GSR POZİTİF
GSR
Okuyunca şifreyi siz de çözeceksiniz.
SUNUŞ
Toplumsal sorumluluk anlayışı ile ele alınan “ GSR” romanında yazar hukukun hukuk adına katledildiğine, hukukun toplumun farklı katmanlarına farklı işletildiğine toplumun iki yüz yıllık sürecini sorgulayarak çarpıcı örnekleri ile oraya koymaktadır. Yazar iki yüz yıllık çarpıcı olaylara ayna tutmakla yetinmemiş iki yüzyıl sonra yaşanabileceklere dikkat çekmiştir.
Toplumun bir bireyi olarak her bireyin toplumsal olayların ekseninin herhangi bir doğrultusunda, herhangi bir noktasında yer aldığını dikkate alırsak romanın her satırında da okuyucunun kendini bulacağı nitelikte bir romandır.
Hatice ÖZTÜRK
EĞİTİMCİ
ARKA KAPAK YAZISI
Hakkı gasp edilen adalete sığınır, hakkı katleden de sığınır adalete. Adalet hukuku katledenler içinse şemsiye… Ne var ki kapanıverir adaletin kapıları hak arayışlarda. Sıralanıverir eften püften, boktan sebepler… Uzadıkça uzar. Örüldükçe örülür. Dava uzar da uzar… Ömür biter, dava bitmez. Ölümde de iz sürer çoğu kez.
Romanın kahramanı Sülo Soyluoğlu’nun ömrü adliye kapılarında geçer. Hukukun oynadığı oyunların hepsinde Sülo, kaybeden taraf… Hukuka olan inancını yitirir, psikolojisi bozulur. Uykuda donuna “Boktan Davalar’’ yazmaya başlar. Yapılan tıbbî tetkikte Sülo Soyluoğlu’nun önceden olduğu bir ameliyatta karnında bir kalem unutulduğu tespit edilir. Kalemi çıkartmaya karar verilir. Karara karşı beyin cerrahi uzmanı, “Kalemi çıkartmanız sorunu çözmeyecektir. Gözden kaçırdığınız bir durum var; adam beynine öyle bir komut veriyor ki beyin bokla mürekkebi ayrıştırıyor, yazıya dönüştürebiliyor. Göreceksiniz o beyin kalem çıkartıldıktan sonra da benim ve sizin cebimizden kalemi alacak, yazmaya devam edecek. Denilen olur.
İlk yazı: “Bir tek kalem kime yetecek, atın çöpe.’’
Sülo, hukuk mücadelesine devam eder. Hukukun Sülo’ya ördüğü çorabı okuyan herkes kendi yaşadıkları ile bir benzerlik kuracak. Romanı baştan sona kendisi kurgulamaya başlayacak.
ROMAN GİRİŞ
Sülo Soylu, iş hayatına geç atılmıştı atılmasına. Adı iş, astarı geçici. Öyle de oldu geçici işi. Geçici işi, Sülo’ya iş tecrübesi kazandırmadı, yeni iş kapıları aralamadı aralamasına; adliye kapılarını araladı. Öyle bir aralık ki aralığın sonu, karanlık!
İşe başlangıcının ikinci haftası Sülo, maaş bordrosu yerine “ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ” celbini aldı.
Sülo, Asliye Hukuk Mahkemesi’nde…
Sülo, davacı kürsüsünde, davalı kürsüsünde işvereni kabzımal, yanında müdafi avukatı. Karşısında hâkim, hâkimin kürsüsünün önünde zabit kâtibi.
Sülo’nun sol kolu alçıda. Sülo, patlamaya hazır bomba…
Bıraksalar bakışları ile boğacaktı kabzımalı. Yumruklar sıkılı, dişler kemik dişleyen köpek dişi. Bakışlar tarifsiz…
Kabzımal için sıradan iş, sıradan bir gün, sıradan geçen saatler… Duruşu, sakinliği; otobüs durağında otobüs bekleyen cinsten.
Hâkim, Sülo’nun dosyasının ilk belgesine bir göz attı. İlk belge “GSR Belgesi’
GSR – ( Negatif)
Hakim anlamsızca Sülo’nun gözünün içine baktı. Bakışlara Sülo anlam veremedi.. Sülo olan bitenden habersiz, yaşadıkları gözünün önünde. Haklılığına olan inancı gözlerinden fırlayacak. Hakim de Sülo’dan yana ki öyle baktı. Daha doğrusu öyle bakmadı, Sülo öyle sandı.
Hakim davalı dosyasına baktı.
GSR + ( pozitif).
Hakim davalının yüzüne tebessümle baktı. Davalı tebessümle karşılık verdi.
Hakim bakışlarını zabıt katibine çevirdi, zabıt katibine ilk cümleyi yazdırdı “30/05/1990 Çarşamba günü, saat 13.00’te davacı ve davalının, davalı avukatının duruşmada hazır bulunduğu tespit edildi. Duruşmaya başlandı.’’
Hakim (Sülo’ya) “Dava dilekçesinde yer alan şikâyetinizi adliyede hakim ve tanıklar huzurunda tekrarlayacak mısınız?’’ diye sordu. Sülo’dan “Evet.’’ sözünü alan hâkim, ikinci sorusunu sordu:
- Olay nasıl vuku buldu?
- Sayın hakimim,
Okul bitmiş, bir müddet işsiz kalmıştım. İşsiz kalışım annem babam için bir dert olmuştu.
İlk cümle götürdü Sulo’yu ilk güne…
Sülo adliyede değil, Sülo hâkim karşısında değil; Sülo, sinema salonunun locasında. Filmin başrol oyuncusu, filmin senaristi, filmin yönetmeni ve filmin tercümanı filmi seyrediyor; filmi tercüme ediyordu hâkime.
Sülo sanki ışınlanmıştı; adliyede değil, evindeydi.
Filmin ilk karesinde evinde kahvaltı sofrası hazırlanmış, yer sofrasındaki sinide peynir zeytin, yumurta, domates vs. vardı. Sininin etrafında aile fertleri: Baba, anne, 18 ve 25 yaşındaki iki erkek çocuk.
Annesi, çayları dolduruyor, dönüp dönüp büyük oğlu Sülo’ya bakıyordu. Babası yemekle meşgul...
Annesi:
- Bu çocuğun sonu ne olacak?
Babası:
- Allah’a şükür okulu bitirdi. Sağlığı yerinde.
- İş diyorum, iş!
Sülo:
- “Okul” dediniz, okudum. Yaşıtlarım oynarken sokağa çıkarmadınız. “Oku oku!” dediniz. Sonuç: bok.
Babası:
- Oğlum bak, üç yüz bin atanamayan öğretmen var. Her birinin ayrı ayrı derdi var. Ev derdin yok, aş derdin yok, şükret haline. Biz zamanında daha kötüsünü gördük. Bir iş buluruz elbet. Bunları dert etme. Okuma ümidi ile gidip milyonlarca genç kurşuna dizildi. Hapse atıldı.
“Sağ” dediler, “sol” dediler; kardeşi kardeşe kurşunlattılar. Sağcı olduysan suçlu oldun, solcu olduysan suçlu oldun. Necdet Adalı’yı solcu diye astılar, peşinden Mustafa Pehlivanoğlu’nu sağcı diye astılar. İkisi de bu vatanın evladıydı.
Hayatlarının baharında solduruldular. Her ikisinin de daha bıyıkları terlememişti. Tek suçları, suç elbiseleri bedenlerine uygundu.
Sokağa çıkamadığımız günler oldu. Çocuğunu okula işe gönderen her babanın içinde çocuğunun ölüm haberini alma korkusu yatardı.
Benim zamanımda televizyon da yoktu. Radyolar vardı pilli. Pilli diyorum. Pil iki günde biterdi. Her babanın kulağı radyodan gelecek ölüm haberinde idi. Pil bittiği zaman evine ekmek almaz önce pil alınırdı. Ben bunları babama yaşattım, sen bana yaşatmadın.
Annesi:
- Komşu Ayşe, kabzımalda çalışıyor. O demişti; patronu hesap kitap işlerine bakacak, eli kalem tutan birini arıyormuş. Ona bir söylesem diyorum.
Babası:
- Söyle, olursa olur. Olmazsa başka işe bakarız. Ne yarınlar biter ne ümitler.
Kahvaltı biter, anne sofrayı toplar. Anne, komşu Ayşe hanıma oğlu için patronu ile görüşmesini söylemeye gider.
Annesi, Ayşe hanımın kapısını çalar. Ayşe hanım kapıyı açar:
- Dürdane, ben de hemen çıkacaktım. Gel hele içeri, hayırdır?
- Ben içeri girmeyeceğim. Patronun hâlâ hesap kitap için adam arıyorsa benim oğlan okumuş çocuk bir söylesen de benim çocuğu işe koysak.
- Senin oğlandan iyisini mi bulacak; ben hemen söyler, sana akşama haber getiririm.
Komşu Ayşe işe, Dürdane evine yol aldılar.
Dürdane bir koşu eve geldi:
- Duy bak bey, Ayşe Hanım “Patron senin oğlandan iyisini mi bulacak; ben söyler, akşama haber getiririm.’’ dedi.
- Hayırlısı. (Ayağa kalkar ceketini giyer kapıya yönelir.) Ben kahveye gidiyorum.
Sülo:
- Ben de dolaşmaya çıkıyorum. Otur otur, ev üstüme geliyor.
Annesi:
- Çık oğlum, gençsin, dolaş. Ben de bulaşıkları yıkar, evi süpürürüm. Annenin işi belli, ardından yemek…
Sülo, her saniyede filmin her bir sahnesini tekrar tekrar yaşıyordu…
Filmin ikinci sahnesinde ilk iş yeri kabzımal yer aldı. (Yazıhane. Patron, koltuğunda oturup telefon görüşmesi yaparken Ayşe Hanım konuşmanın bitmesini ayakta beklemektedir.)
Ayşe Hanım:
- Bahri Ağabey, bizim komşunun bir oğlu var. Önüvörsiteyü bi türdü. İşki kumar neyim bilmez, yalan heç bilmez. Tam sizin aradığınız adam.
- Yarın gelsin, bir de ben göreyim.
- Gör gör valla, peşman olmayacağan.
Görüşme bitti, Ayşe Hanım patronun odasından çıktı. Dışarıdaki işçileri taşıyacak kamyonete doğru ilerledi.
Ayşe Hanım ve diğer işçiler kamyonete bindi. Sebze toplamak için tarlaların yoluna düştüler.
(Dürdane mutfakta bulaşık yıkarken kocası kahvenin köşesine tek başına oturmuş, gazete okumaktadır. Sülo ise yol boyunda bir taşın üzerine oturup dereye çakıl taşı atmaktadır.)
Filmin 3. sahnesinde kadınlar sebze topluyor, kasalar doluyor, kamyonete yükleniyor.
Filmin 4. sahnesinde akşam olmuş; Sülo, kardeşi, annesi, babası yer sofrasında yemek yemektedirler.
Kapı çalınır, gelen Ayşe Hanım:
- Senin oğlanın işi tamam. Yarın patron bekliyor.
Annesi ( Dürdane):
- Sağ olasın Ayşeciğim. Bu iyiliğinin altında kalmayacağım. Oğlan işe başlasın maaşını bir alsın, seni göreceğim.
- O nahıl söz kız Durdane, senin oğlun benim oğlum, duymamış oluyum. Beni lafa tutma, daha eve varıp sofra hazırlayacağım. Haydi, hoşça kal.
- Güle güle, Ayşeciğim. Sağ ol. Allah ne muradın varsa versin.
Dürdane içeri girer: “Şu Ayşe gibisi yok. Bir dediğimi hiç iki etmedi.”
Babası:
- Allah eksik etmesin.
Sofra toplanır. Çaylar içilir. Yatmak için herkes odasına çekilir.
Sülo, filme ara verir ikinci cümlesini söyler.
(Kabzımalın gözüne bakarak )
“Ertesi gün sabah, iş görüşmesi için gittim.”
Filmin yeni karesinde artık kabzımal yer almaktadır.
(Yazıhane, patron)
Sülo. Patron Sülo’yu bakışları ile süzer. Sülo’ya:
- Demek, üniversite bitirdin.
- Evet.
- Burada günlük hesapları tutacaksın. Tartı, alınan mal, ödenecek ücret gibi. Hepsi basit. Bugün işi tanıman için işçilerle birlikte git. Ürünün toplanışını, kasalanışını, taşımasını yakından gör. Yarın da gelen ürünlerin tartısını burada yaparak tek tek kaydedeceksin.
Sülo:
- Anlaşıldı efendim.
- O zaman buyur, araba gitmek üzere sen de işçilerle birlikte git.
Bahçede kamyonet. Kamyonette kasalar. Kasa üstüne binenler, kasayı kucaklarına alanlar… Sülo şaşırır:
- İşçiler böyle mi gidiyor?
Kabzımal:
- Onlar kendi tarlalarına eşeğe binerek giderken ben altlarına araba vermişim.
- Bu araba mı şimdi?
- Araba değil de … Töbe töbe… Marabanın altına makam arabası mı çekecektim?
- İyi; ama bunların can güvenliği?
- Merak etme onlar senin gibi muallim çocuğu değil. Götleri taşa, toprağa, çalıya çırpıya oturmaya alışkın.
- Köylü, maraba, muallim, muallim çocuğu, o çocuğu, hepsi aynı canı taşımıyor mu?
- Bak, delikanlı yanımda çalıştırdığım kişinin bana akıl vermesine, hesap sormasına, sözüme karşılık vermesine tahammülüm yok. İlk günün diye sesimi çıkarmıyorum.
Bu sözleri çalışan biri söylemiş olsaydı kıçına tepiği çoktan yemişti. Sen arabaya biniyor musun, binmiyor musun?
- Bize okullarda söze kıça tepikle değil; söze sözle, karşılık vermeyi öğrettiler, bir de susmamayı.
- Sen arabaya biniyor musun, binmiyor musun?
- Arabaya biniyorum. Çalışmaya mecbur olduğum için değil, susulmaması gerektiğini göstermek için.
Filmin 7. sahnesinde yol Sülo’nun gözünün önünden başlar akmaya…
(Kamyonette 10 kadın işçi, önde Sülo, şoför)
Kamyon taşlı topraklı yolda ilerlerken kadınlar kasa üstünden oturduğu yerden yarım metre sağa sola sallanır. Göğüsler darbuka çalmaktadır. Popolar kızgın saca oturmuşçasına inip inip sıçramada. Düşmemek için birbirinden destek alma çabaları çoğu kez boşa çıkar. Sülo, önde kendi kendine konuşur: Çalışan ayrı dertte, çalışmayan ayrı dertte… Bu nasıl bir dünya?
İşçiler bahçede ağaçlara dağıldılar. O yaşlı kadınların yolda yürüyebileceğine bile imkân vermeyen Sülo ağaca tırmanışlarını görür, şaşkına döner.
Sülo, ağaçtan inen, ağaca tırmanan, kasalarda boşaltma yapan her kadına yanaşır, konuşmaya çalışır:
- Günde kaç saat çalışırsınız?
— Güneş doğmadan geliriz, akşam namazına eve varırız. Okumuş çocuksun, saati de sen hesapla.
Sülo, kendi kendine hesap yapar. “Nerden baksan 12- 15 saat” der içinden.
- Yöymeğeniz kaç para?
- 30 kağat.
Konuştuğu işçi ağaca tırmanmıştır. Sülo kasaya yönelen kadının peşinde
- 30 Lira ücret size yetiyor mu?
Yetmese ne yapalım evlat? Bu yaştan sonra bize kim iş verir? Evimize iki ekmek alırız, çocuklarımıza üç beş harçlık veriyoruz. Ele güne muhtaç etmiyoruz. Buna da şükür.
Sülo, başka kadının peşinde…
- Siz çalışıyorsunuz, kocalarınız ne iş yapar?
Onlar evin işini yapar. Ahırdaki inek, kümesteki tavuk, kedi köpek hepsi adam ister. Kocalarımız da onlara bakar. Yeri gelir yemeğimizi yapar.
Sülo, kendi kendine “Görünmeyen kadın erkek dayanışması… Görünse kim bilir gizli örgüt, ‘Eyleme teşebbüs!’ bilmem ne derler? ’’diye söyler.
Filmin 8. sahnesinde işçilerin dönüş sahnesidir.
Kamyonet yüklenir. Kadınlar boş buldukları yere oturur. Kadınlardan bir tanesi yüksekte bulunan kasanın üzerine oturur. Kadınlardan biri:
- Kız aşağı otur, araba çok sallar.
- Kız; sallarsa sallar, bu yaşta çocuk mu düşüreceğim?
İşçiler durumlarından memnun. Sülo’nun aklına patronun sözü gelir. ‘’Onlar senin gibi muallim çocuğu değil. Götleri, taşa, toprağa, çalıya çırpıya oturmaya alışkın.’’
Kamyonet kabzımala gelir. Kamyonet boşaltılır, işçiler evlerine dağılır.
Sülo, filme ara verir, üçüncü cümlesini hakimin gözünün içine bakarak söyler ‘’Birinci gün böyle geçti. Akşam eve gittim.’’
Filmin yeni perdesi devreye girer.
Filmin birinci sahnesinde Sülo’nun işten dönüşü, eve adım atışıyla başlar.
Sülo, evin kapısından içeri girer. Baba televizyon izlemektedir. Televizyonun sesini kısar. Oğluna:
- Anlat bakalım oğlum, yeni işin nasıl geçti?
- Bok.
- O nasıl söz oğlum, hele bir anlat nasıl bok?
- Patron bok oğlu bok.
- Nerden anladın bok olduğunu?
- Yaşlı zavallı kadınlara köpeğine verdiği değeri vermiyor.
- Sana bir şey yaptı mı, onu söyle.
- Bok olması için bana bir şey mi yapması gerekiyor?
- Elbet değil de sen onun düşüncesini değiştiremezsin.
- Baba sen değil miydin, “Bireyin kendi mutluluğunu düşünmesi egoistlik olur” diyen?
- Demiş miydim?
- Demiştin ya.
- O zaman şimdi başka bir şey söylüyorum. Bir şeyi değiştirebiliyorsan değiştireceksin, değiştiremiyorsan susacaksın. Duyduğunu duymazdan, gördüğünü görmezden geleceksin.
- Duyduğumu duyacağım, gördüğümü göreceğim, doğruları söylemeye devam edeceğim.
- Karar verecek yaştasın. Ben “ Yapma!’’ desem de sen bildiğini yapacaksın. Nasıl doğru biliyorsan öyle yap. Şunu da iyi bil, hep ben dediğimle, sen yaptığınla kalacaksın.
Sülo, savunmada dördüncü cümlesini kabzımalın gözünün içine bakarak söyler. “Ertesi gün, yazıhanede çalışmaya başladım.’’
İlk cümleden sonra Sülo filmi kaldığı yerden izlemeye devam eder.
Sülo yeni iş yerinde 2. gün iş başındadır.
(Sülo, verilen listeleri düzenler. Dosyalar. Akşama doğru gelen kasaları tek tek tartar. Listeleri tutar.)
Sülo sakin ifadelerle beşinci cümlesini söyler: ‘’Bir müddet böyle çalıştım.’’
Kesintisiz ilerler filmin kareleri…
Sülo, çalıştığı yerin bahçesinde…
Bahçede tek sıra olmuş işçiler.
Sülo tek tek haftalıklarını verir ellerine.
Hakim müdahale eder,
- Bırak detayı. Olay anına gel.
- Olay anı işçilere ikinci hafta ücret ödeme günü oldu.
