- 166 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BU HIZ DA NEDİR BÖYLE ?
Mutlu bir yaşamın sırrı başarıda gizlidir. Başarının sırrı ise zamanı nasıl değerlendirdiğinle ilgilidir. Hayatında zaman muhasebesini şu ya da bu şekilde yapmayanınız yoktur ve eminim ki olamayacaktır da. En kusursuz planda dahi küçücük ve öngörülemeyen şeylerden ötürü bir şekilde geride kalışımız size de yabancı gelmedi değil mi?
Üretilen her yeni teknolojinin daha seri işlevlerle hizmet etmesi, daha az zamanda daha fazla yol alması, işi ortaya koyması, zamanda adeta dişe diş bir inatlaşmayı çağrıştıran metaforik bir durumu bize hissettirmesi de günün ve bundan sonrası devrin vazgeçilmezi olmaya devam edecek gibidir. Öyle ya, binlerce ışık yılı ötelerine, uzayın, genele manada da bilinmezliğin peşine doludizgin düşmüş insanoğlu, bunu günün daha yavaş hızlarındaki teknolojisiyle nasıl başaracaktır ki? Bu nedenledir her geçen hafta, ay, yılda daha hızlı yol alabilen ve nefesleri tutarak okuduğumuz, gözlemlediğimiz baş döndürücü teknoloji gündemden de düşmeyecek gibidir.
Saatler süren operasyonlardan, lazer ve optiğin işbirliği ile dakikalar limitine indirgenen tıbbi adımlar, satte ortalama 80-100 km yol alan araçlardan bu hızları 3-4 kat ötelere taşıyan kara, demiryolu ve deniz taşıtları, turboprob motorlardan turbofan motorlara, oradan turbojetlere ve sonrasında da ramjet, scramjet derken akıllara durgunluk veren ve sadece radar ekosu ile yol aldığını görebildiğimiz ultra hızlardaki hava araçlarına değin ilerlemeler dev adımlarla da daima bir öncekini geride bırakmaya devam etmektedir. Bu hızlara ulaşamamış dönemin insanları ile bu hızlarla içli dışlı olan günümüz insanlarının yaşamları da farklılaştı doğal olarak. Kısacası, yaşamakta olduğumuz devrin adı; siber çağ, uzay çağı, bilim çağı ve adına ne derseniz deyin ortak paydasıyla bir “hız” argümanını taşımaya, onu besleyerek ve yine onun üzerinden de daha ötelere taşımaya devam da etmektedir.
18. yüzyılda kaleme alınmış “Ay`a Seyehat” adlı kitabında büyük ve haksız eleştirilere reva görülen Jules Verne, müellifi bu eserinde yeryüzünden bir uzay aracının 50.000 km`nin bir hayli ötesinde ve hatta 80.000 km`lik hızlara ulaşabildiğini yazdığında ne denli haksız eleştirilere tutulmuştu. Oysa, bu öngörüsünde büyük oranda da haklı çıkmıştı bir asırdan daha önceki öngörüsüyle. Günümüzde bu hızla uzayı keşfetmek pek mümkün değildir. Zira, bu hızın katbekat üzerine ulaşılmıştır artık. Kısa bir notu da buraya eklemek gerekir ise, elektirikli araçların da pist üzerinde çoktan 400 km`lik hızları aştıklarını dile getirmek gerekir.
Bir saatte sadece onlarca yumurtayı üreten bir tesis, günümüzdeki büyük insan sayısına yetişebilmek adına bu skorunu binlerce olacak şekilde güncellemiştir . Günde bir otomobilden, kamyonetten, tarım aracından onlarcasına ulaşan, marketlerde dakikalarca inceleyip aldığımız ve seçenekleri sınırlı diş fırçalarının da on binlerce adetlik üretim hızlarını zorladıklarını da biliyoruz ve şaşırmıyoruz da artık bu sayılara.
