarda kadın çalışamazdı Zaten her şeye sahipti eşine Şehit olarak kayboldukları tüm varlığın yarısından fazlasına 2 bıraktığı gölge kurallarını getirmişti fakat kendini Arap harfleriyle yazılmış kitaplara vermişti Osmanlı İmparatorluğunun resmi dili osmanlıcaydı ama kullandıkları alfabe Arap alfabesiydi ve çok ilginç bir durum olsa gerek oğluna isim koyma hakkına sahipti daha doğrusu oğullarına ismini anne baba ortak olarak koydular falan filan oğlunu çok haklı neredeyse hiç görmedi Köpekteki yılları Arap tadılar arasında geçti yıllarıysa yatılı okullarda askeri okullarda zaman göz açıp kapatıncaya geçmişti savcı hanım gözleri Hiçbir gün Velet dünyaya getirmiştim günün birinde karşısında dimdik çenesinde iki seveceğinin arasından 3 4 tel kıl çıkmakta olan ve kendine tepeden bakan Arap alfabesini iyi kullanan ve zenginlik hayatı ile yanıp tutuşan gerçek bir delikanlı olmuştu sadece hemen yaşadığı gibi ölmüştü ev hanımı olarak az kişi farkına varmış öldüğünü oğlu eğitim için istanbul’daydı cenazesi için gelmişti sohbet ortamlarında bulunmuş ve başkenti görmüş bir adam olmuştu artık Osmanlı’nın büyük başkenti rüyalar şehri ya da diğer adıyla şehirlerin sultanı İngilizlerin Fransızların ve bütün yabancıların hala altında olan bir şehir açık renk ahşaptan bastonu düzgün fese o günlerin son modası bağlanmış kravatı ve ince bıyıkları vardı ihtiyar marangoza en güzel tabuta sipariş etmişti marangoz da ömründe ilk kez böyle bir fırsatı yakalamıştı hayatından biri 250 liraya açmış diğeri dizilerin üzerinde sessizce Ağlamakta olan iki kişi bahçede dikilmişti terziye gidip kendisine 3 tane siyah kumaştan 3 takım elbise diktirmiştim o yıllarda Nizip köyünde sadece 3 tane tarzı vardı sonra bir gün yeniden geldi ciddileşmiş ve babası gibi Savcı olmuştu Oğlan annesinin tabutuna yeterli diyen bir ifadeyle bakmış treni kaçırma korkusuyla apar topar giden sıkıcı bir gerekçe geldi artık sanki onu kırarım içine dönmesine neden olan bir şeyler olmuştu Ama kimsenin nedenini öğrenmemişti ihtiyar sadece karısından 8 yıl sonra ölmüştü çiftçiyi paylaşmaya Hatta belki de kapıya koymak üzere çektiklerinden birine giderken ani bir kriz yakasına yapışmıştı onun nisan ayı başlarında Bizim buraya özlüyor diyor yaran yağmurların yapışkan yağmurlarının yüksekliği toprağın üzerinde epeyce kalın bir çamur katmanının üzerinde ağzı açık ve yüzükoyunlu miktarda Sonuçta geldiği yere dönmüştü döndü tamamlanmıştı parası pek işine yaramamıştı bir köylü olarak doğmuş köylü olarak ölmüştü oğlu o zaman tam anlamıyla yalnız kalmıştır büyük Evde Tek Başına İnsanlara tepeden bakmaya devam ediyordu ama bence az bile yapıyordu güzel kıyafetleri ve tek bakışları ile çarptım gençliğimi mazide kalmış artık yaşlanmaya başlamıştı işi tüm vaktini alıyor orada ihtiyarın zamanında evde altı parçadan bir bekçi bir aşçı 4 Arap O da hizmetçisi ve bir şoför çalışırdı doktorlara hizmet eden Bu kabile kışın evliliklerle suyun donduğu çatı katındaki ortak bir alanda köpek olarak alıyorlardı sadece her birine teşekkür etmişti düğünde değildi her birine bir tavsiye mektubu lazım sanmayacak miktarda para vermişti sadece ister istemez O da hizmetçiliğini de istemiyor Arap aşçı ile neşeli karısının tersine gittilerken görmediğimiz Bu yüzden de ciddi dediğimiz kocasını tutmuştu gittiği ufak tefek bütün işlerde ve bakımla ilgilendiğinden hiç boş durmazdı çift dışarıya pek çıkmaz sesleri işitilmezdi Eğer uykuda gibiydi kulelerden birinin çatısı akıyordu sarılmasına izin verilen büyük bir sarmaşığın dalları panjurların çoğunu örtüyordu bazı köşe taşları soğuktan çatlamıştı hem insanları gibi yaşlanıyordu Savcı hiç misafir ağırlamazdı herkese sırtını çevirmişti Her cuma Çarşı camisindeki duaya katılıyordu koca bir çınar gövdesinden yapılmış oturağa aile isimlerinin baş harfi kazınmıştı hiçbir Cuma namazını kaçırdığını görmedik İmam vaaz sırasında savcıyı karşısında büyük bir adam ya da yardımcısıymış gibi gözüyle düzeldi namaz sonunda girişten fesliler çıkarken İmam Cami avlusuna kadar ona eşlik ederdi ezanların peş peşe yankılanan sesleri altında Savcı parmakları sigara ağırlığı kadar ince bir kadının ülke kadar zarif ellerine merdivenlerini geçirir Bu esnada Havadan sonra sohbet ederdi ve tonları biriyle ruhları tanıyorum bir yeri görevini yerine getirmek isteyen iki adam iki gibiydi görev yerine getirilmiştir sadece evine dönerken herkes onun ne kadar yalnız olduğu konusunda hakem keserdi bir gün sabah fabrikasının müdürlerinden birini geniş Algıladığı Evine kabul etmenin haricalarına tatmıştı protokol yerine getirildi eğilmeler ve sesler havada uçuştu Sen anlaşmalar müdür kabul edilmişti sevimli Şişko bir Kürt soyluydu Kadır kıvırcık favorileri bastı bacakları paltosu kareli pantolonu kırmızı kravata işlemeleri bordo renk dese ve cilalı botlarıyla Bir Roman centilmeni Gibi giyinmişti Her neyse elinde çay için gerekli tüm malzemelerin olduğu bir tepsiyle gelmiş ve onlara servis yapmıştı Arap hizmetçi sonra da ortadan kaybolmuştu müdür sohbete başlamıştı Her zamanki gibi pek konuşmayan hiçbir yani sigara kullanmayan gülmeyen sadece terbiyeli bir şekilde Dinlemek de yetenen biri gibi davranmıştı bir yere Bin Dereden Su getirmişti 10 dakika kadar futboldan konuştular İngilizler tarafından bulunan yavaş yavaş insanları esir eden futbol adındaki yeni oyundan ardından keklik avında konuştular tütünden beri Gaziantep mutfağından 45 dakika önce geçmiştim müdür tam havalardan dolayı açacakken sadece diğeri fark etsin diye yavaşça saatine bakmıştım müdür durumu anlamış öksürmüş elindeki fincanı bırakmış bir daha öksürmüş fincanı yeniden almış En sonunda sadece gelmişti Ondan bir istekte bulunacakmış ama nasıl söyleyeceğini pek bilmiyormuş biraz tereddüt ediyormuş esasında kaba olmaktan çekiniyormuş
Fransız askerleri için kalacak yer bulmakta sıkıntı yaşanıyormuş bu yüzden bu büyük evde Fransız askerleri Pansiyon olarak kalabilirlermiş tabii yüksek bir rakam ödeyeceklermiş Burası için ve herhangi birini yerleştirmeyecekler mi söze mutlaka terbiyeli sakin iyi yetişmiş ve mesafeli kişiler olacaklarmış bunlar çocuksuz Şef yardımcıları gibi mesela müdür söz vermiş ve botlarının ve de işte senin altında kurdelen kurdeşen dökmüş sonra da susmuş beklemiş ayağa kalkmış bahçeye göğsüne çökmekte olan ses Sevdalandım savcının yüzüne bile bakmayı cesaret edememiş Sessizlik oldukça uzun sürmüş müdür o anda çakışından pişmanlık duymaya başlamış ki Savcı dönmüş ve teklifi kabul ettiğini söylemiş bu kadar basit memnun olmuş bir seste öteki kendine gelememiş ayağa kalkmış kökezlemiş bir şeyler gebermiş bin bir türlü Teşekkürler etmiş geri geri yürümüş ve ev sahibine fikrini değiştirmek fırsatını vermemek için hemencecik ortadan kaybolmuş Savcı neden teklife kabul etmişti Belki de sadece müdür bir an önce çekip gitsin Ve onu sessizliği ile baş başa bıraktım diye yapmıştı onu ya da belki ömründe ilk kez birinin kendisinden idam ya da af dışında bile istekte bulunmuş olması hoşuna gitmişti aşağı yukarı 19 00 ya da 1901 yıllarıydı oldukça uzun bir zaman önceydi Tabii ki Ayşe bu senin hangi yaşamına göre söz ettiğimize bağlı olarak değişir Eğer 1982 yılındaki Necip Erdoğan’ın sınıf arkadaşı olan Ayşe oğuz’dan bahsediyorsak 80 yıl önce diyebiliriz ama 1921’deki yaşamına göre daha kısa bir sürede elbette fabrika bahçedeki evin onarım masraflarını karşılamıştı yaşlı bir asma gibi Rutubet Evin her tarafını yiyip bitirmişti oraya o güne kadar ihtiyaç duyulmayan Eşyalar da koyulmuştu şimdi küçücük Nizip çayından nasıl o kadar Rutubet oluşabilir diyebilirsin ama Nizip çayı 2000 yılındaki kurumuş şeklinde düşünme 100 yıl önce o Çayda insanlar yüzerdi ve çok şiddetli Akardı küresel ısınma ve sanayileşmenin yarattığı kirlilik bu doğal su kaynağını bitirme noktasına getirdi işe yaramayan pek çok şey çekmeceleri eksik dolaplar fare kapanları adeta yarım ay andıran Paslanmış ince tırpanlar taşlar tuğlalar kiremitler bir at arabası kullanılmayan oyuncaklar et keserleri hep kütüklere hep yumakları bahçe aletleri yırtık pırtık kıyafetler yemeniler ve sayısız koyun kellesi bu koyun kelleleri evin kapısına asıldığı zaman nazardan korunduğu düşünülürdü ihtiyar böyle şeylere düşkündür oğlu da her ne kadar kafaları o Çokça da bu koyun kellelerini görmekten hoşlanmazdı bütün kaba işler sonrası ince işler için Antep’ten yatırılan bir mimar bu işlere yoluna koymuştu askerler İnşaat geçer gitmez taşındı artık Kimse kaç asker geldiğini saymıyordu hepsi birbirine benziyordu hepsi zenci halka Şirin görünme küçüğün hasbakanın mavi öne kurban ve umduğunda boyu kadar tüfeği olan ve ucunda süngüsü parlayan Fransız askerleriyle Hepsi devşirmeyi de insanlar Hepsine aynı şekilde hitap ediyordu Hey işte zenci Fransızlar geliyor oldukça genç ve iri kıyım delikanlılardı askerlerin hepsi Sabah 6’da kalkar sayım yapılır sonra sabah sporuna başlarlardı savcının hayatı değiştirilemez bir ritüele dönmüştü her hafta karısının mezarının bulunduğu mezarlık ile Gaziantep’te bulunan Adalet Sarayı arasında dikkat ettiği yol dışında neredeyse bir hayalet gibi kapandığı evinde yaşıyor Etrafında ilerlemekte olan dünyadan Kendini tamamen soyutluyor ve zamanla kadın kabına çekiliyordu yaşı ilerliyor ama görüntüsü değişmiyordu her zamanki gibi insanı uykudan ciddiyetini ve bir Yüzyıl kadar yoğun olan sessizliğini koruyordu sesini duymak isteyenin herhangi bir davaya katılması yeterli oluyordu sesi oldukça yumuşak davaları oldukça fazlaydı bizde suç pek çok başka yerden daha fazla işlenir Belki de bunun nedeni kışların uzun geçmesi içine sıkıntılı olmasıdır ya da yazların aşırı derecede sıcak geçmesi ve damarlarındaki kanın buharlaştığını hissetmemizdendir insanlar saatini söylediklerini her zaman anlamıyordu o eğitimliydi insanlar ise Eğitim almamışlardı okuma yazma oranı çok düşüktü aralarında pek çok çevreden insan vardı ama Ender olarak nüfus duydular genellikle işe yaramaz kişilerde esnaflar pancar suratlı köylülerle yan yana sıralanmıştı küçük işletmeciler güneşten önce uyanarak bütün cemaatten Sonra gelmiş kıyafetleri yıpranmış kör ayetleri okurlarda Aslında Hepsi İki bıyıklı görevlinin arasında resimleri andıran o adamlar gibilerdi Eminim bunu içten dışlar farkındaydılar bunu itiraf etmeseler de farkındaydılar ve İşte bu nedenle karşılarındaki Ne o kadar kin ve katalogla yaklaşıyorlardı yargılanan kendileri olabilirdi ama karşılarındaki hattında kötü kaderine kurban olmuş bir kardeşleriyle mahkeme salonunda savcının sesi duyulduğunda salondaki Herkes bir aynanın karşısındaymış gibi yakasına paçasını düzelterek Kendine çeki düzen verirdi birbirine Bakanlığı nefesini tutan bir salon dolusu insan düşünün dava ne olursa olsun ya da suçlu Her kim olursa olsun mahkeme kararı iki sayfadan fazla tutmazdı savcının yöntemi Aslında selamlaşma kadar basitti şaşaalı laflara yer yoktu cinayetin ve kurbanın soğuk tasvirini yaparken hiçbir ayrıntıyı atlamazdı çoğunlukla doktorun hazırladığı rapor hiç elinden düşmezdi ve buna çok güvenirdi onu sadece Okumakla yetinir en çok yaralayabilecek Kelimelerin üstüne vurgusunu yapardı en ufak bir yarayı en ufak bir doğramayı en küçük bir bağlamayı ya da herhangi bir karın deşilmesine dillendirirdi katılımcılar birdenbire çok uzakta sandıkları bu karanlık manzarayla burun buruna gelirlerdi Böylece kötüye ve onun şekil değiştirmiş haline Tanık olurlardı sık sık insan bilmediği şeyden korkar gelir Ben ise daha çok bir gün önceki bilmediğimiz şeyi öğrendiğimizde korkunun içimizde filizlendiğine inanıyorum işte savcının Sırrı da buydu umursamazların yüzüne asla yaşamak istemeyeceklerini sıradan ya da önemsiz şeylermiş gibi çarpıyordu gerisi kendiliğinden geliyordu Zafer kaçanılmaz olurdu artık mahkumun idamını talep edebilirdi yürüyeleri de adamın kellesini ona göre Gümüş tepsiresini yollarda ardından Çarşı caminin karşısındaki kebapçıya yemeğe girebilirdi darağacına biri daha Savcı Bey derdi onun masasına kadar eşlik eder ve bir Kralı hizmet ediyormuş gibi davranırdı Savcı en çok yağlı etten yapılmış kebabı sererdi eti mutlaka ekmeğe sarar bol soğan koyar ve iştahı ısırırken alttan yağların tabağı damlamasına bayılırdı sabah kahvaltıda bile tencerede eritilmiş kuzu yağını ekmek batırıp bol tuz dökerek büyük bir iştahla ısırırdı diğer yargıç kebapçıda onu Selamlar o da karşılık verirdi İkisi de birbirinden 10 metre mesafede otururlardı İkisi de kendi masalarındaydılar hiçbir zaman konuşmazlardı o o sırada çoktan bir yerde bir bıçak bileylenmeye idam sefası kurulmaya başlanmış olurdu Savcı yeteneği ve servetiyle başka yerlerde yükselebilirdi ne demeye tüm hayatını Nizip köyünde geçirmişti ki Demek istediğim Burası gibi önemsiz bir yerde yıllarca hayatın bizleri uzakta çalan bir melodi gibi geldi bu diyarda kalmak istemişti 4 yıl boyunca güzel bir tabağa Hasret ve darmadağın olmuş Bu kasabada eski zamanların artık var olmayan kıyafetlerini taşıyordu üstünde yıllar geçtikçe solgunluğu silinmişti üstünden geçilen vernik sayesinde yanaklarında hala tatlı bir pembelik vardı Savcı bu Kebapçı dükkanının duvarındaki resmime bakıp hayallere dalmıştı Her gün biraz daha yıpranmış çökmüş ve ağırlaşmış olarak onun önünden geçiyordu Her ikisi de Gün geçtikçe birbirinden biraz daha uzaklaşıyordu ani ölümler güzel olan her şeyi beraberinde götürse de onlara aynı zamanda hiç değiştirmeden saklar işte ölümün nasıl yüceliği de burada yatar ölüm demişken aklıma sürekli ölümlerden bahseden bir Türk Şair geldi ismi Cahit Sıtkı Tarancı sen 1920’de birdeki ilk hayatında onun adını duyamazsın 1982’deki ikinci hayatında Eğer bir kitap kurdu olsaydın ve şiiri çok sevseydin duyabilirdin Ama şu anda Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki 3 hayatında onun adına duyman imkansız çünkü dünya çapında Bir şaire değil ama çocukluğunda babası ayağına ip bağlayıp onu yüksekten sarkıttığı için ölüm korkusu her an her dakika kalbine sarmış ve yazdığı her mısrada ölümden bahsetmiştir Eğer demiştir işe giderken şu yokuşa çıkarken çektiğim eziyet öbür dünyada yoksa ölmek Hiç de fena bir şey değildir ve çok sevdiği sevgiliye şu şekilde hitap etmiştir Eğer bir gün ölmüşsem bil ki kabirde böbreklere senin güzelliğini ezberlettiriyorum ve ahiret günü yollara düşmüş seni arıyorum sen bir ekmek gibi su gibi nimettensin nimettensin sabret zamanın geçişine bir pencerenin arkasında Hiçbir şey yapmadan bir tahta sedirde ya da bir tahta iskemli’ye oturarak seyretmeyi seviyordu Tıpkı önüne mesaj de ki bir şey yapmadan oturalım köy ağası gibi ismi neydi hatırlayabildin mi hoplama oldu zannedersem Evet Tıpkı ablam o gibi sürekli oturuyordu Bunca Yıldır anlamaya çalışıyor ama bir başkası kadar akıl yürütemiyor olayları yok diyor içinde kayboluyor ve dört dönüyordum başlarda davadan önce Savcı benim için sadece bir resim bir görev bir servet her hafta en az iki kez ya da 3 kere karşılaştığımda sesimi çıkarıp selamlamam gereken bir yüzden ibaretti Ama tüm bunların Ardında yatanlar Aman Allah’ım o zamanlardan biri bu hayaletle yaşadığım için Savcı Bana artık Eski bir tanıdık bahtsız bir akraba Hatta Kendimden bir parça almış gibi geliyordu Böylece konuşması ve ona o soruyu sorabilmek için yeniden Yaşatmaya çalışıyordum onu tek bir soru bazen de kendime boşuna zaman harcadığımı söz konusu adamın bir ses perdesi kadar düzenli olduğunu bin gecem de olsa bu işin içinden çıkamayacağımı söyleyip duruyordum ama şimdi çok zamanım var sanki bu dünyada yaşamıyorum artık benim olmayan bir tarihin çal kamplarını yaşıyorum yavaş yavaş bundan sıyrılıyorum 1921 yılı halk İsyan çıkarmıştı Fransız askerlerine karşı gerilla taktiği kullanılıyordu Kamil adındaki küçük bir çocuk annesiyle birlikte sokakta yürürken bir Fransız askeri annesinin peçetesini zorla açtığı için Kamil sinirlenmiş askere saldırmıştı ve asker onu hemen süngüreyerek Şehit etmişti İşte bu olaydan sonra halk bağımsızlık ateşini kalbinde hissediyordu ve Osmanlı ordusundan bir asker olan Şahin Bey Kilis yolunda Fransız askerlerini durdurmak için son koşullarına kadar savaşmış ve şehit olmuştu Diğer taraftan Kara Yılan adında bir gerilla halkın gözünde bir kahramandı özgürlük için savaşan bir mücahitti Habeş efendi’de Kara yılanın ünlü yardımcısıydı.