Filmin can alıcı sahneleri…
(PATRONLA HESAPLAŞMA)
Patron, Sülo’yu karşısına almış, emir verir:
- Bu hafta ödemelerde sıkışığız. Sen işçilere son yüklenen kamyonun standardın üstünde GDEO tespiti yapıldığı, o nedenle İstanbul’dan geri çevrildiğini, boşuna bir de nakliye parası ödendiğini, bunun sonucu ödeme yapılamayacağını söyleyeceksin.
- İşçiyi karın tokluğuna çalıştırıyorsun. Üreticiden yok pahasına alıyorsun. Utanmadan üç kuruş ödemeye kılıf uyduruyor, benden şerefsizliğine ortak olmamı istiyorsun. Ben bunca yıl şerefsizliğe ortak olmak için okumadım. Şerefsizlik teklifine hayır demekle kalmayacağım. İşçilere dava açtıracağım. Onlar açmazsa ben açacağım.
- Dünkü çocuk bana şerefsiz diyemez. Senin şerefine de açacağın davayı da…
(Tekme tokat dalar. Düşmeden kaynaklı Sülo’nun sol kolu kırılır.) Şimdi git dava et.
Sülo, bahçeye çıkar. Bekleyen kadınlara tek tek, “Bu şerefsiz, paranızı ödemiyor. Dava açacak mısın?’’ diye sorar. Sorduğu her kadın sırtını döner, uzaklaşır.
Sülo:
- Davayı tek başına ben açacağım. Bu şerefsize gününü göstereceğim.
Sülo, filmin etkisinden bir an sıyrılarak altıncı cümlesini söyler, “O gün önce hastaneye, sonra eve gittim.’’
(Sülo tekrar filme dalar. Sülo hiddetle eve girer.)
Sülo’nun hiddetli eve gelişini gören baba:
- Sen söylemeden ben söyleyeyim, işten atıldın değil mi?
-Atılmadım. Şerefsiz, işçiye para ödememek için yalanına ortak olmamı istedi. Herkese dava açmasını söyledim. Kimse oralı olmadı. Yarın davayı ben açacağım.
(Baba alçıdaki kolu sonradan görür.)
- Boktan, oğlum. Sonuç çıkmaaaz. Yediğin dayak sana kâr kalır. Gör bak, tek şahit bulamayacaksın. İşçiler adına da hiçbir şey yapamazsın.
- Çıkmasın. Şerefsizin yaptığı yanına kâr kalmasın.
…
Ertesi gün Sülo adliye yolunda.
Sülo, adliyeye dosya ile girer, dosyasız çıkar.
Sülo, yedinci cümlesini söyler, “ Davayı açtım. Önüme gelen boktan!’’ dedi.
Sülo, kaldığı yerden filmi izlemeye devam eder.
Sülo’ya adliye çıkışında bir ayağı olmayan bastonlu biri:
- Hayırdır genç, dava mı?
- Şerefsizin birini mahkemeye verdim.
- Boktan.
Sülo’nun beyninde filmin sahneleri, Topal’ın sözleri çatışır, Sülo hepsini harmanlar. Sonuç bok. Sülo bir yandan yürüyor bir yandan beyninde “ Bok’’ sözlerini tekrarlıyor. Sülo çevresinde hiçbir şey görmeden eve gelir.
Sülo, babasına:
-Şerefsizi mahkemeye verdim.
- Boktan.
Sülo izlediği filmin tesirinden sıyrılır hakime:
“ İşte hâkim Bey, ben alacak peşinde değilim, o yoksullardan çalınan emeğin, kırılan kolumun hesabını sormak için bu davayı açtım. Kolum görüldüğü gibi, kırık raporu dosyamda mevcut. Karar sizin.’’
Hakim, kabzımala söz verir:
Kabzımal:
- Sayın hakimim, ben kaç yıllık iş adamıyım. Daha bir işçi “Alacağım var” demedi, dedirtmem de.
Söyledikleri iftira. Çok görmemek gerekir. Daha toy. Aklınca beni korkutacak para sızdıracak. Biz öyle her dedikoduya pabuç bıraksaydık bugünlere gelemezdik. Dövülme olayına gelince malum çalışanlar karı - kız. Kızın birine laf mı atmış, parmak mı atmış, tam anlayamadım. Yoldan gören biri namus meselesi belleyip buna saldırmış. Yetişmeseydim öldürebilirdi. O kişi elimden zor kurtuldu, kaçtı. Kim olduğunu bilmiyorum. Tekrar görsem tanımam bile.
Sülo:
- Şerefsizlik gördüm de bu kadarını görmedim.
Kabzımal:
- Bakın hakim bey, toyluğuna vererek hakaretine bile tepki göstermiyorum.
KARAR
‘’ Yaz kızım,
Gereği düşünüldü.
Sülo Soyluoğlu’nun kim tarafından dövüldüğünü şahitlendirmesi için yeterli süre verilmesine davalı Bahri Hakyemez’in tutuksuz yargılanmasına, duruşmanın 02/10/1990 Salı gününe ertelenmesine karar verilmiştir.’’
Sülo şaşkın, Sülo sinirli. Beyninde tekrarlayan sahnelerle adliyeden dışarı adımlarını atar.
Çıkışta mübaşirden daha duyarlı, daha meraklı daha bilgili, engelli – sağ ayak kalçadan kesik- her adliyeden çıkana yaptığı yorumu bu kez Sülo’ya yaptı “Haklıymışım’’ dercesine. Sülo’nun gözünün içine bakarak “ Boktan oldu değil mi?”
Her dava çıkışında boktan olduğunu bilen engellinin nereden bildiği Sülo’da bir endişeye yol açar. Adliyede farkında olmadan tek sıcaklık duyduğu meçhul kişi... Farkında olmadan cevap verdi “ GSR’’m negatifmiş.
Adliyenin engelli müdavimi cevabı yerleştirdi “ O zaman yedi bayram ananın elini öperler, merak etme!’’
Müdavim ne demişti acaba? Anasının elini kim, niye öpecekti?
Davanın ikinci duruşma günü gelmeden Sülo yine adliyede, yine hakim karşısında.
Mekân aynı.
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Davacı aynı.
Hakim aynı.
Kâtip aynı.
Davalı başka.
Dava gerekçesi başka.
Sülo, patron, savcı, hakim, kâtip (Sülo’nun bir ayağı alçıda)
Hakim her zamanki gibi GSR kontrolü yapar. Sülo’da negatif, davalıda pozitif.
Hakim (Sülo’ya):
- Olay nasıl oldu?
SÜLO:
- Kabzımal işinden kovulmuştum. İş arıyordum. Gazetede bir ilan gördüm. Başvurdum ve işe başladım.
İlk cümleden sonra Sülo locadaki koltuğuna kuruldu, başladı filmi baştan sarmaya…
Mekân: Yer altı karanlık bir oda. Üç tezgâh (masa). Tezgâhta kot. Her tezgâhta bir işçi. İşçilerin elinde kompresör tabancası… Tabanca kum püskürtmekte. İşçiler tozdan birbirini görmemekte… Alarm çalar. Üç işçi koşarak arka bahçeye kaçar. Bahçede başka odalardan kaçanlar toplanır. Yaşları yirmiyi geçmeyen çoğunluğu çocuk toplam 30 kişi.
Sülo’nun yanındaki işçi (Kesik kesik nefes alarak konuşur) Sülo’ya:
- Sen yenisi galiba…
- Bugün başladım.
-Akşamı bekleme, hemen kaç.
- Neden?
- Bu iş yerinde çalışan bir yıl çalışır. Bilemedin iki. Taş çatlasın üç. Burada üç yıl çalışan sadece ben varım.
- Sebep?
- Ölüm.
- Nasıl?
İşçi (Kesik kesik nefes alarak konuşur):
- Bak anlatayım. Nefes almakta zorlandım. Doktora gittim. “Karaciğer” dedi. İlaç verdi. Nefes alışım daha da zorlandı. Tekrar doktora gittim. “Akciğer” dedi. İlaç verdi. Nefes alışım daha da zorlandı. Meslek hastanesine sevk ettiler. Hastalığım “Meslek hastalığı’’ymış. Tedavisi yokmuş. Adı da “silikozis’’miş. Sebebi para kazanırken soluduğumuz tozmuş. Ciğerimizi sattığımızı ben üç ay önce öğrendim.
- Niye çalışıyorsun o zaman?
- Öleceğim kesin. Evde oturup ölüm beklemektense çalışayım, belki bir iki maaş fazla alırım. Çocuklarıma katkım olur, yardıma muhtaç kalmazlar dedim.
- Bu hastalık sadece sende mi var?
- Bu ve benzeri iş yerinde çalışan herkeste aynı hastalık var. Ben burada elli ölüme şahit oldum, olmadıklarım da evlerinde ölüm bekler. Türkiye’de ölen sayısı on bini geçmiş diyorlar.
- On bin, korkunç bir rakam.
- Korkunç olsa ne yazar? On bine yüzler, binler eklene eklene olur yirmi bin. (Çevresindeki çocukları gösterir.) Bak, bu çocukların çoğu Suriyeli, Moldavalı. Hiçbirinin annesi babası çocuklarının burada çalıştığını bilmez. Bu çocuklara “silikozis’’i anlatamazsın. Bir tabak yemek, onlar için bayram. Yatacak yer, bayram. Hepsi burada yatar. Bir yatakta on kişi…
- Onlardan ölen oldu mu?
- Kaçını sayayım? Öleni akşam bir çuvala koyarlar, atarlar denize. Ertesi gün gazetelerde kursun.
“KIYIDA KİMLİĞİ BELİRSİZ BİR CESET BULUNDU. KİMSESİZLER MEZARLIĞINA DEFNEDİLDİ.’’
İşçi:
- (Çocukları gösterir.) Dikkatli bak! Hiçbiri düzgün nefes alamıyor. Çalışabildiği güne kadar burada çalıştırılır. Çalışamaz duruma geldiyse ölürse denize atılır, ölmemişse hastane kapısına.
Geçen gün nefes almakta zorlanan üç çocuk, ben ve patron hastaneye kadar birlikte gittik. Üç çocuk arabadan patron eşliğinde indi, hastane kapısına kadar birlikte yürüdüler. Çocuklar hastane kapısından içeri ilk adımını atarken patron son kaçışın son adımını attı, geçti direksiyonun başına; eli kontakta, ayağı gazda… Kaçış o kaçış…
- Bu iş yerinde teftiş yok mu? Alınacak hiç mi önlem yok?
- Biraz önce alarm niye çaldı sanırsın? Alarm teftiş. Mekân boşalır. Girişe ‘’Kiralık İş Yeri’’ levhası asılır.
İşçinin konuşmasını peş peşe öten düdük sesi bozar.
İşçi:
- Düdük sesi, iş başı demek. Ben iş başındayım. Sen, beni dinle, benden bir şey duymadın, görmedin doğru evine.
- Burada kalacağım. Yaşananlara tanıklık edeceğim.
Sülo, loca koltuğundan hakime göz atar. Hakim uyudu uyuyacak… Sülo’nun ikinci cümlesini kâtip yazar “Çalışmaya karar verdim ve çalışmaya devam ettim. Kumlamada bir müddet çalıştım. Bir kez daha alarm çaldı. Ben hemen tabelaya koştum.’’
Filmin sahnesi devreye girer.
İş yerinde aniden alarm çalar. Alarm peş peşe… Acil durum uyarısı “müfettiş kapıda, acil önlem” demekti.
Çalışma alanını ilk terk eden Sülo, yaptığı ilk iş “ KİRALIK İŞ YERİ’’ tabelasını indirmek, yerine “ÖLÜMHANE’’’ tabelasını asmak.
İşçiler deprem, yangın tatbikatından daha deneyimli; daha hızlı. Emirsiz, komutsuz saniyesinde tezgâhlar boşaldı.
Patron, yaşından bir on yaş daha gençleşti. Maraton koşusunun lideri azmi ile erişti fabrikanın yol girişine. Kaptı müfettişin çantasını elinden, buyur etti müfettişe kırmızı halıyı gösterircesine yola. Müfettiş, patron üç adım, beş adım attı, atacak… Müfettişin gözü tabelada: “ ÖLÜMHANE’’
Müfettiş alışık olmadığı, hazırlanmadığı ilk soruyu sebepsizce sorar:
- Bu ne?
- Efendim, kapalı olduğunu gördüğü halde günlük yüzlerce kişi iş isteğinde bulunuyor. Söz anlatamadım. Bu yazı işime yaradı. Okuyan geri dönüyor.
- İlginç.
Müfettiş, iş yerinin hangi kapısını açmışsa içerisi boş. Çalışanın olduğunu belgelemeye bin şahit ister.
İş yerinin tek açık alanı yazıhane. Malum orası da patrona ait. Patron bir nevi bekçi. Patron iş yerini kiraya verecek.
Müfettiş, gördüklerini, tespitlerini tutanağa yazar. Tutanak kusursuz. Patronda izzet-i ikram eksiksiz.
Teftiş kusursuz, patron gönül rahatlığı içerisinde müfettişi dış kapıya kadar uğurlar.
Alarm çalar, bu alarm “ Üsküdar’a giderken’’ edasında. “ Teftiş bitti, işçiler işbaşına!’’
İşçiler iş başı.
Bu defa alarm çalmıyor, patron oda oda kendisi koşuyor. Yemekhanede toplanmalarını emrediyor.
İşçiler yemekhanede toplanmış, patron esip gürlüyor:
- “ÖLÜMHANE’’ yazısını kim asmışsa çıksın. Doğrusu yazı çok işime yaradı. Asana bir maaş ödül vereceğim.
Sülo, üçüncü cümlesini yazdırdı “Benim.’’ diyemezdim. “Benim’’ desem dönen dolabın bir parçası olacaktım. Sonra yemekhanede çalışmaya başladım.
Bir gün telefon geldi.
Sülo, filmi sarmada…
Yemekhanenin telefonu çalar. Arayan patron:
- Özel misafirimiz var, özel bir sofra donat.
- Anlaşıldı efendim.
Müfettiş son model bir araba ile gelir. Patron kapıyı açar. Birlikte yemekhaneye giderler. Masa donatılmış.
Sülo, dördüncü cümlesini yazdırdı. “Patronun konuşmasına kulak misafiri oldum.’’
Sülo loca koltuğunda, eli kumandada…
Sülo; masaya yakın, direk ardına gizli, konuşmaları dinler. Patron dinlenildiğinin farkında değildir.
Patron müfettişe:
- Nasıl efendim? Arabayı rahat buldunuz mu?
- Teftiş araya sıkıştı. O nedenle evden arabaya bindim gözümü burada açtım. Doğrusu arabadan bir şey anlama fırsatım olmadı.
- Siz dert etmeyin efendim. Araba bir hafta sizde kalsın, hatta bir ay.
Sülo beşinci cümleyi yazdırdı “Teftişte bağışlanan son model bir araba.’’
Savcı hakime, hakim avukata döner birbirinin kulağına bir şeyler söylerler.
Sülo:
- Sanırım bu konuşmanın içeriğini siz de anladınız.
Hakim:
- Tam olarak anladığımız söylenemez. Duruşmaya 10 dakika ara veriyorum.
Hakim, patrona bakar, kaş göz parmak işareti. Önden hâkim, avukat çıkar, Peşinden patron koşar. Salonda hakim, patronun kulağına bir şeyler söyler. Patron başı ile kabul onayı belirtir.
DURUŞMA BAŞLAR
Hakim (Sülo’ya) :
- Fazla uzatmadan sonuca gel.
Sülo:
Alarm olayına kafayı takmıştım. Alarmı devre dışı bırakacaktım. Önce keşfi yaptım.
Hakim:
- Bırak keşfi, devre dışı bırak.
- Köpek müsaade etmiyor.
- Vazgeç?
-Vazgeçmedim efendim.
Sülo, filmin karelerinde.
(İş yerine uzanan yol, yolun 600 - 700 m başlangıcında bekçi kulübesi. Bekçi uykuda… Sülo köpeğe kemik fırlatır. Köpek yalamaya başlar.)
Sülo:
- İşte hakim bey, böylece ne kadar karakterimle bağdaşmasa da hayatımda ilk kez rüşvet verdim.
Hakim:
- Köpeğin rüşveti olmaz, sen alarma geç.
Sülo:
- Geçiyorum. Köpeği geçtim. Kulübeden iş yerine giden kablolardan birini pense ile kestim.
- Sonuç?
- Sonuç, bir gün SSK’dan geldiler.
Bekçi girişinde bekçi her zamanki gibi alarm düğmesine bastı. Alarm çalmadı. Müfettiş aracı ile içeri girdi, daha arabadan inerken patronla göz göze geldi. Patron şaşkın, işçilere kaçın deme fırsatı bulamadı. Müfettiş tek tek çalışanların kimliklerini topladı.
Müfettiş kimliklerle birlikte patronun odasına girdi. Çalışanların SSK girişini istedi. Patronun alışık olmadığı istek. Patron cevap vermedi. Müfettiş raporunu tuttu.
Hakim:
- Bütün bu olayların seninle ilgisi ne?
- Efendim patron, önce bekçiyi suçladı. Alarmın devre dışı olduğunu öğrenince beni aldı karşısına “Bugüne kadar bu iş yerinde böyle bir şey olmadı. Bugün oldu. Bu gün de sen varsın diye oldu. Nasıl yaptın, niçin yaptın? Hemen söyle! Yoksa senin ananı…’’ der demez “Ben yaptım. Bugüne kadar anasını bellediklerinin yerine ananı bellemek için yaptım.’’ dedim. Son cümle patronun zembereğini boşalttı. Patron tekme, yumruk, Allah ne verdiyse bana verdi. Ben de aldım. Ayağım kırılınca fazlasını alamadım, kendisi de fazlasını vermedi.
Hakim (patrona):
- Dövdüğünüz doğru mudur?
- Efendim, anlattıkları baştan sona senaryo. Duymuşlar, iş adamıyım. Yolda giderken arabamın önüne yatıyorlar. Çarptı. Dava… Sokakta dayak yiyorlar, iş adamı dövdü dava... Arabamdan inmeye korkar oldum, yerde karıncaya basarım, karınca davacı olur diye korkudan. (Burnunda sinek dolaşır, burnunu göstererek) bakın sineğe git diyemiyorum, davacı olur diye. Ben her zaman yüce Türk adaletine sığınmışım. Adaletinize sığınıyorum hakim bey. Gence de para veremem; ama tanıdığım ünlü film yönetmenleri var, rica eder bir rol bulurum.
KARAR:
‘’ Yaz kızım,
Gereği düşünüldü:
Davalı, Sülo Soyluoğlu’nun iddialarını belgelemesine, şahitlendirmesine, belge ve şahit bulması için yeterli süre verilmesine, dava için üç ay sonrasına gün verilmesine, davalı İdiris Pakpınar’ın tutuksuz yargılanmasına karar verildi.’’
Sülo, iki iş, iki adli deneyim yaşadı. Davanın ilerleyen sürecinde tek bir cümlelik karar yazıldı “ Suçlamanın mesnetsiz olduğu kanaatine varıldı, davanın beraatına karar verildi.
Dosyanın biri kapanmadan bir yenisi açıldı.
Sülo, hakim karşısında.
Mekân aynı,
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Davalı aynı.
Hakim aynı.
Kâtip aynı.
Davalı farklı.
Sülo’nun kırılan uzvu farklı. Sülo’nun bu defa kafası sargıda. İçindeki kırık sargıdan gözükmüyor. Beyindeki hasar Sülo’nun sarf ettiği cümlelerde gizli.
Sülo davacı, Sülo davalı, Sülo tanık…
Bu davada Sülo davacı. Hakim bir an karıştırır, Sülo’yu tanık sanır, Sülo’ya tanık yemini ettirir:
- Doğruları söyleyeceğine namusun üzerine ant içer misin?