Günün öznesi “hız” sözcüğü ve felsefesi, bütün planları, hesapları ve yatırımları kendi üzerinde toplamaya devam ediyor. Hız gibi göreceliliği yüksek bu sözcük, her bir neslin bir şekilde hayatına temas ediyor, her birimize bu gerçekliğiyle bazı kararları da aldırıyor oldu . Kentimizden bir kara taşıtı ile 8-10 saat ötedeki yakınımıza ulaşabilmek için zamanda darlık yaşadığımızda ilk referansımız hava taşıtları oluyor doğal olarak. Hava limanından başlayan bu yol, sadece 50-55 dakika gibi kısa bir sürede bitiveriyor. Yolculuğa dair gözlemlerin süresi, yaşanmışlıklar da o ölçüde fukaralaşıyor elbette. Aynı yolu eski nesil bir tren ile yapan yolcunun hayat deneyimleri ile aynı yolu hava yolu ile kat eden bir yolcunun gözlemleri de, yoldan aldıkları haz da aynı değil elbette.
Hayatın her bir dalında, zemininde şüpheye yer vermeksizin bir yarışın ve dolayısıyla da hızın rekabet içinde can bulduğu, bulmaya da devam edeceğine şüphe yok. Sporda da gözler önündeki bu realite, bir yüzücünün kariyerine göz atıldığında, bir koşucunun rekorlarına bakıldığında hep daha mükemmele doğru bir zorlayışı gözler önüne koymaktadır büyük olasılıkla. Yıllar önce 100 m koşularında 12`li saniyelerdeki bir skor alkışlanırken, günümüzde 10 saniyenin altındaki skorlar bile rekor kırmak için yeterli gelmemektedir.
Sürat veya başka bir deyimle hızın dile getirildiği ve etkileri ile hayatımızı doğrudan etkileyen bu husus, halter gibi ağır sporlarda da daha büyük kütlelerin kaldırılması şeklinde kendini göstermektedir. Bu daha ötelere mevzuunun konu edilmediği bir yer kalmamış da gibidir. Su altında daha uzun süre kalabilmede de aklı hayretler içinde düşüren rekorları okumuş veya benzeri durumlara şahitlik etmişizdir. Eski usul teknoloji ve aparatlarla 10 katlı bir binanın inşaatının bitirilmesi ve oturulacak veya kullanılabilecek hale gelmesinde 3 yıllık bir süre çok iyi bir skor gibi iken, hazır betonu, hızlı şekillendirme, bükme, ulaştırma ekipmanlarının bu iş koluna destek olmasıyla birlikte, 1 yılın daha altında bir zamanda işin bitirilmesi konuşuluyor artık.
Bütün hızıyla akıp giderken şu hayat, ortaya koyduğu hızla bizleri kendine uymaya da zorlamaktadır adeta. Oysa bizler bu hızlarda bir koşuşturmaya mental olarak çok hazır değiliz sanki. Yıllar öncesinden ve bana sorarsanız fıtratımızdan gelen bazı temel argümanlardan ötürü, anın farkındalığını yaşamak, onu her zerresiyle nefeslenmek istiyoruz. Buradaki devinim çoğu hazzın yeterince cari olmadan bir sonraki sürece bizi iteklemekte ve yaşamdan alınması beklenen tad alınamamaktadır muhtemelen. Gençlik yıllarında hıza aşina iken bizler, daha ileri yaşlarda anın daha yavaş ve haz katarak seyrini diliyor, bunu yapamayınca da alabildiğine sitem ediyoruz hayata. Bu denli hızla iç içe olmak gerçekten de gerekli midir? Ayağını yavaş ve güçlükle minibüse atarken, diğer yolcuların sabrına ve hoşgörüsüne sığınmanın insani yanları yok mudur? Her birimiz her şeyi daha hızlı yapmak zorunda mıyız? Hayat hızdaki durum ile mi bizi ölçecektir? Benzeri onlarca soruyu bu metnin özündeki hız kavramı ile birlikte düşünmemiz ve hız mevhumunu tümüyle de göz ardı etmeksizin irdelememiz gerekir sanırım. Bir acil müdahale ile hastanın, yaralının tedavisinde hz elbette son derece önelidir. Ne var ki hızla birlikte doğru teşhis ve müdahaleler de birlikte işin içine girmektedir. Benzer şekilde bir orman yangınına müdahalede saniyelerin dahi son derece önem arzettiğini inkâr edemeyiz. Belki de birkaç saniye önceki bildirim ve veya müdahale binlerce canın, maddi kazanımın sigortası olabilecektir.Yukarıdaki eleştiriyi hızın gerekliliğini göreceki olarak ortaya koyarken, bu tür ivedilik gerektiren durumlarda tedbirlerin de hızla birlikte devreye girmesi gerektiğini söylemeden geçmemek gerkir, diyoruz. Kalp rahatsızlığı geçirmekte olan hastayı ilk müdahalenin ardında sağlık kurumuna son hızda yetiştirmeye çabalayan bir ambulansın, trafik kazası riskini de en aza indirebilecek tedbirleri düşünmesi gerekir. Zîra, bu hususu ikinci planda bırakan çok sayıda ambulansın karıştığı kazaların sayısı da az değildir maalesef. Hız başlı başına özne olmamalıdır veya onu daha sağlıklı işe koşabilecek dikkat ve tedbirlerle, gerekirse B, C planları ile uygulanmalıdır.