Kadın fabrikası Her zamanki gibi çalışmaya devam ediyordu yaz kurulu bir saat gibi yurttaşların beyinlerinde olduğu kadar çardakların altında da fokurdayarak kendini hissettiriyordu insanlar Eylül ayı geldiğinde Asma yapraklarını toplar ve olgunlaşmamış üzümlerde toplayarak baharat katar ve bol acıyla iştahla yerlerde buna o bölgede terlemeye denirdi özellikle tıka basa doygunluk gecelerinde saça kapanın verdiği ağırlıkla hazımsızlık yaşanırdı bizde olduğu kadar başka yerlerde de gittikçe derinleşen eğiltihaplanan yaralar zor kapanacaktı Karşılıklı sevgi ve anahtarlıkla tüm bir ülke bir diğerinin pençeleri arasına atmaya hazırlanmıştı babaları oğullarına Oğullar babalarına teşvik ediyordu Kahramanmaraş’ta Türk bayrağı bir Fransız subayıyla dans eden Ermeni kızın ricası üzerine indirilmişti o Cuma günü vaaz vermek için görev yerine gelen imam Maraş bize mezar olmadan düşmana Gülizar olmaz dedi Gülizar lale bahçesi demektir bayrağımız gökte özgürce dalgalanmadıkça kıldığımız cuma namazının bir anlamı yoktur özgürlüğümüz için savaşmalıyız her kim ki Mustafa Kemal ve askerlerine karşıdır bilin ki o kişilerde kafir kanı Akar İşte bu sözler halkı Kale Han’a getirdi namaz çıkışı halk Fransız bayrağına doğru yürüyüşe geçti ve bayrak indirilmek zorunda kaldı Küçükköylü Savaşı duymuş ama katılmamıştı ama şaşılacak bir şey onu gerçekten de yaşadı diyebiliriz Erkeklerin hepsi fabrikayı döndürüyordu ona ihtiyacımız vardı tepeden bir Emir gelmişti Ender görülen cinsten hoşgörem öldü bu Bilmem nereden hangi önemli şahsiyet ayrımcılık yapmış ve tüm müşrikleri askerlikten muaf bırakmıştı Böylece 800 zaten mavi ufuklardan ve patlayan kırmızılıklardan uzak kalmıştı diğerlerinin gözünde artık Erkek olarak görülmeseler bile bu adamlar her sabah sıcak yataklarından kendilerine dolanmış bir koldan çamurlu ancaklerden ceset taşımak için değil değerli arabalarını itmek için kopartılacaklardı havan topunu vermelerinin korkunun acı çeken 20 adım ötelerinde dikenli tellere takılıp ölen arkadaşlarından ölü bedenleri kemiren sıçanlardan uzakta kalacaklardı Bunun yerine gerçek ve basit olan hayatı yaşayacaklardı sabahlar seslerin arasında tüten bir hayale değil güven veren uyku ve kadın kokan insanı kucaklayan bir hayata doğacaktı şanslı piçler diye düşünüyordu ne kahret dönemindeki tek gözü kör bir ayağı topal kötürüm deşilmiş parçalanmış zehirlenmiş ve doğranmış askerler ne zaman ellerinde çuvallarla yoldan geçen pancar yanaklı bir işçiyi görseler konu sarılı ya da takma bacaklı olanlar bazıları onların yanından geçtiklerinde yere tükürüyordu deli Erdal da onlara bakıp uzaktan gülüyordu bundan çok daha azı için beni nefret besleyebilir insan herkes eşit değildi yaşı gelmiş birkaç köylü cephedeki ellerini Elbette ki almıştı bazıları Çok yakında inşaatına başlanacak bir anahtarı resimlerinin yer alacağından habersiz ailenin küçüğü olarak gururla yola çıkmıştım veya akıllarda gerilecek bir gidiş daha olmuştu inanılması güç bir resimde okul öğretmenimiz bizim bu aradan değildi Onun için bir Kur’an talep edilmişti çocukları ağlamasına neden oldukça duygusal ve saf dışı arkadaşlarım içeriden belediyeye ona bir tütün tabakası ve çok kravat hediye etmişti deriden yapılmış bir kutudan İpek kağıtlara sarılmış bu merdivenleri çıkarıp anlamsızca bakmadan hemen önce onlara ne yapacağını doğrusu düşünmeye başlamıştım bile ona ne oldu bilemiyorum ölmüş sakatlanmış ya da o dört yıl boyunca sapasağlam hayatına devam etmiş olabilirdi her ne olduysa buralara bir daha geri dönmemişti Tıpkı Cengiz AYT makovin ilk öğretmenim romanındaki ünlü öğretmen dövüşen gibi öğretmen bir kız çocuğunun okuması için elinden geleni yapmış sonra savaşa git diye söylenmiş ve ortadan kaybolmuştu dedi kız çocuğu büyüyor köyüne geri döndüğünde Her yerde onu aramış bir tren garında onu gördüğünü sanıp aniden trenden inmiş ve ona koşmuştu ama yine de onu bulamamıştı onu anlıyorum Savaş sadece kürekler dolusu ölüme neden olmamıştı aynı zamanda Dünya ile hatıralarımız arasına girmişti sanki önceden yapacaklarımız artık elimizde bir daha cesaret edemeyeceğiniz eski ve cebinde örneklerinde bulunan Cennette yer alıyor oradan onun yerine artık değişmemek üzere bir başka öğretmen tayin edilmişti Özellikle o deli bakışlarını anlatıyorum gözleri gece beyazının tam göbeğinde çelikten iki gece gibiydi sınıfını göstermeye gelen belediye başkanına birdenbire muhalifim demişti ona buradan anne muhalefetle kavga takılmıştı Çünkü o padişahın ve muhalifti ıslah olmaz Bir Kuvayi milliyeciydi şaka bir Mustafa Kemal taraftarıydı tek bildiği kelime özgürlüktü muhalif olmak güzel bir şeydir hiçbir zaman anlayamadık zaten 3 ay her şeyi çözmemize yetmiş çarpmıştı bile adamın dengesi Şüphesiz bozulmaya başlamıştı bazen ağzı ve diliyle makineli tüfek sesi çıkartıp Deresi yarıda kesiyor bazense patlayan bomba taklidi yaparak kendini yerden yere atıyordu Böylece hareketsiz yerde yatıyordu delilik herkesin kabul görebileceği Bir Rüya değildir Sonuçta gençliğinde Çanakkale’de savaşmış ve psikolojisi oldukça bozulmuştu her şeyi hak etmek gerekir şu Oysa ailenin kralıydı Dümenin başında tek başına kıyıya yanaşmaya çalışan şakasına atmış Bir Kaptan andırıyordu her akşam Nizip çayı boyunca geziyor kendi kendine konuşuyor çoğu zaman kimsenin anlamadığı sözler de veriyordu araya yeniden seç olarak bir elinde bir zeytin ağacının dalı bütün dışın görünmez bir düşmandan mücadele ediyordu şiddetli top atışlarının olduğu bir gün çizmeyi aşmıştım kuvvetli bir rüzgar altında dalgalanan Su Gibi her 5 saniyede bir camlarımız langırdıyordu havaya yoğun bir Barut Kokusu ve hayvan Neşe kokusu hakimdi evlerimizin içine kadar ulaşıyordu bu koku nemli bezlerle pencere pervazlarını kapatmak zorunda kalmıştık Veletler daha sonraki günlerde Vay Kuvayi Milliye’nin başını saatlerce iki elinin arasına aldığını ve Yaklaşık 5 saat kadar onu patlatacak kadar sattığını anlatmışlardı asasının önüne geçtikten sonra bir yandan Maaşlar söylemiş Diğer yandan sistematik bir şekilde Tüm kıyafetlerini çıkarmış Tıpkı herhangi bir anadan doğuma kaldığındaysa bayrağı kadar koşmuş onu yere atmış yatmaya çalışmadan hemen önce üstüne işlemişti Veli erdaldan sonra artık köyümüzün ikinci bir delisi vardı işte o sırada 15 yaşına henüz girmiş sınıfın en büyük öğrencisi olan Turgut’un oğlu eline geçirdiği Demir bir maşa ile öğretmenin amının tepesine vurmuştu olaydan sonra etrafını kuşatmış olanlara biraz da gururla bayrakla saz ve açıklamasını yapmış O zamandan beri delip yüksek bir çocuktu Bundan 3 yıl sonra ölmüştü yine kutsal bayrak uğruna Belediye Başkanı geldiğinde öğretmen çırılçıplak mavi beyaz ve Kırmızının üstünde 2.80 uzanmıştı saçları pek fazla tutuşmak istemeyen ateşten aldığı paketçilermiş onu espri oyuncusu ablası veren Bir gömleğe sararak oradan İki hemşire ile götürmüşler alnında yüzüne tuhaf bir ifade veren mor bir şirket kurmuyormuş artık ağzını bıçak açmıyormuş pazar işletmiş bir çocuğa benziyormuş aklıma tamamen kaçırdığı o an olmalıydı sonra okul öğretmensiz kalmış öğrencilerin haddini bu durum geleceğin genç askerlerinin kafalarını doldurmaktan zevk alanı otoritelerin pek de hoşuna gitmemişti muhtarı Artık neredeyse saçını başını yolma arifesinde ve tüm yolları denemiş Canıma bir şey değişmiyordu Gaziantep’te genel at arabası Her zamanki gibi çivi kutuları ve köstebek tuzaklarının yığılı olduğu hırdavatçı dükkanın önünde durmuştu içinden istediği gitmez şerefine ettiği fazla kaçırmış Bunu onunla birbirine ekip takan şakalaşan yüzleri kırmızı 4 büyük baş hayvan tüccarı hatlarını getirmiş nalbant’ın önünde bekliyordu olup Bitene şöyle bir göz atmak istercesine önce sana sonra bakmıştı artık ne topların ne de mermilerin sesi duyuyordu gündüzleri hala sonbahan’ın sıcağı ve r toplarının kokusu vardı ayağının dibinde 2 adet kahverengi daire çantası vardı kıyafete Abartısız ve son derece sadeydi
Sanki olup bir tane şöyle bir göz atmak istercesine önce sana sonra soluna bakmıştın artık ne topların ne de mermilerin sesi duyuluyordu gündüzleri hala sonbaharın sıcağı ve otların kokusu vardı ayağının dibinde 2 adet kahverengi çantası vardı kıyafeti Abartısız ve sadeyi de biraz eğilmiş iki çantayı kavramış ve sakince gözlerimizin önünde kaybolmuştu ince gölgesi biraz sisli geceye karışmıştı Bir ismi vardı Daha sonra öğrenmiştik isminin kuytu köşelerinde bir çiçek uyuklamaktaydı bu isim ona bir balo elbisesi kadar yakışıyordu henüz 20 yaşında Ya var ya Yok 9 aydan gelmişti ve buralardan geçiyordu bizden uzakta gerçekleşen kısa kesintisi onu tuhafiyeci dükkanına kadar götürmüştüm sorusu üzerine ona Belediye binası ve başkanı evini tarif etmişti daha sonra kız kurları başkanın Şeker gibi sesiyle sorduğunu söylemişlerdi ve pabuç Dilli Ahmet ana kapısını kapamış kertenkele indirilmiş bir koşu eski arkadaşının yanında mutlu olurum başa bağlı yobaz kadının tek iyiydi eski arkadaşı ve zamanının çoğunu alçak pencereleri elinden sokağa yeşil yapraklı bitkileri ve uyuz kedisini izleyerek geçirirdi tespitlerini zorlamak için hikayelerini üç kuruş arasında kaç geceleri ölümlerini daha da anlaştık birbirlerini anlatarak geçirdikleri o ucuz Romanlara çevirmişlerdi Ee söyle bakalım kimmiş Kimmiş diye sordu kimden bahsediyorsun Canım şu iki çantalı kız kuzeyden biri kuzey mi Hangi Kuzey Ankara’ya kadar kuzey mi yoksa Karadeniz mi Ne bileyim ben kuzeyden işte Ne istiyormuş Peki yer istiyormuş kimin yerine Tabii ki Savcının yerine öğretmen miymiş öyle diyor Başka meslekten olsa Kız başına buralarda ne işi var Başka ne dedi peki gülücükler saçta hiç şaşmadım ona beni kurtardınız zaten kurtardınız öyle mi Evet aynen öyle Hadi işte başka amaçları olan biri daha başka amaçla aptalım benim belden aşağısını düşün güzelim patronun biri erkek ne de olsa bayan öğretmen çok iyi Fransızca konuşuyormuş belden aşağı ama Hay Allah’ım ne yaparsın içine nasıl yaptın cereyana mı kapıldın da oldu Sonra sırtımı dönüp gitti İki hafta durumdan hoşlanır o gecede konuşarak mahkemeleri çıkmıştı kuzeyden erkeklerden onların zaaflarından biri öğretmen dışında her şey olabilecekken hiç yaratıktan gösterip Bir de pek güzel oluşundan bir de öğretmen için biri oldukça güzel oluşundan Hatta bir mesleği olamayacak kadar güzel oluşundan bahsettiler ismi Ümit öğretmendi Ümit etmek vakıflarıyla herkese etkiliyordu Tıpkı yaşatmıyor öyle gün çekiniyorum Çalıkuşu romanındaki güzel öğretmen gibi Aslında Reşat Nuri Çalıkuşu romanına bir Fransız romanından esinlenerek yazmıştım Bu yüzden edebiyatı öğretelim de pek itibar görmemişti ama yıllar sonra 80’li yıllarda devletin televizyonu romanı diziye çevirmişti sabaha kadar her şeyi ya da Neredeyse her şeyi öğrenmiştik Ümit öğretmen şehrimizdeki tek Otel sayılabilecek savcının tansiyonunda kalmıştı o gece belediyeye karşı Sonuçta masraflarına sabahleyin Başkan şeyi bunun yanında bir damat gibi giyinmiş ve onu okula götürmek insanlarla tanıştırmak için almaya gitmişti işgalcik Fransızlar askerlerinin en yüksek rütbedeki komutanı da bu güzel öğretmenle tanışmak için hemen yerini almıştı öğretmeni Fransızca bildiğini herhalde duymuştu ve onun Narin elini yıkarken gözlerine bakıp Fransızca konuşmaya başladı karşısında hem güzel hem çok çok güzel hem de dilini konuşan bir Osmanlı mürebbiyesi vardı belediye başkanının hali görünmeye değerdi donuk siyah pantolonunun yırtacak kadar ayak onun 90 kiloluk kesesine daha sevimli kılıyordu tıpkı bir sirk fiilinin dans etmesi gibi onu güzelleştiren bu hareketlinin karşısında genç öğretmen bir yandan kendini oraya ışınlamak istercesine ufağa bakıyor bir yandan da zarif eliyle tokalaşıyordu sınıfa sanki bir savaş alanına dalar gibi girmişsin İçerisi ahır gibi kokuyordu yerde yanan bayrağını az biraz Külleri kalmıştı mavi kırmızı ve beyaz renkli bayrağın Sadece kırmızı parçası gözüküyordu insanlar bir ışınla toplanıp bayrağı indirmişler ve yerine kırmızı beyaz bayrağı göğe gitmişlerdi birkaç devrilmiş sandalye mekana curcuna sonrası izlenimi veriyordu bazıları gizlenme gereği duymadan ne olup biteni burunlarında sınıfın pencerelerine dayamışız diyorlardı tahtada bir şiirinin ilk geceleri yazıyordu bize gözlerine ve beden hareketlerini anımsatan Bu yazı Kuvayi Milliye deli öğretmenin olmalıydı başladığı gibi de son buluyordu Kim bilir o hangi bitti döşeğin üzerinde yatıyordu ya da belki uğraşacakların ve soğuklar suyun altında getiriyor orada olabilirdi Belediye Başkanı kapıyı açtıktan sonra söze girmiş ve bayrağı göstermişti Fransız komutan öfkelenmişti ama bunu bayan öğretmeninin yanında yansıtmamaya çalışıyordu Aslında yeni bir karar almışlardı halkı galeyana getirecek davranışlarda bulunmamak istiyorlardı çünkü en son Maraş’ta Türk bayrağını indirip Fransız bayrağını çektikleri Kale yüzünden başları belaya girmişti Fransız subayı uçuruna hakim olamamış bir Ermeni kıza Şirin görünmek için insanları isyana teşvik etmişti İpek yeleğinin yan cebine sosise benzeyen parmaklarını kaldırmış Kömür Gibi Gözlerini bize çevirerek Siz de yerleri ne yapıyorsunuz burada demişti bize öyle gözlerinizi dikeceğinize geçsenize buradan demişti ama onu pekala’nın kaliteli bir şarap gibi yutulmayanlardan hiçbir yerinden kıpırdamamıştı genç kadın sınıfın bir tane birisi ona küçük hanımlar atmış ve kendine defterlerini ve kalemlerin durduğu kürsünün önünde bulunmuştu piyasalardan birine 23 ve yazılı sayfayı okumuştu aynı anda gülümsediğini feçesinin yakasından çıplak ensesine ışıktan bir tür misali donanan saçlarını görmüştük sonra bayrağın küllerini orada durmuş devrilmiş iki iskembeyi kaldırmış farkında değilmişsin en fazla içinde kuru çiçekleri düzeltmiş kocaman tahtayı ve eksik kalmış deseler silmiş kazık gibi yerinde Duran başkana gülümsemişler Halbuki kadın Gülüşünden uzakta yağmalanmış topraklarını en az 15 yerinde her gün binlerce ölüm meydana geliyor İnsanlar birbirinin gırtlağını kesiyordu orada kadın düşündüğünü söylüyor Artık imkansız bir düşe tatlı bir sarhoşluğa ya da hoş bir eyleme dönüştü bütün bunlara karşın Başkan 20’li yaşların gülümseyişiyle olduğu yere saklanıp kalmıştı güzel öğretmen Fransız komutanı Cilveli bakışlar atıyor oradan Komutanlığı harika kendini kaybetmiş Yıldırım aşkına tutulmuştu Başkan havalı görünmek istercesine göbeğini hafifçe vurmuşlar ve içeri çekmişti Ümit öğretmenden sonra kan kendinden emin ve dans edercesine Öğretmen her zaman okulun üst katında kalırdı Tepeyi Onun da bahçelerine fıstık ağaçlarını kucaklayan bir manzara hakkında kalması için vesaire ediyordu Bir gün onunla havaalanından sohbet ettiğimizde güzelleştirdiği bu odayı görme fırsata yakalamıştım yine de mesafemizi koruduğumuz o gün ortam kitap Yalnızlık ve huzur kokuyordu Kuvayi Milliye oraya kaçanlığından bile hatta hemşireler ona oradan almaya geldiklerinde bile kimse oraya girememişti belediye başkanının anahtarı kilidi kopmuş kapıyı birazdan şaşı olarak zorlamış sonunda açabilmişse gelir rehberlerini Özgür gülümseydi birden yüzünden silmişler Ondan sonrasını uyduruyor ya da tahmin ediyor olabilirim ama yanıldığımı sanmıyorum çünkü başkanın dehşete tabi anlamında koca mantar damarlarda böyle dedikten sonra Şaşkın yiyecek ifadesi ve nefessiz kalmış bir halde olaydan yalnızca birkaç dakika sonra temiz havayı derin derin tanımak şöyle köylü gibi cebinden pkk’le sayılmayan kocaman Kaderinden biri çıkarıp sümkürmek için kendini bahçeye attığında ben oradaydım uzun bir süre sonra Ümit öğretmen de gözlerinin kamaşmasına neden olan aşağıya çıkmış bizi görebilmek için kapattığı gözlerimi yeniden açmıştı tül paçasının altında iri siyah badem gözler sonrasında uzaklaşmış yeri henüz düşmüş ve ışıldayan taze kahverengi kabukları ile iki olgunlaşmış destaneyi yerden almak için çömelmişti parmaklarının arasında onlar yuvarlaktan ve gözlerini kapatarak kokladıktan sonra sessizce gitmişti Okulun bahçesinde büyük bir ceviz ağacı vardı o güzel kokusu her yere yayılmıştı merdivenlere doğru birbirimize dürterek koşuşturmuştuk Bu dünyanın sonu olmalıydı küçük dairenin Eski Halinden Eser kalmamıştı Huawei Milliye mekanı kendi yöntemiyle kullanarak yerle bir etmiştim öylesine titretecek yazmıştı ki bunu neredeyse kütüphanedeki her kitabı küçük kareler halinde kesmişti sınıfın en çalışkan İsmet rastası olduğundan tek tek hepsini ölçmüştü çakıyla Neredeyse her mobilyayı budamış ve her büyük tahta yığınlarını oluşturmuştu bu gıdadığı yerlere hamam böcekleri yuvalar yapmıştı yer yer yemek artıkları ve Fareler odanın içine de oluşmuştu 5 gibi elbiseler etsiz verenler gibi yere darmadağın saçılmıştı duvarlara tüm duvarlara papatya ve Gül motifleri duvar kağıtlarının üstüne mücadele kaygısı Taşıyan vizeler yazılmıştı tahtada yazan şiir şu şekilde başlıyordu Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak Evet Mustafa kemalciler vesile arkadaşları bağımsız bir devletin maaşı için şiir yarışması düzenlemişti ee ilk başta olan kişinin Mehmet Akif Ersoy olmuştu ancak Büyük şair para ödülünü duyunca bu yarışmaya katılmadığını söylemişti ısrar üzerine katılıp