- Doğruları söyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.
Hakim aynı soruyu davalıya sordu,
- Doğruları söyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.
Sülo, söz almadan atıldı:
-Namussuzlar nasıl olur da namus üzerine ant içebiliyor? Ben, bu adam namussuz diye dava açmışım. Namussuzun ilk cümlesi “namus’’.
Hakim, “Bu sana bir uyarı olsun, söz almadan konuşma, konuştuklarına dikkat et, konuştukların hakaret içeriyor. Hakaretten içeri attırırım seni.’’
Sülo “ Namuslular içeri tıkıldıkça, namussuzlar kol geziyor dışarıda.’’
Hakim, “Savunmanı almadan dışarı atacağım. Savunmana başlayacaksan başla!’’
Sülo, işvereninin gözünün içine baktı, gördüğü göz değil. Beyninin arka köşesindeki namussuzluk dosyaları perdeledi gözlerini. Hâkimin gözünün içine baktı, beynin ön duvarına yazdı “ Bu dava da boktan olacak, hâkim bu namussuzun da namusluğuna karar verecek.’’
Sülo, savunmasının ilk cümlesini söyleyebildi “Köyümüze yeni bir ocak açılacağını duyduk.’’
Sülo’nun birinci cümlesi ile ikinci cümlesi arasını beynin arka köşelerinde yer alan dosyalar doldurdu.
Dosyalar film şeridi… Gözleri sahne… Film başlıyor…
KÖYE OCAK AÇILIYOR
İlk müjdeyi muhtar veriyor. Köy halkını kahvehaneye toplamış,
- Köyümüze yeni bir iş kapısı açılıyor. Gençlerimize iş… Gençlerimiz babalarından sigara parası istemeyecek. Evlerine ekmek götürecek.
Gençler:
- En büyük muhtar, bizim muhtar!
- Söz, oy kullanma yaşına geldiğimde oylar senin.
Sülo, ikinci cümlesini yazdırdı “Köyde tek karşı çıkan dedem olmuştu.’’
Film kesintiye uğramaz…
Resul Dede:
- Oğul, ocaklar sönecek, kızlarımız dul kalacak. Köy, bize mezar olacak.
Gençler,
- Sen sus, moruk! Muhtardan eyi mi bileceğen?
Muhtar:
- Gençler doğru söylüyor. Gençlerin ekmeğiyle oynamayalım.
(Filmin sahnesinde ocak açılış töreni sergilenir.)
Kurbanlar kesiliyor, davul zurna çalıyor…
Sülo üçüncü cümlesini yazdırdı: “ Dede sözü dinlemedik. Hesap, kayıt işi diye işe başladım. Sonra bütün ayak işlerini de ben yaptım.’’
Film hızlı taramada…
(Film Sülo’yu 50 yıl geri sarar. Ocakta yaşananlar 50 yıl öncesine aittir. Bu sahnelerde Sülo aktör rolünde oynar.)
Ocak iş başı…
Kömür çıkartılıyor.
El arabası ile taşınıyor. Sırtta çuvalla… Ertesi gün çuvallar ata, eşeğe yükleniyor.
İlk ölü. Çalışma esnasında, kafasına tavandan taş düşme sonucu bir işçi öldü.
Salda ocaktan çıkartılıyor. Cenaze namazı. Mezara defin.
Gazeteler yazdı, çizdi. Bir maden şehidi. Ölüm acı. Ölüm ateşi düştüğü ocağı yakar. Şehitlik, ucuz kahramanlık. Şehitlik, mazeretlere örtü.
Gazete manşeti: “Yeni açılan ocakta işçiler koruyucu kask takmadığı için bir maden işçisi şehit oldu.”
Sülo, filmin tesirinde savunma cümleleri sertleşiyor. “Bu şerefsiz beni çağırdı. ‘Oğlum, gazete kask diyor, git Ankara’nın altını üstüne getir. Bul getir.’ dedi. İtiraz ettim.’’
Filmden:
SÜLO:
Ocağın işletmecisi gazete mi? Siz mi?
- Emri kim veriyor?
- Bana siz, size gazete.
- Çok konuşma, al şu parayı, (Para verir) şu da arabanın anahtarı. Düş yola.
Filmden:
Sülo, Ankara yolunda… Sülo, baret peşinde. Sülo, baretleri bulur. Sülo, dönüş yolunda. Sülo,
İşçilere baret dağıtıyor. İşçiler baretle çalışmaya başlıyor…
İLK MAAŞ
İşçiler tek sıra. Kese içerisinde para. Her işçiye bir kese.
Bir işçi sayıyor, delikli 10kr, 2.5kr, 50, kr. 5Tl.
Kömür çıkartılıyor, atta eşekte taşınıyor.
İşçiler, baret takıyor.
Kömür çıkartılıyor, atta eşekte taşınıyor
3O işçi ölü. Zehirlenme.
Gazete manşeti:
“ Maden ocağında tüp kullanmadığı için 30 işçi şehit.’’
Sülo, ikinci “şerefsiz” sözcüklü cümlesini yazdırdı: “Bu şerefsiz beni yine çağırdı. ‘Gazeteler tüp diyor, sana yine Ankara yolu gözüktü, al anahtarı, atla arabaya, doğru Ankara’ya. İtiraz ettim. Bu iş gazete ile olmaz. İşi bilen mühendis alırsanız onlar yapacaklarınızı size gazeteden önce söyler, dedim. Bu şerefsiz “Emir veririm, emir almam. Ankara diyorsam Ankara’’ dedi.
Filmden:
Sülo, 1940 model jeeple Ankara yoluna koyulur.
Kömür çıkartılıyor, atta eşekte taşınıyor.
İşçiler tüp takınıyor, çalışma devam.
Göçük 50 ölü.
Halk feryat figan…
Hakim bilmez Sülo’nun beyninin film makinesi, gözünün perde olduğunu. Sülo’nun ağzından çıkan sözleri kayda geçirttiğini bilir.
Sülo’nun sözleri kesintisiz “Ocakta göçük olmuş, bu şerefsiz barda. Telefonla aradım. 50 kişi ocakta mahsur kalmış dedim. Bu şerefsiz ‘Kaldıysa beni niye arıyorsun? Ben AFAT mıyım? Ara Afet Hanım’ı, arasın AFAT’ı.’ dedi. Köyde ölen ölene, ölümlerin ardı arkası kesilmiyor, bu şerefsiz eğlence peşinde, barda, pavyonda.”
Film kesintisiz gösterimde.
Trajedi, komedi, dram!
Bol aktör, tek seyircili; sıfır maliyet, gösterim.
Kahvede Resul Dede ceviz kaplama radyonun düğmesini çeviriyor:
“Yurttan Sesler Programı’na ara vererek haberleri sunuyoruz. Yeni açılan kömür ocağında ölü sayısı bir yılda 1000’i geçti. Köyde bir Resul Dede, torunu ve ölenlerin eşleri kaldı. Çevre köyler de giderek bitme noktasında.’’ Rıza Dede kapatıyor radyoyu.
Kendi kendine ‘’ Dinlemediler, köyü mezar ettiler gençlere.’’ diyor.
(Filmin ilerleyen sahnesinde derede çamaşır yıkayan kadınlar yer alır.)
Kadınların yaşlısı, genci, taşların üstünde tokaçla çamaşır yıkıyor. Kimi tokaç vuruyor, kimi sıkıyor, kimi seriyor, kimi yeni geliyor, kimi çamaşır taşıyor. Çalıların ardından yükselen nağmeler:
“Kaptırdım gönlümü bir güzele,
Canım kurban, böylesi güzele.
Allah yaratmış, özene bezene.
Şiirler yazdım sayısız düzüne.
Bakarsam bayılırım ay yüzüne,
Bir bakışta âşık oldum gözüne,
Kurban olurum, o tatlı sözüne.
Yârim olsa bal yaparım özüne.”
Kızlar pür dikkat. Gözler sesin geldiği yere dikili. Birbirlerine:
- Kız, erkek sesi duydun mu?
- He!
İş çekmeler, cilveler… En güzeli “Ben, beklemeye dayanamayacağım, gidip yakından bakacağım.’’ Fırlıyor yerinden, tırmanıyor, derenin yamacından tırmanan tırmanana. Kiminin eşarbı takılıp kalıyor çalıya, kiminin ayakkabısı çıkıp yuvarlanıyor dereye. Erkeğin göründüğü ilk çalının ardına yer edinir ilk gelen, dizilir ardı ardına gelen. Görmek için iten itene. Erkeğin üst baş yırtık, saç sakal birbirine karışık. Ses, harbi erkek. Dereden sesler yükseliyor:
- Er yoksunları ava mı kondunuz? Çabuk çabuk, işinizin başına. Evde yemekler yanacak.
Bir duymazdan gelme, iki duymazdan gelme. Kalkıyor kızlar. Bir sesin geldiği yöne, bir dereye baka baka dönüyorlar dereye. Bakışlar, mayışmalar, eli işte gözü oynaşta.
Kadınların yaşlısı, genci, taşların üstünde tokaçla çamaşır yıkıyor. Kimi tokaç vuruyor, kimi sıkıyor, kimi seriyor, kimi yeni geliyor, kimi, çamaşır taşıyor. Çalıların ardından yükselen nağmeler…
Sülo, her sahneden bir kesit yazdırır zabıt kâtibine “Bu şerefsiz emir üzerine emirler verdi, ‘Çevre köylerden işçi bulun’ diye. ‘En uzak köylere gidin, eli kazma kürek tutan kim varsa toplayıp gelin” dedi. Çevre köylerinden işçi topladım. Topladığımdan biri, iki günlük evli. Ben o işçiyi işe başladığının birinci haftası sonu, geçen ay kömür çıkartılan bölümde zehirlenmiş olarak buldum. Sonrası adliyede.’’
(Film kopar adliye sahnesi devreye girer.)
Savcı söz alır:
Sanık iş yeri güvenliği tedbiri almayarak maktulün ölümüne sebebiyet teşkil etmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Madde 85 taksirle öldürme suçu işlemekle kalmamış, tehlikeyi önceden gördüğü halde tedbir almayışı sonucu kasten adam öldürme suçunu da işlemiştir.
Sanığın ömür boyu hapis cezası ile cezalandırılması talebimizdir.
Sanık avukatı:
Müvekkilim olaydan bihaberdir. Müvekkilim olay vuku bulduğu gün ve saatte Marmaris’te tekne turunda bulunmaktadır. Buyurun belgeleri. Marmaris ile olayın vuku bulduğu yer arası uzaklık 1100 km’dir. Müvekkilimin olaya müdahil olması ve kasti davranış sergilemesi mantık ve fizik kurallarına aykırıdır. Bu arada, müvekkilim mantık ve fizik okumuş biridir. Müdahil olması gereken olaylara müdahil olur, müdahil olmaması gereken olaylardan teknesine binerek uzaklaştıkça uzaklaşır. Bu olayda da müdahil olmamak için teknesini tercih etmiştir. (Tekne fotoğrafını göstererek) bakın nerdeyse Yunanistan kıta sahasına girmiş.
Hakim:
- Avukat bey, lütfen konunun dışına çıkmayalım. Biz tedbirden söz ediyoruz. Müvekkiliniz iş yerinde lüzumlu güvenlik tedbirlerini almış mıdır, almamış mıdır?
Sanık müdafii:
- Efendim, müvekkilin gerekli tedbirleri aldığına dönük belgeleri mahkemenize sunacağım. Önce müvekkilimin kasti davranışının olmadığını kanıtlayayım. Müvekkilim olaydan bihaberdir. Bihaberdir ki ben de suça konu olayla ilgili bilgileri celse öncesinde ocağın çavuşundan aldım. Olayın oluş saati 13:15’tir. Yani maktulün o saatte iş başında olması gerekir. Oysa o, iş başında değil. Aslında müvekkilin kasti davranışı değil, maktulün kasti davranışı söz konusudur. Mutlaka ölmenin bir yolunu bulacak ki müvekkilime karşı dava açabilsin.
Hakim:
- Davayı açan maktul değil, bu bir amme davası.
Sanık Müdafii:
- Efendim, fark eder mi? İddia makamı, sayın savcı maktulü savunuyor, müvekkilimi maktulü öldürmekle suçluyor.
Hakim:
- Sanığın maktulün ölümünde kusuru olup olmadığına mahkeme karar verecektir. Siz lüzumlu tedbirin alıp alınmadığı hususunda savunmanızı yapınız.
- Efendim, olayın vuku bulduğu saat 13:15, yani maktulün normalde işbaşında olması gereken saat. Olayın vuku bulduğu mahal metruk bir alan ve giriş kısmı kalaslarla kapatılmış. Bizim bu maktulümüz saati 13.00’te işinin başından ayrılıyor. Girişteki kalasları itiyor, metruk alana giriyor, başlıyor beklemeye.
- Maktul içeri niye giriyor, niye bekliyor?
- Çişini yapmak için giriyor.
- Anladık çişini yapacak da niye bekliyor?
- Efendim, maktulün amacı çiş yapmak değil ki bok yoluna gitmek. Adeta göçüğün olmasını bekliyor.
- Sonuç?
- Maktul çişini yapıyor, pantolonunu çekip kemeri taktığı dakikada tam 13.15 göçük oluyor. Müthiş bir zamanlama. Tuvalet yapılıyor, pantolon çekiliyor ve göçük... Bütün bunların tesadüfen gelişmesi mümkün değil. Bütün bu olayların önceden tasarlandığı apaçık ortadadır. Hatta ve hatta organize bir tasarlama olduğuna zerre kadar şüphe yoktur. Bütün bunları maktulün tek başına tasarlaması ve gerçekleştirmesi mümkün değildir.
- Delilleriniz?
- Buyurun efendim, olay yeri krokisini. Olay yeri krokisi, olayın oluş şekli ve vuku bulduğu saat boktan. Tüm bu olayları üst üste koyun, tek tek inceleyin, adaletin imbiğinden geçirin, maktulün üçüncü şahıs olan müvekkilin fiillerinden kaynaklanan bir nedenle ölmediği, maktulün bok yoluna gittiği apaçık ortadır. Müvekkilin fiilleriyle, maktulün ölümü arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. Adam bok yoluna gitmiştir.
Hakim (Maktulün eşine):
- Sizin bir diyeceğiniz var mı?
- Hakim bey, ben yüreğime taş basarım. Körpe yavrularımı kuru, yavan ekmekle doyururum. Yeter ki başka ocaklar sönmesin, başka yavrular yetim kalmasın. Büyüklerimden başka bir şey istemem.
Hakim:
“ Yaz kızım,
Gereği düşünüldü.
İddia makamınca hazırlanan iddianame ile mahkememizde dava açıldıysa da olayın vuku buluş şekli hususunda toplanan deliller, mahkemede dinlenen görgü şahitlerinin beyanları, sanığın samimi beyanları, sanık müdafisinin mahkemeye sunduğu deliller, suç vasfının değişmesi nedeniyle mahkememizin görevsizliğine karar verilmiş olup karar; iddia makamının, sanık, sanık müdafisinin, müdahilin yüzüne karşı üst mahkemede itirazı kabil olmak üzere fehim olunur.’’
Sülo (Hakime, savcıya, avukata):
- Şu Anadolu kadınının gösterdiği yüceliği (avukata) ne sen gösterebildin (savcıya) ne sen gösterebildin (patrona) ne sen gösterebildin (hakime) ne sen gösterebildin. Ne de gösterme çabası gösterdiniz. Oturmuş burada eften püften, boktan sebeplerle çorap örüyorsunuz. (Kadını göstererek) bu kadını zavallı duruma düşürmek mi sizin hukuk anlayışınız? (Parmağını göstererek) sizde şu kadarcık vicdan olsa sümen altı ettiğiniz onca hakkın, zavallı durumuna düşürdüğünüz milyonların azabından uyku uyuyamazsınız. Utanma duygusu olsa halkın yüzüne bakamazsınız.
Hakim:
- Dava bitmiştir, lütfen dışarı.
Müderisoğlu, Sülo’ya sırıtarak gülümseyerek alaycı ifadelerle bakar, Sülo da yumruk sıkılı, dişler çatır çatır, Müderisoğlu’na yiyecekmiş gibi bakar. Bakışarak dışarı çıkarlar.
Müderisoğlu ( Sülo’ya):
- Dünkü sıçtığım bok benden hesap soracakmış.
Sülo:
- Bok sizsiniz, bok oğlu bok olmanız yetmedi, davayı da boka buladınız.
(Müderisoğlu’nun korumaları köşenin ayrı noktalarından belirmiştir. Müderisoğlu’nun işareti ile gelirler. Müderisoğlu ceplerine para koyar.)
Korumalar Sülo’ya dört elden saldırırlar, yerde kafasına ayakla vururlar. Sülo tanınmaz haldedir. Altına işemiştir. Korumalar kokuyu hissetmiştir. Müderisoğlu hissetmese de hissetmiş gibidir.
Müderisoğlu:
- Bok nasıl olurmuş, bak şimdi.
( Sülo, ayağa kalkmaya çalışır, kalkamaz, elini ardına götürerek başını kaldırır, bokunu Müderisoğlu’nun suratına şaplatır.)
- Benim götüm bok kokar, senin suratın.
Müderisoğlu cevap veremez, yüzünün bokunu silerek uzaklaşır, peşinde avukatı, korumaları.
( Arkalarından)
Sülo:
- Boksunuz, bok oğlu boksunuz, bok oğulları.
Sülo, filmden sıyrılır, bir işletmeciye, bir hâkime bakar:
- (Kafasını gösterir) Kafamın kalanı bu, görüyorsanız. Kafamı bu hale getiren, bu karşınızda duran şerefsiz. Adaleti temsilen sizlersiniz. Vereceğiniz kararı merak ediyorum.
Hakim (Patrona döner):
- İtirazınız var mı?
İşletmeci:
- Sayın hâkimim; ben dini bütün, her zaman adalete inanan biriyim. Adalete her zaman hesabımı vermişimdir. Ocağımda ölen her kişinin duruşmasına tek tek katıldım. Adalete hesabımı bir bir verdim.
Müdafii Avukatı:
- Müvekkilim doğru söylüyor. Bugüne kadar katılmadığı tek celse olmamıştır, adaletten kaçtığı hiç olmamıştır.
Sülo:
- Sizin dininiz para, adaletiniz para. Bugüne kadar adalete hangi hesabı verdin. Ölen onca insan… Geride kalan onca dul... Onca yetim… Hiç düşündün mü? Hangi şartlarda yaşar.
Hakim:
- (Sülo’ya) Müdahale etmeyelim.
İşletmeci:
- Ben kimseyi dövmediğim gibi davacı Sülo’yu da dövmedim. Dövenleri tanımıyorum. Para verdiysem ben yardımsever biriyim. Sokakta gördüğüm her gence bir sigara parası veririm. Bir nevi sadaka.
KARAR:
“ Gereği düşünüldü.
Görgü tanıklarının dinlenilmesine, Davalı M. Müderisoğlu‘nun tutuksuz yargılanmasına, duruşma için 06/04/1992 tarihine gün verilmesine karar verildi.’’
Sülo, verilen karaların şokunda. Sülo, verilen kararların çıkmazında.
Sülo, babasına sorar: ’’Baba, davalar hep mi boktan olur? Hep mi sonuçsuz kalır?”
Babası:
- Olur mu oğlum, idamın uygulandığı dönemlerde şafak vakti astılar, güneş doğarken karar yazdılar. Çoluk çocuk astılar, sonra yaşlarını büyüttüler. Erdal Eren asıldığında henüz on yedi yaşındaydı.