Konuya bir de fırçadan, kalemden, notadan, ezgiden, estetikten bakmak gerekirse, yılda ortalama 13-15 kitap yazabilmek hızına erişmiş olması, bir yazarı nitelikli kılar mı? Yahut, ayda 4-5 yağlı boya tablo eserini sergiye kazandırmış olmak bir ressamı kalıcı kılar mı? Kariyeri ile ilgili bir sınava hazırlanmakta olan öğrencinin rakiplerinden daha fazla sayıda soruyu, testi ve denemeyi bitirmesi ona bu sınavında gerçek anlamda skor yaptırır mı? Elbette sayısal verilerdeki artışların, beklentileri doğrudan doğruya karşılayabildiği sonucuna gidilemez, gidilmemelidir de? Denemelerin gereği olan geri dönüşleri yapmadan, konu eksiklerini bitirmeden de deneme yapılması suretiyle ortaya konulan çokluklar nitelikçe bir artıyı çağrıştıramazlar. Sayların büyümesiyle birlikte niteliklerden de taviz verilmemesi koşuluyla hızın bir anlam içerebildiğini söyleyebiliriz.
Tarihi nüshaların içine de girerek konuya bir eğilmek bize daha kapsamlı bir bakış açısı sunabilir “hız” konusunda. Aldığı son derece ciddi ve savaşın kaderini belirleyebilecek mesajı iletmekte olan askerin bu yoldaki her adımı ve bu adımlardaki ivmesinin değerini tartışmaya dahi gerek yoktur. Her iki tarafın da bir çatışmaya girmesini önleyebilecek bir mesaj da olabilir bu. İşte böylesi hayatî anlarda, olabildiğince ve alabildiğine hızın can bulmasını kim istemez ki? Tam da vaktinde boşaltılan bir köy, kasaba, onlara bu mesajı en ivedilikle ulaştırabilenlerin sayesinde yarının şafağına yeniden doğabilecektir. Oysa, tsunami gibi devasa afetlerdeki bildirimlerin vaktinde ulaşmamış oluşları binlerce, on binlerce hayat mal olmuş, bir o kadar da maddi hasarı eklemiştir hayat hanemize.
İbretle okumakta olduğumuz, izlediğimiz pek çok vakada da hızın son derece önemli bir özne oluşunu fark edişimiz tesadüf değildir. Aracıyla seyir halindeyken son saniyedeki kıvraklığı veya yağını fren pedalına vaktiyle basışıyla çokça şeyin değiştiğinin farkında olan kim bilir kaçımız, o anlardaki bu çeviklikten ötürü rahat bir nefes alabilmenin huzurunu yaşıyoruzdur. Boğazına nohuttan daha küçük bir gıda parçası veya başkaca bir şey kaçan, nefes almakta güçlük çeken ve saniyelerle hayat ile ölüm arasında boğuşurken birileri ; doğru yerde, zamanda, hızda, teknikle yapılan müdahalelerle yeniden hayata dönenleri nasıl unuturuz? Buradaki kısa bir tereddüt ve veya gecikme işi oldukça dönülemez noktalara getirebilirdi değil mi?
