- 164 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
BOYACI NAZMİ
BOYACI NAZMİ
Ayakkabı boyacısı çocuklar olurdu eskiden.
Hafta sonlarında, sömestr ve yaz tatillerinde, bir omzuna astıkları aksesuarları ile şıkır şıkır boyacı sandığı, diğer elinde ekmek teknesine yakıştırdığı bir çift terlikle kahvehane, meydan, park ..
Onuru ayağa düşürmeden hizmeti ayağa götürmenin telaşını yaşarlardı.
Nazmi de onlardan biri, belki en uzmanıydı o sanatkarların.
Henüz orta ikide olmasına rağmen, muhtemelen ödünç alınmış bir pastel boyayla sandığına yazdığı iki mısra tüm ilçenin ezberindeydi.
"RIZKIMI BOYUYORUM
ÇOK ŞÜKÜR DOYUYORUM"
- Boyayım mı abi? Parlamazsa para yok
- Kaç kuruş?
En zor soruydu bu...
Belli ki niyetliydi amca.
Fiyatta anlaşırlarsa, ya silginin, ya da ucu zor kırılan o dayanıklı kurşun kalemin parası çıkacaktı.
Yanı sıra birisi daha boyatsa, bir daha Süleyman’dan kalem açacağı bile istemeyebilirdi.
İki tarafından ucunu açacağı kalemle, biraz da bastırmadan yazarsa, iki ay idare ederdi kalem.
-Ne verirsen amca.
- İyi, al boya bakalım.
Terlikleri ayağına verdiği müşterisinin emanetlerine, büzüştüğü yerden fırça atarak başlardı sanatına.
Bir kişi daha boyatsa silgi, kalem açacağı ve kalem de istemezdi kimseden.
Matematiği sevmeyişinin nedeni, gönyenin çizim yaparken kalemin ucunu fazla hırpalamasıydı.
Yoksa bir sorunu yoktu dokuz kere sekizle.
- Badem yağı da olsun mu amca?
- iyi, olsun evlat
Öğleden sonra 2/A ile sınıf maçları vardı.
Bütün sınıf yalvarmış, çağırmışlardı onu okulun yanındaki boş arsaya.
Takımın golcüsü ve kaptanıydı Nazmi.
Ama önce para kazanmalıydı.
Hangi kaptan arkadaşından silgi veya kalem açacağı isterdi ki?
- Sen merak etme amca. Saçını bile tarayacaksın ayakkabına bakarak.
- Garson evladım. Boyacı çocuğa bir gazoz ver, bizim hesaba ekle.
İnşallah gazozun kapağını açmadan getirir garson.
Sandığına atar, seneye okula başlayacak kardeşi Selim’e götürürdü.
Gazozu çok severdi Selim.
Söz vermişti arkadaşlarına. Maça gidecekti. Sandığını kale arkasına saklardı.
Aysel de gelir miydi maça?
Saçları yine örgülü mü olurdu?
Ceza sahasında Aysel’in kahkülü yırtık çorabına dolanır mıydı?
- Buyur amca. İki lira
(Silgi ve kalem açacağı paras tamamdır.
Kalem mi? Allah büyük)
-Bak evlat. Biz üç kişiyiz. Tek tek her ayakkabı iki liradan ne yapar?
(Gönyen kırılsın amca)
- 12 lira amca. Ama siz 10 verin, bereket versin.
(Maçtan sonra gazozu da içerim, Selim’e de meyvelisini alırım)
- Aferin evlat. Al amcalarının ayakkabılarını, bu yirmi lira da hakkın senin.
Ayakkabı boyacılığı yaparak ev geçindiren arkadaşlarım vardı benim.
Ortaokuldaydık.
Okul çıkış saatlerinde kardeşi Selim boyacı sandığını okul önüne getirir, ceket ve kravatı koyduğu poşetle dönerdi eve.
İkı yıl beraber okuduk.
Asla hangi takımı tuttuğunu öğrenemedik.
4 kulübün arması çakılıydı sandığında.
Müşterim hangi takımlıysa, en büyük o derdi.
Bir Pazartesi gelmedi okula.
Zaten Selim de çıkışta sandığını getirmedi.
Tüm sınıf badem yağı sürdü kirpiklerine
Aysel, cila atıyordu kadife bezle gözyaşlarına.
Kahvehanenin önünden, karşı parkta kendisine seslenen amcaya seğirtmiş.
Sonrası , frenin en acısı.
Sonrası, kemik çatırtısı.
Sonrası korna, meyveli gazoz, badem yağı şıngırtısı...
Sonrası yok!
Yoldan toplanan yirmi kilo ne kadar ederse, o kadar gömdük babasının yanına.
Yolum düştü, geçen yaz Selim’i buldum.
Maşallah öğretmen olmuş, evine buyur etti.
Bir köşe ayırmış salonunda, Nazmi’nin lacivert eşofmanla bir resmi ve boya sandığı var.
Boya eşofmanı, lacivert çerçeveyi, cila çayı, üç numara traş beni içtik.
Selim’in de izniyle, üzerinde boya sandığı kabartması olan bir mezar taşı yaptırdım.
Soyadı önemli değil
Boyacı Nazmi’ydi o...
Ali ERDİNÇ
Æ