O zamanlar adliyeye de ihtiyaç yoktu. Bir masa, bir sandalye, bir savcı, bir hâkim, bir zabit yeterliydi. Cezaevinde; cadde, sokakta hâkimler karar yazardı.
1940’lı, 50’li yılları rahmetli babam şöyle anlatırdı:
“O yıllarda, işçilerin SSK’sı yoktu. Sendika yoktu. İşçiler hakkını aramaya girişse patrona dirense hemen devleti yıkmakla yargılanırdı. Devleti yıkan yıkana... Devlet hep ayaktaydı. O yıllarda madende yüzlerce, binlerce kişi peş peşe ölüyor; ölümlerin ardı kesilmiyordu. Sendika kurmaya kalkan hemen idamla yargılanırdı. Sana en ilgicini anlatayım. Adı duyulmayan örgütün, adı duyulmayan liderin asılacağı haberi duyulmuştu; halk geceden meydanın yolunu tutmuştu.’’
Bu defa, rejide Sülo’nun babası. Babasının anlattıklarını kendi kayıtlarından izler.
İdam mahkûmu ranzasında uyandırılarak kaldırılır. Giyinmesi emredilir (idam mahkûmunun henüz sakalları, bıyığı çıkmamış). Sandalyeye oturtulur. Bir ressam edası ile siyah yağlı boyaya batırılmış fırçalarla bıyık çizilir. Fırça darbeleri ile bir kirli sakal görünümü verilir.
Sabah ezanı…
Horoz sesi…
Tan yeri kızılı…
Meydanın sürekli halk tarafından doluşu… Halk batı istikametinde toplanıyor.
Halkın önünde güvenlik şeridi jandarma koruması… Halkın 50 m. önünde (doğu) bir masa, masanın ortasında ağır ceza hakimi, solda savcı, sağda ceza infaz hakimi; masanın önünde, tabure üzerine oturmuş zabit kâtibi, önünde sehpa üstü bir daktilo. 5 m. ilerisinde idam sehpası.
İdam mahkûmu eli kelepçeli, sağ koldan bir jandarma, sol koldan bir jandarma tutarak (Yanlarında As. Çvş.) getirilir. İdam sehpasının üç adım önünde bekletilir. Gözler güneşin doğuşunda…
Baba oğluna döner, “İşte, oğul idamlar sabah vakti güneş doğmadan yapılırdı. Mesaj açık, “Doğacak her güneş, böyle batırılır.’’ dedi.
Filmde idam sahnesi canlanır babanın zihninde.
İDAM SAHNESİ
Ceza infaz hakimi: (Mahkûma)
- Maden İşçileri Dayanışması adında bir örgüt kurduğunuz, işçi sınıfı diye halkı sınıflara böldüğünüz, devletin bütünlüğüne yönelik kasten ve fiilen eylemlerde bulunmanız sonucu anayasanın 142- 163 maddesine muhalefetten idamla yargılandınız. Doğru mudur?
- Doğrudur?
- O zaman idam kararınız uygulanacaktır? Prosedür gereği soruyorum, son arzunuz nedir?
- Son arzum: Uzun Mehmet’le görüşmek, tek bir soru sormak.
Ceza infaz hakimi şaşkın, ağır ceza hakimine döner ‘’Uzun Mehmet kim? ‘’
- Bilmem mahkûma soralım, Uzun Mehmet örgütten midir?
- Ben tarihe adını yazdıran Uzun Mehmet’i istiyorum.
Ceza infaz hakimi, ağır ceza hakimi gizli gizli konuşur. Konuşmalarından, hal ve tavırlarından bir çözüm yolu aradıkları apaçık ortadır. Konuşurlar, yazarlar; konuşurlar, yazarlar… Yazılanları ceza infaz hakimi okur: “Tarihe adını yazdıran Uzun Mehmet’in bulunması için emniyet birimlerine yazı çıkartılmasına, Uzun Mehmet bulunana kadar idam kararının ertelenmesine karar verilmiştir.’’
POLİS TELSİZLERİNE GELEN ANONS
“Uzun kod adlı örgüt liderinin gizlenmediği, sürekli kılık değiştirerek halkın içerisinde örgütün görüşlerini halka yaymaya, örgüte halk içinde taban oluşturmaya çalıştığı tespit edilmiştir. Bütün polis birimlerinin kalabalık cadde ve sokaklara sevki, halktan örgüte sızmaların engellemesi; özellikle uzun boylu, şüpheli kılık, şüpheli davranış sergileyenleri yakın takibe almaları önemle rica olunur.”
JET HABER T KANAL:
“ Flaş!
Flaş!
Flaş!”
Hakan Hakkatapan’ın örgütün lideri olmadığı, örgüt liderinin ‘’Uzun ‘’ kod adlı kişinin olduğu kanaatine varılarak Hakan Hakkatapan idam edilmemiştir. Bütün polis birimleri şu anda kod adı ile anılan örgüt liderini yakalamaya sevk edilmiştir. JET HABER KANAL ekibi olarak bizler de sokaklarda mevzilendik. Uzun kod adlı kişinin yakalanmasını canlı yayın olarak ilk defa bizim kanalda izleyeceksiniz, lütfen bizi dinlemeye devam ediniz.’’
ECİĞİNE BÜCÜĞÜNE HABER PROĞRAMI
“Hakan Hakkatapan adlı idam mahkûmunun son sözü, davanın seyrine damga vurdu. Ağır ceza hakimi, Uzun kod atlı örgüt mensubunun gizli belgelere ve bilgilere sahip olduğu, Uzun kod adlı kişi yakalamadan gizli bilgi ve belgelere ulaşılamayacağı, o nedenle idam kararının uygulanmadığı, gerekirse yargılama sürecinin yeniden başlatılacağı açıklamasını yapmıştır.’’
………….
Loş ışıklarla donatılmış bir mekân. İçeri gözükmüyor, sadece içeri girenin yüz hatları gözüküyor. Girişte, saltanat koltuğunda, saltanat kıyafeti ile II. Mahmut, geleni sorguluyor.
Gelen gözleri mosmor edilmiş, kıyafetleri parçalanmış bir kadın.
II. Mahmut:
- Ecel mi? Cinayet kurbanı mı?
- Kurban, kurban.
- Kasabın?
- Boyu devrilesi kocam.
- Sebep?
- Kıskançlık.
II. Mahmut:
- Duan kabul ola.
II. ÖLÜ (Kafası kesilmiş ellerinde)
II. MAHMUT:
- Ecel olmadığı belli, senin katilin kim?
- Yeni sevgilimin eski kocası?
- Sebep?
- Kıskançlık.
- III. Ölü
II. MAHMUT:
- Ölüm sebebi?
- İnşaattan düştüm.
IV. Ölü
Maden.
V. Ölü.
- Maden.
- Maden.
- Maden.
- Maden.
108. Ölü: - Maden (1942 maden faciası).
Polis birimlerine anonslar gelmeye devam ediyor.
“ Uzun kod adlı örgüt liderinin gizlenmediği, sürekli kılık değiştirerek halkın içerisinde örgütün görüşlerini halka yaymaya, örgüte halk içinde taban oluşturmaya çalıştığı tespit edilmiştir. Bütün polis birimlerinin kalabalık cadde ve sokaklara sevki, Halktan örgüte sızmaların engellemesi; özellikle uzun boylu, şüpheli kılık, davranış sergileyenleri yakın takibe almaları önemle rica olunur’’
Değişik mekânlarda polis araçlarına gelen mesajların ardı kesilmiyor. Mesajı alan, harekete geçiyor…
Sokaklarda şüpheli kovalamacalar…
Polis karakollarından dışarı hücum… Sanırsınız savaş anı, olağanüstü hal.
4- Sokakların giriş çıkışı kontrol altında. Polis sokaklara hâkim.
Pazarlarda bir telaş bir telaş…
Sokağın birinde polis aracını çekmiş yoldan geleni gideni tek tek yakın takibe almakta. Yoldan uzun topuk, uzun boy, makyajlı biri (Travesti). Herkesten farklı… Özellikle genç erkekleri kendine çağırıyor. Kiminin peşinden koşuyor. Polis takılıyor peşine. İzlendiğini gören uzun topuk caddeden sokağa dalıyor. Polis peşinde. Uzun topuk; topukları alıyor eline, başlıyor koşmaya. Polis aracı hızlanıyor. Uzun topuk; sağ kaldırım, sol kaldırım, zikzak çiziyor. Polis aracı zikzak çiziyor. Polis aracı yakın mesafe. Uzun topuk, geri manevra… Tabana kuvvet. Araç geri manevra, gaz topuk. Uzun topuk, araç yakın mesafe. Uzun topuk, soluk soluğa. Belli motor stop sinyali… Uzun topuk, elleri kaldırıyor teslime hazır komutunda. Polis sevinçte. Aracı durduruyor, aheste adımlarla ilerliyor avına. O da ne? Uzun topuk, işeme vaziyetinde, işiyor. Polis, stop. İzliyor. Bekliyor. Uzun topuk, geri iki adım, üç adım beş adım mevziiye çekili. Anlaşılan mayınlı bölge terk. Polis derin tecrübeleri ile tahlilde. Uzun topuk çantasından rujunu çıkarıyor, başlıyor dudaklara sürmeye. Dudak. Dudak düğme, dudak balon… Şekilden şekle giriyor. Polis mest…
Polis, kendine bir tokat atıyor, ‘’ Oğlum kendine gel! Tak kelepçeyi, kap terfiyi’’ diyor. Fırlıyor yerinden üçüncü adımda mayına basmasıyla üç adım geriye takla atışı görmeye değer. Mayına ayak değdi değecek an, yüksek topuk sol elde, hedefe tetik silah hali, sağ el topuk ucundan fırlatıyor ruju. Ruj, polisin ayağı yerden kesilip başı, baş ekseninden doksan derece geri dönmeye başlarken alnın orta yerine tam isabet… Takla, takla… O da ne? Polis yok ortada. Polis, kapağı açık unutulan foseptik çukurunda…
HABERİN ÇEKİRDEĞİ PROĞRAMI:
“Yayına ara vererek bir son dakika haberi veriyoruz. Uzun kod adı ile aranan yeni örgüt lideri uzun kovalamalardan sonra polis memuru K. A’yı öldürüyor. Öldürmekle yetinmiyor, foseptik çukuruna atıyor. Kendi de izini kaybetmeyi ve kaçmayı başarıyor. Olayın görüntülerini basına veriyoruz.’’
(Olay görüntüsü jet hıyla gazete manşetlerinde.)
Olay görüntüsünde kovalamaca, mayın döşeme, ölüm anı. Silah ve isabet eden mermi… Gerçeği aratmayan bir dizayn.
Loş ışıklarla donatılmış mekânda gelenin ardı arkası kesilmiyor. Bu gelen farklı, baştan aşağı foseptik atık.
II. MAHMUT:
- Bu ne hal? Yangın kaçağı desem değil, maden hiç değil?
- Ben, Uzun kod mudur, Mehmet midir tam onu yakalıyordum, yakalayıp terfi olacaktım ki...
- Ne oldu?
- Boka bastım.
II. Mahmut, ‘’ Benim zamanımda ölüm bir ecelin elinde bir de benim fermanımda vuku bulurdu. Benim iznim olmadan kimse kimseyi öldüremezdi. Müneccimler, “ Yüzyıl sonra insanoğlu demokrasi ile tanışacak.’’ diyordu. Demokrasi demek ki böyle bir şey, isteyen istediğini öldürebiliyor, isteyen istediği şekilde ölüyor. İyi ki demokrasi bizim zamanımızda hortlamadı.( Uzun Mehmet’i çağırır) Mehmet’im, her gün madenden biri gelirken son günlerde gruplar halinde gelmeye başladı. Anlaşılan o ki kabak senin başında patlayacak. Kılık değiştir, saklan.’’
Uzun Mehmet:
- Ya boyum?
- Uzun Hasan’ım de. Kim takar Uzun Hasan’ı, Uzun Mehmet’i.
- Saklanmayacağım, 5000 kişi ölürken seyirci kalanların yüzüne tükürüp geleceğim.
- Oğul, devir değişti. İnsanoğlu çoğaldıkça çoğaldı, hangisinin yüzüne tüküreceksin.
- Üzülme devletlü sultanım, tüküremediklerime tükürdüklerim söyler.
Baba bir yandan filmi izliyor, bir yandan oğluna aktarıyor. Filmin sonunda Sülo babasına:
- Baba bu anlattıkların bir tarih.
- Tarih olmasına tarih de tarihi milyonlar böyle yaşar, bir kişi de kalemi eline alır “sözde tarih’’ yazar.
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İnşaat)
SAVCI, HAKİM, KATİP, SÜLO, İNŞ.PATRONU (ORHAN)
Sülo’nun GSR’si negatif, davalının GSR’si pozitif.
Hakim, Sülo’ya söz verir. Sülo ilk cümlesini yazdırır:
- Ocaktan çıkmış iş arıyordum.
İlk cümle sanki kumanda. Sülo’nun film makinesi girer devreye:
Rıza baba, kahvede bir yandan çayını içiyor, bir yandan gazete okuyor. Kahvenin önünde lüks model bir taksi durur. Bütün dikkatler taksiden inende… İnen giyim kuşam, beden özelliği ile başbakan edasında… Kahveden içeri ilk adımında Rıza Baba ile göz göze gelir, koşarak ‘’ Hocam! ’’ diyerek Rıza Baba’nın elini öper.
Rıza Baba:
- 658 Orhan ha!
Orhan:
- Hocam zekânıza hayranım. Kaç yıl geçti; ismimi, numaramı hatırladınız.
- Sizler bizim eserimizsiniz. Eserler nasıl unutulur? Sen anlat bakalım, nerdesin, buraya hangi rüzgâr attı seni?
- Hocam, o işten o işe yapmadığım kalmadı desem yeridir. Şu anda ‘’ KONDUR KO İNŞAAT ŞİRKETİ ‘’ sahibiyim. Marmaris yolu üzerinde yeni bir konut projemiz var. Bitme aşamasına gelindi sayılır. Ben de bu bölgede ekmek yiyebileceğimiz arsa araştırayım diye şöyle bir uğradım. Malum kahveler köyün nabzıdır. Siz ne yaptınız görmeyeli?
- Ben emekliyim. Emekli bir öğretmen ne yaparsa onu yapıyorum. Şu köşede bir çay içerim, gazetemi okurum. Bunları dert etmiyorum. Büyük oğlan okulu bitirdi. Ona bir iş bulamadım. Ona bir iş bulur, bir de düğünlerini yapabilirsem görevimi yapmış sayacağım.
- Hocam, onu dert etmeyin. Ben ona uygun bir iş veririm. Buyurun kartım. (Kartı verir.)
- Yarın göndersem nereye gelsin?
- İnşaat konutlarına gelsin, ben oradayım. Ver kartın ardına, adresi yazayım.
Rıza Baba kartı verir, Orhan kartın ardına adresi yazar. Rıza Baba kahveciyi çağırır:
- Orhan benim öğrencim, boş arsa arıyor, bildiğin boş arsalar var mı?
Kahveci:
- Cemal’e yönlendirelim, onda uygun arsalar var.
Ben çayları tazeleyeyim. Cemal yakında. Sizi oraya gönderirim.
Çaylar içilir.
Orhan:
- Çaylarımızı içtiğimize göre beni Cemal’e yolcu edin. Malum iş beklemez.
Çay parası vermek ister, Rıza Baba engel olur. Rıza Baba vermek ister. Kahveci:
- Mekân sahibi benim, bugünkü çaylar benden.
Kahveden çıkarlar. Kahveci, Cemal’in adresini tarif eder. Orhan, öğretmeninin elini öper; kahveci ile tokalaşır, arabasına biner. Araba sokağı döner.
Rıza Baba evine yol alır…
Rıza Baba eve girer. Hanımı bulaşık yıkamaktadır. Beyinin geldiğini görünce ellerini kurular. Beyinin yanına gelir:
- Hayırdır? Erken geldin.
( Rıza Baba, kartı cebinden çıkarır.)
- Bu, benim öğrencimdi. Büyük iş adamı olmuş, oğlana iş sözü verdi. Bakalım oğlan bu işte barınabilecek mi?
Annesi:
- İnşallah hayırlısı olur. Ben bulaşıkları yıkayayım, ardından yemekleri hazırlayacağım.
…
Sofra hazır olduğunda Sülo gelir, sofrada yerini alır. Yemek yenir. Yemek sofrası toplandığında Baba,
- Oğlum, hele yakınıma gel.
Sülo, yakına gelir.
Baba:
- (Kartı gösterir) Oğlum, bu benim öğrencimdi. Marmaris yolunda büyük bir konut projesi varmış. Sana uygun iş ayarlayacağını söyledi. Ben yarın göndereceğimi söyledim. Ne dersin?
- Söz verdiysen seni mahcup etmem, yarın gider görüşürüm.
- Bu cevabın bana yeter oğlum, sağ ol, beni rahatlattın.
Ertesi gün Sülo KONUT İNŞAATI inşaat sahibi Orhan’la buluşur.
(Yazıhane Orhan masada, Sülo karşısında kendisine söylenen çayı içiyor. Orhan konuşuyor):
- Demek, Orhan Hocanın büyük oğlu sensin.
- Evet.
- Baban var ya baban, tarih gibi adammış. Okulda anlattıklarına güler geçerdik. Ne anlattıklarını hayata atılınca tek tek anladım. Derdi ki “Hayat bizim size öğrettiklerimizden çok farklı. Yaşayarak öğreneceksiniz.’’ Hiç unutmam bir defasında sınav notuma itiraz etmişim. Babanın cevabı “Bize itiraz edebilirsiniz. Hayatta yanlışlarınıza itiraz etme şansınız yok. Biz her itirazınızı kabul etsek sizi hayata karşı hazırlayamayız, o nedenle itirazını kabul etmiyorum.’’ olmuştu. Ben çok kızmıştım. Bana hiç tokat vurmamıştı; fakat bu sözü her gün suratıma bir tokat gibi çarpıyor.
Sülo, “Babanın sözü bir tokat gibi her gün suratıma çarptı.” sözü ile yaşadıklarını kıyasladı. Acaba doğru muydu? Söz çınlıyor kulağında. Gelgitler yaratıyor bedeninde. Kalp krizini andıran bir sarsıntı… Orhan panikte:
- İyi misin, doktor çağırayım mı?
- Yok yok. İyiyim. Bir an dalmışım.
- Aman öyle de korkuttun beni. Gel o zaman, sana inşaatı gezdireyim; hem bir hava alır açılırsın, hem inşaatı tanırsın.
Orhan ve Sülo birlikte çıkarlar dışarı. Dışarı çıktıkları an son sürat, acı firen sesi ile duran spor araba. Üst açık. Ön koltukta v yaka bluz giyinmiş bir genç kız. Memeler gölge vurmuş dağın eteği. Memelerin gölge vurmuş kısımları kavruk toprak rengi. Güneş alan bölüm şemsiye çekili. Arka koltukta iki genç kız. Etek, suyu çekilmiş göl kıyısı. Bacaklar karaya vurmuş balina görüntüsü. Dudaklar konacak arısını bekleyen reçine damlayan taze gül. Gözler karanlık odaya sızan ışık misali. Saçlar kök boyasına batırılmış püsküllü Anadolu kilimi...
Direksiyonda bıyıkları yeni terlemeye başlamış bir genç. Gurur, eda; hazine yüklü tır şoförü…
Orhan:
- Hayırdır oğlum?
- Hayır baba. Fıstıklarla bara takılacağız.
- Bura bar mı? Bara götür o zaman.
