yolcu 1
Bir hana varmış yolcu. Aklındaki sorular içini kemirirken bir çorba söylemiş hancıya. Çorbasını beklerken yolcu, içeri giren garip bir adam hancıya : ‘’Ölmedin mi?’’ diye sormuş. Merak etmiştim, kimdi bu adam ve hancıya neden bu soruyu sordu? Çorbasını yudumlarken hancıyı gözetliyordu.
Yolcu şaşkındı, sordu hancıya: ‘’Gelen kimdi; neden o soruyu sordu?’’ Hancı tebessüm ederek cevap verdi: ‘’O meczuptur, kimi deli der kimisi veli. Tanıyanlar göz göze gelmemeye çalışır ve cevap vermez çünkü ardından yığınla cevabı ve yığınla soruları vardır. Akıl ermez o sorulara, sır mıdır? Bilinmez.’’
Meczubun halini merak eden yolcu, hancıdan onun hakkında bilgi ister.
--İsmi yok mu bu Meczubun?
--Var Adem ama herkes onu Hâre olarak bilir. Soruları ve cevapları çok sert olduğu için ahali bu ismi O’na yakıştırmışlar.
--Adem mi; Âdem mi?
--Ne fark eder? Biri insan demek biri ölümlü demek!
--Çok şey fark eder. Adem yol demek Âdem yolcu demek.
--Senin bu Hare’den farkın yok galiba.
--Neden ‘Ölmedin mi’ diye sordu?
-- Herkese sorar ve o soruyla başlar konuşmaya. Cevap veren yanar, cevap vermesen tip tip bakıp geçer.
--Hikâyesi nedir Hâre’nin?
--Kimse tam bilmiyor. Çok zengindi bakmayın bu haline. Sonra bir yolculuğa çıktı. Yanında bir kişi vardı. 10 yıl sonra geri döndü. Ne malını bildi ne ailesini. Kimse anlam veremedi bu duruma…
İyice meraklanmıştı yolcu. İsmi, takılan ismi, hikâyesi, sorusu…
İstemeden de olsa kulak misafiri olmuş, konuşulanlar dikkatimi çekmişti. Gece uyumaya çalışırken sorularla kafam dolmuştu. Aradığım boşluğun içinde gezinirken başka bir boşluk tastamam aklımı oyuyordu. En nihayetinde uyumuşum. Uykuma da girmeyi başaran Hâre, bana da aynı soruyu sordu: ‘’Ölmedin mi?’’
--Ölemedim
--Bulmadın mı?
--Aramadım
--Görmedin mi
--Anlamadım
-- Görmesen de duymadın mı?
--Neyi görmeliydim ya da neyi duymalıydım?
--Kendini! Bir yol var önünde çatallanacak. Görebildiğin kadar yolda, duyabildiğin kadar doğrulukta kalacaksın. Ya çetin ya kolay olacak. Unutma sen seçersin. Ölmesen bulamazsın, bulmadan göremezsin, duymazsan hatırlamazsın…
Uyandığımda terlemiştim. Sabahın kızıl ışıkları namazın üzerimden geçtiğini söylüyordu. Bir taraftan rüyanın anlamını çözmeye çalışırken bir yandan odanın soğukluğu içime akıyordu. Bir yol var önümde, çatallanacak ve ben seçeceğim, seçtiklerimle kolay veya zor olacak!
Ilık bir duş alıp kahvaltı için hanın yemek bölümüne geçtim. Hâre’nin kapıdan çıktığını gördüm. Ardından onu takip etme ihtiyacı duydum. Heybesinden bir şeyler çıkartıp bir ağacın dibine bıraktı. Ne bıraktığına bakmak için hareketlendiğimde âmâ bir çocuğun yaklaştığını görüp tekrar saklandım. Âmâ çocuk Hâre’nin bıraktıklarını alınca çocuğu takip etmeye başladım. Çocuk bir barakada yaşıyormuş yaşlı yatalak bir ninesi varmış. Aklıma gördüğüm rüya geldi. Yol çatallanmıştı. Asıl gayem Hâre’yi izlemekken ben çocuğun peşine takılmayı seçmiştim. Hâre’nin gizli yapmak istediğine şahit olmuştum.
Düşündükçe pek te bana ilginç gelmiyordu. Normalde insani bir davranış ve bu davranışı ayan etmek istemeyen iyiliksever bir insan…
Karnımın acıktığını hissedip hana gidip yemek yemeye karar verdim. Çocuğa o kadar odaklanmıştım ki hangi yollardan gittiğimi fark edememiştim. Yollar sanki hep birbirine benziyordu, hangi yoldan geldiğimi bulmam neredeyse imkânsızdı. Zira bir yol başka bir yola ayrılıyor labirentte sıkışmış fare gibi dolanıyordum. İçimi bir ürperti sarmıştı. Seçim benimdi, çatallanan yollar, görmek, duymak, aramak bulmak… Gördüğüm rüya şimdi daha çok etkisi altına almış, fanusa sıkışmış balık gibiydim. Tıpkı Hâre’nin rüyada söyledikleri gibi:
’’ Bir yol var önünde çatallanacak. Görebildiğin kadar yolda, duyabildiğin kadar doğrulukta kalacaksın. Ya çetin ya kolay olacak. Unutma sen seçersin. Ölmesen bulamazsın, bulmadan göremezsin, duymazsan hatırlamazsın…’’
Çocuğu takip ederken gözlerimi kapatmışım meğer hangi yoldan geldiğimi görememiştim. Kulaklarımı açsaydım belki kuşların sesi, belki yaprak şırıltısıyla ‘bu yoldan geldim’ diyebilecektim. Tamam, anladım buraya kadar olanını da; ölmek ne ya? Bir yanda sorular bir yanda yolu bulma çabası bir yandan açlık!
Takatten kesilip bir ağacın dibinde az oturmaya karar verdim. Eylül soğuğu üşütmüyordu ya da hissetmiyordum. İçim geçmişti ki Meczup yine rüyama girmişti: ‘’Uyuma, seni öldürmeyen uykudur. ‘’ Titreyerek uyandığımda cüsseli bir köpek karşımda oturmuş beni seyrediyordu. İrkildim, koyun seslerinin arasından kepeneğiyle yaklaşan bir çoban gördüm.