- 150 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aklın terbiyesi, ruhun yetiştirilmesi, Kalbin tezkiyesi
Aklın terbiyesi, ruhun yetiştirilmesi, Kalbin tezkiyesi
Varlıklar Allah’ın el bari ismi ile yokken ve yoktan zuhur eder. Daha sonra beden denen elbise el musavvir ismi ile giydirilir ve şekillendirilir. Yani bütün yaratılmışlar el-bari ile yaratılırken, el-musavvir ile de şekillendirilir. Bütün diriliklerde El-hayy ile diridirler. Allah El hay ’dır ama Allah’ın diriliğinin evveli ve sonu yoktur. Yaratılmışların hay olması zamanlı ve kısıtlıdır. Yani Allah sonsuz beri hayat sahibidir. Sonsuz diri ve ölümsüzdür. El-muhyi ile de hayat verir ve yaşatır. Varlıklar Belli bir zaman diliminde diri kalırlar, zamanı gelince de el-mümit ismi ile yarattıklarının diriliğini sonlandırır. Yani öldürür. O’nun yaratmasında, yaşatmasında ve öldürmesinde kusursuz bir nizam, hikmet ve irade mevcuttur. Zira eksik yaratılmış bir insan, yani kul yaratanını tanımadan zaman, mekân ve insan kavramlarını kavrayamaz. Zamanı, mekânı ve kendini tefsir edebilecek gücü kendinde bulamaz. Yaratılışa dair her ne varsa sırlar ile örtülmüş kapılar ardındadır. O kapıların anahtarı da Allah’a giden yol üzerindedir. Akıl bu işin neresinde derseniz; gözlem ve ispat noktasındadır. Buda bize madde aleminde vaz geçilemez bir ihtiyaçtır. Akıl var oluşu ve ölümü arasındaki bütün aksiyonlar, tek başına varoluşu, ölümü ve bu iki müstesna vakıa arasındaki aksiyonları, hissedişleri, derin manaları ve kalbi tatmine götürecek maksatları saptayamaz. Ruhun geldiği yeri özlemlemesi ve ona ulaşması neticesinde bazı eylem ve fikirler girdabından seçip çıkardığı münferit teşhisler yoluyla hakikati kavrayamaz ve hakikatinin özüne ulaşamaz.
Akıl, duyu organları vasıtasıyla reseptörlere emdiği bütün bilgi yığınlarını tasniflerken sıklıkla mantık ve matematik gibi kıvrımsız tariklere başvurur. Bu bilimlere “kıvrımsız” sıfatını verişimde de öylesine bir heyecan tesiri düşünülmemeli. Kıvrımsızdır; çünkü sayıca açıklanan manaları daracık hudutlar içinde soluksuz ve niteliksiz bırakır. Artık zamana ve bu akışta varlığını hisseden mahlûka mantığın ve matematiğin verdiği hüviyet, ekseri çıplak gözle bile saptanabilecek kadar sarihtir, ama bir o kadar da eksiktir. Aklın baş vurduğu bütün ilmi ve bilimsel yolları hissedişlerini, mana ve anlamlarını ortaya çıkarmada son derece kusurludur ve acizdir. Bu Hissedişler ulvi alemden gelen ruhtan icazetlidir. Tespiti ve ispatı da yine hissedişlere bağlıdır. Mantık ve matematik bu konuları çözecek güce ve kudrete sahip değildir. Zengin ve fakiri birbirine ısındıran zekât ve sadakayı cariyeyi tarifte iflas eder. Öyle ki, İslâmî bir yükümlülük olan zekât ibadetinde ve sıklıkla mümine öğütlenen sadaka gibi gönül tazeleyen ibadetlerde mantık ve matematik iflâs etmektedir. Yani bu şu anlama gelmektedir ulvi grevlerde sayılardan ibaret matematik işe yaramaz. Dolayısıyla akıl durağanlaşır. Haram ile elde edilen varlığın bereketinin olmadığı gibi darlığa doğru evrilmesi nasıl kaçınılmaz bir son ise, Allah için kazanılmış ve harcananlarında o derece harcayanı refaha, huzura doğru evrilmesi de o derece kaçınılmazdır.
Harama israf eden kişi, çok daha fazlasını kaybetmekle ve bereketi, huzuru ve cenneti de eksiltmekle birlikte, çok daha büyük bir harcama yapmış, cebinde de çok daha az miktarda bereket kalmıştır. Fakat cebindekinin yarısını Allah yolunda sarf eden kişi, harcadığından çok daha fazlasını satın almıştır. Verdiği miktarın ve her liranın, niyetleri ve kalplerdeki gizleri bilen Allah’ın nazarında çok daha kıymettardır. Cebinde kalanın sahip olduğu bereketi, çok daha fazla lirayla bile kıyaslanamayacak kadar fazladır.
Mantık olarak namaz kıldığımız alanın ne kadar ölçüsü küçüktür. Diyelim ki bir metrekare halbuki kulluğu icra ettiğimiz mekân Allah’ın huzuruna çıkan yolların genişliğinde ve o ulvi kulluğun muhayyilesinde sayıya ve ölçüye sığmaz. Bakın kısa bir örnek verelim konuyu daha iyi anlatabilmek için; Birinci secdeye başını koyduğunda ademden buyana yapılan secde mekanları kadar genişler. İkinci secde de ise bu genişliğe teşekkür mahiyetindedir. İbadet eden kişi Secdeye başını koyduğunda Rabbinin huzurunda olduğu hissine ve müjdesine erişen bir kalp için zemin hükümsüzdür. Çünkü artık alnı secdede, varlığın iktidarına erişmiş kul için yüz sürülen zemin değil, Allah’ın mukaddes yoludur. Bunu matematik ölçüleriyle ölçemezsiniz. Zira iman, akıl dışı değil, akıl üstüdür.
Bir mevzu, ancak akla ters düştüğünde ve hiçbir destekleyici insanî duyuşla açıklanamadığında “akıl dışı” varsayılabilir. Ama bütün duyu organlarıyla, kalp ve ruh ile açıklanan ve aklın tek başına anlamakta ve anlatmakta yetersiz kaldığı bu hikmetli vakıalar nedeniyle inanç asla ve katiyen aklın dış kümesinde değil, aklı da içine alan kapsayıcı bir kümede değerlendirilebilir. Ki bu hikmetli vaziyeti tanımlamada aklı aşan bir duyuş olduğundan “akıl üstü” tamlamasını tercih etmek yerinde olacaktır.
Buradan hareketle Hayat ve ölüm kavramları da muhasebe yollarıyla ifade edilebilecek kadar sığ değildir. Ölümün Allah’a kavuşmak olduğu hakikatine, aklın gözlemleyemeyeceği ve gözlemden uzak bir mantık yürütme sürecinde dahi gerçeğe yakın saptamalarda bulunamayacağı aşikârdır. Ölüm hiçbir zaman yok oluş değildir, bilakis sonsuz aleme doğuştur, sonsuz alemde var oluştur.
Bütün sırlı anlamlar ruh yoluyla idrak edilebileceği gibi, ruhu bu kabiliyete eriştirmenin yegâne yörüngesi de Allah’ın yolunda, O’nun buyruklarına riayetle ve Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) sünnet ve hadisleriyle hatta tasavvuf yoluyla ömrü terbiye etmekle mümkün olacaktır. Aklın terbiyesi de ruhun yetiştirilmesi de kalbin tezkiyesi ve terbiyesi de Allah yolunda bir tasavvufla mümkündür. Kişi tasavvufa bağlı ise o diridir, o hay dır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.