Genç, arabadan iner. Babasının kulağına bir şeyler söyler. Baba cepten bir deste para çıkarır, oğluna verir. Oğlu bir paraya bakar, bir kızlara… Babasına:
- Baba kız üç tane, bu para sence üçüne yeter mi?
Baba bir deste daha para çıkarır, verir.
Sülo, parayı alan gence bakar, kendine bakar. Karşı iskelede genç, ihtiyara bakar.
Parayı alan genç, egzoz patlatma sesi ile bar yoluna koyulur. Sülo ile Orhan inşaat dolaşmaya..
Orhan:
- Gençlik işte. Varsa yoksa eğlence..
Sülo, kendi kendine “ Gençlik, gençlik. Bir ekmeğin hayalini kuran gençlik, bardan bara koşan gençlik’’ Gözünün önünde canlanan iş başvuru kuyrukları… Tarlada gördüğü kadınların kadınlık görüntüleri, arabada gördüğü kızların kızlık görüntüleri… Aynada gördüğü kendi yüzü, arabada gördüğü gencin yüzü... Kendi yüzüne bakmaya nerede ise kendi korkacak.
Atama bekleyenlerin eylemleri…
Sülo lalettayin dikilmiş, üstüne kalas atılmış iskelede sıvacıyı görür. Dikkatlice bakar. Orhan’a:
- Bu işçinin hiçbir tedbiri yok, ya düşerse?
- Onlar senin benim gibi asfalt çocuğu değil. Onlar ip cambazı, korkma bir şey olmaz.
- Bir şey olmaz zihniyeti, kazalara davetiye çıkarmaz mı?
- Boş ver sen şimdi bunları. Öbür B blokta kalıplar çakılacaktı. Oraya uğrayalım, ben işi bir göreyim. Sen biraz takılırsın.
Orhan’la Sülo B blok 2. kata birlikte çıkarlar.
İnşaat 2. katta kat demir kalıpları bağlanmaktadır (Direk) .
Orhan:
- Usta, kolay gelsin. Ne zaman beton atabileceğiz?
- 0nuncu gün atabiliriz.
- Bir ihtiyacımız var mı?
- Yok efendim.
- Arkadaş, bir dostumun oğlu. Bundan böyle şirketin bünyesinde. İnşaatın her alanına girme, izleme, müdahale hakkına sahip. Yarın seninle. Sana kolay gelsin.
İnşaattan inerler.
Orhan:
- Bugün bu kadar. Yarın demir kalıpçısının başında dur, işi biraz hızlandır. Öbür blok bitme aşamasında. İşçileri dağıtmadan buraya yönlendireceğiz. Şimdi sen git, babana selamımı söyle.
Sülo:
(Memnuniyetsiz, umursamaz bir tavırla)
- Söylerim, selamınızı.
Sülo eve geldiğinde babası televizyon izlemektedir. Oğlunun geldiğini görür ve televizyonun sesini kısar.
Baba:
- Gel oğlum, bu saatte geldiğine göre işe başladın sanırım.
- Başladım başlamasına da vicdanım bu adamın da bu işin sonunda boktan olacağını söylüyor.
- Oğlum, zamana bırak. Vicdanının sesini duymazdan gel bir süre.
- Ben de öyle yapacağım baba.
(Filmin bu sahnesi yazıhanede geçer.)
(Yazıhanede beton kalıpçısı, Sülo, Orhan baş başa)
Orhan:
Haftaya kalıplar çakılacak. Kod betonu 1cm eksik olacak şekilde çakıyorsunuz. Demir kolonları da birer çubuk eksik bağlattın. Önemsemediğimiz 1cm’ler 2.500 konutta nerden baksan 5 daire demek. Böyle böyle önceki konuttan ettiğimiz zararı kurtaracağız.
Kalıpçı:
- Bizim işimiz verilen ölçülerde kalıp hazırlamak. Siz öyle diyorsanız öyle yaparız.
- Durum anlaşıldığına göre gidebilirsin.
(Sülo ve Orhan baş başa.)
Sülo:
- Bunu da “ Baban öğretti.’’ deme.
- Bunu önceki inşaatta yediğim kazık öğretti. Zarar kol gibi girince insan gözünü dört açıyor. Sen bunları boş ver, demircinin yanına git.
Sülo demir kalıpçısının yanına vardığında usta demir çubuklar üzerinde dizili demir kalıplarını sabitlemektedir. Bir kalıp atlıyor, bir kalıp sabitliyor. Bu durum Sülo’nun dikkatini çeker.
Sülo:
- Usta sabitlemeden atladığın kalıpların sebebini sorabilir miyim?
- Bu şekil bağlarsam günde 1500 demir bağlarım. Senin dediğin şekil olursa 1000.
- Yaptığınız hiç etik değil.
- Eti kemiği bilmem. Alacağım paraya bakarım.
- O önemsemediğin her bağ, bina güvenliği demek. O binada oturacak insanların güvenliği yeri gelir çakmadığınız bir tek çivi ile hiç olur.
- Senin ne dediğin belli değil. Patrondan yana desem, değil. İşçiden yana hiç değil. Sen kimden yanasın?
- Ben adaletten yanayım.
- Adalet mi? Hangi adalet?
- Vicdanımın sesi adalet.
Usta işi bırakır, Sülo’nun yanına gelir, elini Sülo’nun omzuna atar:
- Bak delikanlı, daha toysun, senin de anan s…….. vicdanının sesini duyarsın
…
İnşaata yapı denetimciler gelmiş denetim elemanları, beton numune alır. Araca kadar Sülo ve Orhan eşlik ederler. Denetim elemanı araca binerken bir deste para Orhan eliyle cebe girer. Sülo, şaşkın…
Sülo:
- Bunu kim öğretti?
-Belediyeciler? İlk inşaatımda ruhsat üç yılda çıktı. Sonradan öğrendim ki adet böyleymiş. Kervana katılmışsan kurallara uyacaksın. Ben de uydum.
(Filmin yeni sahnesinde işçilerin konaklama mekanları görülür.)
Boş bir inşaat odası. Pencereler naylonla kaplı. Yerde karton üzerine serili bir battaniye, yastık. İşçilerden biri çocuğunun fotoğrafına bakmakta, iç çekmekte…
Çocuğunun resmini öper.
İşçi (arkadaşlarına):
- Yarın haftalığımı alayım, bayramlıkları aldığım gibi akşam atla otobüse, sabahı köydesin. Oğlum doya doya öperim, bayramın ikinci günü dönerim.
II. İşçi:
- Daha çok bayram hayalini kurarsın. Yarın bir sigara parası alabilirsen şükret haline.
HAFTALIK ÖDEME
İşçiler tek sıra.
Orhan birinci sıradan soruyor:
-Sigaran var mı?
1. İşçi:
- Yok.
Orhan:
- Al 2 TL.
2. İşçi: - Sigara içmem.
Orhan:
- Haftalığın haftaya kaldı.
İşçiler yalvarırlar: “Bayrama gideceğim, yol parası, hediye parası...’’
Orhan ( Sülo’ya):
- İşçiyi bekletiyoruz, malzemeciye ödüyoruz. Malzemeciyi bekletiyoruz, işçiye ödeme yapıyoruz. Ucu ucuna yetiriyoruz. Bu kadar konutu yapmayı kolay mı sanıyorsunuz? Yok yok. Haftaya. Haftaya... Para biter, haftalar bitmez. Biri biter, biri başlar.
Sülo’nun gözüne oğlanın kız gezdirmesine giren deste paralar, yapı denetimin cebine giren deste paralar gelir…
İşçiler:
- Haftalar bir türlü bitmedi. Ne zaman paramızı tam alacağız?
Orhan:
- Haftaya…
………………
(Filmin sahneleri yazıhanede geçer. Yazıhanede Orhan ve Sülo vardır.)
Orhan:
- Bu işçi milleti şımartmaya gelmez. Ceplerine 3Tl girsin, s… kalkar. Sonra g… kurtaramazsın.
Sülo:
- Bunu kimden öğrendiğinizi sormayacağım.
Orhan bozulmasına bozulmuştur. Cevap veremez duruma düşmesi, bozuntusunu daha da artırmıştır. Her zamanki patron söylemi ile:
- Benim banka kapanmadan bankaya yetişmem gerekir.
Yazıhaneden çıkar. Arabasına biner, hızla uzaklaşır. Sülo, “Öyle olsun.’’ dercesine arkasından bakar.
...
Yapı denetimciler proje demir kalıp denetimine gelmiştir.
Orhan, merdivenden iki yapı denetim elemanı ile birlikte yukarı çıkmaktadır. Orhan cebinden bir deste para çıkarır. Denetim elemanı parayı çantasına koyarken yukardan aşağı inen Sülo ile göz göze gelir. Sülo, hesap sorarcasına Orhan’ın gözünün içine bakar.
Yapı denetim elemanı projeyi çıkarır, inceler. Direk sayısını sayar, not alır. Direklerdeki demir çubukları sayar, projedeki sayıya bakar. Projedeki sayıyı yazar. Kalıp aralıklarını ölçer, not alır. Evraklarını çantasına koyarken Orhan’la bakışır. Yüzündeki ifade, göz kırpış ‘’İşlem tamam, siz rahat olun.’’ ifadesini taşır.
Filmin bu karesinde İnşaatta gerçekleşen ölüm vakası ve ölüme kılıf hazırlama oyunları yer alır.
Saat 09:00.
İşçilerden biri yazıhaneye gelir:
- Efendim, bir işçi iskeleden düştü. Hareketsiz yatıyor, sanırım ölmüş.
Orhan:
- Gören var mı?
İşçi:
- Yalnız ben gördüm.
(Orhan çekmeceden bir demet para çıkarır, işçiye verir.)
- Şimdi sen de görmedin. Hemen gidiyorsun, üzerine bir naylon örtüyorsun. Kimsenin görmemesini sağlıyorsun. Kimsenin görmemesi için de geçiş yoluna moloz taş toprak, kalas ne bulursan doldur.
- Siz merak etmeyin.
Orhan, muhasebeye telefon açar:
- Vanlı işçi var ya Cengiz, o, iskeleden düşmüş. Hemen sigorta başlangıcı yap. Primini yatır. Beni acil ara. Ara ki jandarmaya haber vereceğim.
Orhan dışarı çıkar, sağa sola baka baka, kaza mahalline yaklaşır. Bekçi kendine dönük. Islık çalar. İşçi döner. Göz göze gelirler. Orhan parmakları ile gel işareti yapar. Geri döner aheste adımlarla yazıhaneye yürür. Yazıhaneye girer. Peşinden işçi girer. Orhan:
- Bu emniyet kemerini bir tarafına, bu bareti bir tarafına koy. Götürürken, koyarken hiç kimseye gösterme. Al şu poşete koy, üstünü gazete ile kapat.
İşçi:
- Dediğiniz gibi yaparım. Siz hiç merak etmeyin. Siz verdiğiniz parayı alsanız ben düşürür kaybederim, giderken alsam.
- Akıllı birine benziyorsun. Ver, ben çekmeceye koyarım. Çekmeceden güvenli yer mi olur?
Orhan parayı alır, çekmeceye koyar.
Orhan:
- (Yüzünde alaycı bir ifade) Paran emniyettedir.
İşçi, kazazedenin üzerine örttüğü naylonun bir tarafını açar, emniyet kemerini koyar. Kapatır. Öbür tarafını açar, bareti koyar, kapatır.
(Orhan’ın muhasebeci ile telefon konuşması sahnesi.)
Yazıhanenin telefonu çalar, arayan muhasebecidir:
- Başlangıç yapıldı. Sigorta primi ödendi.
- Güzel.
Orhan dışarı çıkar, gezeler. Mesai bitmiş, işçiler eve gitmektedirler. Orhan her karşılaştığına gülümsüyor, “ İyi akşamlar.’’ diyor. Son işçinin gidişinden emin oluyor, giriyor yazıhaneye. Açıyor telefonu:
- Komutanım, ben Kondur Ko İnşaat’tan Orhan. Bizim işçilerden biri intihar etmiş. Size haber vereyim dedim.
- Hemen geliyorum, olay yerinden ayrılmayın.
- Komutanım ayrılır mıyım, iş yeri sonuçta benim iş yerim.
Orhan ölünün üstüne naylon örttürüp başlıyor komutan beklemeye…
Bir müddet sonra komutan, iki jandarma, doktor, savcı inşaatın yazıhanesine gelirler.
Orhan her birine ayrı el uzatarak “Hoş geldiniz.’’ der. Orhan olay inceleme ekibini olay yerine götürür. Olay yerinde ölünün üstünden naylon kalkmış ölü yüz üstü yatmış vaziyettedir. Ağzından, burnundan gelen kan lekeleri toprağı boyamış. Kafanın toprağa geldiği yer sanki kırmızı kumaş yaştık… Orhan başlıyor anlatmaya:
- Efendim gören duyan yok. İşçilerden önce giderdi. Gitmediğini görünce merak ettim. Geldim bu halde gördüm.
Komutan:
- İfadeyi karakolda verirsin. Biz tutanaklarımızı tutalım.
Güvenlik şeridi çekilir. Savcı ve doktor gelir. Doktor numune alır. Savcı tutanağını tutar. Karakol komutanı olay yeri krokisini çizer. İnşaat mühürlenir. Ölü cenaze arabasına konulur. Orhan jandarma arabasına konur, karakola…
(Orhan karakola çoktan varmıştır.)
Komutan, Orhan’a:
- Olay hakkında bildiklerini doğru olarak anlat.
Orhan’ın söylediklerini bir jandarma daktilo ile yazar.
Orhan:
- Efendim, bu işçi sabahleyin bana geldi. Eşi ile sorunları olduğunu, bulanıma girdiğini, evden kavga ederek çıktığını, intihar etmek istediğini söyledi. Ben uzun uzun konuştum. Para yardımı yapacağımı da söyledim. İkna etmiştim. Daha doğrusu ikna ettiğimi sanmıştım. Akşam eve gidenler arasında görmeyince ilk işim çalıştığı alana gelip bakmak oldu. Gördüğüm manzara sabahki sözlerini anımsattı. Hiç kimsenin görmemesi de kuşku yarattı. Demek ki herkesin gitmesini bekledi ya da kimsenin görmediği anda kendini iskeleden aşağıya attı.
TUTANAK
“ Yaz kızım,
17:45’te gelen ihbar üzerine olay mahalline varıldı. Güvenlik tedbirleri alındı.
Yapılan tatbikatta ölen kişinin kimlik tespiti yapıldı. Ölen kişinin Van nüfusuna kayıtlı Vahdettin oğlu 1945 doğumlu Cengiz Cangırlı olduğu tespit edilmiştir. Yapılan incelemede ilk bulgulara göre iskeleden atladığı ya da düştüğü varsayımına varılarak tutanak tutuldu. Cengiz Cangırlı’nın yere düşme esnasında kafasının taşa çarptığı, çarpma sonucu burnundan ve ağzından kan geldiği tespit edildi.
İş yeri sahibi sanık aynı zamanda tanık sıfatında bulunan Orhan Orçun’un ifadesi alındı.
Orhan Orçun, Cengiz Cangırlı’nın sabahleyin kendisine geldiğini, eşi ile sorunları olduğunu, bulanıma girdiğini, sabah evden kavga ederek çıktığını, intihar etmek istediğini söylediğini belirtti. Kendisinin Cengiz Cangırlı ile uzun uzun konuştuğunu, para yardımı yapacağını da söylediğini belirtti. “İkna etmiştim. Daha doğrusu ikna ettiğimi sanmıştım.’’ dedi. Akşam eve gidenler arasında görmeyince ilk işinin çalıştığı alana gedip bakmak olduğunu söyledi. Çalıştığı mekânda gördüğü manzaranın Cengiz Cangırlı’nın sabahki söylediği sözleri anımsattığını belirtti. Hiç kimsenin görmemesinin de kuşku yarattığını söyledi. ‘Demek ki herkesin gitmesini bekledi ya da kimsenin görmediği anda kendini iskeleden aşağıya attı.’ diyerek ifade verdi.’’
Orhan, nezarete konulur.
Sabahın olmasıyla Orhan adliyeye götürülür.
AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Savcı, karakolda alınan ifadeyi okur.
Ağır ceza hakimi (Orhan’a):
- İfadeye ekleyeceğiniz var mı?
Orhan:
- Yok, aynı ifademi tekrar ediyorum.
Maktulün eşi söz ister:
- Beyimle aramızda hiçbir sorunumuz yoktu. Biz bir elmanın yarısı gibiydik. Sabah da tartışmadık. Kendisini öperek yolcu etmiştim.
Davalının avukatı söz alır:
- Sayın hâkimim, müvekkilim kavga ettiler demiyor. Cengiz Cangırlı’nın “Eşimle kavga ettik.’’ dediğini diyor. Cengiz Cangırlı bu sözü müvekkilime söylemiş. Müvekkilime söylediği sözü maktulün eşi nereden bilecek, söylerken orada mıymış kendisine sorarım.
Sülo söz ister:
- Ben sıvacıyı hep baretsiz, güvenlik kemersiz çalışır gördüm. Orhan Bey’e bu şekilde çalışmasını tehlikeli olduğunu söylemiştim.
Hakim (Orhan’ a sorar):
- Doğru. Sülo’nun söylediği bir ay öncesi idi. Ben kendisi beni uyardığı gün bareti de aldım, kemeri de.
KARAR:
“ Gereği düşünüldü.
Sanık ve görgü tanıklarının ifadesine başvuruldu; verilen ifadelerin dosyaya eklenmesine, delil toplamak için duruşma için 23/ 10 /2003 Tarihine gün verilmesine, iş yerinin dava sonuçlana kadar mühürlü kalmasına Orhan Orçun’un tutuksuz yargılanmasına karar verilmiştir.’’
Mahkeme çıkışı Sülo, Orhan’ın karşısına geçer var gücü ile bağırır:
- Göz göre göre bir kişinin ölümüne sebep oldun. Bunun hesabını kim verecek?
- Ben vereceğim.
- Kime?
- Yüce Türk adaletine.
Kavgayı davaların takipçisi tek ayak izlemektedir. Kendi kendine sayıklar “ Yüce Türk adaleti, yüce Türk adaleti! Yüzünü bir türlü göremediğimiz boktan adalet!)
…
Sülo bir anda kendini evde bulur.
Hiddetle içeri girer baba sakinleştirmeye çalışır:
- Oğlum, hele bir otur. Bu ne sinir, yine ne oldu?
- Hakimi, avukatı, patronu birleşmiş ‘’Cengiz intihar etti.’ diyorlar. Zavallı kadını konuşturmadılar bile.
- Sen ne yaptın?
- İtiraz ettim de kim sikine takar benim itirazımı.
- Hele sabret oğlum, davanın seyri belki değişir.
- Seyri mi kaldı baba, davayı boka buladılar, çıkacak sonuç belli: Bok!
- Sabret, bir gün gelir, adalet yerini bulur.
- Bok bulur.
- Boşver sen bunları, şimdi yat, dinlen, yarın sakin kafayla konuşuruz.
- Kafa bıraktılar mı ki sakinleştireyim.
- Hadi, doğru yatağa.
Sülo, filmin sonunda bir soluk almış ikinci cümlesini yazdırmıştı:
- Ölen ölmüş, inşaat mühürlenmişti.
İkinci cümlenin ardından film devreye girer.
Sülo, mühürlenmiş inşaatta çalışmaların sürdüğünü görür. Koşarak yazıhaneye girer. Orhan’a:
- Sen ne şerefsiz adamsın! Cengiz’in bedeni soğumadan sen mühürlü inşaatta çalışma yapıyorsun. Sende hiç mi vicdan yok?