da Kazanırsan para ödülünü ordumuza bağışlayacağım dedi bunları herhalde bizde kaldığı süre boyunca toplanıyor kötülük ve kuşların dayanılmaz ise durumunda hanımefendi leylak ödüllerini edepsiz kokuları Ekleyeyim de köyün muhabir diye rüzgarın patlıyorsun kafasında yapmıştım Kuvayi milliye’den sonra da kendi savaşına kazanmıştı direkt bıçakla bedduaları ile savaş alanına hendeğini cehenneme söylemişler O da diğerleri gibi tamamıyla gitmeden önce içindeki faydasını haykırmıştı Tek isteği özgürlüktü Çanakkale Savaşı’nda parçalanan arkadaşları gözünün önüne geliyor kulaklarından top sesleri eksik olmuyordu ve berbat kokan cesetler Bu bir gerçekten ama başkanın üzerinde kalpsizliksiz biriydi Kuvayi Milliye destek olmamış her zaman padişahtan yana olan biriydi beş para etmez oranın tekiyle genç öğretmenimize tam bir hanımefendi ve Fransız komutana attığı Cilveli bakışlar başkanın hoşuna gitmişti aileden ilgilenmeden ve yargılamadan çıkmıştı Fransız komutan hemen iki sene geldi asker gönderip daireyi temizletti hatırlar çizerek ilerleyen Dumanlı gruplarıyla gökyüzüne baktım Bütün fare yuvaları ve çöp yuvaları kireçlendi ve kapatıldı insanoğlunun işkencelerinden ölülerden nasibini almış derenin ateşte sakatlar arası olduğunu anlıymış gibi yerden topladığı iki ceviz usulca okşadı o iki devlet Artık bizde açılan Kokuşmuş yaralarmış gibi daha hoş donmuştu Senin yanındaki kahvede Bizim karanlık dünyamıza nasıl dahil olabileceğini düşünürken Bizler Hala Deli Kuvayi milliyecinin kalitanlarını düşünüyorduk başımıza adam şeker hastası olduğu için vekiloğlu olduğu için Yemekten sonra oturduğu yerde uykuya dalıyordu bu sefer uykuya abartmıştı ve horlamaya başlayıp iskemesinden düşmüştü güzel öğretmen kahkahalarla gülerken Fransız komutan ona hayran hayran bakıyordu laf dönüp dolaşıp aynı yere geliyordu Ve bugün kim olduğunu hatırlamıyorum Haziran bahsedilmişti yine kim olduğunu anımsamadığım bir diğeri de genç öğretmenimize oraya yerleştirmeliyiz savcının pansiyonuna demişti Herkes bu fikri mükemmel bulmuştu her maçta da kısa bir süre önce arkandan bahsedilen geçtiğini söyleyen başka Elbette Herkes birbirine dürtmüştü çarşı camisinde İmam şerefeye çıkmış ezan okumaya başlamıştı o yıllarda İmamlar ve sana şerefeden okuduklarından ve bugünkü gibi hoparlör teknolojisi kullanılmadığından ve sana sesi kulağa çok tatlı gelirdi Yağmur zemini yoklamaya başlamıştı Ertesi sabah akşamdan kalma belediye başkanının Afyon’a Enes patlamamıştı kadın kadife takımı altası fesi ve kösele ayakkabılarıyla Bir önceki günkü damat kıyafeti ve kendinden emin tanırlarını rafa kaldırmıştı artık kendini tiyatroda varsayip yol kesmesine gerek kalmamıştı Ümit öğretmen onu çözmüştü harbiden kendini bir karaktere sokmanın sırası değildi padişah yanlısı olduğunu Saltanat yanlısı olduğunu artık Ümit öğretmen de biliyordu Üstelik müjdeli habeşideki Ümit öğretmen de kurtuluşumuzun avrupalılarda olduğuna inanan biriydi Üstüne üstlük savcının evine Şu kıyafetleriyle gitmek oyunu baştan kaybetmek demekten Diğeri ona elbise giydirilmiş bir maymuna bakar gibi bakar da yoksa genç öğretmen mesafeli gülüşünü koruyordu elbisesi ilk günkü kadar sadeydi Ama bu sefer Sonbaharda olmayan Ellerim değdi Antep işi denen danteliyse kıyafetinin bütününe muhafazakar bir hava katmıştı Başkan çamura basa çıka yürüyordu Oysa söyle temizlenmiş yerlere basıyor bileklikler ve akıntılardan uzak durmaya çalışıyordu ıslak zeminde sıçraya sıçraya bir hayvanın yön bulmaya çalışması gibi oyun oynuyordu çok genç bir kadının duruyor satrancının altında zamanında kaydıraklarda kayarak kiraz ve kırmızı böğürtlen toplanan Bahçeler de büyümüş ama oraları terk etmiş Haylaz bir kız çocuğunun gizlendiği su götürmez ve gerçekten Belediye Başkanı tek başına sadece fikirlerini açıklamak için pansiyona girdiğinde o kapının eşiğinde beklemişti Savcı başkana Beni koridorunu 10 metrelik tabanı ve siyah beyaz taş deseninde ayakta beklemişti yerler uzun zaman önce başlamış piyonları insanlardan zenginlerden güçlülerden ve savaşçılardan oluşan yarım kalmış bir oyun tahtasını andırıyordu ötede hizmetliler karım çokluğun onları izlemekteydi Başkan bir solukta her şeyi anlatmıştı hoş kelimeler arayışına girip lafı dolaştırmamıştı gözleri zemine ve Salçanın 1 sınıfta olduklarına dönüp konuşmasını yapmıştı hiçbir şeyi saklamamıştı kıyametten emekli alamette birdenbire akıllarına düşen bu fikirden batının gelişmişliğinden geleceğimizin batıda olduğundan ve padişah Efendimize ona saygımıza getirmemiz gerekiyor gerektiğini söylemişti Özellikle de bunu kendisinin naklettiğinden küçüğü bahçedeki ağırlamak gerektiğinden söz etmiştim bahçedeki kitleler ve büyük Çınar’a toplamış bir hayvan gibi seslenmemiş ve susmuştu sadece hiç araya girmemişti ve kapı öğretmeni açılmıştı buraları hallaya pullayabilirim şahsen pek zor olmaz Ama neye yarar ki gerçekler Dışarıdan yaşamınca çok daha güçlü bir etki bırakıyor öğretmen içeri girmiş sonra seninle mesajlaşmıştı sadece önce genç kızın topukları olduğu kadar burunları da biraz çamurlanmış siyah dedi yazlık ayakkabılarına bakmış Bu yüzden elini görememiştim kahverengiden ziyade griyi falan bu çamur taş Demin de izini bırakmış siyah karı olur beyaza Beyaz oranları siyaha boyamışlar sadece onun koşullar ne olursa olsun her zaman parlayan ayakkabılar olmuştur 1 metrekare alanında kalsın yağmur sularının altında Kaldırımlar yok Olsa bile o adam her zaman Ayaklarında Lekesiz ayakkabılarla dolaşmıştım Bir keresinde evde kimsenin onu izlemediğinden Emin onları temizlemesine şahit olmuştum o sırada Birkaç adım ileride ceviz ağaçlarının Ardında 12 tane adam bir adamın kellesine pay biçiyordu o gün hareketlerinde karışık bir durum vardı.
Buraları düzenleyebilirim şahsen pek zor olmaz Ama neye yarar ki gerçekler Dışarıdan yaşanınca çok daha güçlü bir etki bırakıyor Ümit öğretmen içeri girmiş zarif eline savcıya uzatmıştı Savcı önce genç kızın topukları olduğu kadar durumları da çamurlanmış ayakkabılarına bakmış Bu yüzden Ellik ödememiştim savcının koşullar ne olursa olsun her zaman muhafızlarının kansızlığa kadar parlayan ayakkabıları olmuştu Bir keresinde adliyede kimsenin onu istemediğinden eminim onları temizlemesine şahit olmuştum o sırada Birkaç adım ileride şeyimiz ağaçlarının Ardında 12 adamın kellesine pay biçiyorum düğününü gördüm bugün hareketlerinde iğrenmişlik ve karışık bir küs kaldık sezmiş ve pek çok şeyi de anlamamıştım bugün mermerden satranç tahtasına yeni bir anlam kazandıran çamurlu ayakkabıların karşısında her şeyi farklı gelişmişte sanki dünya yörüngesinden çıkmıştı Savcı sonunda kendisine uzaklamış olan küçük ele kavramış uzun süre tutmuş ve sözmüştü Bir asır demişti başkan bize ve daha sonra sözlerine devam etmeden bir asırda en uzunlarından biri vurgulamıştı sadece kızının eline bırakmadı götürdü onu kendi avucunda tuttu bir süre ve o gözleri görmeniz gerekirdi artık hareket onun değillerdi sanki Hatta dudakları bile güzel dudaklar ve giriş siyah gözler biraz hareket ediyorlardı ama titriyorlardı da sanki bir şey söylemek istiyor da söyleyemiyordu göçeğe bakıyordu onu gözleriyle yutuyordu sanki hayatında hiç kadın görmemiş gibiydi yani böylesine bir kadına Ben nereye gideceğimi şaşırdım Düşünsenize bir Bu ikisi Ben başka bir yerdeydiler kilitlenip kalmış gibi İyiler birbirlerini gözlerinin derinliklerinde kaybolmuşlardı Sanki küçük gözlerini pek öpmüyordu dinleyen gülüşünü adamın burnunun dibine sokuyordu başına oynayamıyor rahatsız olduğu bir şey hiç önemsemiyordu varlığımı anlamında kalacak bir şeyler bulmaya çalıştım beni yabancılaştırmayacak bir şeyler ve o anda resmen onun topuklarına da uzanan elbisesinin fidelerine sığındım Başka ne yapabilirdim ki sonunda elini çeken kızcağız oldu ama bakışlarını çekmedi sadece kendi evine baka kaldı sanki biri etini koparmıştı Biraz sessizlikten sonra bana baktı ve evet dedi Sence gayet iyi gidiyor Tamam artık Bunun tek bir önemi yoktu Ümit öğretmenle beraber ayrılmışlardı ayakta yeniden kapatamadan durdular sonunda ağır adamlarla yukarı odasına çıktı Tüm bunları bunu hiçbir zaman bu kadar çökmüş afallamış görmemiş sayesinde biliyordum sadece her şeyin yanında olup olmadığını soran yaşlı hizmetçisine cevap bile vermedi Belki de gece tekrardan sokak lambalarının mavi renkteki ışığını teğet geçtiği koridora geri dönmüş ve Gördüklerinin gerçek olup olmadığına emin olmak için siyah siyah zemindeki çamur lekelerine bakmıştım inanmak güç ama 1921 yılının köyünde sadece hükümet konağının etrafında gazdan yapılan lambalar yanardı sonra yine eski zamanların gülümsediği şeyler hiçbir şeyi aydınlatmayan gülümseyişiyle kendisine Sözen uzaklaştığı karısına bakmıştım ardından tuhaf günler başlamıştı Savaş belgeleri her zamankinden hızlı devam ediyordu Sokaklar sakalları uzamış ve grileşmiş uçsuz bucaksız pis bir sofradan oluşan karınca yuvasına dönmüştü Fransızlar gerilla savaşında başarılı olamadıkları için ambargo’ya başlamışlardı halk Yiyecek ekmek bulamıyordu açlıktan deri kesmelerini yiyenler bile olmuştu ilk önce sokakta tepenin yanında yatan at neşeli bir gün sonra tamamen yok olmuştu Diğerlerine kemikleri kalmıştı gece ya da gündüz artık top sesleri dinlemiyor tıpkı hiç karar kötü bir duvar saatinin yelkovanı ile var oluşumuzu yaralı bedenleri ve öbürlerine Hoş gördük en kötüsü artık onu duymuyor olmamızda her gün ölüme atlasa saçaklarına olan inançlarına getirmemiş olan ve aynı yöne doğru yürüyen genç erkeklerin ilerleyişini izliyorduk Karayılan ve Habeş Efendi Bu kaç taktiği ile Fransızlara bir yükselenler veriyordu henüz Tanık olmadıkları şeylere gülümsüyorlardı bağımsızlığın geleceğine inanıyorlardı batıda ise Mustafa Kemal büyük bir hazırlık içindeydi orduyu Sakarya’nın doğusuna çekmişti sonra öldürücü darbeyi vurmak için hazırlanıyordu tekalif-i Milliye kanunları çıkmıştı geçmiş yaşamlarını gözlerinde parlıyordu zaten neşeli olabilmekten Geriye bir tek gökyüzü kalmıştı Yıldızların Altında acıyı görmezden gelebilmek için Ümit öğretmen öngörüldüğü üzere bahçedeki müştemilata yerleşmişti Başka hiç kimsenin olmadığı kadar oraya yakışmıştı rüzgarın izinsiz girip çıkarım açık mavi perdeleri ve Kır Çiçeklerini okşadığı mekana kendisine Has birini ziyafet kutusuna dönüştürmüştü Fransız başkomutan onu akşam yemeğine davet davet etmişti bu yemek Köy halkı Onun bir vatan hain olduğunu düşünüyordu O ise hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi bahçedeki kayısı çekirdeklerini topluyordu sonra bu çekirdekleri kurutup havanda dövdükten sonra minik torbalara koyuyordu birçok vatandaş İlk fırsatta onu taşlayarak öldürmenin fazla olduğunu düşünüyordu Sonuçta o Fransız generalinin koynuna giren bir sürtük Hatta fahişeydi elinde kırmızı bir not defteri olurdu çizgisinin ötelerini alıp gider pek görülmeyen bir noktaya bir özelliği de değil hayır sadece yüreğiyle bakardı çok çok kabul görmüştü ama Türkler tarafından değil Fransızlar tarafından romantik masada mumlar yanıyordu ve kırmızı şarapla arkadaşları doldurulmuştu Ümit öğretmen bu gece çok heyecanlıydı kaba bir Türk tarafından değildi kibar bir Fransız erkeği tarafından becerilmenin ne kadar güzel bir şey olacağını Hayal ediyordu yemekten sonra generalin odasında yatağa uzandılar ve ateşli bir sevişmeye başladı general kısa süre içinde rahatlamıştı Ümit öğretmen ben birer ikiye alırım sen tahmin edip kalkma ben sana getiririm deyip ayağa kalktı cebinde küçük torbalar içinde kurutulmuş kayısı çekirdekleri vardı çekirdekler yüksek oranda Siyanür içeriyordu ve bu Kalesi çekirdeklerinden en fazla 2 tane yenildi Oysa torbada onlarca çekirdeğin özü vardı ve küçük torbayı generalin kaderine doldurduktan sonra şarabı da olurdu general büyük bir hızla şarabı içip hemen ikinci sevişmeye başlamak istiyordu ve ateşli Öpücüklerin ardından siyanların etkisiyle yatağa yayıldı Ümit öğretmen hiçbir şey olmamış gibi kıyafetini giyip askerleri çağırarak kenara çekte Sevişme esnasında kalp krizi geçirdiğini söyleyerek askerlere Doktor çağırmalarını söyledi Aslında Ümit öğretmen bir Türk aşamaydı Fransızlara yaranmaya çalışan ve Generali öldüren bir Türk ajanı ateşli bir Mustafa Kemal taraftarıydı bu herkese Hatta koca arayışındaki rakamlarını bile büyülemeyi başarmıştı çok kısa sürede başlarıyla onu sen anlamışlar burada onlara nazikçe aynı şekilde karşılık vermişti öğrencileri ona ağızları beş karış açık bakıyor O da onlarla dalga geçmeden şakalaşıyordu sınıf hiçbir zaman o kadar kalabalık ve neşeli olmamıştı babalar En ufak bir şey burun kıvıran ve okula gitmeden geçen her günü adeta sıkıcı bir pazar günü gibidir yani oğullarına laf geçirmekte zorlanır olmuştu bir dananın koynatları altında kafasının yarısını kaybeden Saftirik Dede adam bile her sabah öğretmenin sınır kapısına kendi elleriyle topladığı bir döneme çiçek bırakırdı çiçek bulamadığında bir avuç kekik ya da yonca bırakıldı O da yoksa Çeşme’de yıkama üzerinde gösterdiği sonrasında yatak atletiyle kokladı üç taş bırakırdı öğretmen gelip de hediyesini görmeden önce oradan uzaklaşırdı başkası olsa Güler taşlar ya da otları bir kenara atardı ama öğretmen öğrencileri onun ambere çalan sarı saçları Efendi yanaklarına bakmakla meşgulken bu suçu onları yerden alır avucunda o çaresine tutar ve sınıflandırma atar atar atmaz çiçekler ya da otları mavi Seramikten kuğu şeklindeki vazosuna yerleştirip taşları da masanın üstüne bırakırdı herhalde dışarıdan izlerdi onu ona gülümsedikten sonra koşarak oradan uzaklaşırsa öğretmen Bazen onlar rastladığında ateşi olanlara yapıldığı gibi anları okşar onun sıcaklığını
Hissedebilmek için avucunu hemen sonrasında okşadığı yere götürürdü pek çoğu Delinin yerinde olmak istemişti bir bakıma Erdal olmak istedikleri birine dönüşmüştü genç kadın onu bir böbrek özeni ile seviyor bu kendine genç bir nişanlı gibi hissediyordu kimse bu durumla dalga geçmeyi aklından geçirmiyordu Peki ya Savcı İşte bu bir başka konu bilinmeyen radarları görüyoruz onu iyi kötü tanıyan belki de sadece şişkoda yıllar sonra çok sonra bana olanlardan söz etmişti davadan veya savaştan sonra herkes ölmüştü artık Kirli çamaşırları kurcalamaya gerek kalmamıştı ama yine de bana anlatmıştı kendisi gibi diyerek yollarla yaşatırız ve inzivaya çekildiği küçük evin önünde bir akşamüstü olanları 1923’te bir adamın üzerine doğru geldiğini görmediği bir at arabasının altında kalmıştı rakı şişelerinde buluyordu söze başlayan doğru olmuştu küçüklere yerleştikten sonra savcının epey değiştiğini görmüştük kadın kokusuna kapılmış hasta bir arı gibi bahçede geziyordu yağmur kar rüzgar ona kız geliyor bahçede kuruluyordu Normalde kapıdan bir adım öteye gitmezdi Gaziantep’ten döndüğünde çalışma odasına ya da kütüphanesine kapatırdı kendini ona bir tepsiyle sadece bir bardak su götürürdüm yemeği saat 7.00’de geldi öğretmen Hanım geldikten sonra her şeyin düzenini değişti mahkemeden daha erken dönüyor doğrudan bahçeye çıkıyordu Anka oturuyor uzun bir süre okuyor ağaçları seyret alıyordu Bazen onu pencerenin dibinde bir şeyi arıyormuşçasına dışarıya bakarken yakalıyordum yemek öğünleri İşte bu hemen şaşırtıcısıydı Genelde öyle çok iştahlı biri değildi ama artık neredeyse tabağına bile dokunmuyordu eliyle Bana işaret ediyor Ben de her şeyi kaldırıyordum bir tek Suriye havayla beslenemezdi ki bir gün onun ortasında ya da başka bir yerde baygınlık geçirmiş bir halde bulacağımızdan eminim başına bir şey gelmedi yani bir tek yüzlü özellikle yanakları çöpte o kadar Bir de dudakları olduğundan daha da engel de o kadar belki de bu durumu aşk acısı yüzünden düşmüştü erken yatmasına rağmen artık geceleri oturmaya başlamıştı Hatta doğrusunu söylenen sessizliklerle bölünen ağır adımlar işletiyordum Buyur gezen miydi hayalini kuruyordu tam olarak ne yaptığını kestiremiyordum pazar günleri küçük çıktığında onunla karşılaşmak için her şeyi ayarlıyordu sanki bunun tesadüfen yapıyordu ama Aslında her şeyi ayarlıyordu bazen doğru anı bekleyip sonrasında hiçbir şey olmamış gibi harekete geçtiğini görüyordum hız farkına varıyor muydu bilmem ama o hiç çaktırmıyordu kız ona neşeli ve anlaşılır bir merhaba diyor ve yoluna devam ediyordu ama neredeyse yaramazlar selamlaştıkları yerde saklanıp öyle yakalıyordu sanki bir şeyin gerçekleşmesi için orada da uzun süre bekleyebilirdi Kim bilir Neydi o beklediğin sonunu da istemeye istemeye içeriye giriyordu şişko Burhan uzun uzun kepenklerle çökmeye başlamıştı sadece bahçede sularına doğru yürürken genç öğretmenin bulunduğu pencerede bakarken Hayal etmiştim bir adamın aşkını ağlarına takılması şaşılacak bir şey değildi dünya kadar eski bir şehri