- 97 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÜVENMEK
GÜVENMEK
Heman Mevla ile sana dayandım
Arkam sensin kalem sensin dağlar hey
Yoktur senden gayri kolum kanadım
Arkam sensin kalem sensin dağlar hey
KÖROĞLU
Hemen hepimiz büyük şairimiz gibi sırtımızı bir yerlere dayamaya ihtiyaç duyarız.. Bazen bir insana, bazen bir maddeye, silaha, nüfuza, paraya güvenir insanlar. Ne için? Kendilerini güvende hissetmek için. Durum böyle olunca güvendiğimiz, sırtımızı dayadığımız şeyler çok büyük bir önem taşır.
Tüketicisine her gün ekmek sunan fırıncı, müşterilerine bina yapan müteahhit, hayata hazırlanan öğrencilerine bilgi ve rehberlik eden öğretmen, ülkeleri yöneten siyasiler, orduları idare eden komutanlar, davaları yürüten hakimler, işsizliğin insanları kavurduğu bir ortamda, iş güvencesi vererek çalıştıran iş verenler, mahiyetlerindeki insanlar hakkında üstlenmiş oldukları sorumlulukların acaba farkındalar mı? Farkındalarsa, ellerindeki gücü insanlığa bir hizmet olarak mı görüyor, yoksa güç zehirlenmesi içinde, mevcut hali ile onları eziyorlar mı? Elbette her iki türden insanın olduğu dünyada iki örnekten de bol bol görülür..
Para, şöhret, mevki, siyasi kimlik gibi faktörler, insanları her devirde destek aramaya, sığınmaya, faydalanmaya yöneltmiş; insanlar arası gruplaşmalara, çekişmelere, çatışmalara yol açmış; haklı olanın yanında yer alandan çok güçlü olanın yanında yer almak, çoğu zaman daha çok kabul görmüştür. Demokrasinin istismar edilen yönlerinden birini içeren bu gerçek, iktidarı elinde bulunduranların haksız uygulamalarına, liyakatsiz atamalarına, rakiplerini sindirme girişimlerine, toplumdaki çoğunluklara zarar veren, kamu vicdanını sızlatan hukuksuzluklara yol açmıştır. Çünkü güce duyulan güven, liyakatsiz siyasilerin gözlerini kör etmektedir. Oysa ki bu güç onlara bir miras değil, bir emanet olarak verilmiştir. Fakat bunu anlamak için hem vicdana hem de objektif ve güçlü kanunlara ihtiyaç vardır.
Bir atasözümüz:” Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür.”der. Birçok zengin tanımışsınızdır ki akıbetleri felaket olmuştur; birçok siyasi kimlik görmüşsünüzdür ki basında, gözlerimizin önünde insanların içini acıtan feci sonları yaşamışlardır. Sadece sırtını hakka ve halka dayayanların, halkın güvenini kazananların ölülerine bile, insanlar, ölesiye sahip çıkmışlardır.
Dünyada en halis duygularla kurulan siyasi partilerin kısa bir süre sonra, toplumda karşılığı olmayan, “her dönemim adamı”, milli davalarla alakası olmayan, topluma vereceği olmayıp, ülkeden götüreceği çok şey olan menfaatperest kişiliklerin, bu gücü elinde tutan partileri ele geçirerek, onların yörüngelerini değiştirdiklerini görürsünüz. Halkın hayal kırıklıkları, sivil otoriteye duyduğu güvensizlik ve kabullenilmiş çaresizlik, ülke insanlarını ölümden beter hallere sokarlar. Bu yüzden güven kavramı, tarihin her döneminde insanlığın en temelden ihtiyaç duyduğu, en çok sıkıntısını çektiği, en çok görmeyi istediği bir “ana kucağı” olmuştur.
Peki ama insanlar başkalarına niçin veya hangi durumda güven duyar veya duymalıdır? Aslında biz zaten yapımız yönüyle birbirimize muhtaç olarak yaratılmışız. Tabiattaki farklı atomların molekül oluşturması gibi biz de başka insanlarla, başka canlılarla birlikte yaşamaya, dayanışmaya muhtacız. Evlendiğimizde hayatımızı -çoğunlukla- çok da iyi tanımadığımız bir insana, bir ömür için teslim etmiyor muyuz? Yolculuklarımızda kendimizi, sürücü ehliyetini nereden aldığını bilmediğimiz bir sürücünün, ne kadar tecrübesi olduğunu bilmediğimiz bir pilota teslim etmiyor muyuz? Nasıl yetiştirdiklerini bilmediğimiz sebze, meyve vb. ürünler konusunda çiftçilere, nasıl hazırlandıklarını yeterince bilmediğimiz yemekler konusunda lokantalara canımızı, nasıl bir idare sergileyeceklerini bilmediğimiz her türlü siyasetçilere, daha büyük düşmanlar konusunda müttefik ülkelere(!) geleceğimizi teslim etmiyor muyuz? İçimden ”Her şey bu kadar basit mi?” diyesim geliyor. Ne yazık ki öyle. Hepsinin bir güven veya güvenme ihtiyacından doğduğu apaçık.
O halde, ümit bağladığımız insanlar yanlış yaparsa ne olur? Yanlış birisiyle evlenirseniz hayallerinizin yarısından fazlası ölür; yanlış bir sürücüyle yola çıkarsanız ya öbür dünyada veya ona yakın bir yerde olursunuz; yanlış ve sağlıksız gıdalarla beslenirseniz birçok tehlikeli hastalıkla yaşamak zorunda kalırsınız; yanlış siyasilere veya dost görünümlü hainlere güvenirseniz, kendi ülkenizde misafir olursunuz.
Başkalarına güvenme konusunda ana-babasına, servetine, diplomasına, popülaritesine, şöhretine güvenenler vardır. Onların böyle bir hakkı vardır. Ama gelecekleri ne olur? Kimse bilemez. Onlara en güzel cevabı bir ata sözü söyler ” Güvenme güzelliğine, bir sivilce yeter; Güvenme zenginliğine bir kıvılcım yeter.” Yerin altı, yanlış yere baş koyanların trajik sonlarıyla doludur. Acımasızca bir var olma savaşının sürdüğü dünyada kimsenin yanlış dizlere baş koyma hakkı yoktur. Hepimiz güvendiğimiz insanlardan hesap sorma haklarımız olduğunu biliriz ancak onu yapamayız. Çünkü dünyanın kendisi de o kadar güvenilir bir yer değildir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.