- Siktirme vicdanını, seni bir daha inşaatta görmeyeyim, yoksa topuklarına sıkarım.
- Bu yaptıkların yanına kâr kalmayacak. Göreceksin sen.
…
Sülo savcılığa kaçak çalışma ihbarında bulunur. Dosyayı adliyeye sunar, çıkar. Çıkışta tek ayakla karşılaşır.
Tek ayak:
- Daha çok geleceksin. Dikkat et, benim gibi kafayı üşüttürmesinler.
Sülo üçüncü cümlesini yazdırır:
- Kaçak çalışmayı ihbar ettim.
Film kaldığı yerden girer devreye.
İnşaatta çalışma sürer. Merdiven girişinde üzeri mühürlü, çapraz kapı ölçüsünde birbirine çakılı iki kalas. Kalasların ucunda çiviler. Duvardan söküldüğü belli.
Teftiş elemanına, Orhan bir deste para ikram eder. Elemanın gözü önünde, mühürlü kalasları kapı girişine yaslar, çivileri çakar:
Bakın inşaat mühürlü. Var mı bir eksik?
Sülo, dördüncü cümlesini yazdırdı:
- Bu şerefsiz, denetçiye rüşvet verdi. Müfettişin gözü önünde mühürlü engeli tekrar çaktı. Müfettiş bina mühürlü diye tutanak tuttu.
Hakim kararı yazdırır:
Esas NO: 2003/75
Karar NO: 2003/103
Karar Tarihi: 24.06.2004
“ Karar:
Gereği düşünüldü:
İş yerinde yapılan denetimde yasağa uyulduğu, bilirkişi raporundan anlaşılmaktadır. Davalı Sülo mesnetsiz iddialarla adliyeyi meşgul etmek, sebepsiz yere davalıyı savunma külfetinde bulundurma suçları işlemiştir. Davalının tazminat davası açma hakkının saklı olması, dosya masrafı ve avukatlık ücretinin Sülo Soyluoğlu’na ödettirilmesine, davanın reddine karar verilmiştir.’’
Sülo önce işini kaybetmiştir, sonra davayı.
…….
Sülo; Orhan’la hesaplaşmaya gittiğinde, Orhan kartı gösterir. “Kondur Ko İnş.’’ Biz damarımıza basılırsa adama böyle koyarız. Nasıl koyacağımı bekle göreceksin. Şimdi gidebilirsin.
Sülo, savaşı kaybetmiş bir komutan çaresizliği ve bitkinliği ile yazıhaneden çıktı. Adımları nereye götürüyorsa oraya gitti.
Deniz sahilinde kayalıklara oturdu. Balıklara taş attı. Taşlara yumruk attı.
Gecenin geç vakti saati bilmediği vakit evin yolunu tuttu.
Babası kapıda bekliyordu gelişini. Bu defa oğluna tek bir soru sormadı. Biliyordu oğlunun vereceği cevabı. Baba yatağına. Oğlu yatağına.
Sülo’nun gözü uyku tutmamıştı.
………
Sülo’nun adliyeden çıkmasının üstünden yıl geçmeden Sülo yine adliyede idi.
İlk cümlelerini yazdırdı:
- İnşaat işinden sonra köyümüze ikinci ocak açılmıştı. Ocağın işçi aradığını duydum.
Sınav yapılacağını duydum. Meğer ben sınava hazırlanırken onlar da sınavı nasıl yapacaklarını hazırlıyormuş.
Sülo sustu. Yaşadıklarını bir film şeridi gibi tekrar tekrar yaşadı.
(M. Müderisoğlu toplantı yapıyor. Toplantıda kendi, şirket ortakları, mühendisler, muhasebeci, insan kaynakları müdürü)
Müderisoğlu:
- Müezzinoğlu, on kişi işe alacağız. Bin kişi iş başvurusu yapmış. Biz de işçi alımlarını sınava, teste tabi tutacağız. Aldığımız on kişi seçilerek geldiklerine, her isteyenin ocağa giremeyeceğine, işten ayrılırsa bir daha işe alınamayacağına inansın. Sınavda beş arkadaşımız görevli gibi davranarak gücü kuvveti yerinde olanları tespit edecek, o yüz kişiyi sınavı kazanmış olarak açıklayacağız. Yüz kişiyi de testle eleyerek ona düşüreceğiz. Ortaklar, personel kararı onaylar.
Müderisoğlu:
- Konuşmayı ben yapacağım. Sınavı insan kaynakları müdürü, testleri mühendis arkadaşlar yapacak.
Toplantı biter. Dağılırlar.
Ertesi gün sınav başlar.
Bahçede merakla bekleyen bin işçi. Karşılarına çıkan Müderisoğlu, konuşmasına başlar:
- 1000 iş başvurusu olmuş. Adil davranma adına sizleri sınava tabi tutacağız, ayrıca madencilik ciddi bir iştir, kutsal bir meslektir, her önüne gelen madenci olamaz. Madenciliği önce hak edeceksiniz. Hak eden on arkadaşınızı yarın işe başlatıyoruz. Şimdi sizi yemekhaneye alıyoruz. Sınavın ardından bahçede testler başlayacak. Hepinize başarılar dilerim.
Sülo, tüm sınavlarda birinci sırada yer alır
İşçiler yemekhaneye alınır. Sınav kâğıtları dağıtılır. İlk soru:
1- Yer altından çıkartılır kütle halindedir. Rengi siyahtır. Bu madenin adı nedir?
A- Tezek
B- Taş
C- Kömür
D- Moloz
Her işçi adayı “ C’’ seçeneğini işaretler.
Görevliler aralarda dolaşıyor. Gözüne kestirdikleri kişilerin isimlerini not alıyor.
Süre dolar, kâğıtlar toplanır.
SINAV BİTTİ.
MÜEZZİNOĞLU AÇIKLAMA YAPIYOR:
- Sınav komisyonu bir saat içerisinde sınavı değerlendirecek, 70 üzeri not alanı belirleyecek. Sınavı kazananlar bahçede teste tabi tutulacak. Şimdi bahçeye çıkıyorsunuz. Sonuçları bekliyorsunuz.
Bahçede meraklı bekleyiş.
SINAV SONUÇLARI
Yüz kişinin adı okunuyor.
Açıklama:
- İsimleri okunanlar kalıyor, diğerleri gidiyor. On dakika sonra testler başlayacak.
Üzgün gidişler; meraklı, sevinçli bekleyişler…
SÖZLÜ SINAV
Sınav görevlisi sıra ile kazananları alıyor karşısına, başlıyor soruları sormaya:
- Evinde önemli bir iş çıktı, eşin işten izin almanı söylüyor sen ne yaparsın
-Evdeki işimi erteler, işe giderim.
- Geç.
- Patronun ay sonu maaşını veremeyeceğini söylüyor, ne yaparsın?
- Arkadaşlarla birlik olup eylem yaparım.
- Çık.
……
Sülo, yazılı sınavdan sonra sözlü sınavda da listede yer almayı başarır.
İLK TEST
DAYANIKLIK TESTİ
Omza, sırta darbe vuruluyor. Düşen kaldırılıyor, ismi çiziliyor.
Kalan: 50 kişi.
II. TEST
KOŞU TESTİ
Koşu başlıyor, çizgiyi geçen ilk 25 kişi belirleniyor. 25 kişinin adı daha çiziliyor.
III. TEST
KAZMA, BALYOZ KULLANMA
(Toprağın altına gizli parça kütle kömürler)
Kömürü kıran eleniyor; kırmadan, zedelemeden çıkartan; ezmeden bölen listede yer alıyor.
Kalan: 20 kişi.
GAZ TESTİ
Gazdan tiksinen, öksüren, kusan liste dışı.
Kalan: 12 kişi.
10 kişi yarın iş başı, iki kişi bir ay sonra iş başı.
KURA ÇEKİMİ
10 kişi belirleniyor.
Sülo filmi durdurur, savunmasına üç cümle daha yazdırır:
- İşveren benim üniversite mezunu olduğumu anlayınca beni ayırdı. Muhasebeci emekli olacakmış, o ayrılmadan ben yanında yetişmeliymişim. İşe başladım.
Savunma arası film devrede.
(MUHASEBE BÜROSU)
Muhasebeci, Sülo’nun önüne üç dört dosya koyar (İşçi maaş bordrosu) :
- Son üç aylık maaş ödemesi yapılan ile yapılmayan isimlerin listesini çıkart. Ona göre maaş ödemesi yapacağız.
Sülo:
- Burada maaş çalışana göre mi? Aylara göre mi?
Muhasebeci:
- Her ikisi.
Sülo:
- O nasıl oluyor?
- O şöyle oluyor. İşçi önce çalışıyor. Bir ay ücreti hak ediyor. Sonra iki ay daha çalışıyor. Birinci ay maaşını alıyor. Biz her ay ödeme yaparız. Her ay işçilerden bir kısmı maaş alır, bir kısmı almaz. Şimdi sen bu ayki listeyi hazırlayacaksın.
Sülo:
- Niye hak eden maaşını almıyor, onu anlayamadım.
- Patron öyle emrediyor.
- Sebep?
- İşçiler maaşını eksiksiz alırsa emirlere uymazmış. Onun için her işçi içerde alacaklı bırakılmalıymış.
- Bu yaptığınız hukuka uygun mudur?
- Burada patronun borusu öter.
Sülo, savunmasına yeni üç cümle daha ekledi:
- 20 işçiye maaş ödenmedi. Maaş alan 30 işçinin de içerde üçer aylık alacakları varmış. Ben işçileri topladım.
Sülo’nun gözünün önüne işçiler gelir. İşçilerle bir kez daha konuşur:
- Arkadaşlar, maaşlarınızı almanız için hiçbir engel yok. Patronun uygulaması hukuka aykırıdır. Şikâyet hakkınızı kullanın, ben sizin adınıza dilekçeyi yazarım. Kayıtlar ortada, almadığınızı ispata bile gerek yok.
Sülo, hakimle göz göze gelince anladı yazdırması gerektiğini. Bir cümle daha ekledi:
- İşçilerden dilekçe yazmalarını istedim.
Hakim:
-Sonuç?
-Bir kişiye dilekçe yazdırabildim.
Hakim:
- Maaşını aldı mı?
- İşine son verildi.
Hakim:
- Devam et.
- İşçilerin yemekhanede yemek yemesine son verildi.
Sülo susar, film devreye girer.
Kömür ocağında işçiler toplanmış. Patron yeni emirler vermektedir:
- Bundan böyle yiyeceklerinizi evden getiriyorsunuz, yemeği yemekhanede değil, ocakta yiyorsunuz. Tuvalet izinlerini de kaldırdım. Cebinizde bir pet şişe bulundurun, tuvaletinizi ona yapın. Çıkışta çöpe atarsınız.
İşçiler:
- Olmaz ki böyle. Aşağıda yemek yenecek ortam mı var?
- Size iş vermişim. Evinize ekmek götürüyorsunuz. Aşağıda havalandırma dersen tamam, güvenlik tedbirleriniz tamam. Cennet gibi mekân. İstemeyen gider.
Sülo savunmasına ekler:
- İşçileri topladım.
“İşçileri topladım” cümlesi aldı götürdü yine Sülo’yu yaşadıklarına. İşçiler toplanmış, Sülo konuşmada:
- Birlik olursanız patron hiçbir şey yapamaz. Bir arkadaşınız maaşını ihbar etti, işinden oldu. Hepiniz etseydiniz hiçbir şey yapamayacak, maaşınızı ödemek zorunda kalacaktı. Şimdi beni iyi dinleyin. Yer altında yemek yemeyi birlik olup kabul etmeyin.
Sülo bir yandan olayı yaşıyor, bir yandan savunmasına aktarıyor. Aktardı savunmasına yeni bir cümle:
İşçilerin birlik olmasını istedim.
Hakim:
- Birlik oldular mı?
- Olmadılar. On kişi işinden oldu.
- Sen ne yaptın?
- Babamın bir öğrencisi varmış. ‘’Zebani Zıpıroğlu’’ ona durumu anlattım. O program yaptı.
Program eksiksiz aktı Sülo’nun göz perdelerinden.
ECÜĞÜNE BÜCÜĞÜNE PROĞRAMI
SUNUCU:
- Sayın seyirciler, yüzlerce kişiye mezar olan maden işletmecisi için suçsuz olduğunu söyleyen ünlü sosyolog Zebani Zıpıroğlu birazdan konuğumuz olacak.
- Evet sayın seyirciler, Zıpıroğlu ilk defa bizim kanalda. Sizin adınıza, sizin merak ettiğiniz soruları biz soracağız.
(Zıpıroğlu, adı ile eşteş. Sahneye girer. Sunucu karşılar, yerine oturmasını sağlar, ilk sorusunu sorar.)
- Sayın Zıpıroğlu, maden işletmecisi için suçsuz dediğiniz doğru mu?
Zıpıroğlu:
- Doğrudur. Ben bir bilim adamıyım, başkaları gibi meydanda farklı, yayında farklı konuşma şansına sahip değilim. Sosyal bilim uzmanı bir sözünü bir defa değil, bin defa söylerse toplumda bir algı oluşturabilir.
Sunucu: Sayın Zıpıroğlu gazetelerde hakkınızda çıkan haberlere ne diyeceksiniz? Bazı gazeteler para aldığınız için, bazı gazeteler işletmede payınız olduğu için böyle söylediğinizi yazıyor.
Zıpıroğlu:
- Doğrudur.
Sunucu:
- Duydunuz sayın seyirciler, Zıpıroğlu gazetede çıkan haberleri doğruladı. (Zıpıroğlu’na dönerek) Sayın Zıpıroğlu, ilk defa sizin gibi açık sözlü birini konuk ediyorum. Şaşkınlığımı, heyecanımı bağışlayın. (Kameraya dönerek):
- Evet sayın seyirciler, Zıpıroğlu, sözlerine açıklık getirecektir. Doğrusu söyleyeceklerini ben de merak ediyorum. (Zıpıroğlu’na dönerek)
- Buyrun Zıpıroğlu, seyirciyi daha fazla merakta bırakmayalım.
Zıpıroğlu:
- Gazeteler, sizler sözümü desteklediniz.
Sunucu: (Şaşırır)
- Henüz fikrimi belirtmedim efendim. Nasıl olur?
Zıpıroğlu:
- Her şey işte böyle olur, farkına varmazsınız, sonra şaşırırsınız.
Sunucu:
Sayın Zıpıroğlu, benim anlamadığımı seyirci de anlamamıştır, sözlerinize açıklık getirir misiniz?
Zıpıroğlu:
Benim sözüm, yaşanan felaketler hepsi sonuç. Bütün toplum, yöneticisiyle, basını ile halkı ile sonuca odaklı. Bütün basın, devletin bürokrasisi oradaydı.
Sunucu:
- Olmamalı mıydı?
Zıpıroğlu:
- Olmamalıydı.
Sunucu:
Efendim, bu sözünüz de eminim benim gibi seyirciyi şaşırttı.
Zıpıroğlu:
- Sorarım size, kazadan önce ocağa bir kez gitmişler midir?
Sunucu:
- Gitmemiştir.
Görevleri felaketi bekleyerek gitmeleri midir, yoksa felaket ihtimallerini önceden arayıp bulmak mıdır? Felakete sadece AFAT sonradan gider. Bürokrasi değil.
İşletmeci suçlu bulundu, tutuklandı. Adalet yerini buldu. Adalet; öldürmek, tutuklamak mıdır? Adalet yerini buldu algısı; başka başka olgulara, başka başka sonuçlara götürür.
Yaşananları unutmak, sorunun kaynağına odağı engelleyerek tekrar yaşanmasına fırsat vermektir. Adalet; öleni öldürmemek, öldürtmemek; iş yerini çalışır, işleteni işletir kılmaktır.
Sunucu:
- Bunu yapmak mümkün mü, bu konuda önerileriniz var mı?
Zıpıroğlu:
- Mümkündür.
Sunucu:
- Peki, nasıl mümkün olursa önerilerinizle anlatınız, buyurun.
Zıpıroğlu:
- Ben bir sosyolog olarak öncelikle olayın sosyal boyutunu ele alacağım. Bütün görsel basın, yazılı basın sonuç peşinde. Felaket haberleri sunmadığı gün yok. Yetki birimleri sonuç peşinde. Sonuç geliyor önlerine gereği yapılacaktır. Gerek, soruşturma başlatılmıştır. Tutuk hali, adalet yerini bulmuştur. Bu döngü devam ediyor. Gerek; ölümü bulmak mıdır, ölüme giden yolu kapatmak mıdır? Ben bugüne kadar ölüme giden yolu kapatmak için gereği yapılacak sözü duymadım.
Hangi sonuca bakarsanız bakın, temelinde insan var. Sorunun kaynağı insan. İnsanı çözmeden sonucu değiştiremezsiniz.
Sorunun temelinde önce insanın duygusunu öldürüyorsunuz; sonuçta insanın kendini, bir başkasını Öldürmesi Başlıyor.
Sunucu:
- Sorunun temeline inmek için somut öneriniz nedir?
- Zıpıroğlu: Önce işletmelerin isimlerini değiştiririm?
Sunucu:
- Güldürmeyin efendim, biz insanın değişmesinden bahsediyoruz, siz kalkmış tabela değişikliği diyorsunuz.
Zıpıroğlu:
- Evet, tabela diyorum. Tabelada maden işletme bilmem ne şirketi yazar. İşletme. İşletmeci işletmeyi para, işçiyi çarkın dişlisi olarak görmeye başlıyor. Dişli eskirse değiştirilir. İşçi ölürse yerine yenisi alınır. Çark böyle döner. İşçisi de işletmecisi de olayı kanıksar. Siz hiç 300- 500 kişi öldüğünde üzülen, gözyaşı döken bir işletmeci gördünüz mü? Göremezsiniz. İnsan özelliği olan paylaşma, acıma duygusu öldürülmüş. İşte çözüm tabela. Tabelada maden işletme ve sosyal tesisi yazmalı. İnsan sosyal bir olgu. Sosyal olgular öldürülmemeli. Sosyal tesiste insanın sosyal yönü beslenmeli. Nasıl mı? O tesiste insan için tuvalet gerekliyse olmalı. Pet şişe değil. Yemekhane, yatakhane,... Eğlenme, dinlenme, kendini geliştirme tesisleri; bir yüzme havuzu, bir top sahası, bir oyun alanı. İşletmenin sosyal aktivite programı olmalı, Haftalık 1 saat çalışma süresi içerisinde müzik dinletisi, konser, tiyatro,...
En önemli ikinci husus işletmeci günlük bir saat, haftada bir tam gün işçilerle aynı şartta çalışmalı. Paylaşmayı, dayanışmayı, empati kurmayı unutmasın. İşçiyi, kendini makinenin parçası olmak duygusundan kurtarsın. Yasal düzenleme yapılıp bırakılırsa yasa işlemez. Jandarma bölgesinde bir jandarma, polis bölgesinde bir polis yasayı denetlemeye yeter.
İnsanın kendi başına bir değer olduğu bilinci yaratılmalı. Bir inşaat için ruhsat harcı yatırılmadı diye yıkıyorsunuz. İnşaat alanında ölüme yol açılmış diye durdurulan, yıkılan inşaat göremezsiniz, insanın bedeli ruhsat harcı bedeli bile olamıyor, niye? Tabela!
Sunucu:
- Tabelanın çözümün bir başlangıcı, bir parçası olduğunu gayet güzel anladık, umarız önerileriniz dikkate alınır.
Sunucu:
- Başka önerileriniz?