bu böyle durumlarda tüm olur olmaz meseleleri olayların akışına bırakılır görünüş olan şeyler ancak başkaları için yapılanları için geçerli olabilirler asla hiçbir şeyi anlamayanlar için Savcı bile mermer kadar soğuk gözü ve buz gibi elleriyle çarpan bir kalbinle güzelliğin kulağına düşmüştü Özünde bu durum onu insan yapıyordu o bana aynı zamanda bir akşam büyük bir yemeğin düzenlendiğinden bahsetmiştim Savcı ona tüm Gümüş takımdan çıkarttırmış İpek de Peçete ve işlemeli örtüleri ütü ettirmişti 50 kişilik bir yemek mi Hayır sadece iki kişilik genç öğretmen ve kendisi için bir tek onlara gibi bir masal bu iş için özellikle aşçılar çağırılmıştır ağır çoktan uykuya çekilmiş ve etrafta Arap hizmetçiler kullanırken onlara hizmet eden de senin 1921 yılında öldürülmeden önce yaşayan bedenimde Gece yarısına kadar sürmüş yemek Çünkü Kur’an’da birbirlerine neler anlattıklarını öğrenmeye çalışıyormuş ve güzel Ayşe ona şöyle demiş Sadece birbirlerine bakıyorlar Burhan durumu kendi çıkarını kullanmış ve sabah onu uyandırılmak durumunda kalır adama bakaklarca içirmişti kendilerinden geçmişlerdi sonra Burhan her şeyi temizlemiş yerleştirmiş ve gidiyormuş melekler gibi Uyuyan kızı örtülere sarmış gece çökmüştü ilaçlı hizmetçi artık susmuştu saçlarını örtmek için başörtüsünü kaldırmıştı kendisi öylece bir süre karanlıkta kalmıştık Ben az önce bana anlattıklarını düşünmüştüm sonunda bir işe yarıyormuş gibi göründüğünün ceplerini karıştırmıştı gökyüzünde peş peşe Yıldızlar kaymıştı aniden de durmak zaten Sanki ihtiyacı olanlara yalnızlıklarına yaslanmaları için destek veriyordu sonra her şey eski haline dönüşmüştü alın dedi Burhan Belki de bununla ne yapacağınızı bilirsiniz bana büyük bir anahtar uzatmıştır oraya gitmediğimden beri hiçbir şeyin yeri değişmedi evini tek mirasçısı karısı tarafından uzak bir kuzen o kadar uzak ki onu hiç görmedik noter onun Avrupa’ya gittiğini söyledi oradan geleceğini Sanmam onu aramak için her şeyi amaç zamanı da düşünürsek ben yakında aranızdan ayrılacağım bir bakıma oranın bekçiliğini Siz yapacaksınız Burhan hala derinden Kalkmış ve elime verdiği anahtarın üstüne kapattıktan sonra başka tek bir söz söylemeden eve gelmiş de çatalın anahtarını cebine koyup oradan ayrılmış ken Kur’an’a bir daha konuşma fırsatım olmadı halbuki bu istek uzun süre içinde kemirip durmuştu bu Tıpkı gıcık yapmasına rağmen pek sağlıklı olmayan bir balgamı sevmek gibiydi Ama biraz daha zamanım olduğunu düşünüp hep erteliyordum bu insanların en büyük ahmaklarıdır işte hep ertelemek bir Türklerde en çok sahip olduğumuz da okudum yarın yaparız ya da yarın bakarız daima zamanımız olduğunu tekrarlayıp durur yapacağımız işi 3 gün ötesine erteleyiz sonra her şeyi yitip gider kendimize tabakların arkasında buluruz Bu da sohbet için pek Uygundur ortam olmaz defnedildiği sırada sorularıma cevap olmak istercesine Buradan da tabutuna bakmıştım ama cami imamının etrafını Arapça sözlerle kötüledi ahşaptan başka bir şey yoktu ağır ağır ilerleyen kalabalıkta mezarlığa giderken buranın şu aşıkları oynayan savcının yemek hikayesini anlatarak benimle alay edip etmediğini bile düşünmüştüm ama artık bunun bir önemi yoktu tansiyonun anahtarları hala cebimde 6 ay önce onu bana verdiği geceler Bu yani onları kullanmamıştım Toprak aklımı başıma getirmişti mezar kısa sürede yeniden kapatılmıştı buradan sonunda toprağa kavuşmuştu İmam yanında çamurda şak şak ses çıkaran korodan 2 köylü çocuğuyla gitmişti Tıpkı Filizlenmiş buğday tarlasına yayılmıştır öyle kuşları gibi dağılmışlardı ben mezarlığa gitmiştim oraya daha çok sık gitmediğim için kendime sitem etmiştim güneş yağmur ve geçip giden yıllar porselen Madalyonun ortasına yerleştirdiğin fotoğrafı doldurmuştu Artık tek bir saçının gölgesi kalmıştı ve Betül’ün arkasından bakıyormuş gibi gülümseyişini sadece tahmin edebildiğim çizgileri duruyordu elimin isminin altınyılda zaten götürmüş ardından Kafamdaki hayatımın parçası olan tüm bu hikayeleri onu anlatan anlat avradın ayrılmıştım onsuz geçen Hayatımdan duymaktan artık ezberlemiş olacağı hayatımdan söz ederek zaten tansiyona gitme kararına daha Doğruhan cenazesinden sonra almıştım hastanede teyzecilerinden biri bende olduğum için gizemli bir dünyaya dalmakta amacım Evet işte o gün kapıdan sakal gibi sert sarmaşıkları iyi olmuş ve anahtarı yuvasına sokmuştum kendimi Bilmem hangi huyuna kapısını zorlayan Prens gibi hissetmiştim aradaki Tek fark buradaki hiçbir şeyin gerçekten uyumamasıydı ama gölge ve tozların arasında kalmış pansiyonu anlatmaya başlamadan önce size başka şeyler anlatmak istiyorum Ümit öğretmenlerin bahsetmek istiyorum mesela Çünkü herkes gibi ben de onu görmüştüm köyümüz öylesine küçük diye Yollar dönüp dolaşıp birbirine çıkar Her seferinde sesimi çıkararak selamlardım onu gülümseyerek ve başına hafif karşılık verirdi fakat bir gün bakışlarına bambaşka bir şey yakalamıştım bu tıpkı bir kurşunu çekmesi gibi bir şeydi İlkbaharım bir pazar gününün akşamüstüydü havaya Akasya kokuları hakimdi Hava güzel olsun olmasan piyadeler bir düşsün ya da düşmesin hep pazar günü yani kızın tepeye gitmek üzere aynı güzel bir hafta kesintiye çıktığını biliyordum Bunu bana söylemişlerdi babası günler Benim de elimde hafif bir film taylora Donanım olurdu Sonuçta Habeş Efendi’ye yaranmak istiyordum bu silahla yanlar için oldukça bir oyuncaktı Aslında bunu avlan ablanacak hayvanlara İthafen yazılmıştı tırnak içinde hiçbir şeyi hissetmeyeceksin olduğu türlü bir gecenin sonunda cansız bacaklarına ve sıkıcı yüzüne bakmaya dayanamadığı karısına Bu cümlenin yapıştırılmasından korkmuştu bana söylediği şey komikti Uzunca bir süre Aklımı kurcalamıştı Bir Filinta ile ne yapılabilirdi ki Kuşkonmaz mı yetiştirilirdi Ya da öldürülen Fransız generallerinin yerine yeni atanan Generali alnının ortasından Vurup yere serebilir miydim Bir enstrüman gibi çalınır mıydı baloya mı gidilirdi bir Ferit öldürmekten başka ne işe yarardı ki kan dökmek asla bana göre bir şey değildi bunun bilincindeydim ve hediyesini kabul etmiştim o günden beri de pazar günü işlerinde onu bir baston gibi kullanıyordum ama sürekli yanında taşımak gibi bir alışkanlık edilmemişti yıllar geçtikçe namının parlaklığından eser kalmamış pek de çirkin sayılmayan koyu boyası ortaya çıkmıştı bu silahı bana hediye eden adamın büyük ayaklara beresini eczacılıkta kullanılan bitki aramalarının yoğun kokulu işte açılarına karşı bir düşkünlüğü vardı sık sık gökyüzüne bakarak başını sallar tertemiz gökyüzüne beyazlıklarıyla lekeleyen büyük gruplar geçince de aniden düşüncelere dalardı ve sonra eşi oraya eşekler derdi vatan haini hilafettiler Yaşasın Mustafa Kemal işte onu düşününce aklıma tek bunlar geliyor hafıza çok ilginç üç kuruşluk şeyleri tutuyor geri kalanları siliyor o artık ölmüş olmalı bu lafı burada kesiyorum kesiyorum diyorsam da bunun nedeni Gerçekten böyle icap etmesi Üstüm Bu yazdıklarımın neye faydası olacak ki Anlamadığım bir şey ifade etmeye Bu satırları kaşın Kazlar makarneyna diziliyorlarsa öyle sıralamam da görmeden kelimeleri işlememin ne anlamı var ki neyini okumaya Gidip gitmediğini söyleyebilirim belki haftada 3 gün tansiyona temizliğe gelen temizlikçi bana dönüş Sanırım bir numaralı defterimi buldu bakıyorum epeyka harcıyorsunuz dedi Ona şöyle bir baktım ama diğerlerinden daha fazla değil cevap beklemeyip 20 yaşından evde kaldığımdan beri diline dolanıp Duran salak şakalarım mırıldanarak Temizliğe devam etti cevap beklemeyip 20 yaşından ve evde kaldığımdan beri de net donanıp Duran Yanık Ömer şarkısını söylüyordu Mustafa Kemal’in sevdiği şarkı onu Elbette açıklama yapmaya yeterli ama neyi anlatacaktım ki satırların arasında bilmediğim ama aynı zamanda bana tanıdık gelen sokaklarda ilerliyor gibi olduğumu mu Vazgeçtim o gittikten sonra yazmaya devam ettim en kötü defterlerin başına ne geldiğini merak etmiyorum şimdi 4 numaralı deftere yazıyorum 2 ile 3 numarayı bulamıyorum ya kaybettim Ya da Banu soba yakmak için onları eve götürdüm ne önemi var ki kendi kendime konuşuyorum şimdi de tepede o meşhur pazar günü saatlerce görmüştüm biraz çukurda kendi içine çekilmiş Küçük Bir Şehir vardı emekliye ayrılacak fabrika binalarının yığınları ve fabrikanın gökyüzüne Bir gözü delmek istercesine uzanan tuğladan Bacaları vardı Duman demekten oluşan Sanki içinde bir sürü kapı olan düşkün dünyayı umursamadan yaşayan salyangoza benzer bir gezegene bakıyordum Halbuki dünya pek de uzaklarında değildi onu görmek için tepeye çıkmak yeterliydi Belki de sırf bu yüzden aileler pazar görüşleri için büyük bir satan balığının ya da tekne dümeninin ara sıra sularını dalgalandırdığı kanal kıyılarını ve onun zararsız Unutulduğunu tercih etmekteydiler Tepe ise sahne perdesi sahne perdesi görevini yapıyor kimsenin içinden gösteriye dahil olmak geçmiyordu herkesin kendine göre korkuları vardı eğer Tepe olmamış olsaydı gerçek bir gerçek gibi savaşın sillesini yemiş olacaktık Halbuki hasta bir bedenden çıkan osuruk gibi savaşın sesi geçip gidiyordu yanımızdan diğer tarafta epey uzaklığı tepenin gerisinde yani bizlere ait olmayan dünyanın diğer ucunda Savaş tüm önerilerine sergiliyordu kimse oraya tırmanıp olup biteni görmek istemiyordu onu efsaneleştirerek onunla yaşamayı öğreniyorduk Mustafa Kemal Düşmanın en güçlü olduğu yerden ilk saldırıyı başlatmış tı hiç beklemedikleri bir yerden saldırmıştı bir yıl boyunca tekâlif-i Milliye Emirleri altında insanlar var olduklarına sahip oldukları her şeyi vermişlerdi imparatorluk 11 yıldır sürekli Savaş içindeydi önce Balkan Savaşları sonra Birinci Dünya Harbi ve sonra da İstiklal Savaşı ve çok güçlü bir top ateşe Sonunda ilk yarım saatin içinde bütün günah topları yok olmuştu Orada büyük bir hızda İzmir’e Doğru kaçmaya başlamıştı ve büyük kovalamaca başlamıştı Evet Kuvayi Milliye kazanmıştı İşte bunlar oluyordu O kadar daha tepeye daha tepeye dediysem 10 metre kadar daha yukarıdan çıkabilmiştim nedeniyse bir anlık gafletin biraz da kırık kanadından 2-3 damla kan akan ve çırpınarak uçmaya çalışan bir araca takip etmem de büyüklerimiz bize tepede yedi uyuyanların mezarlığın olduğunu söylerlerdi hristiyanlığı kabul ettikleri için İmparator tarafından ölüme mahkum edilen ve kaçıp mağaraya sığınan altı insan ve bir köpek 300 yıl boyunca uyumuş 300 yıl sonra uyandıklarında herkesin Hristiyan olduklarını görmüşlerdi ve bir süre daha yaşadıktan sonra tekrar aynı mağarada ölmüşlerdi ve Efsaneye göre mezarları bu tepenin zirvesindeydi önceleri bağlana sanki büyük bir vermiş gökyüzüne açılmış bir alışmış gibi kimde kalktığı bir kırığı taçlandırıyordu ensemde hissettim sıcaklıklar bana aşağıdaki birilerinin toprağı ve deyimlerimize çizdiğimiz bu görünmez sınırı fark ettirmişti gözlerimi kaldırdığımda onu görmüştüm gel gel papatyalarla bezenmiş sert çimenlere Gelişi güzel oturmuştu elinden yere dökülen elbisesini açık rengi bana ressamların çizdiği meşhur oluyor yemeklerini anımsatmıştı etrafını çevreleyen Çimen ve çiçekler sanki Sırf onun için burada bitmişti Meltem ara sıra Saçlarını Bu kolilerini havalandırıyor sesine tatlı bir ışık kuruyordu güzel gülüşüyle tanış şahidimdir bizlere attığı gülüşler O andekinin yanında Galatasaray tamamen mesafeli sayılırdı geniş ve sonsuz karanlık babayı seyretmişti ileride cephe sınırı ile gökyüzü birleşiyordu öylesine ki insan bir sürü güneşin aynı anda doğup başarısız bir maytap patlaması gibi battığını zannedebilirdi savaşın erkeksi küçük Karnavalı kilometrelere yayılıyor bulunduğumuz sınırdan cücelere veya cücelere göre ayarlanmış bir silgide kurunun gölgesi gibi seçiliyordu her şeyi öylesine ufaktı ki ölüm bu küçüklüğü umursamıyordu çığlıklar açlıklar korkudan karın ağrıları Tüm bu trajedi almış başına gidiyordu ve Türk askerlerinin yapamadığı bir şeyi tek başına becermişti Fransa genelde bir gecede öldürmeyi başarmıştı ve suçlu da bulunmamıştı ümit öğretmen Tüm bunları gözlerini kırmadan izliyordum dizlerinin önceki kitap tanıdığım yazmaya başlamasıyla kırmızı kapaklı bir not defteri olduğunu anladığım bir şey çıkıyordu kullandığı kalem öylesine küçüktü ki avucunda kayboluyordu ve sözcükleri yazdıkça Hatta tasarladıklarının arasından dökülüyordu arkasında Durmuş onu izlerken kendimi hırsız gibi hissettim tam böyle düşünürken gülümseydin ilerdeki savaş alanında bırakmış yavaşça başını bana doğru çevirmişti ne yapacağını bilmeden bir hastalık gibi orada kazık gibi yeni bir ülke koyacağız dedim yeni Bağımsız ve ülke ve sonra düşmanı kovduktan sonra büyük savaşımı savaşa başlayacağız cehaletle olan savaşa önce Arap askerini kaldıracağız Latin alfabesine geçeceğiz sonra kadınlarımız başlarını açacak dünyaya Özgür bakacaklar ve sonra medeni kanun kabul edilecek ve çağdaş uygarlık seviyesine giriyoruz yükseleceğiz önünde çırılçıplak olsam o kadar rahatsız olmazdım sanırım başımdan Selam vermeyi denemiştim bana gülümsemişte Bütün bunlar kısa süre içinde olacak demişti Ve sen geleceğin bağımsız ülkesinin bir Ferdi olacaksın yüzü ilk defa kış günü gibi donuktu takı bir rolününki gibi yani içten içe canlarını yitirmiş kanı çekilmiş bir başkasının yüzüyle bana bakmıştı Ceza gibi bir zaman geçmişte sonra bakışlarını yüzünden çekerek sol elime felin tanımı saatte elime baktı onun gördüğünü görüyordum biri ağaçbakanın kıçı gibi kızarmıştım O an ağzımdan dökülür dökülmez pişmanlık duyduğum kelimeler sarf etmiştim Aslında dolu değil dedim Sonra durdum bundan daha aptal görünemezdim bakışları ayrılmamıştı üzerimden sonra manzarasına geri döndü ve beni başka bir gezegene havale etmeden önce omuzlarını silkti Onun için fazlasıyla çirkindi bu gezegen çok daha rahat daha takvim takvim doluydu öyle bir gezegendeki Ebu Tanrılar ve prensesler bile parmak uçlarında oranından geçerken orayı umursamazlardı bu insanların gezegeniydi o Pazardan sonra onu uzaktan bile görsem karşılaşmak için elinden geleni ardına koymadım Sokak aralarına dalıyor kapı eşiklerine sığınıyor olmadı şapkamın altına gizleniyordum göğüsleri artık görmek istemiyordum utançta doğru taşmıştım Halbuki o pazar utancından yerin dibine girmem gerektirecek bir nehrimde yoktu içten içe ne hissetmiştim ki böyle Savaş manzarasına bakarak kırmızı not defterine bir takım şeyler yazan bir genç kızdı o sadece Hem de benim hakkım değil miydi canım istediğinde yeşillikler içinde dolaşmak linkaya kapının üstüne bir yere alsa vermiştim Hala da oradadır her seferinde Bir Hain gibi genç öğretmenim bizim gezegenimizin kıyısında son bulan pazar yürüyüşlerine yeniden başlayabilmem için herkesin öyle gömülmesi gerekmişti aynı yere otururum onun yerine ve yeniden nefes alırım dakikalar geçer bugün huzur ve ağırlığına kavuşmuş olan o baktığı yere gösteri istersen Ve pırıltısı o manzaraya bakarım savaşları almış O Orana yayılmış Gülümsemesi Sanki o günü yeniden canlandıracakmışcasına yeniden düşer Aklıma ve beklerim sonra bizden başkomutan gözümün önüne gelir Hacı anestezi geldi ordularını kurtar tepeden bakıp elinde dürbünü ile Yunan komutana bağırmaktadır işte Hala ben bugün yaşadığım heyecanı bekliyorum savaş devam ediyordu 3 haftada Süreyya hanımdan kıl çeker gibi Fransız askerlerinden Kıçına tekmeyi basacaklarından Emin bazı askerleri artık daha kavukluk yapmayı bir kenara bırakmışlardı Hepsi kara yılanın önderliğinde savaşıyordu savaşın 1 yıldönümü sadece son olarak mesleği tanrının bir lütfu olarak gördüğünü bana söyleyen ve demir yollarında 10 yıl çalıştıktan sonra emekliye ayrılan huni kafa çam yarması lamıştım pek çok kişi bu ismin bir rakı haneye uymayacağını söylemişse de onun meyhanesini bu isimden başka birisi olmayacağına bu isim olmazsa Meyhanede olmayacağını Sadece bu sözünün ne anlama geldiğini gayet iyi bildiğini eklemişti mekanın adı doğru yer doğru mekandı Nihayet herkesin ortak ve fethedileşmesini sağlayacak bir adım atılmıştı ve davet düzenlenmişti Bu sayede karşı çıkanlar doğru yer doğru mekanın aslında hiç de fenasım olmadığını düşündüler daha sonra zaferi kutlamaya başladık herkes rakı kadehlerini birbirine tokuşturuyordu sarhoş olduktan sonra kıllara doğru uzayı uzanıyorduk 4 Ağustos sabahıydı Güneş blok gibi yükselmiş çiğdemlarını hemencecik kurutmuştu hava öylesine sıcak olacaktı ki tüm Arzular bakınca çekti top seslerini çekmiyorduk artık kulaklarımıza her zaman geldiği yöne kalacak dahi duymuyorduk Ümit öğretmen geçirmiş zaman ve taze burada ayın kokusuna karışarak Toprak kokusunun bitkin bir beden olduğunu düşündüren pansiyonun köşesinden dönük köye dalmıştı Fatih meyhanenin kapı eşiğinde kalmış kan çanağı Gözleri ile gökyüzüne baka kalmış sakallarını oluşturmuştu ceplere değil taşlarla Veletler dünyayı