Olağan hayatın içinde hıza olan ihtiyaç bitmeyecek gibidir ve fakat her şeyin özüne hızı koymak suretiyle de anın değerini bütünüyle anlayabilmek de mümkün olamayacaktır. Hissiyatların denizinde gezinirken varılan hazzı son derece ivmelendirmek, milli marş okunurken bu okuma hızını iki kat çıkarmak, sevilen bir türküyü bazı bölümlerini atlatarak icra etmek, bir filmin giriş kısmındaki sahneleri atlayarak sadece adrenalin çağrıştıran karelerine odaklanmak noktasında, hızın haz ile ilişkilerini irdelemek gerekir. Sözün özü hız, hazzı engellememelidir. Yaşanan anların ve hele ki tadı doyumsuz duyguların bitmemesi üzerine beklentilerimiz varken, bir esinti ile bunların elden, avuçtan hızla gitmesi ne de ürkütücüdür. Çocukluk yıllarının doyasıya yaşanmadan ergenliğe, oradaki gençlik yıllarının bütün hezeyanlarıyla deneyimlenmeden olgunluğa geçişin sancılarını çekmeyeniz var mıdır? Yetmişli yılların şanslı nesilleri olarak hayatın bizlere verdiklerini büyük bir doyumla nefeslenebilen bizler dahi o güzel yıllara özlem duyarken, bu özel aşamaların farkındalığını ıskalayan olmak büyük bir talihsizliktir kanımca. Bizi o dönemlerde tatmin edebilen 50 cc`lik tek silindirli ve ortalama 50-60 km azami hıza ulaştırabilen motosikletler ne denli yeterliydi aslında. Günümüzde silindir hacmini daha bir artırarak ve teknolojik nimetleri de bu motorun bünyesine konuşlandırarak 100-120 km`lik devasa hızlara ulaşılmış durumdadır. Buradaki fark sadece hız değildiri anlatmayadır çabamız. Aynı mesafeleri yolun olanca güzelliğini seyrederek, havasını içe çekerek yaşayan bizler ile bu süratin iki katına sahip jenerasyonun aldığı haz , elde ettiği deneyim sizce de aynı mıdır? En esaslı soru, “Hızlı olan daima iyi midir?” Seyrine doyum olmayan doğal manzaraların içinde su gibi akıp giderkenki yolculuğun verdiği haz ile bu manzaraları göremeyeceğimiz ve yaklaşık 450-500 km`yi bulan hızlardaki haz aynı şeyi katar mı hayatımıza? Göreceli bir durum da olarak bakılması gereken bu husus, hızın her zaman tercih edilen olmaması, yerinde zamanında işe koşulduğunda hayata derinlik kazandırabileceğidir.
Bir kısmımız ki büyük bir kısmımız, hızla tükenip giden zamandan şikayet ederken, bir kısmımız da “ Sakın geç kalma erken gel.” der gibidir bir sanat müziği dizlerindeki gibi. Ne zaman ve yerde kime veya kimlere erkeniz veya geçiz bilinmez. Bazılarımızın sevgi adına da göz attığında ortaya çıkan bu göreceli durum, ruh ikiziniz olan karşı tarafın yaşça oldukça ileri ya da geri oluşuyla da bir paradoksa dönüşür ne yazık. Ya erken geldiğimizden veya geç kaldığımızdan dem vuran sitemlerin biteceği de yoktur belli ki. Mesele, vaktinde ve uygun zeminde kendimize bir şeyler katarken, hayata renk saçarken, başkalarını da bunun içine dail edebilmek değil midir? Hızımızla renk katabiliyor isek buna devamda mahsur yoktur fakat, her zamanda yüksek tempoda olmak hayatı şöyle bir tartabilme lüksünü de elimizden alabilir. Arada bir hızda olabildiğince düşüşün de gerekli olduğunu düşünenlerdenim. Hızı doğru uyarladığımızda her şeyin hayra vesile olması olasılığı da yüksektir, diye düşünüyor, hızdaki çokça düşüşü de eleman dedirterek bıkkınlık yaratabileceği gerçeğini de dile getirmek istiyorum. Başlangıcı çokça uzun tutulan filimler nasıl da yorar bizi ve fakat olağanca hızlı tempodaki zaman zaman durağan karelerin işleyebildiği duygularsa çok derinden işlerler izleyenlerine. Hızınız hazzınızı ertelemesin, geride de bırakmasın dileklerimle.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.