Zıpıroğlu:
YASAL BOYUT
Yasal çerçeve. Çerçevede sınırlar çözüm odaklı olmazsa yasalar bir işe yaramaz. Silahın tetiği çekilirse öldürür. Yasalar bunu suç sayıyor. 21. yy’da bilim hangi şartların ölüme yol açacağını biliyor. Diyor ki karbondioksit, zehir yolu ile yanma yolu ile adamı öldürür ve sen bunu şu sebep, bu sebep kullanarak yüzlerce kişiyi öldürüyorsun. Kanunda adı taksir yolu ile adam öldürme. Altı ay - iki yıl arası hapis. Bilinen bir gerçeği kullanarak ölüme yol açmanın silahla öldürmeden farkı olmamalı, aynı suç kapsamına alınmalı.
1000 - 2000 kişinin çalıştığı, ölüm riskinin yüksek olduğu bir işyerinin güvenlik tedbirini bir kişinin tekeline, inisiyatifine, sorumluğuna bırakamazsınız. Sorumluluk paylaşılmalı, devlet sorumluluğa ortak olmalı. Zemin, etüt, sondaj üstlenmeli. “İşletmeciye sınırları çizilen şu alanda tedbir alındı. Bu alan dışına bir cm geçemezsin.” diyebilmeli. Denetimler saatlik, günlük, aylık, altı aylık, yıllık olamaz. Gaz ölçümü gibi saatlik olmalı. Denetim kademelendirilmeli. Yerelin yapacağı günlük denetimler, haftalık. Teknik denetimler merkezi. Denetimlerin koordineli denetim merkezi adı altında toplanmalı.
1000 kişinin güvenliği bir kişi ile değil, en az yüz kişi ile sağlanmalı. 21. yy’da eli çanta ile denetim devri de sona ermeli. Denetim birimleri, denetim koordinasyon merkezi olmalı. Merkezden bir ocağın içinde atılan her adım, anında izlenebilmeli.
Çalışanın ölümü şehit statüsüne tabi tutulmalı, Çalışanın ölüm halinde prim süresine bakılmaksızın SSK güvencesine kavuşturulmalı.
Tazminat Bedeli.
Devlet ben senin güvenliğini sağlayamadım. Miktarı belli tazminat bedelini ödüyorum ya da ödettiriyorum diyebilmeli.
TEKNOLOJİK BOYUT
Binlerce kilometrelik dağları delerek Azerbaycan’dan Ankara’ya doğal gaz getiren teknoloji, 500 m’lik bir mesafeye oksijen taşıyabilmeli. Yaşama odasında, çalışma alanında oksijen vanaları olmalı ki tehlike anında açılabilmeli. Yangın söndürme vanaları aynı şekil.
ARGE
Çözümler, yenilikler ortaya koyabilmeli. 50 yıllık bir süreçte çalışma şartları, güvenlik tedbirleri, yasal çerçevede değişiklik olmamışsa bu alanda bir çalışmada olmamıştır.
Televizyon kapandı. Patronun dansözlü bar partileri...
Ocakta çalışmalar… Farklı perdeler….
BİR GÜN SONRA
ECÜĞÜNE BÜCÜĞÜNE PROĞRAMI
Sunucu:
- Sayın seyirciler, Zeban Zıpıroğlu ile yaptığımız program etkisini göstermeye başladı. İlk olumlu uygulama Gülistan Kömür Ocağı’ndan geldi. Ocağın işletmecisi işçilerle birlikte bir günlük çalışma kararı aldı. Kararını uyguladı. Bir gün işçilerle birlikte canla başla, sabırla çalıştı. Çalışmanın görüntülerini ilk defa bizim kanalda izleyeceksiniz. Görüntüler geliyor.
Ocağa giriş, yürüyüş koridoru; karanlık ilerledikçe ilerliyor, yerin dibine indikçe iniyor… Sonu belirsiz, Müderisoğlu, şaşkın. Yüzü korku perdeli. Tepkisi dışa vuruyor:
- Bu ne yahu! Çalışmaya mı, cehenneme mi gidiyoruz.
I. İşçi:
- Patron, gezdiğin asfaltlara benzemiyor değil mi?
II. İşçi:
- Bindiğin otomobillere benzemiyor değil mi?
III. İşçi:
- Konakladığın otellere benzemiyor değil mi?
Müderisoğlu:
- Burası cehennem yahu!
İşçiler:
- Gözünüzle gördünüz mü hangi şartlarda çalıştığımızı? Hani bize söylerdiniz ya “Sizi cennet gibi alanda çalıştırıyoruz.’’
Müderisoğlu:
- Ben, hep yerin altı da bir üstü de bir bilirdim.
İşçiler:
- Bilmekle gerçekler şaşırtıcıdır.
Müderisoğlu:
- Bana mühendislerim “her şey modern” demişlerdi. Ben böyle modernliğin içine…
İşçiler:
- Mühendislerinizi dinlediğiniz kadar işçinizi dinlemediniz.
Müderisoğlu:
- Doğru.
(Çalışma başlıyor, işçilerden beşi kazıcı, üçü kazılan kömürü vagona dolduruyor. Biri taşıyıcı. Müderisoğlu, kömürü kürekliyor, atıyor vagona, kömürün yarısı vagona, yarısı dışarı…) İşçiler uyarıyor:
- (Yere düşen kömür parçasını eline alarak) Bak! Bu milli servet; dolar, mark. Sen ne yaptın? Çöpe attın. Seni patrona söyler, işten attırırım. Kömürü okşayacaksın, öpeceksin, sonra incitmeden (göstererek) vagona yükleyeceksin.
YEMEK MOLASI
Soğan yumruklanıyor, ekmekler çomaklamıyor, iştahla yeniyor. Müderisoğlu eline bakıyor; kir, pas, mekân öylesi. Tiksiniyor. Tepkisini gösteriyor:
- Bu şartta yemek yenir mi?
İşçiler:
- Yenmez mi?
Müderisoğlu:
- Yenmez.
İşçiler:
- Siz değil miydiniz “yerin altında yemek yemeyi kabul etmeyenin çıkışını veririm” diyen. Ya yemeği yersin ya çıkışını verirsin.
Müderisoğlu yemeye çalışıyor. Boğazına takılıyor. İşçilerden biri sırtına vuruyor, biri su veriyor.
İŞÇİLER İŞBAŞI
Görev değişiyor; kürekçiler, kazmacı, kazmacılar kürekçi. Müderisoğlu kazmacı. Üçüncü kazmada kömür eziliyor. İşçiler müdahale ediyor:
- Bu yaptığına servet düşmanlığı derler. Bu milli servet, zerresine zarar vermeyeceksin. İşçilerden biri elinden kazmayı alır, kazma vuruşunu gösterir.
Müderisoğlu kıvranıyor.
İşçiler:
- Doktor çağıralım mı? Nereniz ağrıyor?
Müderisoğlu:
- Bir yerim ağrımıyor, çişim geldi:
Çare hazır, işçilerden biri cebinden çıkartıyor bir pet şişe:
- Buyrun, sırtınızı bize dönüp çişinizi yapabilirsiniz.
Müderisoğlu:
- Olmaz ki…
İşçiler:
- Biz yapınca oluyor da siz yapınca neden olmaz, yoksa sizin ki ayrı mı?
Müderisoğlu çişini yapıyor.
İşçiler:
- Nasıl?
Müderisoğlu:
- İlkellik.
İşçiler:
- Patron duymasın, çıkışınızı verir.
Müderisoğlu şaşkın, Müderisoğlu mahcup…
PAYDOS VAKTİ
İŞÇİLER:
- Yarın yine bekleriz patron, 8.30’da işbaşı yapmazsan patrona söyleriz seni, çıkışını verir.
Müderisoğlu:
- Vay ben sizin patronunuzu…
ECÜĞÜNE BÜCÜĞÜNE PROĞRAMI
- Sayın seyirciler, Zeban ZIPIROĞLU ile yaptığımız program etkisini, göstermeye devam ediyor. Gülistan Madencilik, yer altında yemek yeme kararını kaldırdığını söyledi.
…
İŞÇİLERİN KUTLAMA SAHNESİ
…
Hakim bilmez, Sülo’nun saniyede kaç bin olay sahnesinden süzerek bir cümle aldığını. Sadece Sülo’nun ağzından çıkan cümleleri yazdırma çabasında. Sülo da yazdırır:
- Bir başka ocakta işçiler su baskını altında kalmış. Patron tv’den izlemiş.
Sülo yine dalar filmin sahnelerine.
Müezzinoğlu televizyon izlemektedir. Müezzinoğlu sunucunun bir cümlesine takılır. ‘’Ocakta su altında kalanların hiçbiri yüzme bilmiyordu. Kendi kendine konuşur. “Yarın ilk işim işçilere yüzme dersi vermek olacak.”
Müezzinoğlu ertesi gün tüm işçileri toplar:
- Madende gaz zehirlenmesi ve grizu patlaması yanında bir şey daha tecrübe edindik. Su baskınına maruz kalma. Bu da bize tedbir almamızı emrediyor. Hepinizin yüzmeyi öğrenmesi gerekir. Burada deniz yok, yüzme öğretemeyiz demek, sorumluluktan kaçmaktır. Öğreticinin görevi öğretir. Demek ki yüzmeyi su değil, bilen öğretir. Benim ömrümün yarısı plajlarda geçti. Yüzmenin alasını öğretirim. Belgeleri de ben yetkili birine düzenlettiririm.
- Şimdi, ben birinizle uygulamayı göstereceğim. Gösterdiğim hareketleri sonra hep birlikte yapacaksınız.
Bir kişiyi öne çıkarır. Yüz üstü yere yatmasını söyler.
- Elleri vücudunla birleştir.
- Vücudunu hafif sola döndür. Sol ayağını kaldır, indir. Sol ayağından destek al, vücudunu öne taşı, aynı anda sağ eli ileri at, yerden destek al, vücudunu ileri taşı.
- Aynı hareketi sağ ayak, sol el, tekrarla.
Sağ-sol, sol-sağ, hiç durmadan ilerle. Çizgiye vardığında suyu geçtin, boğulmadan kurtuldun. (Sülo Soyluoğlu, bitiş çizgisine ilk varan.)
Herkes aynı hareketi yapıyor. Sınır çizgisine son yüzücü vardığında Müezzinoğlu:
- Hepiniz ayağa kalkın. Tek tek, sıra ile birbirinizin yüzüne bakın. Görüntüde yüz hattında sadece göz merceği mavi- yeşil, diğer alan siyah.
Burada ikinci bir eğitim almış oldunuz. Bir taşla iki kuş. Yakalanacağınız su aynen bu renkte olacak, birbirinizin yüzünü görüp hortlak görmüş gibi korkuya kapılmak, dalgaya kapılıp boğulmanıza neden olur, biz onun da tedbirini almış olduk.
Bu eğitimi iki - üç kez tekrar ettiğimizde kas beyin uyumu oluşacak, siz de yüzmenin temel kurallarını öğrenmiş olacaksınız. Şimdi gidip üzerinizi temizleyebilirsiniz.
Sülo savunmasına bir cümle daha ekledi:
- Ben muhasebede yedek elemanım; dışarı, içeri yedek eleman. Ocakta teftiş varmış.
Daha “Teftiş” denir denmez canlandı Sülo’nun gözünde teftiş sahnesi:
Müfettiş işletmeci Muhterem Müezzinoğlu’nu telefonla arar:
- Muhterem Bey, ben sizi teftiş için rahatsız ettim. Üç gün sonra teftişe geleceğim, malum hazırlığınızı yapınız.
Muhterem Müezzinoğlu:
- Efendim, malum kış. Siz buraya kadar zahmette bulunmayın. Ben sizi Uludağ’da karşılayayım, orada sizi ağırlayayım. Siz istenilen belgeleri belirtin; ben hazırlar, getiririm, size sadece imzalamak kalır.
- Ben de isterim; fakat olmaz. Yeni karara göre teftişin görüntülü kayda alınması isteniyor.
- Efendim, siz orasını bana bırakın. Onu bizim çocuklar montaj yolu ile halleder. Sizin Facebook’tan bir boy resminizi göndermeniz yeterli.
- Bir terslik olmasın. Siz de ben de sıkıntıya düşeriz.
- Efendim, güvenebilirsiniz. Sıkıntıya düşmeyiz evvel Allah.
- Size güveniyorum, olay benim yetkim ve bilgim dışı.
- Güvenin efendim, siz istenilen belgeleri söyleyin.
Müfettiş, istenilen belgeleri tek tek sayıyor. Müezzinoğlu tek tek yazıyor.
Buluşma mekânı ve saati kararlaştırılıyor. Yer: Uludağ, Mekân Ladin Motel.
Yazdırır Sülo savunmasına:
- Müfettişle patron olacak şahıs anlaştı, teftiş ocakta değil Uludağ’da yapılacaktı. Ben şoför, ben evrak taşıyıcıyım. Patronla birlikte çıktık yola.
Filmin yeni sahnesi:
Zaman; iki gün sonrası, saat:13:00.
İki gün sonrası, saat 12.30. Müezzinoğlu, otele giriş yapıyor. Sülo’nun elinde iki çanta. Elinde iki çanta; biri para dolu, biri belge.
Müezzinoğlu, üç oda ayırtıyor; biri kendine, biri müfettişe, biri Sülo’ya. Odalar otelin en güzel odası.
Balkondan bütün Uludağ gözlenebiliyor. Uludağ ayaklarının altında, gözlerinin önünde olacak.
Saat: 12.45. Müezzinoğlu otel giriş kapısında. Otele yaklaşan her arabaya dikkatlice bakıyor. Onuncu araçtan inen müfettiş, yerinden fırlayan Müezzinoğlu. Sarılmalar, öpüşmeler, iltifatlar,…
- Efendim sizi çok çok iyi gördük. Umarım yolculuğunuz iyi geçmiştir.
- İyi geçti, iyi.
Müezinoğlu müfettişin çantasını kapıyor. Hem yürüyorlar hem konuşuyorlar. Müezzinoğlu:
- Efendim, ben odaları ayırttım. Çantanızı odaya koyalım. Önce yemeğimizi yer; bara geçer, iki duble alır, orada konuşuruz.
Müfettiş:
- Bence de.
Müfettiş ve Müezzinoğlu odadalar. Müezinoğlu balkondan manzarayı anlatıyor,
- Efendim ben en son 10 yıl önce gelmiştim. Güzellik değişmemiş. Bakın Bursa ne kadar net gözüküyor, şurası kayak pisti, ilginiz varsa yemekten sonra takılırız.
- Spor bizden geçti. Biz içelim, sohbetimize bakalım.
- Nasıl isterseniz efendim, buyurun o zaman, yemeğe inelim.
Müezzinoğlu ve müfettiş yemekhanede. Müezzinoğlu rahat sohbet için köşedeki bir masayı tercih ediyor. Masaya yaklaşığında sanırsınız, Müezzinoğlu otel görevlisi, müfettişin hizmetlisi. Paltosunu, kaşkolünü alıyor; sandalyesini çekiyor, doksan derece vücut hareketi ile:
- Buyurun efendim.
Masaya oturuluyor. Şef garson karşılarında:
- Ne alırsınız efendim?
Müezzinoğlu menüdeki yemeklere bakmıyor, fiyatlara bakıyor. İyi karşılama çok para ile oluyor. Tandır kebap fiyatta ilk sıra. Müfettişe dönerek:
- Efendim, buranın tandır kebabı meşhurdur, ne dersiniz?
- Ben sizin misafirinizim; misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.
- Efendim, olur mu öyle şey, başımızın üstünde yeriniz var. Sizi bizi var mı? Sizi ağırlamak, mutlu etmek, benim görevim. Burada otel emrimizde, ben emrinizdeyim.
- Emir yok.
- Çorba alıyor muyuz?
- Ben bir yayla çorbası alayım.
Müezzinoğlu, garsona döner:
- Bize önce iki yayla, sonra iki tandır.
Garson:
- Siparişleriniz hemen geliyor efendim.
Çorbalar geliyor. Çorbalar kaşıklanıyor. İlk kaşıklayan müfettiş… Müezzinoğlu kaşıkla söz yarışında sanki. Bir kaşıkta beş cümle! ‘’Çorba güzelmiş, soğukta iyi geldi, anamın çorbasına benziyor.’’
“Otel güzel, yemekhane güzel, garson temiz, yan masa boş…’’
Müfettiş başlangıçta konuşmalara “Evet, hı.’’ gibi ifadelerle karşılık verir. Sonradan sıkıldığı her halinden belli oluyor.
Tandır geliyor. Tandır dişleniyor. Müezzinoğlu aynı türden konuşmaları sürdürüyor:
- Hiç unutmam, on yıl önce de tandır yemiştim, şu karşıdaki masada. Sizden iyi olmasın, bir iş adamı dostum vardı. Onunla on yıl önce tanışmıştık. On yıl önce bana tandır söylemişti. On yıl sonra ben ona tandır söyledim.
Tandır bitti. Garson masa başında. “Tatlılardan ne alırdınız?’’ diyor. Bu defa müfettiş Müezzinoğlu’ndan önce davranıyor:
- Hiçbir şey istemeyiz.
Garson tepkiye şaşırır:
- Efendim, bir kusurumuz varsa telafi edelim.
Müfettiş:
- Kusurunuz yok. Kusurumuz var. Biz bir an önce bara geçelim.
Garson:
- Kusurunuza yardımcı olmamızı isterseniz yardımcı olalım.
- Teşekkür ederiz. Biz bara geçelim.
Müezzinoğlu çoktan kalkmış, göreve hazır. Müfettişin sandalyesini çekiyor. Paltosunu veriyor. “ Buyurun efendim, çıkalım.’’ diyor.
……………………
Müezzinoğlu ve müfettiş barda. Bar sakin. Bir -iki kişi. Sahne boş. Masaya yaklaşılır. Müezzinoğlu, müfettişin sandalyesini çeker, paltosunu alır ve buyur eder. Garson masada:
- Siparişlerinizi alayım efendim?
Müezzinoğlu:
- Viski, meze olarak ne varsa masa donatılsın.
Garson:
- Hemen efendim, masanız istediğiniz gibi donatılacak, amacımız sizi memnun etmek.
Müezzinoğlu garsonun ilk bahşişini veriyor. Garson memnun. Aheste geldiği masadan uçarcasına uzaklaşıyor. Önce viski… Sonra sıcak, soğuk mezeler…. Meyveler… Kuru yemişler… Garson mekik dokuyor. Müezzinoğlu iki duble atmıştır bu ara. Sahneye bakar, sahne boş. Garsonu çağırır, garson yıldırım hızında. Garsona:
- Müzik, dansöz, sahne donatılsın!
Garson:
- Müzik programımız saat 17’den sonra efendim.
Müezzinoğlu:
- Söyle patronuna, program önceden başlatılsın, ücret hesabıma eklensin.
- İsteğinizi hemen ileteceğim efendim.
Garson ikinci bahşişini alır. Garsonun gitmesi ile gelmesi bir olur. Müezzinoğlu’na eğilerek:
- İsteğinizi hemen yerine getiriyoruz, birazdan solistlerimiz, dansözümüz, piyanistimiz sahnede olacaklar.
Piyanist çalıyor “Ankara’nın Yolları”; dansöz sahneye çıkmadan Müezzinoğlu’nun dizinin dibinde, sesiyle müziğe eşlik ediyor; cilvesiyle, kaşı gözüyle Müezzinoğlu da. Müezzinoğlu’ndan makas alıyor. Müezzinoğlu cebinden paraları çıkarıyor; dansözün alnına, göğsüne yapıştırıyor, havaya savuruyor.
Müfettiş izlemekle yetiniyor. Müezzinoğlu’nu dinlemekten kurtulmanın mutluluğunu yaşıyor.