kucaklamaya koşuyorlardı Bir daha onu görememiştim yani onu bir daha hayattayken göremedim aynı gece küçük bir oğlan çocuğu Koşarak bana gelmiş ve beni çıplak kafama sakın erken yakalayı vermişti onun ise gözleri yaşta doğmuş iyiydi gözyaşları Ergen yüzünde sanki Kora değmiş ve içine gibi akıyordu çabuk gelin çabuk hemen tansiyona gelin dedi tansiyonun yoğunluğu iyi biliyordum çocuğu orada bırakmıştım bir taze gibi koşmuştum sadece göğsü ve bıçak darbesiyle ikiye ayrılmış göreceğinden Hiç şüphem yoktu 20 yıllık Odessa işkence ile geçirmiş bir mahkum teşekkürlerini sunmaya gelmiş olmalıydı Hatta yolda kendi kendime böyle bir sunum yani savcının barbarca İşlenmiş ve cinayetin kurbanı olmasını idama yolladığı belalarına muhakkak masumların da bulunduğu bazı kişilerin karga tulumbası ekrana götürülürken masumiyetlerine yıkılmış olmaları sonucunda kaçınılmaz ve gerçek olarak yorumluyordum açık Bahçe kapısının önündeydim hala ıslak saçlar gelişigüzel giymiş gömlek ve yanlış düğümlenmiş pantolon ve püsküllü fesim de deli gibi çarpan kalbimin orda ayrıldım işte olan birdenbire Tam karşımda ayakta gerçek bir usta şeytanın kumandanı bir imparatordurmuştu karşında Duran’ın bağırsakları tamı tamına yerinde ben ve kemiklerin damarlarında kan kanıyla savcıdan başkası olmadığını görmüştüm birden bile Onu öylesine bir dilek gibi iki eli boşlukta gözleri dalga ve dudakları çekerken karşımda görünce demiştim ki kendi kendime demiştim ki ne demiştim falan hatırlamaya çalışayım her şey durmuştu Ümit öğretmeni tansiyonun köşesinden dönerken görüyordum en son bu sahne onlarca kez tekrarlanıyordu gözümün önünde tüm ayrıntılarıyla canlanıyordu gözümün önünde elbisesinin dargınlaşıyor herkesin rüzgarda savruluşu çantasının salınışı yeni doğan güneşte siyah çarşafının altında ensesinin de yazdı demirhanenin üç adım ötesinden yükselen Örs serbest’e mal bantların daha sesleri ve meyhaneci’nin kırmızı gözleri kapı önünü süpüren kadının süpürgesinin sesi taze saman kokusu çatıları teğet geçen sene onların yakınmaları ve küçük oğlan çocuğunu notlamaya götürdü ineklerin ve ölemesi her şeyi tüm ayrıntılarıyla birebir geçmişteki gözümün önünden bu sahneyi hapsedilmiştim sadece ile kapının girişinde birbirimize bakmadan ne kadar kaldı hatırlamıyorum birleşmeleri Geçen gün tüm zamanın dilimlerini hareketlerimizi bugün anımsamıyorum bugünkü ağlasam da boşlukların olmasının nedeni kılıfında büyük deliklerini açılıp anaların Böylece dağılmış olmasından kaynaklanıyor Otomatiğe bağlanıp mekanik eşyanın zamanında Onları izlemek zorunda kaldım Belki de bana anılarıma verdiler yol gösterdiler Kim Bilir az sonra Göğüs kafesimde yüreğimde kanını yeniden Aktığını duymamıştım Gözlerim açıktı sadece yanı başımda solumda az biraz yerinde duruyordu açık renkli kumaşlardan da şöyle bir çiçeklerle donatılmış bir odadaydık birkaç Mobilya bir komidin ve askerini andıran bir dolapta bir yatak vardı yatağın üstünde de kitaplar ve kitapların yanında Ümit öğretmeni dünyaya Ve bizlerin üzerine tamamen kapanmıştır elleri göğsünde birleşmiştim sabahki şeftaliden gelse sözlerindeydi Ayaklarında yine sade kahverengi toprağın güneşten çatlayıp toza dönüşmüş kahverengisinden ayakkabıları vardı bir Pervane yaralanmış Pencereye çarpıp ayakta kalsalar çözerek yüzüne doğru uçuyor tekrar cama çarpıyor ve korkunç o eski dansına başlamadan önce tepede uçmaya devam ediyordu genç kızın hafif yaralanmış yakasının arasından bir kırmızılık derin bir iz görünüyordu savcıbaşı ile tabağında bulunan mağlub profesyonel halde diye işaret etmişti karmaşık ama dengeli şekilde tutulmuş bakırların üzerinde 5 Katar bulunan bir hata göre Deniz ve okyanusları eşliğinde sallanıyordu sonra cebinden yorulmuş incelerden bir kemer çıkarmıştı üstünde papatya motifleri bulunan garip bir düğüm attığı bir kemerdi bu önce birbirimize tek bir söz söylememiştik konuşmamıştık Evet Gözlerimiz birbirini arayıp bulduktan sonra tekrar genç öğretmenimle birleşmişti ölüm henüz güzelliğinden çalmamıştı hala aramızdaydı Geri zekalı ben onu koruyordu seni eskisi gibi solgundu elleri onlara koruyordu rahatsız olmuştum Çünkü bu münasebetsizliğinden dolayı gözlerini açıp bana izin vermişti tek bir hamle ya da adım atmamıştı Ümit öğretmen yüzündeki bakışlarımı ona çevirdim ve boşlukta kaybolmuş gözleri bana tek bir soru sormuştu cevabını bilmediğim bir soruydu bu Allah aşkına Neden ölünürdü ki Neden olmuyor ister insan Bugün bile biliyor muyum sanki ölümü bu kadar para ettiğini artık onun akraba gibi olduğuna ve Gaziantep’teki hapishaneye yılda bir kaç kez gelip kurbanlarından birinin asılmasına şahit olduğuna ve sonrasında hiç etkilenmemiş kesin yani Kebapçı grubuna yemeğe Gittiğine göre Buna en iyi o bilirdi Akşama yiyince kemeri işaret edip kızı onun mu diye sordum Evet demişti cümlemizin aman aman öyle diye Gerek kalmamıştı o adama temizliği bir şey bulabildiniz mi diye sormuştum yavaş şey etrafına dolaba iskelenin tuvalet masasına çek buketine kitaplara pencereyi zorlayan sıcak ve ağır geceye yatağa verdiği zamanı ilerletmesi için akrebine geçen özenle saate baktı ve gözleri benimkilerle birleşti hiçbir şey bulamadım dedi artık Savcı olmaktan çıkmıştı cevabını bir tespit mi yoksa bir sorun olduğunu ayırt edemiyordum Belki de dünya hayatlarının altından kaymakta olan bir adamın sözleriydi Bunlar merdivenden ağır ağır ayak sesleri işletilmişti acılı ve yorgunum birkaç kişinin adımlarıyla Bunlar Kebapçı Burhan ağır ve arkalarında da doktor bir sokak darbesi kadar sert fakir olan insanca bir doktordu fakirdi Çünkü parasız aileleri gittiğinde onlardan ücret almıyordu bu aileleri Bizim buralarda sıkça rastlanıyordu saf gülüşüyle son ödersiniz derdi ve sefalet içinde yüzmüyorum ki canım ben derdi Halbuki zevki yıllarda ölmesine Sebep olarak yine sefaletin kendisiyle açlıktan ölmüş demişti ağzı sarımsak kokan kurumuş teniyle Gaziantep’ten krom bakır ve deliyle döşenmiş arabasıyla gelen meslektaşı Ümit öğretmenlerine sorunda tam takır bir mutfakta bir yer değiştirir acısı bir halde yatan bedenini incelemeye gelmişti ne bir mobilya yeni bir dolap ne bir ekmek ya garantisi vardı etrafta bir tek günler öncesinden kalma boş bir tabak ve bir parça kuyusuydu açlıktan diye tekrarladık duruyordu kafasını bir kova gübre suyuna soksaydık Bu da şaşırmazdı herhalde ve sen Ayşe o yıllardaki bedenimde öğretmene yaklaştım pek bir şey yapmana gerek yoktu Ne yapılabilirdi ki zaten yeni genç kızın amına sonra yanaklarına kaydırdım ve boynuna indiği anda izlediğiyle karşılaşıp durdu namazlarını da açık kafalarımızı asla sarılamayacak sorularla birbirimize bakmaktan başka bir şey kalmamış diye yapılacak Burhan orada kalacak Genç Kızın odasına daha fazla işimiz olmadığını hissettirmişti bize tek bir bakışta kapının önünde bulunmuştur kendimizi Elbette ki savaş vardı ve devam ediyordu ve sayısız ölüm vermişti ama genç öğretmenin ölüm haberi ve ölüm şekli Küçük Şeyler bomba gibi düşmüştü Sokaklar boştu yaşlı teyzeler dillerinde daima dedikoduları olan ve zaman kaybetmeyen yaşta saklananlar evlerine kapanmıştı Meyhanede adamlar tek bir söz etmeden içiyorlardı kahvehanelerde de aynı şekilde çay bardakları Tıpkı birer dakika şeyi gibi havaya kaldırılıyordu tek bir kaderilerin boğazlarını gırtlaklarının boşalanmış birilerinin sesi işitiliyordu o kadar şaşkınlık sürüyordu Hatta yaz bile bölünmüş gibiydi orucu kapalı günler gelmişti Güneş günlerce mahkemenin rengindeki bulutların arkasında gizlenmiştir çocuklar artık sürtmüyor balık avlamayacağım kırmaya koşmuyorlardı Hayvanlar bile isteksizdiler sanki Nizip çayı akmak istemiyordu bir yerde durup birikmek ve göl olmak istiyordu devrilmekte olan ölü bir ağaç gövdesi gibi zamanı belirtiyordu Canlar bazen kurtulmaları şehri dolduruyordu deli Erdal olup biteni anlayan tek insandı acısını okulun kapısında iki büklüm ayıklıyordu Belki de yakınımız onun gibi yapmalıyız öyle zamanlarda belki de yapılabilecek en iyi şey buydu savcıya sorular sormam gerekiyordu insana gibi vakalarda yapılması gereken tek şey bu sordu tabii eğer bu bir intiharsa Sonuçta bu kadının Hürriyet uğruna Fransız generalini öldürmüştü doğru olanı söylemek gereken neydi benim görevimde onun önünde sesimi çekiştirmekte farkedere tavana Ellerime bakılmaktan gerçek soruları sormaya cesaret edemeyen biraz salak olmaktan başka bir işe yaramazdı bahçede gezinirken pencerenin açık olduğunu fark etmiş bu manzarayla karşılaşmıştım içeriden kilitlenmiş kapıyı zorlamak için koşmuştum ve sonra hiçbir şey onu Kollarımı almış yatağa yatırmıştı sonrasında beni çağırmıştı bunları bana bunları bana Savcı anlatmıştı Savcı davayı izleyen günlerde pansiyona kapanmıştı saatlerini bil pencerenin Ardında sanki genç öğretmen hala çıkacakmış gibi eve bakarak geçiriyordu limit öğretmenin ailesi olup olmadığını araştırmıştık araştırmanın Birazını ben çoğunu Belediye Başkanı üstlendiği hiçbir iz bulamadık zarfların üstünde gördüğümüz öbür ev sahibine ait olduğunu düşündüğümüz adresin dışında hiçbir şey Arkan bu adreste oturan kişi ile görüşmeye çalışmış ona mektup yazmıştı ancak Kuzeyli şubesinden tek bir şeyi anlamamıştı her neyse konuşmalarından yarım yamalak anlayabilir diye Bu kadının bir şey bilmediği idi mektuplar geldiğinde ise onların üstüne genç öğretmenin bildirdiği tansiyonun adresini yazıp göndermekle yetiniyormuş çok mu mektup vardır diye sormuştu Başkan o zaman yanındaydım ama cevap alamamıştım bunun üzerine postacıyı sorguya çektik asla hayır diyemediği turlarından hiçbir zaman gündelik gezintisini tamamlayamazdı günün sonunda çamaşırhanenin duvarına Yaslanır çantası kucağında 3-5 siyasi şeyi gebeler bir çalar saat gibi olurlardı tansiyona Vardan da zaten Günün Son demleri yaklaşmış olurdu ve fırtına da yakalanan bir geminin güvertesinde Yürür gibi ilerlerdi mektuplar mı Elbette oraya mektuplar gelirler ama ben adrese bakardım isme değil ona İsimsiz mektuplar geliyordu Bence rahmetli bir Kuvayi Milliye ajanıydı Pansiyon işte Bunda zor bir şey yok ki ister savcıya olsun ister Kıza hem bana ne ki bundan evin sahibi Savcı değil mi Ben ona sesleniyordum O hepsini dağıtıyordu demişti Postacı sözlerini tamamladıktan sonra burnuna bağıracağına sanki yaşamasını sağlıyormuş gibi gömmüş kokusunu derin ciğerlerine çekmişti başkan ve ben orada sessizce içmeye devam etmiştik sonra bir tur daha dönmüştü ağızlarımızdan fazladan bir kelime bile çıkmamıştı sigaralarımızı havaya tutturuyorduk bardaklarımızın ardından başkalarına birbirimize bakıyor koyu denli çayın keyfini çıkarmaya çalışıyorduk Aklımızdan neler geçtiğini anlayabiliyorduk ama İçimizden savcıya gidip o ayrı çalıştığını sormaya ne onun ne benim cesaret edebileceğimizi gayet iyi biliyorduk Bu yüzden Susarak birbirimize bakmaya devam ettik Anlaşılan Araplar gibi sakalına bıyığına yağ sürüyordu öğretmenin adını pek çok kez tekrarlamama rağmen dosyaları karıştırıyormuş gibi yapıp bir yandan da altın saatine göz atmış diğer yandan padişahımız efendimize dualar okumaya başlamıştı saçlarını düzeltip temiz tırnaklarını kontrol etmişti kesmeye götürülürken bile olup bitenin ardından habersiz bunun bakışlarından hiçbir şey kaybetmeyen öküzler gibi Vurdum Duymaz bakışları vardı ağzında köşe dönüşen vefat edecek kadar büyük bir ses çıkararak kibirle yediği kebap durumundan bana ikram etme öyle takımda bulunmuştu müfettiş ardından bir kırbaç yapması gibi bir isim telaffuz etti o an anlamıştım bu kişi onu sekreteriyle ve bir şeyler hatırlamak adına zihninin derinliklerini darmadağın ediyordu sonunda genç kızın geldiği günü anımsayabilmişti insanlar her zaman yaptıkları işlerini adamı değildirler sekreteri daha çok bir larvayı asalağı Kamburu andırıyordu asla Güven Telkin etmeyen bir vücudu vardı tuhaf ambalajına hiç uyumayan iki büklüm olmuş bir gövdeye sahipti ona kızdan ve başına gelenlerden söz ettiğinde iki kaşının arasında kafa atmış olma olasılığından daha fazla şaşırmış gibiydi ahmak mı fetiş takılmış olacak ki ha babam Burnumuzun dibinde dolanıyor İyi peki deyip bizi bir an önce kapının önüne koymaya arzuluyordu kolalanmış ve pahalı parfüm ve boğulmuş yakalaya selam bile vermeden sekreterin odasından ayrılmıştık o da aynı şeye benziyordu kasvetti gidiyor ıslak çamaşır odunun Mental Filo kokuyordu etraf sobanın önünde oturabileceği bir eserle işaret edip üç mürekkep şişesinin bulunduğu masanın arkasına geçmişti şoke etkisinden çıktığında Ümit öğretmenin Geldiği günden söz etmeye başlamıştı Özellikle de başka birimizin dışında Tabii kişinin ardından Onu dinlemek Aslında erkek tarafında Bir Hayal olmadığını da kanıtlıyor gibiydi Ümit öğretmen diye biri gerçekten var olmuştu Üstelik onu anlatan bir kapının düşmanlarıydı sonunda sekreterlerin eline sıktım ve ne için Bilmem ona iyi şanslar Diledim Bu temel İnan adımlarla öylesine dökülü vermişti o da pek şaşırmışa benzemiyor işte Zaten müfettişin eserini sıkmadan uzaktan Japon selamını verdim sadece şans mı verirseniz Benim için de iyi vermişti biliyordum Bunu sadece ona bakarak anlayabilirdiniz şimdi ne yapmalıydık Ümit öğretmenin cenazesinden söz edebilirim mesela hiç Çarşamba günüydü aramızdan ayrılmaya karar verdiği günkü kadar güzel dava Hatta belki daha sıcak Hayır orada Evet güneşten Buğday ve atmadan taşlar yapmış çocuklardan dolup Taşan Çarşı camisinden Kebapçı Burhan’dan ve küçük kızından beytuğu gibi ben o sırada yerini alan savcı’dan yeni gelmiş O varlığını umursamadığımız Ama herkese duygulandırmayı Başaran vaazıyla cenazeleri çok doğal karşılayan şişko köy imamından bahsedebilirdim en büyük değişimi sadece yaşamıştım birkaç kafa daha talep etmeye devam ediyor elde etmesine ama sanki eskisi gibi değildi daha kötüsü bazen iddianamelerinde olayları karıştırabiliyordu bunu söylerken bile tam olarak gerçeğin yansıtamıyorum olayları inceleyerek sonuca götürürken coşkusunu falan yani diye boşlara daldı en büyük değişimi Savcı yaşamıştı birkaç defa daha talep etmeye devam ediyordu etmesine ama sanki eskisi gibi değildi daha da kötüsü bazen iddianamelerde olayları karıştırıyordu bunları söylerken bile tam olarak gerçeği yansıtmıyorum olayları inceleyerek sonuca götürürken coşkusunu frenlendiği boşluğa daldığı ve konuşmayı kestiğini söylesem daha doğru olur adeta orada dinin mahkeme salonunda bambaşka bir alemdeydi sanki yok oluyordu Tabii bu çok uzun sürmüyor dedi Tabii Bir tek kimse kaldığı yerden devam etmesi için onu dökmeye cesaret edemiyordu bir şey yolunda rahatlık ediyor gibi ama ne zaman davasına giriyorsa yargılanan dahil olmak üzere herkes yeniden soluk alıyordu sadece bahçedeki müştemilatı kapatmıştı savaşın sonuna kadar okula başka bir öğretmen nasıl öğrenmediyse başka bir kiracı da gelmemişti Savcı bahçedeki gezmelerine son vermişti gitgide daha az çıkıyordu Sonraları tavada mezar taşının parasını onun karşıladığını öğrendik Herkes çok hoş bir hareket olduğu konusunda hemfikirdi öğretmen öldükten Birkaç ay sonra Adalet Sarayı’nda ayak işlerine bakan bir adamdan savcının emekliye Ayrılmak istediğini duymuştum işkembeden atacak biri değildi bu adam ama yine de ona inanmak da gelmiyordu İçimden bir yandan savcının 20’lerinde olmasa daha iyi önünde daha birkaç yıl olduğunu Diğer yandan da emekliye ayrıldıktan sonra 100 kişi şekerinde 200 metre sıkılmaktan Başka ne yapabileceğini düşünüyordum Yanılmışım sadece tam olarak inanmadığı son davasına girmiş ve mahkumun idamına onaylatamamıştı Tamam boşaldıktan sonra hakim kısa ve kararı sağır bir konuşma yaptı ardından değerse saçının başını çektiği yerde bir takıma kalktılar kerata ve diğerlerine katıldığı bir çay parçası verildi Ben de aralarındaydım daha sonra çoğu veda yemeğine katılmıştı oraya gidememiştim kaymak tabakasına kadar dahi kabul edilebiliyor ortam ama ancak doğuştan itibaren dahil olabileceğimiz etkinliklere zarar gelince gidip üstümü giyebilirdim izleyen günlerde sadece sessizliğe gömülmüştü şimdi diğer yargıç Bey gözlerinin bedeninden geriye bıraktığım donmuş kana al kıyısına yani kıyısına o sokağa geri dönmeliyim Arap Saçı olmuş ve birbirine karışmış gibi gelse de Derinlerde Bir yerde tüm bunlar yapıştırması olanaksız Keskin parçalardan oluşan imkansız hayatımın simgeleridir insanları anlamak için köklerine varana direkt inmek gerekir zamanında denize çevrilmek için omuz darbesi yeterli gelmeyecektir zamanı çatlaklarından kazmalı ve onu virüssüzleştirmeliyiz ellerimizi kirletmememiz gerekir hiçbir şey beni çeksenmiyor artık bu benim işim dışarısı gece ve geceler ucundan da olsa ortaya çıkartmaktan başka ne yapabilir ki insan diğer saçının bıyıklarına hala yumurta sarısı vardı Damla hastalığını Özgür takıntılı havası sürüyordur dudaklarının kenarında Aslında kalmış gülümsemesiyle şatoya bakıyordu bahçeye açılan küçük kapı Aralıkta tepelenmişti yargıç çalmaya ve adeta sinek Kovar gibi kullandığı Bak onun havada sallıyordu Güneş artık sesi yarıp geçiyordu Nehir akıyordu Daha doğrusu çay demeliyim çay akıyordu köseli ayakkabı tabanı kadar sert yanaklarımızda bahçeye hiç yazılmış kazıklar gibi dimdik ayaktaydık Yarın kulaklığını not almayı bırakmıştı hem Neyi kaydedecektik her şeyi söylenmişti Pekala deyip duruyordu sonra aniden senegalle Jandarma eline döndü irtibatlarımı iletirseniz dedi damdan düşmüş kediye dönemi için diğeri kime yargıç Bey dedi afallamış sadece karşısında kime ne yumurtaları pişirir tabii ki dedi bu yumurtalar harikaydı Başka kimi olabilir kendinize gelin dedi yarın için insanlara Dostum diye hitap etmesi arasında o kişiye dost olarak görmediğinden bir göstergesiydi yargıç yumurtacı Jandarma yeri yarım kulaklı şişko Burhan’ın oğlu ve yargının Söz yöneltme diye Bendeniz öylece bir süre daha kaldık Doktor bir müddet önünde böyle çanta atıyor ve eldivenleri elinde aramızdan ayrıldı güzel Ayşe daha doğrusu örtüsünün altında küçük kız bedenini bırakıp gitmişken kanaldan hızla sokmaya devam ediyordu o anda Yunanlılara ait bir atasözü aklıma düştü aynısı da iki kere yıkanılmaz yoksa bu bir Türk atasözü müydü onlarla o kadar karışmıştır kesin atasözü birbirine karışıyor orada çok iyi hatırlamak beraber hususun zamandan ve yapmakta olan sudan yani basitçe hayatın kendisinden söz ettiğini ve onun bir daha asla geri gelmeyeceğini değindiğini söyleyebilirim sonunda beyaz örneklerin içinde donduklarından göstereyim un gibi ak 2 ambulans görevlisi geldi Gaziantep’ten yola çıkmışlardı olay yerini bulmaları epey zamanlarını almıştı yargıç ölçeği göstermek için bir işaret çakma tarafından teslim alabilirsiniz demiştim İyi beygirden ya da kahvehanedeki herhangi bir masadan söz eder gibiydi kimseye tek bir kelime bile etmeden oradan ayrılmıştım işlemi yapmak için senin kenarına tekrar gelmem gerekiyordu Mesleğimi herkesin acili değildir öğlenleyin ilk saatlerini beklemem gerekmişti sabahın o ayazı dağılmıştı Hatta havaalanının bile olmuştur Sanki başka bir günü yaşıyorduk beni sen anlamışlardı onun arasında küçük kitapları okuyordu ara sıra bir tanesi havayı yoklarcasına yüzeye çıkıyordu botların üzerinde sayısı su damlası vardı Her şey değişmişti çayın kenarında güzel Ayşe’nin bedenini bıraktı izin dışında hiçbir ipucu kalmamıştı 1 TL dalı için 2 ördek bir Pig ile çöküşüyordu sonunda biri diğerini gagalamayı başarmış ve arkasındaki şikayetlenen baklamaları dikkate almadan oradan uzaklaşmıştı ve ben bu olaylara iyilik meleğim sayesinde şahit oluyordum iyilik meleği bana zamanda yolculuk yapmayı bir lütuf olarak sunmuştu 1982 yılına dönmüş İyi ki Okuldaki ilk günümü hatırlamış ilk aşkım Ayşe’yi hatırlamıştım ve şimdi 1921 yılındaydım bir süre sonra güzel kadın ve karnındaki bebeği düşünerek oyalanmıştım Hatta hatırlıyorum küçük kızını öldürüldüğü yerden geçerken onlara ve mutluluğumuzu düşünmekten biraz da utanmıştan birkaç saat sonra veya güzel kadın ve kulağıma dayadığım da mahmur bir çocuğun hareketleri ve öpebilmesine iş ettiğim kabak gibi göbeğini yeniden göreceğimi biliyordum herhalde o buz gibi dünyanın en mutlu insanı ben olmalıyım uzakta nefes alır gibi öldüren ve ölmek falan sayısız insanın arasında tek mutlu olan beğendim 10 yaşında bir kuzucuğun yüzü olmayan katilini hemen yanı başında Evet en mutlu kişi beğendim soruşturmanın Tuhaf yani Selam hiç kimse Yani herkese emanet edilmiş olmasıydı Savcı Ondan bir çorba yapmış da Belediye Başkanlığı yaşa burnunu sokmuş Jandarma olayın kokusunu almıştı çevrilen dönemler ortaya çıkaracak biraz daha getirtirmişti cinayetin ertesi güne Savaşı’nın nişanına bahane direkt liseye Emir verebileceğini ima etmişti Rusça gibi bir adı vardı adam fransızdı ama belki de ruhsatıldı fransızdır napoliten rahatsızlığı da özgü havası davulcu bir sesi arkaya taranmış bir yöntemle saçları sıkınca bıyıkları vardı esnek bıçakları Yunan savaşlarına özgü bir duruşu vardı Uzun lafın kısası küçük rütbeli bir Apollo oldu artık küçük köyümüzde iki cinayet vardı birincisi güzel Ayşe ve arkadaşını öldüren ve yakalanması gereken ve Çınar ağacında sallanması gereken bir sapık ve Kuvayi milliyeci Ümit öğretmeni öldüren bir vatan haini nasıl biriyle karşı karşıya olduğumuzu hemencecik kavramıştık amatör bir kadın adamıydı Ama iyi olanların tarafından mıydı ana kadar kimseye gezmeden onu içebilecek bir şeytan Fransız Otel müşteri yokluğundan dolayı kapalı olduğu için birkaç odasına kiraya veren kömür ya biraz ya maymun kafesi satan Adamın evine yerleşmişti Savaş yılları onun emrenin en iyi yıllarıydı uzak yerlerden birkaç kurşaladığı şeyleri çok pahalıya satarlar ceplerine Gece gündüz demeden geçenlere ihtiyaç duyduğu Hayata duymadıklarını toparlayarak rüyalarından büyük oranda rüşvet alıyordu bazen savaştan çekilmekte olan birlikten sattıklarını alarak onlara yeni gelen değerlerine satıyordu Kısacası şahsına bunu hasır biriydi Ticaret adamı değiştiriyordu savaş sonrası durum bile keyfini kaçırmamakta kısa sürede mücadele sırasında devletin Ölülere ödüllendirme çılgınlığını kavramıştı bu adam Mahmut’a benzeyen göbeği kışları olduğu kadar yazarları bir türlü vazgeçemediği bonesi meyan kökü çubuğu yüzünden Ağzında kalp krizleri ile 50 yaşında bekar bilinen bir çapında olmayan bir adamdı var olan parasını harcaması hiç geçmez kumar oynamaz şehrin kenar mahallelerine uğramaz parasını şarj etmezse hiçbir günah ve hiçbir lüksü yoktu buna istekte duymuyordu Melez bir adamdı
Mirasçısı yoktu kimse ölümüne üzülmemişti sevilmediğinden değil tam tersi bu kadar altına düşkün arkadaşı olmayan birine şikayet etme hakkı olmadığı için de istediği her şeyi elde etmişti herkes nasip olmazdı bu Belki de yaşamasının dünyaya gelmesinin tek nedeniydi bu para biriktirmek Özünde diğer bir sürü şeyden daha anlamsız değildi Hatta onu epey faydası da oldu diyebiliriz ölümünden sonra tüm varlığı devlete kaldı Devleti asla yas tutmayan mutlu bir dul gibidir ve bu hatanın pansiyonda konakladığında ona en güzel odalardan birini vermişti bayisi Avcı her karşılaştıklarında da selamlaşmak için sesimi çıkarıyordu İşte o zaman tam tepesinde darmadağın olmuş 3-4 saatlerinin arasında Amerika kıtasını andıran biriyle kesecile biliyordu çok iyi Fransızca konuştuğu için bir zamanlar Fransız işler askerleriyle yerel halk arasında ve yerel halkın yöneticileri arasında tercümanlık görevi üstlenmişti çocukluğunda Fransa’da bulunmuştu annesi Fransızca sonra Türkiye’ye dönmüştü günde 20 kere 100 kere Karolin sevimli ayakkabılarını ayağına getirir ve o sarısı zaten gözleriyle konuşuyor çatırları tarafından fiyakalı bir Albay parmakları arasında sıkıştırdığı küçük kokuları içerdi söylediği şarkının satırları bunlardı bugün hala şarkı kulaklarında Çınar durur güzel Ayşe’nin düşündüğümüz ve ona bunu yapan şerefsizin yüzünü canlandırmaya çalıştığımız O Günlerde O adam Bomboş şarkısı beynimizi vermeye çalışan bir matkap gibiydi Hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir bir tek Aziz Ve melekler yanılgıya düşmezler bu cimri adamın Kara fatma’lar gibi çoğalan ve sayede fazla olan adiler demesine gitmesi neden onu anlatacağım şeyin ta kendisi de gayet iyi farkındaydı Halbuki davadan 20 yıl önce kariyerine hemen tersiyle yatan 5 yıl boyunca savaş olarak kalan yine de kendisiydi diğerleri büyük ilerlemeler kaydederken o sır çıkar yanlısı olduğu için yerinde saymıştım ama o Binlerce Kere sıradan bir işgal yanlısı değildi Hayır o taşaklı bir adamdı o zaman açık açık destek vermişti tarihin bir parçasıdır Bunlar Tabiri caizse büyük tarihin bir parçası doğup büyüdüğüm köydenmiş eve dönmem hitap etmişti geç kalmak istemiyordum babam hayatında artı bir ölü daha demekti ve ben yeterince nasıl bir mal almıştım evimi ölülerin eviydi uzun zaman önce Henüz bir çocukken annemi kaybettiğim evde Toprağı bol olsun ikisinin de artık orası gelsem yine iyi değildi Nesip Köyü Bir mezara dönüşmüştü benim için Kasabanın bile eski halini eser kalmamış herkes 4 yıl falan bombardıman ikiye bölünmüş binalar ve Suç ve peynir gibi delik deşik olmuş Çok savaş alanından çekip gitmişti Bir tek babam kalmıştı ağır da iğneyi de koyun koyuna yatarlardı zamanla birbirlerine benzemişlerde başka bir şey daha söylemem gerekirse o da ineğin ondan daha katı ve daha hırçın olduğudur babamla ikisi hayalet Kasabanın Harabeleri arasında birbirlerini böyle der gibi taşlayan buruşuk alanında çarpık bacaklı iki deliydiler Her gün güneş doğmadan gelip babamın kapısının önünde pantolonunu indirip bir güzel sıçardı deli Erdal her akşam babam onu Ege ile uyumasını bekler ağır kapısının önüne Aynısını yapardım zaman insanın kalbi ve bedeninde gerektiği gibi onların da içinde yaratmıştır Ee öldü mü Evet öldü adi herif bunu da yaptı bana yaşlıydı biliyorsun ya ben ben yaşlı değilim miyim E tabii aşağılığa Bak sen bana yapılır mı bu ne yapacağını Ben şimdi başka yere gidersin dedi Aklından zorun mu var senin piseriz baban kadar aptalsın sanmıyorum az da olsa çekmemiş midir belki Bilmem ki günahlarını Belki de bu dünyada çekmiştir ben kesin acı çekeceğim kesin öyle hissediyorum Al bak şimdiden başladı acı çekmeye Kalbim sıkışıyor deyip birden koşmaya başladı derler çıplak ayaklarıyla taşlara yazıyordu Eskiden şehrin Hanım Caddesi olan Atatürk Bulvarı yöne doğru ilerlemişti Tabii 1982’de bu caddenin adı Atatürk bulvarıydı o yıllarda daha soyadı kanunu çıkmamıştı kariyerinin sonlarında olan bir maliyet gibi büyük adımlar atarak bombacı kullarına düşmemeye Özen gösteriyordu Her üç adımda bir babamı kastederek geberdi aptal deyip bağırıyordu Kebapçı dükkanının köşesine döndükten sonra gözden kayboldu Bir berber kahvenin ortasında bir iskemle koymuş sırayla müşterilerine tıraş ediyordu bir firmanın patlamış çocuklarına benzeyen tahta kefenginin üstünde inci boncuk ve yenilikler yazıyordu babamın evi bir ahır gibiydi analara gömülmüş günlerinin fotoğraflarını yakalamaya çalıştığım olmuştu yanında her şeyi götürmek istemiş sonradan buna cesaret edememiş temkinli bir ömrünü tabutuna benziyordu ev aklıma öğretmenimizin mısır hakkında bize anlattıkları gelmişti gelip geçici zenginlikleri ile ağzına kadar dolu firavun mezarları babamın evi biraz da öyleydi ama o hiç problem olmamıştı altın ve taşlar yerine Killi bulaşığı ve boş şişeleri vardı Her yerde her odada şeffaf ve üst üste yığılmışlardı Babamı çok severmemiştim Nedenini bilmiyorum ama hiçbir zaman da nefret de etmemiştim Ondan konuşmazdık o kadar sürekli düşünürdü kafasında kalan iki tane saçla oynayıp dururdu aramızda her zaman annemin ölüme girmişti o topkek kavuşmak için ellerin uzatılmasına ama aradaki dikenden dolayı Derin Sessizliği yarıp geçmeye cesaret edememeye benziyordu Eskiden adam olan yerde tavana kadar gazete yığınları doluydu babamı orada pinek derken çay içerken bir göze dışarıda ilk kulağı da sokağın gürültüsünde ara sıra zamanı atlatmak ister gibi saatine bakarak ve arada bir de kafasına taşıyarak Hayal etmiştim daha sonra aniden sapanını kapışını nişan alışını kuşa abla işine veya avladığı güvercini getirip pişirişini hatırlıyorum Biraz bekleyip diğerlerinin küfürlerini dinleyişini bir yumruğu havada kimi zaman kanayan kimi zaman da sadece Cihan kaçanı olmasını izlemesini ardından gülmekten kırılışını düşünmüştüm kahkahaları sona ne soluksuz kalana dökülmesi sonradan tekrar ciddi olması canlanmıştır birden gözümün önünde tek tek eliyle Kendine çay koy şunu bir dikişle ikisini Aslında yapacağı pek de bir şey olmayışına ve Evet bir boka yaramadığımızı ve onun ilerledi böyle söylemeyeceğini bir gönüle Epey uzun olduğunu dayanmak gerektiğini işgale dayanmak gerektiğini fransızlarla savaşmak gerektiğini başka günlerinde geleceğine Ümit’in her zaman var olduğunu ve yine bir dikişte çayı bitirişini ve hiçbiri olduğumuzu yeniden düşünün canlandırmıştım kafamda odadan çıkarken bir tomar Kağıt destesini çağırmış ve hepsi Kurumuş Yaprak gibi yere yığılmış Şaşır ses çıkarmışlardı geçip gitmiş günler ayaklarıma üşümüştü ölü yılların çok uzaklarda kalmıştır tüm bunların arasından büyük harflerle bir makale boşluğu götürmeye çarpmıştım kasa bir Aralık günü söylemeye gelmişti dün akşam üstüydü bir Çavuş yazıyordum makalede greyfurtun masumiyetini meşhur bir kahvede toplanmış kalabalığa ilan etti sendikacı ve Devrim yanlarından oluşan bir grup tarafından kalkıp falan bu Türk Fransız karışımı Çavuş üzerinde üniforması olmaktan duyduğu gazetede de aynı zamanda kalabalığın galeyana geldiğini ve Coşku gösterirsinin pek çok darbeyle ardından çavuşunda aralarında bulunduğu tutuklamalarla sonuçlandığı yer alıyordu provokatör bozguncu ve ordunun şerefini sözleriyle lekeleyen hem Çavuş diye devam eden makale ertesi gün çıkarıldığı askeri mahkemede altı ayarı hepsi mahkum oldu diyordu makaleyi yazan bu adam genç asker melezin durumunu Atatürk Hatta aynı zamanda ikisini de kökeninden gelmiş olabilir belki Türk ve fransızdır ama kimin tarafında olduğu meçhul diyerek utanç verici bir hale getiriyordu gerçekten şerefsiz için oldukça sönük bir resmi vardır ne olmuştu acaba bu çavuşların nefretini bazı çevrelerin Kıçını da yalayarak sarılmış sayfalarda kusmaya devam etti acaba bu gazete ismi sanki bir hastalığı çağrıştırıyor bu gazetenin hiçbir zaman iyileşmeyecek bir uçurum mesela eminim ki kafası bir kara fatma’nınki gibiydi bacakları çarpık nefesi ise leş gibi kokuyordu akıbeti tüm safrasını çıkarıp ıssız meyhane köşelerinde kendilerini zehirleyenler gibi olmuştur Neyse Çavuş onu tanıdığında beş para etmez bir adama dönmüştü Diğerlerine tercih ederdim ama parası vardı çok parası Belki bu parayı kazanmak için rütbesini de kullanıyordu Ve fransızlarla Türkler arasında köprü Kuran tek kişi oydu makaleyi bir kanıt gibi sakladım ne için bir kanıttı Bilmiyorum daha sonra evden ayrılmış bir daha da geriye dönmemiştim Hayat geri dönüşleri kaldıramaz tekrar nizip’e dönemezdim yeniden çavuşu düşünmüştüm ince bıyıklarını yamuk sigaralarını sabahın köründe kalkıp açtığı çaldı desem daha doğru olur çaldığı eski bozuk plaklarını ve gramafonunu dava biter bitmez ki bitmenin onlar için ne anlama geldiğini biliyoruz Çavuş da zamanın içinde kayboluvermiştir Belki de hayatta hiçbir arayış olmadığı için gittiği her yerde o ünlü şarkısını ve tüm teşkilatını sürükleyip durmuştur insan onunla göz göze geldi ve kendini yakılmış gibi hissederdi ama niye yakınsın Türklere mi Fransızlar ama bunu hiçbir zaman bilemedik ama o yakınlaşmayı başarmıştı ve aynı noktada kıpırdamadan durmanın artık bir manası yok Her şey bitmişti o gece saatlerce kar yağmıştı yatağında uykumun gelmesini Beklerken karın yağışını işitiyordum Belki de bu bahsedilen büyük kartı Belki de onun sessizliğini bekliyor yarı kapalı kepenklerin Ardında saat aşırı yoğunlaşan beyazlığı hayal ediyordum tüm bunlar Sessizlik ve beyaz örtülerini dünyadan biraz daha uzaklaştırıyor orada sanki buna ihtiyaç duyuyordum köyümüzde bütün çocuklar karı severdi saat 7’de kapıyı aralamıştım manzara bir pastaneden yeni çıkmış gibiydi kremalı şekerden oluşmuş bulutlar gözlerimin Bir mucize yaşatılmış gibi kamışı vermişti basıp gökyüzü engebeli yüklerine tepenin ve fabrikanın sırtlarına doğru sürüklüyordu genellikle tek gözlü bir canavar gibi kudurmuş bulutlar homurdanmalarının sakin böyle üstüne karışıyordu yeni Yeni Bir Dünya ilk insan gibi hissetmek kirlenmeden yaşanmışlıklar ve olumsuzluklarla yorulmadan hemen önce anlatmasını pek beceremiyorum ölmüşüm gibi yaşarken diye yazıyorum esasında doğru doğruluğundan emin olduğum tek gerçek bu hep erteliyorum o kadar adımların Neyi istediğini bilen romatiz bana birer hain gibiler dört bölmemi istiyorlar yüreğimin derinliklerinde sürükleniyorum Samanlıkta iğne arayan arabasına bağlı bir öküz gibiyim beyazlığın ortasında ve kayan yıldızlarla işlenmiş biri ağacın çevrelediği küçük kanalın kıyısına İşte bu yüzden gitmiştim Kara saplanıp çıkarken güzel Ayşe’yi ve arkadaşını düşünüyordum Belki de ihtiyacım olan buydu ne tuhaf insanın dili yapışıyor gelincikler de uyuşmuştu pençeleri karın üstünde birbirine karışmış kaligrafi ve arabesk bizlere bırakmıştı aynı zamanda kadınlarıyla belli belirsiz yer yeri üst üste güreşmiş yer yer ayrılmış bazen birleşmiş sanki göz açıp kapatınca yedek ortadan yok olmuşlar gibi aniden kesilen izler oluşturmuşlardı hem yaşlı hem de ahmak olmak soğuğun bana oyun oynadığını düşünmüştüm ölmek mi istiyorsun diye yenilemiş de çok uzaklardan çıkagelmiş bana madalya çınlamaları ve törpülenmiş ünsüzleri anımsatan o ses kimin benimle konuştuğunu anlamam için dönüp bakmam Gereksizdi benim yaşımdaydı çocukluk arkadaşım Aynı köydendik buraya 13 yaşında her şeyi yapan biri hizmetçi olarak gelmiş 20 yaşına kadar da o ailesinin Bu aile benim dolaşmıştı Arap kökenli ile ufacıktan şişedekilerin tadını almış sonunda içine çöp kendine bambaşka bir yer bulamamıştı her evden atılmış kovulmuştu En sonunda da tavşan köstebek gelince türkü ve nice hayvanların leş koku ve kanlı kürtlerini çakıyla yüzüp satmayın işini sürdürmüştü 30 yıldan bu yana Hatta belki de daha fazla bir süredir gıcırdayan hele dolanırken aynı şeyi tekrarlarda kuzu derisi hayvan derisi Deliler tuzlanır derilerinizi bana veririm Böylelikle Eskiden çok sevimli olan bu hayvanların kokuşmuşluklarına kemikleşmiş ifadelerde morarmış delilerine cansız gözleri almıştı ve o pisleri kokusuna karşı bir duyarlılık kazanmıştı çocukların delil lakabını taktıkları bu adam hazinesine Biraz buradan 6 kilometre uzaktaki eski bir değirmende yaşayan ve derileri Onun için birkaç kuruşa tabaklayan adama teslim ederdi Yarın harabeye dönmüş Ama suyu dev gibi bir gemi gibi tanıyı kötüler Mevsimi iş yapmaya çalışan bir değirmende Değirmenci suya çok Ender inerdi indiği zamanların yüzip Şahin’in kenarında ayaklarını sokar yalvarmayı yukarı çeker biraz dinlenir sonra suya kafasını batırıp değirmenine dönerdi ama geldi mi herkes bunu anlardı Hangi sokaktan geçerse Değirmenci gelmiş diye birbirine bağırırız herkes gece gündüz sabah akşam hangi banyoda günlerce kalmış kadar kötü kokar’da dev gibi yedi ve yakışıklıydı parlak siyah saçlarını arkaya doğru sarardı ama yıkanmak nedir bilmezler Onun için yıkanmak demek ayaklarının ezip çayına sokmakta gökyüzü kadar mavi gözleriyle Yalnız bir adamdı Benim gözümde o daima ömür boyu hapis cezasından çattırılmış Bir Mahkum gibiydi Tıpkı Yunan efsanelerindeki gibi hani şu kayaları yuvarlayan ya da özelsinden kendine iyi bak bitirenler gibi ve Yunanlılar onun gibi dev adamlara güvenip yeniden Büyük Doğu Roma imparatorlarına kuracaklarına düşünmüşler Anadolu’nun işlerine doğru ilerlemişlerdi ve ilerledikçe sonlarını hazırlamışlardı eskişehir-ankara arasındaki çölde hiçbir ağacın olmadığı sıcaklığın 45 derece olduğu güneşin sürekli tepelerinde olduğu yolda yürürken İzmir’den İkmal yapmaları imkansız hale gelmiş ve yenilgi kaçınılmaz olmuştu ve Bedeli işte böyle yalnızlığın ve leş kokularının derinliklerinde ötüyor orada Değirmenci Burhan Burhan Yasemin kokularına bölünmüş olsaydı kadınlar onun kölesi olurlardı Çünkü çok yakışıklı ve uzun boyluydu Derici ona her hafta ganimet götürürdü o esas artık koku almıyordu delici pis kokulara karşı bağışıklık kazanmıştı erkeklere gelince de epey bir zamandır onlara sırtını dönmeyi tercih etmişti Çünkü söylentiye göre erkeklerle de bir zamanlar birlikte olmuştu onlardan uzak kalma gayretini göstererek hayatı boyunca sadece kendiyle Evde kalmayı başarmıştı Değirmenci onu çok güzel ağırlardı 20 yıldır neredeyse tarlaların orada oturuyordu her yer yağmurdan Kararmış bir mucizenin bir arada tuttuğu birkaç tasa parçasından ibaret bir yerde kalıyordu çocukların ödünü kopartan kömür kadar siyah bir kulübeyde hepimizin ağzına kadar Kokuşmuş dedi ölmüş hayvan kanatlarından gerildi Kuşlar patilerinden kübrelmiş farelerle dolu olduğunu sandığımız bir kulübe karanlıkta elizlerden geçip aydınlık bir diyara geçmek gibiydi bir bebek evine andırıyordu Hatun bir akçe kadar temiz ve pembe renklerle donatılmıştı pislik içinde yaşamamı ister gibi bir hali mi var demişti bana ilk ziyaretimde Halbuki ben Tıpkı sudan kafasını dışarıya uzatmış Bir kurbağa yavrusu gibi ağzı beş karış açık gözlerimse yuvalarından fırlayacakmış gibi etrafa baka kalmıştım güzel bir örtümün serili olduğu masanın üzerinde bir demet İris duruyordu duvarlara cilalı çerçevelerin içinde aziz ve melek resimleri atılmıştı inançlı mısındır diye sormuştum ona çünkü Duvarda Hazreti Ali’nin resmi var Ona küçük selgeyi başımla İşaret ettim benimle alay etmeden ve konuşmaya bile gerek görmediği bir kuşkusuzlukla omuzlarına hissetmişti müslümanlarda resim fotoğraf yasaktı ama Alevilerde böyle bir durum yoktu ibadet yerlerine Hazreti Ali’nin resimlerini asarlardı Tabii ileride fotoğraf makinesi bulunca fotoğraf da astıkları oluyordu bakır tencerelerim olsaydı dedi onları da aynen böyle asardım ve bana aynı duyguları verirdi dünyanın aslında işte sanıldığı kadar iğrenç bir yer olmadığı bazen güzel şeylerinle yaşanabileceği benzinle hayatın bu güzelliklerini arayışında başka bir şey olmadığı elin omzumda hissetmiştim sonra diğerine sonunda halk Ozan’ın sıcaklığını Neden buraya geri geliyor sana enayi Bana her zaman bu şekilde hitap ederdi çocukluğumdan beri Nedenini bilmiyorum suya bu kadar yakın ayaklarım Kara saplanmış üzerine sadece bir gömlekle az kalsın bana cevap verecek ve kendimi büyük lafların içinde bulacaktım insanın memleketi çocukluğudur dedim çocukluğuna dönmemek için memleketine dönersin ama soğuktan dişlerim tıkırdıyordu geliyorsun Öyle değil mi Sadece geçiyor da aynı şey değil 45 pişmanlığım yok ama Sana inanmıştım belli değil bence Tekin’in anında sendin sırtımı sıvazladı birden beni silkeledi toparlarımda yeniden akmaya başlayan kadınlar diye sızıyla adeta kendime geldim Sonunda Kolumdan tutmuş şey genç bir çift olarak bir o kışta daha karın içinde oradan ayrılmıştık konuşmadan yürümüştük ara sıra da yaşlanmış yüzüne bakmış ve ondan bir iz aramıştım bunu yaparken aynı zamanda iskeletini çevreleyen bir parça et parçası da arıyordum bir çocuk gibi beni yönlendirmesine izin vermiştim gözlerim kapalı ayakta uyuyabilirdim köylüler bu delici ile Değirmenci arasında dedikodular üretiyorlardı Her ikisinin de değirmende birlikte olduklarını ileri sürüp hem gençleriyle birlikte olan insanlar olduklarını ve kutsal dini kitabımıza göre ikisinin de lanetlendiğini söylüyorlardı Neden evlenmedin diye sordum Peki ya sen sen neden yalnızsın dedi 15 yaşındayken erkekler hakkında her şeyi öğrendim ben dedim hizmetçi olmak nedir bilmezsin sen dedi Bir daha asla dedim ama senin durumun aynı değil Onun da her gün konuşuyorum bilirsin dürüst ol Sabri gibi olmak istiyordum öyle diyorsun demek değil Sürekli İkimiz de sustuk sonra sözü yeniden aldı o malum gece Yemin ederim ki gördüm onu Salih adı neydi Bana inanmak istemediyse de benimle gördüğümü biliyorum ne güzel ismin Adı Güzel bir isimmiş Umarım ölmüştür kafası bir atının hala altında dağılmış Allah’ıma çok şükür İyi olmuş bazı girişler ne de sevindiriyor insana Peki ama neden sana inanmamıştı o savcı’ya kime isterse ona İnanır yine başlangıç noktasına geri dönmüşsün tüm o yolları yeniden katetmiştim yolu o kadar iyi biliyorum ki artık Tıpkı tanıdık bir ülkeye geri dönmek gibi bir şey güzel şey bu Ama sen üç gün sonra gelip beni bulmuştu soruşturma Arap saçına dönmüştü jandarmalar sağa sola sorguluyordu sen ne kadardı Fransız askerler kapıları süngüleriyle tıklatıp yanlarındaki tercümanlığa insanlara sorular soruyordu Çavuş şarkısını söylüyordu deliciyi az da olsa tanıyordu Çavuş o gün çavuşa oturmasını söyledim Bana hikayesini anlatmıştı tek solukta açık ifadeler kullanmıştı sonrasında usul usul güzel Ayşe’nin Islak veterini gelmişti sanki odaya yanı başıma oturmuştu güzel Ayşe’nin yüzüne bakıyordum bazen başını eğiyor ağzıyla Evet diyordu Sanki konuşmalarımıza katılıyordu Evet doğru Aynen çavuşun dediği gibi oldu diyordu Sanki cesedi bulduğumuzun Bir önceki gecesiydi altıya doğru demişti bana it kopukun yumrukların ve kaçamak kavgaların havada uçuştuğu sıralarda delici el arabasını iterek arada da hararetini gidermek için daim ettiği iş yerinde taşıdığım atar adam içerek evine dönüyormuş sokaklarda havanın soğuk olmasına rağmen tuhaf bir şekilde kendine has gündeme anımsatan bir kalabalık varmış sakatlar kötü ürünler Savaş gazilere çenesi dağılmışlar gözleri oymuşlar bir ayağı koparılmışlar ölümlüler Deliler kendine kahvehanelere atanlar yürekleri doldurmak için bardak üstüne bardak çay içenler ve bütün gün hiçbir iş yapmadan dedikodu yapan yaşlılar başlarda ilk mücadelelerden dönen yaşıtlarımızın bombalardan parçalanmış yüzünü kurşunların delik deşik ettiği bedenlerini gördüğümüzde içimiz bir tuhaf olmuştu Çünkü Bizler sıcakta huzurlu ve vasiyet yaşananlarımızla sürdürürlerken Onlar Çanakkale’de kime Hım diyor Kimi yamyam kim veya Avustralya’da kime İngiliz olan düşmanla savaşmaktaydı elbetteki duyuyorduk bu sabah aşağı seferberliğini ilan edildiğinde görmüştük pekalif-i Milliye kanunlarından haberimiz vardı ama özünde bir teğet geçiyorduk Bir de ilk yaralı müfeseler gerçek yaralılardan söz ediyorum yani et yerine bir tek kırmızı bir amaçla kaplı kamyonların leş gibi hediyelerine uzanmış usul usul anneannelerinin eşlerinin resimlerine sayıklayan gerçek yaralılardan geldiğinde oldukça hırsızlık Birden büyük bir sessizlik çökmüştü tüm bunlar Eylül ayında olmuştu ilk yaralılar ölmeden hemen önce yaşamı atılmışlardı ve tip tükenmeyen ziyaretler Şişeler çikolatalar Ve Çanakkale Savaşı’nda bir doktora hatırladım yaralılar önüne getiriliyordu bir yaralı getirildiğinde bunu bir ağacın gölgesinde dinlenmeye bırakın diyordu Çünkü o yaralı için yapabileceği hiçbir şey yoktu Kısa bir süre sonra öleceğini biliyordu kurtulma ihtimali olan yaralılar için ise hiçbir narkoz vermeden ameliyat gerekiyordu birden bile önüne bir yaralı geldi ve kalbinin sanki yüreğinden kemiklerinden fırlayacağını düşündü bu yaradığı için Yapacak hiçbir şey yoktu bunu bir çınar ağacının gölgesinde dinlenmeye bırakın diyebilirdi sadece elleri titriyordu o yaralı oğluydu ve ona da diğer askerler gibi davranmıştır Ona karşı hiçbir ayrıcalıktan bulunmamıştı bu doktor ve İşte o yaralılardan iyileşenler bazen Tek ayakla bazen tek kolla memleketlerine doğru yola düşüyorlardı onlar bize güvende olduğumuz için geçerli yollarda biz de onlara pansumanlarını eksik bacaklarına eksik kollarını yani görmekten hoşlanmadıkları ne varsa onlara hissettirmemeye çalışıyorduk İşte o zaman köyümüzü ikiye bölünmüştü gaziler ve Bizimkiler aynı anda birbirine sırtını çeviren insanlar Gaziler bize savaşmadığımız iken savaştan kaçtığımız için her koşulda padişahın ve işgalin yanında olduğumuz için kızıyordu bu yıllarda köpeklerini indirmiş kapısını sürdürememiş yanına da oldukça hafif de çanta alarak kimseye Hoşça kal demeden Gaziantep’e doğru yola çıkmış biri vardı oradan trene binmişti ve sonra tren değiştirmiş ve başkente gitmişti yani sadece şehrine ya da şehirlerin sultanına kitaplar derken Avustralya’da Çöller kangurlar çakallar uçsuz bucaksız düzlükler Bahar zamanında kalma insanlar ve fırından yeni çıkmış kadar şehirler varmış Ve o insanlardan dünyanın öbür ucuna Çanakkale’ye gelip savaşmışlar fakat bildiğim bir şey var ki o da Avustralya’da Avustralya’da bir dul yapıyor çünkü bu dul İstiklal için özgürlük için gittiği Çanakkale’de bir Anzak generaline aşık oluyor bir kadın General o yıllarda Osmanlı ordusunda kadınlara yer yoktu ama anzaklar bu konuda bizden daha medeniydiler ve savaşın içinden Doğan aşk Avustralya’da evlilikle sonuçlanıyor Belki birisi ve çocukları vardır artık Hatta belki o meşhur gece yaralıların hepsi pansiyonda değildi sokaklarda doluydular hava soğuktu ayağı her yerde çatırdatıyordu derecenin burnunu akıyordu ve matarası bomboştu Hiç beni toplayamamıştı Gökyüzü Mavi bir renge dönüşmek üzereydi ve ilk Yıldız Gümüş bir türlü gibi herkese vurgulamıştı Hele arabası karları yazıyordu küçük çayın kıyısında ayakta durağının güzel Ayşe ve arkadaşı onlara doğru gelen bir adamın nefesini hissediyorlardı alacakaranlıkta bu manzara derecenin kaskatı kesilmesine neden olmuştu ilerleyememişti Neden Çünkü eğer atılan Her adamın her hareketini her düşüncenin nedeni anlatılsaydı olaylar İçinden çıkılamaz bir hal alırdı İşte bu yüzden hedeflenmiş bir köpek gibi ya o gün delici bir adım daha atmadı akşam çökerken tam karşısında o havada Gaziantep savcısı taziye değil çiçekle sohbet etmekteydi Evet derece bunu da gördüğüne yemin etmişti 60 metre öteden o karanlıkta birisiyle sohbet ediyordu Savcı Bizimle dalga mı geçiyorsunuz diyeceklerde sorgulama sırasında Ayrıca size bundan da bahsedeceğim birazdan dedi ki sözünden geri dönmemişti o savcıydı ya sonra savcı ve küçük bir şeyin arasındaki bu sohbetin nesi vardı ki onları orada görmek Yani kızın boğulduğu yerde görmek ya da kızın kafasının taşla ezildiği yerde görmek ne anlam ifade edebilirdi ki neyi kanıtlarda hiçbir şeyi ortadan artık en ufak bir ses bile duymuyordum belki de delici uykuya dalmıştı o ve karnındaki matara uykuya dalmıştı güzel Ayşe odadan ayrılmıştı ıslak kıyafetleri ince de köyde olmuş vücuduna yapışmıştı kırık kafasından ve gözlerinden kanlar zemine damlıyordu Ama buna rağmen gülümsüyordu sağlam bir gözü vardı o gözünün içi parlıyordu ve taşla ezilen göz ise sanki çukurun içinde kaybolmuştu ya sonra diye sordum sonra ne yanlarına gittin mi savcının yanına gittin mi savcıgil uzaktan görmeyi tercih ederim ben dedi onları öylece bıraktın yani ne yapacaksın gidip yanlarına Fener tutup soba mı vereyim ya küçüğün o olduğuna emin misin yani küçük çocuk güzel ayşemiydi yahu o renkte şapkası olan bir kısa yerde de bulunmaz ki Hem daha önce görmüştüm de var onu Muhtemelen Ailesi biraz ötede teknik yapıyordu onu da arkadaşıyla çayın kenarında yürüyüşe çıkmıştı ben ne yapıyorsam o da aynı yapıyor orada insanlardan kaçıyordu 200 metre ötede meydana çıkıyor ve askerlerden kaçıyor orada zenci fes takan mavi üniformalı büyük tüfekle Senegal akıllı Fransız askerlerinden O askerlerin kendisini kaçıracağını ve öldüreceğini düşünüyorlardı iki arkadaş ama belki de onlara tecavüz edip öldüren bir türk’tü geç olmuş bu mutfağın bir köşesine örtü ve döşek vermiştim olup biteni anlatması için dereceyi ikna etmem gerekiyordu şafakta yola çıkacaktık bir köşe gibi uykuya dalmış ve anlamadığım bazı isimler sayıklamıştı ikna etmeye çalışmadan orada olduklarını hatırlıyorlardı gözlerimi kapatmıştım şafakta yola çıktık yolun açık olsun demişti bana ev arkadaşım son sözleriydi bunlar Bu sözü hala aklımda hala kulaklarımda yemin ederim dedi ki boğazını temizlemiş bana ters ters bakmıştı yargıç askere şöyle bir bakmış Biraz güldükten sonra yargıç yeniden sözü devralmıştı üslubu buydu yargıç ama karşısındakini küçümsemeye çalışırdı Ne sen ne de siz derdin doğrudan 3 şahsa kullanırdı sanki karşısındaki yokmuş sanki varlığının farkında değilmiş gibi yapardı Derici’nin kıpkırmızı kesildiğini gözlerinin Çakmak Çakmak baktığını görmüştüm hiç şüphesiz o an elinde uyduruk bir tüfek ya da bir bıçak olsaydı göz açıp kapatıncaya kadar yargıçın ölümüne şeyinden geçerli verdiğini görür de bir günde pek çok ölüme neden olabiliyoruz Hatta bazen Bunun farkına bile varmıyoruz sözler ve düşüncelerle ne yaptığımızın Farkına bile varmıyoruz düşünürsek soyut Tüm bu cinayetlerin yanında işlenen gerçek cinayetler Bir elin parmaklarını bile geçmezler bir tek savaşlar sırasında zararlı tutkularını ve mutlak gerçek arasında bir denge kurulabiliyor Derici derin derin nefes almış ve başlamıştı açık Ben net bir şekilde utanmadığı ekmek teknesini söyleyivermişti sizden bakın Siz Hele şuna bakın Siz hele Anlaşılan ölülerin sırtından geçiniyorsun dedi yeniden böbürlenmekten başka bir şey yapmadan sahte kahkahasına patlatmış duyardık elimin derecenin omzuna koyup sözü devraldım bir gece önce bana anlattıklarını olduğu gibi tamamen kırağıyla anlattım yeniden birleşen yargı Çiçek diye söz söylemeden bana kulak kabartılmış ve bitirdiğim anda böyle vermişti tarif etmesi imkansız bir bakış atmıştı yargıç mektup bıçağının Sağ elini ağzına Çalışma masasının önünde bir süre sallamıştı Oldukça hızlı bir sallayışta pek canlı ve seriyi Tıpkı başladığı gibi son bulan bir at koşusu gibi İşte o anda derecenin işkencesi başlamıştır biri birbirine danışmadan Yargıç ve albayı iki saldırgan işareti iş arkadaşı gibi birbirlerini tutuyorlardı delici açacağı yaylım ateşini elinden geldiğince tutmuş ne halt ettim ve seni dinledim Neden Geldik ki buraya Tüm bu saçmalıklardan ne zaman kurtulacağım ben der gibi bakmıştı Onun için elimden hiçbir şey gelmiyordu bir durgunluk olmuştu orada bir tur kağıt oyunu sonrasındaki gibi hissederdi insan kendini yargıç bir sigara daha yakmış Birkaç adım atmıştı kardeş koltuğuna yaslanmış göbeğini örten yeleğinin ceplerine sokmuştu sesini düzeltti Ne yapacağımı bilmez bir haldeyim tam bir şey söylemek üzereydimdeki yargıç bir anda oturduğu yerden ayağa kalktı sizinle işim bitti artık gidebilirsiniz dedi bizimle söylediklerinin doğruluğunu araştıracağız ve bunun doğru olup olmadığını araştırana kadar derece kalacak delidiyse birden korkmuş bana bakmışta yargıç para çıkışı göstermiş benimle kapıya kadar gelmişti sırtınız fazla adım vericinin kork babasını söyledim bazen sözler yetersiz kalınca eylemleri deneriz yargıç beni çoktan yarım kulaklığının uyuya kaldığı bekleme odasına geçirmişti yanından uzaklaşmadan önce kapıları kapamış ve daha önce hiç yapmadığı gibi neredeyse ağzımın dibine gözlerimin içine kadar girip kısık sesle yüzündeki tüm O öyle damarları kıvrımları yaraladı sinirleri göreceğim şekilde ya soğan ve et kalıntısı acı kahve kokusu karışımı ekşimsi nefesini sokarak başlamıştı benimle konuşmaya o gün hiçbir şey olmadı Anlaşıldı mı bu derece Hayal görmüş Saçmalama uydurma yanılsama hiçbir şey diyorum Elbette Savcı Bey de itham etmenizi Men ederim sizden Anladınız mı sizi bundan meylediyorum dahası Size söylemiştim soruşturma görevi bana verildi birbirinizi benden alacaksınız hücrede geçireceği üç gün bu derecenin aklını başına getirir dedi kuru ekmek ve çorba verilmişti ve hizmeti bir keçi posta kadar yumuşak biri yapmıştı Bu arada saat 12’yi vurmuştu Ama ikimiz de bunun gençlik yıllarımızın ortasında tersine sert ve henüz Paslanmış şimdiki zamanın ortası olduğunu anlayamamıştık dereceye gelince yanaklarından öpüp yoluna koyulmuştu bile önceleri hiç yapmazdı Bunu o öpücüğü pek bir sevinmiştim ya anladığın ortasında bizi akrabalaştıran hafızalardaki eski bir hikayenin ortasına vurulmuş bir mühür gibiydi sokağın köşesini dönmüştü bir kez daha kendimi yalnız bulmuştum yeniden güzel Ayşe’yi Yani seni düşünmüştüm her pazar bize küçük bir kız gelirdi bunu 8 yaşından beri yapardı o yıllarda 8 yaşında olmak ile şimdi 8 yaşında olmak arasında fark vardır 8 yaşında her şeyi yapmayı bilir de insan kafaların içi kurşun gibi kollar sağlam olurdu neredeyse yetişkin sayılırdı Çünkü kızlar en geç 14-15 yaşında evlenirdi bu arada çavuşunla para kavramı geniş de daha önce söylemiştim kızları için paranın kokusunu aldığı zaman gözünü hiçbir şeyden sakınmazdı 40 yıl süreyle belediyenin yazı işleriyle de ilgilenmişti doğuma kadar ve mürekkebe hata ve leke yapmadan mükemmel kullanırdı her akşam et yerde ve şarap içerde Fransız askerleri sanki sadece ona çalışıyordu havalar kötü olduğunda bardaktan boşanır hocasına yağmur yağdığında ya da Lapa Lapa Kar yağdığında Çavuş Çok keyifli olurdu cinayet gecesi pis pençelerini bir gömleğin düğmelerini açar gibi çocuğun karnına da aldıran o sapık adamın dediğine göre cinayet o gece işlenmişti güzel Ayşe bağıracaklarının sıkı sıkı bağlamış eldivenlerini geçirmişti nisan ayında olmasına rağmen hava çok soğuktu yürüyüşe çıkmıştı birden su kenarında savcıyla güzel Ayşe’yi ve güzel Ayşe’nin sınıf arkadaşına gördü Çünkü bir şeyler konuşuyorlardı sadece onlara artık havanın kararmaya başladığını ailelerinden çok fazla uzağa gitmemelerini tembih ediyordu çiçeği burnunda sayısız asker yolları kapat ayı tafraları ve alaycılıklarla arşınlıyordu henüz hiçbir şeyin farkına varmamış olan tüm bu dangalakların arasında ne yaptığını sormuştum kendi kendime ama açık ve kör gibi ilerledikten sonra Nizip çayının kenarında bulmuştum kendimi afallamıştım İşte o zaman savcıyı görünce gidip elini sıkmalıyım demiş Daha önce bu büyük adama hiç bu kadar yorgun görmemiştim en ufak bir ses bile çıkarmıyordum geldiğimi duymamışsa yanı başımda ayakta dikilmiş ve gereken sözleri söylemiştim kıpırdamamış hiçbir şey söylememişti üste onda İşte o anda güzel ayşenin güzel gülümseyişini görmüştüm ve kardını görmüştüm bembeyaz pürüzsüz göbeğini ve karnına ve onun güzel gülüşünü ve güzel gözlerine sadece ıslanmıştı Merhaba çocuklar dedim size Roma İmparatorluğu’ndan kalan kiliseyi gezdirmemi ister misiniz Üzerimde bir baskı vardı bu olduğunu hissediyordum Ama kimse bir işgal ordusunun çavuşuna bir leke bırakamazdı Çünkü halk hepimizden çekiniyordu üstelikten senelerle sonradan olma Fransız askerlerinden değildim çocukları taş duvarının büyük deliğinden kilisenin içine soktum ve o beyaz bacaklarını öpmeye başladım İkisi birden Çığlık atıp kaçmaya çalıştılar hemen orada bulduğum taşla kafalarına vurdum biraz Aptal gibi bakıp birden yere yığıldılar herhalde İkisi de bayılmıştı işimi bitirdikten sonra ikisini de güçlü ellerimle oracıkta Boğuldum ve tekrar sürükleyerek sonra yıkılacak haldeydim ayaklarım üşüyordu başım artık dönmüyordu öküz arabası oradaydı ve çevresinde insanlar vardı alayın Yüzbaşı dert anlatmaya çalışıyor gibiydi yaklaşmıştım asker herkesin yerine karar veriyordu bazı gençler yumruklarını konuşturmaya hazırlanıyordu kadınlar ise daha ikna kardılar ama Türk gençler büyük bir isyanı hazırlanıyordu gelin dedi bana Cami imamı burada kalmanın bir manası yok valiliğin yolu kapatması ilk sefer olmuyor da yolun oldukça dar olduğunu ve binlerce öküz arabası yüzünden göçtüğünü kısaca sakınacak halde olduğunu söylemek gerekir sonra pansiyona gittim yatakların küçüklüğüne Bakıp Bir de bizim büyük yumuşak olanları düşünmüştüm Görükle alanı aldırmadan ciddiyetle yemeğimizi yemiştik Cami imamı da yeni atandığı için pansiyonda kalıyordu tertemiz tırnakları ile tüysüz yumuşacık iri yerleri vardı ağzına doldurdukları uzun uzun çiğniyor ve çayından gözlerini yumarak küçük yorumlar alıyordu Her şeyi silip süpürmüştüm en ufak kırıntı kalmamıştı masat tertemizde karınlarımız doymuştu sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordum kendini rahatlamış hissediyordum bir yerlerde 10 yaşlarında bir kızcağızı öldürmüş bir katil dolaşırken insanlar ne kadar da rahattı çiçekler üzerine konuşabileceğimizi Bilmezdim demek istedim o iki çocuk birer çiçektir ve ben onları koparmıştım sadece çiçeklerden konuşurken insanlardan bahsedeceğimi bilmiyordum insana dair ölümü Kader son ve kayıp gibi kelimelere kullanmadan bu şekilde konuşacağımı bilmiyordum O gece öğrenmiştim bunu yargıç gibi Savcı gibi ama camiiyim ama hoş bir şey yapıyordu padişahımız efendimize dualar ediyordu Daha doğrusu Osmanlıların padişahına mühendiyse kendime bir Fransız gibi hissediyordum ve Kuvayi Milliye ajanı o öğretmeni yok etmem gerektiğini biliyordum camiiyim ama tekrardan bahsediyordu benim yanımda Ya da ben Hayal görüyordum Çünkü gözümün önünde Sadece iki çiçek vardı söz konusu bu çiçeklerin adını Bu Karanlık odada sesini yükselterek ağzına almaya yeltenleyin de elimde durmasını söylemiştim fazlasıyla yakından tanıdığım o isimleri duymak istemiyordum Evet Cami imamı bir şeylerden bahsediyordu iki çocuğun kaybolduğunu ve her yerde aradıklarını söylüyordu yıllarca bahçemizde güzel çiçekler yetiştirdik diyordu sonra sık sık cami imamının Tanrı ve kanı içeren cümlesi üzerine düşünmüştüm dağlardan bahsediyordu camiiyim ama Kur’an’da dağların bir kazık gibi çakıldığını Vedalar sayesinde deprem olmadığını söylüyordu Oysa ki tam tersi oluyordu dağların olduğu yerde kırık fayatları olduğundan sık sık deprem oluyordu sonra Kur’an’da evrenin genişlemesinden bahsediliyormuş bana gülümseyerek Az önce söz ettiğin Tıpkı iki dişli bir çatalla pişmiş bir et ve kabuğundan çıkarır gibi ruhlarımızı çekiştiren ona özgü bakışına atmıştı az kalsın tam tersini düşündüğümü söyleyecektim dağların olduğu yerde deprem olur kardeşim diyecektim ama Bunu demedim çünkü Cami imamı için bir Fransız askeri ile sohbet etmek çok büyük bir olaydı gurur verici bir şeydi Ne de olsa İngilizler ve Fransızlar padişahının efendisinin koruyucu doğru yıktılar ve o imparatorluk sayesinde geçemiyordu öyle bir noktaya geldim öyle bir noktaya geldim ki uçsuz bucaksız bir ufuk çizgisi gözümün önünde beliriyor sonra eve varmıştım Bizim evimize postalarımı duvara vurdum amacım karları temizlemekten ziyade tanıdık bir ses çıkarmaktı nisan ayında kar yağması çok ilginçti ama o yıllarda küresel ısınma yoktu ve kış mevsimi gerçekten kış Gibi Geçerdi seçim yapamadan her şeyi birbirine karışıyor ve ben birdenbire karşıma çıkan iki güzel küçük kız çocuğunu görünce bu fırsatı kaçırmamam gerektiğini düşünüyordum Sonuçta Onlar iki küçük Osmanlı kızı kim onların hesabını soracaktı ki benden Aslında onları düşünmüyorum bile ve Ümit öğretmen gergin yüz ifadesi ve elinde kalemiyle sanki yanı başımda üzerime eğildi beni bir iskemeye oturtmuşlardı anlamadan bakıyordum odada çok fazla insan vardı komşular gençler ihtiyarlar sanki biri ölmüş gibi kısık sesle konuşuyorlardı daha önce söylemiştim o iyi bir öğretmendi ama bağımsızlık yalnızlığıydı ama yanlış yoldaydı kurtuluşumuz bağımsızlıktan geçmiyordu Fransızların ve İngilizlerin egemenliği altında yaşamalıydık ve böylece zengin olabilirdik Bu yüzden acele etmeliydik onun gibi isyancıları yok etmem gerekiyordu Hatırladığım kadarıyla kollarımdan birini sağlak olduğu için özellikle de sol kolunu kullanmayan ve bundan çok mutlu olduğunu söyleyen biriydi Kısa bir süre sonra evine döneceğini söylüyordu kuzeye Oysa ben eve dönmesini istemiyordum daha sonra askeri Doktor gelmişti yorgun gebermiş bitmek üzereydi Kasap gibi giyinmişti önlüğü kana batmıştı hep narkozsuz ameliyat yapardı geri dönmem lazım demiştim Ümit öğretmen artık buradaki görevimi tamamladım kendi dramlarımızı yaşarken hepimiz bencilleşiyorduk güzel Ayşe unutuluyordu Savcı hala görevini yapmıyor ve beni bulamıyordu dava gibi bir durumun bir bölgeyi nasıl tasacağını Düşünsenize bir dalga etkisi yaratır ama nedense Nizip dönem Bu köyde böyle bir etki gözükmüyordu katilinin etrafında gezindiğini onun orada olduğunu karşılaştığınızı ya da karşılaşacağınızı bilmek onun çok yakınınızda Belki de komşunuz olabileceğinizi düşünmek kimsenin hoşuna gitmez Üstelik bir de savaş zamanı ise sırtımızı yaslayabileceğimiz bir barışa ihtiyaç duyarız haksız herhalde her şey kötüye gider 1 kilo ayeti Çöz Beni 33 yöntemi yoktur Ayşe bir tek ben iki tane biliyorum ya suçlu yakalanıp ya da suçlu varsayılan biriyle tutuklanır Öyle ya da böyle ister bu şekilde halledilir ve biz suçlu var saydığımız dereceyi tutuklamıştık bundan daha zor değildir Ne olursa olsun iki durumda da toplumun gözünde aynıdır tek kaybeden tutuklanandır Onun da ne düşündüğünü Kim bu vursalar ki eğer cinayetler sürüyorsa İşte bu başka bir sorundur Evet bu doğru güzel Ayşe ve arkadaşından sonra Ümit öğretmen ve daha sonra hiç kimse olmadı Hadi bakalım olay yeri rafa kalsın olayı örtbas edin evimize dönmek için yola düştüğüm 3 sabah jandarmalar açlıktan ve soğuktan ölmek üzere iki adam yakaladılar 2 Asker kaçağı her gün yeni birileri cepheden kaçarak Tarlalarda izlerini yok ediyordu Bunlar Senegal asilli Fransız askerleriydi ve Müslüman oldukları için Müslüman Türk halkını öldürmek istemiyorlardı Bu nedenle de kaçıyorlardı masum insanları öldürmektense Asker kaçağı olmayı tercih ederiz diyorlardı ve Türk Duran iki borozan eşliğinde iki kaçağı sokaklarda dolaştırdı Fransız askerleri insanlar onları görmek için dışarıya çıktı iki Hedef iki Jandarma üniformaları yıpranmış tıraşsız yüzleri ve şartın gözleriyle iki yabani karınları aç adımları yavaş gerçek güçlü seyahatli botları cilalı pantolonları ütülü feshleri temiz iki jandarma kalabalık gittikçe arttı her zaman anlamsız olan bu kalabalık Nedendir bilinmez tehditkarlaşıyor tutukluları gitgide daha çok sıkıştırıyordu Bu köyde o kadar çok vatan haini vardı ki kendilerini öldürmeye kıyamayan masum askerlerinin öldürülmesi için tezahüratı yapanlar bile vardı Onlar kraldan çok kralcıydı yani bir fransızdan çok daha Fransız bir ingilizden çok daha iyiyiz bir iş kalkacağını çok daha işgalcı iradesiyle köle olmayı Seçen insanlarda birden bağırmaya başladılar onları istiyoruz kimleri dedi birisi katilleri o iki küçük kız çocuğunun katillerini insanlar bu iki asker kaçağının o iki küçük kız çocuğuna öldürdüğünü düşünüyordu onlar katillerin onları bize diye bağırmaya başladılar tılsımlı kelimeler vardır yargıçta Bunlardan biridir Tıpkı Tanrı ölüm çocuk ve gibi daha niceleri gibi koşulsuz şartsız saygı içeren sözcüklerdir Bunlar bebek kadar masum kişilere bile soğuk terler döktürmeye yetecek bir kelimedir Savcı onları size veremeyiz diyordu küçük dünyalar işe yaramış olacak ki ceset yanında kayısı kıvamında yumurta ziyafeti yapan harcı küçük kız için ağzından en ufak bir acımasız çıkmamış ve ona kibirle yaklaşmıştı insanlar bakıştılar yargıç isminin havada bir yelpaze gibi sallanması iyi fikirdi yargıçta sanki Beraber öğleye doğru gelmişti 40 yıllık Ahbap gibiydiler bu beni hiç şaşırtmamış da yargıt hükümlerinden bir tanesi kalmış sarıyordu ıslık çalarak Saate bakıyor saatine bakmış da başkan ise ne yapacağını şaşırmış ayakta duruyordu yargıç başıyla işaret edip iki askere tutukluları da getirmelerine emretmişti İki Zavallı yanan ateşini üzerine eski rengini getirdiği odaya girmişlerdi Bunlar çocuktu Çünkü yetişkinliğine olsa 2 yıl adam Hatice adım atmış delikanlılardı neden kaçtınız diye sordum masum insanları öldürmek istemediğimiz için dediler Elbette öldürdünüz dedi Savcı 2 masum kız çocuğunu öldürdünüz Ben bilmem ki öldürmemiş de olabilirim belki belki ıskaladıklarımı da oldu çünkü hiçbir zaman sivil halka ateş etmek istemedim masum Türklerin evlerine Tokat işi yapmak istemedim öldürdüğünüz kız çocukları 10 yaşındaydım onları biz öldürmedik dedi genç olan aslında İkisi de gençti ama dibine daha da gençti önce Savcı sonra albayı tepeden tırnağa süzdü bu beni hiç şaşırtmadı doğrusu hiçbir suçlu Suçunu kabul etmez hemen suçunuzu İtiraf edin biz de sizi Çınar ağacında sonlandıralım yoksa başınıza geleceklerden Siz sorumlusunuz dedi savcı Ne istersiniz dedi Sakin olan küçük kızını itirafını mı Evet ben öldürdüm Ben yaptım Sonra Sırtımdan üç kere bıçakladım Hayır o kızlar bıçaklanmamıştı önce taşlarına kafalarına taşla vurulmuş sonra boğulmuşlardı ya da tam tersi de olabilir bilmiyorum Evet doğru boğdum İşte bu ellerle dedi siyah ellerini ileri doğru Uzattı Nizip çayının kıyısında aynen öyle sonra suya bıraktım Evet neden yaptım Canım öyle istedi tecavüz mü edecektin Evet ikimiz iki kızı yakaladık ve sırayla tecavüz ettik Sonra değiştik sonra İşimiz bitince de kafalarında saç temizleyip öldürdük itiraflara şahit oluyor musunuz dedi sadece onayladım kulaklarınız var Başkan bey beğeniniz de var sanırım dedi Saat iyice ilerlemiştim haberi öğrendiklerinde savcı ve yargıç bir dosyayı kapatmanın verdiği mutlulukla kebapçının yolunu tuttular akşam olmaya başlamıştı Albay şömine’ye Birkaç adım daha atmış geldi 2 çarpmıştı yargıç bütün akşam belediye başkanının evi ile Belediye binası arasında mekikle okuyup durmuştu Albay veya göt ufak havada gökyüzüne ulaşmaya çalışan kızın ismi kestane ağacına bakan başkanının odasında ayrılar Odanın bir penceresinden yeterince alanı olmadığı için serpilemeyen gerçek bir ağaç olmaya fırsat bulamayan Bu zayıf şeyi görünüyordu gördün mü Dede Albay suç ortağının yaptığına dayanamayıp ölmeyi tercih ettim evet dedi yargıç bence işkence’den kurtulmak için ölmeyi tercih ettiler asılmak çok kolay bir ölümdür soğukta bekle hele 3 saat olmuş azımsanmayacak kadar soğuk tutuklu göz kapakları birbirine yapışana kadar ağlamaktan yıldızları ayrıntılı bir şekilde izlemeye vakit bulmuş olmalıydı albayi sigara dumanını burnuna tutmuş defalarca aynı soruyu sormuştu halkalar çıkarıyordu dumanla insan mı yoksa hayvan mısınız diye bağırmıştı Onlara tepki alamadı Böylesi daha iyi oldu değil mi onlara hemen yarın sabah sallandırırız Böylece insanlar da bu gösteriyi izleyince Artık bizimle savaşmaktan vazgeçer adalete sağladığımızı düşünürler Ayrıca Kuvayi milliyeci öğretmenin ölümü de kimsenin umurunda değil O iki sene kaldı askerin sesi çevremde çalıp Duran Ölüler senfonisi’nin baş enstrümanı gibiydi soluk alıp vermeler inlemeler bombaların hedefi olmuşların mırıltıları şikayetleri ağlamalar deli Kahkahalar fısıldanan anne ve eş isimleri ve bunların hepsini bastıralım katil melez çavuşun boş lafları ve Sabahın erken saatlerinde günün ilk ışıklarıyla birlikte o iki masum Zenci asker Çarşı Camisi’nin önündeki Ulu Çınar’ın dallarında sallanmaya başladılar Ümit öğretmenim davası sonuçlanmadı ve zaman aşımından kapandı bir süre sonra arkadaki Zafer hepimizi umutlandırdı ve İşgalci Fransızlar burada daha fazla barınamayacaklarını anlayıp ülkelerine dönmeye karar verdiler artık hırsızlık yalancılık padişah yalakacılığı ve hilafet son buluyordu adaletin yeniliğini bulacağı Çağdaş eğitimin okullarda Ümit öğretmenler tarafından verileceği yeni bir ülkeye Yelken açıyorduk ve bu yer kendinin kaptanı bir çift Mavi göze ve Sarı saça sahip olan Selanik’te bir yetimde ve onun adı Mustafa Kemal di...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.