Akşam bar dolu, dansöz sayısı artmış. Müezzinoğlu dansözden dansöze, yorgunluktan bitap.
Masaya oturuyor, kadehi kaldırıyor, kadeh boşalıyor, başını koyuyor masaya. Bu defa müfettiş garsonu çağırıyor:
- Arkadaşı odasına taşıyalım, yatağına yatıralım.
- Tabii efendim.
Üç garson, beş garson… Peçete yok eder gibi masadan yok ediyor Müezzinoğlu’nu.
Ertesi gün müfettiş uyanır. Müezzinoğlu derin uykuda… Müezzinoğlu balkonda bir sigara içiyor. Manzarayı izliyor. Müezzinoğlu’na dönüp bakıyor. Müezzinoğlu derin uykuda. Balkona çıkıyor, manzarayı izliyor. Dönüp bakıyor, Müezzinoğlu derin uykuda… Müfettiş iniyor yemekhaneye. Kahvaltısını yapıyor. Gazetelere bakıyor. Gazetelerde maden kazası. Gazeteler sanki kendinden bahsediyor, tedirgin kalkıyor, ileri geri gelip gitmeler. Olmadı çıkıyor Müezzinoğlu’nun odasına. Müezzinoğlu’nun bir gözü açık. Müezzinoğlu’na ‘’Günaydın.’’ diyor. Müezzinoğlu da “Günaydın.’’ diyor. Müezzinoğlu saate bakıyor. Saat 13:00. Müezzinoğlu fırlıyor yataktan. ‘’Öğlen olmuş, nerdeyse akşam olacak, duyanda otelde uyumaya geldiğimizi sanacak.’’ diyor. Müfettiş:
- Sorun değil, ben de kalkalı çok olmadı, sizi rahatsız etmeyim diyerek sadece kahvaltımı yapıp geldim. Buyurun size eşlik edeyim, siz de kahvaltınızı yapın.
Müezzinoğlu:
- Siz önden buyurun.
Müezzinoğlu ve müfettiş yemekhanede. Müezzinoğlu yorgun, konuşmuyor. Müfettiş tedirgin, konuşmuyor. Kahvaltı bitiyor. Müezzinoğlu:
- Bara geçip iki duble atalım, uykumuz açılır.
- Bara geçmeden belgelere bir göz atalım. Sonra eğlencemize bölmeden devam edelim.
- O zaman odaya çıkalım.
Müezzinoğlu ve müfettiş odada. Müezzinoğlu ilk belgeyi veriyor:
- Buyrun harita.
Müfettiş ruloyu açıyor, açılan Türkiye Fiziki Haritası. Müezzinoğlu’na:
- Bu ne? Ben sizden jeoloji haritası istedim.
- Çocukların cahilliğine verin efendim. Cahiller işte, ne bilsinler jeolojiyi. Ben hemen telefon ederim, kargoya verirler, yarın alırız. Nasıl olsa teftiş süreniz var, bir gün fazla eğleniriz. Müsaade edin, hemen kargoya vermelerini söyleyeyim.
Müezzinoğlu dışarı çıkıyor. Açıyor telefonu, “Müfettiş jeoloji haritası istiyor, hemen çevredeki ocakları araştırın, bir tane bulun, kargoya verin.’’
Müezzinoğlu, odaya giriyor:
- Efendim harita birazdan kargoya veriliyor.
- Bu, gaz ölçüm raporu.
- Tamam.
- Bu hijyenik raporu.
- Bu malzeme standarttı.
- Tamam.
- Bu kroki.
- Tamam.
- Bu balçık numunesi.
Müfettiş numuneyi alıp koklaması ile yere atması bir. “Bu ne? ’’ der. Numuneyi Müezzinoğlu koklar. Müfettişe:
- Efendim siz merak etmeyin, ben o boku çıkartanı bulur, yedirmesini bilirim. Hemen numuneyi de kargoya verdirteceğim.
- Görüntü kaydı?
- Burada efendim.
- Aç bir göz atalım.
- Tabi, efendim.
Müezzinoğlu CD’yi bilgisayara yerleştirir. CD açılır. CD’de çanta, takım elbise müfettişin. Baş kısım müfettişe ait değil, bir bayana ait. Müfettiş çılgına döner. “Bu ne rezalet! ’’
Müezzinoğlu pişkin. Cevap hazır:
- Üzülmeyin efendim; gören, duyan yok. Çocuklar acele ile yanlış montaj yapmış. Hemen onu da hallederiz.
Müfettiş suskun, müfettiş tedirgin. Zoraki iniyor bara. Birinci günkü neşe yok.
Müezzinoğlu talimatları ocağa vermiştir.
Eğlencenin ortasında telefon çalar, Müezzinoğlu müsaade ister, dışarı çıkar. Telefonda çevre ocakların da jeoloji haritasını yeni duydukları bildirilir. Müezzinoğlu talimat verir. ‘’ İnternetten indirin isimleri değiştirin.’’
Ertesi gün kargodan belge ve numune gelir. Kontroller yapılır:
-Görüntü.
- Tamam.
-Numune.
-Tamam.
-Rapor tamam.
İki deste para müfettişe verilir. Müfettiş yolcu edilir. Bir teftiş daha böyle halledilir.
Sülo, film şeridinden bir cümle cımbızlar savunmasına ekler.
- İşte efendim, evrak üzerinde teftiş kusursuzdu.
Hakim:
- Eksik olan ne?
- Eksik olan son teftiş. Ona ne hükümetin gücü yetti ne de patronun.
Filmin bu karesinde Sülo, ilk defa gözlerini yumdu. Gözlerinden iki damla yaş. İki damla yaş Sülo’ya ek süre kazandırdı. Sülo kesintisiz izledi.
Ocakta 1000 kişinin su baskınına mahsur kaldığı tespiti yapılır. Olay müdahale ekibi, AFAT’ıyla, bürokrasisi ile medyası ile en olmazsa olması kazazede yakınları ile olay yerinde. İlk müdahale yapılır.
“Ahtapot” suyu çekmeye başlar. Ahtapottan gelen su başlangıçta musluk suyu gücündedir, zamanla artar. Suyun boşaltılmaya başladığı açıklaması yapılır. Meraklı, sevinçli bekleyiş uzun sürmez. Suyun ocak girişinden gelmeye başlamasıyla yeni telaşlar başlar; bir yandan telaş, bir yandan tespit, açıklama… Varılan tespit; havalandırma koridorunun tüm galerilerin su altında kaldığı gerçeği artık kaçınılmazdır. Tek iyimser beklenti bir an önce suya müdahale, ölülere ulaşma beklentisi. İlim adamları, bürokrasi, olayı anlama çabasında. Varılan ortak kanı ocak seviyesinin denizin 50 m. altına inildiği, denize olan mesafenin yakınlığı göz önünde tutulduğunda deniz suyunun bir boşluk oluşturduğu, oluşan boşluktan ocak içerisine baskı yaptığıdır. Deniz suyu tahlile gönderilir. Gelen tahlil sonucu deniz suyu ile aynı oranda tuza sahip oluşu ocaktan gelen suyun denizden geldiği kesinlik kazanmıştır.
En yetkili ağızdan:
- Deniz suyunu boşaltabilecek teknolojiye sahip olmadığı için ölülere ulaşma şansımız yok. Elimizden bir şey gelmiyor.
Canlı yayına ara verilerek son dakika haberi sunulur:
- Sayın seyirciler bir son dakika haberi sunuyoruz. Haber için Atina muhabirimize bağlanıyoruz.
Midilli sahilinde toplanan halk, üşümekten titreyen bir kişi. Mikrofonu uzatır. Cevap yok. Şaşkın, korkulu bakış, titreme…
Muhabir sorar:
- Buraya nasıl geldin?
- Yü-yü yüzdüm, yü-yü yüzdüm, yü-yü yüzdüm, yü-yü yüzdüm.
- Nereden geldin?
- Yü-yü yüzdüm, yü-yü yüzdüm, yü-yü yüzdüm, yü-yü yüzdüm. ( Sülo, tekrar tekrar yüzdü, tekrar tekrar titredi.)
Kimliği belirsiz şahsın şokta olduğu düşünülerek bir tokat vurulur. Aynı soru tekrar sorulur. Alınan cevap aynı. Muhabir ikinci sorusunu sorar, ( Sülo, tokatın şokunu bir kez, bir kez daha yaşar.)
- Yüzerken ne gördün?
- Ba-ba-lık, ba-ba-lık, ba-ba-lık.
-
- Peki, burada ne görüyorsun?
- Ba-ba-lık, ba-ba-lık, ba-ba-lık.
- Balıklar ne yapıyor?
- Büyük balıklar küçük balıkları kovalıyor.
Muhabir:
- Sayın seyirciler, gördüğünüz gibi sahilde yakalanan, Türkçe konuştuğu için Türk olduğu tahmin edilen, kendi hakkında başka hiç bilgiye ulaşılamayan şahsın kimlik tespiti için yaşadığı şoku atlatması beklenecek. Ben olayı yakından izleyecek, her gelişmeyi anında sizlerle paylaşacağım; gördüğünüz gibi şahıs şu anda hastaneye götürülüyor.
…
TÜRKİYE CEPHESİ (OCAK BEKLEYİŞİ)
Koşarak gelenler, tv’de haberde yer alan kişinin Müslüme Soylu’nun oğlu olduğunu söyler. Müslüme Hanıma haber ulaşır. Müslüme Hanımın oğlunun bilincini kaybettiğinden haberi yoktur. Bilinç kaybı yetkililere ulaştırılır. Kimlik tespiti için belirtilen şahsın yakınlarından DNA örneği alınır, özel helikopterle Midilli’ye gönderilir.
Müderrisoğlu, kendi kendine konuşur, “Kursta en yetenekli çocuktu.’’ Hayali görüntü (Sülo Soyluoğlu, bitiş çizgisine ilk varan)
CANLI YAYIN
- Sayın seyirciler, son gelişmeler için Atina muhabirimize bağlanıyoruz. Muhabirimiz şu anda Midilli’de, hastanede kimliği belirsiz kişinin yanında.
Midilli haber muhabiri ekranda:
- Kimliği belirsiz kişinin kimlik tespiti için Türkiye’den gönderilen DNA testi sonucu şahsın Rıza Soyluoğlu’dan olma Müslüme Soylu’dan doğma Sülo Soyluoğlu olduğu tespit edildi. Sülo Soyluoğlu’nun yaşadığı şok sonucu bilincini kaybettiği de ikinci edindiğimiz bilgi.
Sülo Soyluoğlu’nun Türkiye’ye nakli için yazışmaların öğleden önce tamamlandığı, nakil işleminin öğleden sonra gerçekleşeceği söyleniyor. Gördüğünüz gibi nakil için helikopter hazır bekletiliyor.
CANLI YAYIN
- Sayın seyirciler ocaktan gelen suyun denizden geldiği böylece doğrulandı. Merak edilen deniz suyunun ocaktan nasıl yol bulduğu değil, Sülo Soyluoğlu’nun ocaktan yol bularak nasıl yüzdüğü sorusu. Görüşüne başvurduğumuz uzmanlar iki konuda yoğunlaşıyor. Birinci görüş Sülo Soyluoğlu’nun iyi bir yüzücü olduğu, ikinci görüş akıntıya kapıldığı, akıntının Midilli’de Soyluoğlu’nu karaya vurduğu.
GAZETELERDE MANŞET:
“HÜKÜMETİN YAPAMADIĞINI DENİZ YAPTI’’
TV HABERLERİ:
- 1000 kişiye mezar olan ocak deniz tarafından kapatıldı. Ocağın üçüncü şahıslar tarafından da hiçbir şekilde açılamayacağı gerçeği ortada.
BAKAN AÇIKLAMASI:
- Ocaktan gelen suyun denizden geldiği kesinleşmiştir. Ölülere ulaşmak için yapılacak bir şey yok. Ocağın çıkışına set çekerek suyun gelişi engellenecektir.
SOYLUOĞLU TÜRKİYE’DE
Helikopter iner, Sülo şaşkındır; görmediği kalabalık, görmediği yüzler… Korkar, kaçmaya çalışır, yakalanır. Tüm aile yakınları sarılır, öperler. Kendilerini tanıtırlar. Sülo’dan tepki yok!
………
Ocağın girişine set çekilir. Suyun gelişi engellenir.
Ocak kapanır, Sülo’nun gözü açılır, savunmasının son sözlerini yazdırır:
- İşte efendim, ocakta bilfiil, tamı tamına on yıl, altı ay çalıştım; tazminatımın ödenmesi yolunda yüce adaletinizin vereceği kararı bekliyorum.
Hakim (Ocak işletmecisine):
Sülo Soyluoğlu’nun anlattıklarından uzun süre iş yerinizde çalıştığı anlaşılmaktadır. Doğru mudur?
Patron:
- Doğrudur.
Hakim:
- O zaman tazminatını ödemeyi taahhüt diyorsunuz.
- Taahhüt değil, tahayyül bile edemiyorum.
_ Sözlerinize açıklık getirin.
- Efendim, iş yerimi ben mi kapatmışım? Deniz vurdu, hükümet kapattı. Vuran vurana. Mağduriyetimin giderilmesini talep ediyorum. Ben eve ekmek götüremez duruma düşmüşüm, bir de işçi tazminatı mı düşüneceğim. İnsaf hâkim bey!
Sülo, söz hakkı alır:
- Muhasebeci olmam nedeni ile ocağın bütün belgelerine ulaştım. Babası da mağdur ayaklarına yatarak 250 kişinin tazminatını sumen altı etmiş.
Sülo’nun gözleri yine filmin perdelerine dalar.
TV:
- 299 kişinin ölümü ile sonuçlanan maden davası sonuçlandı. Ocağın işletmecisi, kişi başı 299.000 lira tazminat ödemeye mahkûm edildi.
MÜEZZİNOĞLU, AVUKAT - MUHASABE MÜDÜRÜ TOPLANTIDA
Müezzinoğlu:
- 299 çarpı 1000= 299.000Tl. ödemeye mahkûm edildik. Ocağın tamamını satsak bu parayı ödeyemeyiz. Dava kesinleşmeden ocağın devir işlemlerini yapıyorsunuz.
Avukat:
- Devredeceğimiz, şahıslar belli mi?
- Belli.
- Söyleyin isimleri, devir işlemlerini başlatalım.
- Çocuklarım.
- Efendim, çocuklarınız reşit değil.
- Çocuklarımı adliyeye çıkarıp yaş tespiti mi yapacaklar. Merak etme, dosya ellerine geçene kadar reşit olurlar.
- Efendim, eşinizin payı aile bağı nedeniyle silsile yolu ile kendisini borçlu kılar.
- Eşimin silsilesini, sülalesini, bağını, bahçesini yok edin.
Işık hızıyla boşanma kararı çıkarttın. Aramızdaki tüm bağları kopartın. “Kendisini hiç tanımıyorum. Beni dolandırdı, bütün mal varlığımı üstüne geçirdi.’’ derim zamanı geldiğinde.
Ocak işleyişi devam…
ÜÇ YIL SONRA…
CANLI YAYIN
“ Üç yıl önce ölen 299 kişinin tazminat bedelini alamadığı öğrenildi. Muhabirimize, işletmeci Muhterem Müezzinoğlu kendisinin dolandırıldığını, eski eşi tarafından bütün mal varlığına el konulduğunu söyledi. Yaptığımız araştırmada Muhterem Müezzinoğlu’nun söylediklerinin doğru olduğu ortaya çıktı. Kendisinin üzerinde hiçbir mal varlığına rastlanmadı.’’
Sülo’yu basın mensupları uyandırırlar:
- Ölen arkadaşlarınızın ölüm anına tanık oldunuz mu?
- Ölme korkusunu yaşadınız mı?
- Ölen arkadaşlarınızın son sözünü hatırlıyor musunuz?
Sülo:
- Hatırlıyorum:
- Söyler misiniz?
- Hepinizin anasını sikmemi istedi. Burada 1000 kişi ölmüş; binlerce çocuk yetim, onca kadın dul kalmış, “Bu davanın sonu ne olacak?’’ demiyorsunuz. Reyting peşindesiniz. Sizin vereceğiniz haberin de sizi dinleyen okuyanın da…
Hakim:
Karar aşamasındayız. Lütfen sessizlik! Sorularınıza dışarıda devam edin.
KARAR:
( GSR göz önünde tutuldu.)
‘’ Yaz kızım,
Gereği düşünüldü.
Davanın “Bin kişili Ölüm Davası’’ ile illiyet bağı oluşturduğu, o nedenle davanın ölüm davası sonuçlanana kadar ertelenmesine, davalının tutuksuz yargılanmasına karar verilmiştir.
Delillerin toplanmasına, davalının tutuksuz yargılanmasına, dava için 15/06/2015 Tarihine gün verilmesine karar verilmiştir.’’
……………..
AĞIR CEZA MAHKEMESİ
(1000 kazazede yakını, Sülo, avukatlar, hakim, savcı, kâtip, ocak işletmecisi.)
İşçilerin avukatı:
Sanık güvenlik tedbiri almayarak 1000 kişinin ölümüne sebep olmuş TCK 81. Md. 835237 S.lı Türk Ceza Kanunu Madde 85 Madde’ye göre her işçi için taksir yolu ile adam öldürme suçundan ayrı ayrı yargılanmasını talep ediyoruz.
Sanık müdafi avukatı:
- TCK 81. Md. 835237 S.lı Türk Ceza Kanunu Madde 85 Maddeye göre suç unsurunun gerçekleşmesi gerekir. Ölümden söz ediliyor, ölüm var mıdır? Ortada adli tıp raporu var mıdır? Ölümün şekli belli midir? Ortada hiçbir belge yok, müvekkilim yargısız infaza mahkûm edilmek isteniyor.
İşçilerin avukatı:
- 1000 kişinin ölümünden bahsediyoruz.
Sanık müdafi avukatı:
- Sayın hakimim, davacı avukatı hiçbir kanıt göstermeksizin adliyeyi meşgul etmektedir.
Hakim:
- Sizin iddianızı doğrulayan kanıtınız var mı?
Sanık müdafi avukatı:
- Var efendim. En canlı kanıt, Sülo Soyluoğlu. Karşınızda duruyor. Sülo Soyluoğlu ölmemişse 1000 kişi de ölmemiştir. Öldüğünü iddia ediyorlarsa öldüğünü ispatlasınlar.
İşçilerin avukatı:
- Siz ölmediklerini ispatlayabilecek misiniz?
- İspat, gayet basit. Kanıt Sülo Soyluoğlu ölmemiştir. Sülo Soyluoğlu 1000 kişi ile birlikteydi. Ya hep öleceklerdi ya hep kurtulacaklardı. Hep kurtuldular. Sülo hariç.
Hakim:
- Sanırım yanlış ifade ettiniz. Sülo kurtuldu, diğerleri hariç demek istediniz.
Sanık müdafi avukatı:
- Hayır, efendim Sülo yakayı ele verdi, kurtulamadı.
Hakim:
- Sözlerinize açıklık getirin.
- Sayın hakimim, ben davacı avukatı gibi matbu bir dosya ile gelmedim. Her şeyi enine boyuna, çapına, derinliğine araştırdım. Olay basının pompaladığı gibi değil. Hukuk basını mı ölçü alır, olayın derinliğine mi iner?
- Hukuk yasalar çerçevesinde belgelere bakar.
- Buyrun belge. (Sülo Soyluoğlunun üniversitede Genç Eylemciler Birliği Üyelik kartı)
Hakim:
- Bu kartın dava ile ilgisi ne?
İşçilerin avukatı:
- Müdafi avukatı davayı saptırmak istiyor.
Sanık müdafi avukatı:
- Sayın hakim, davayı saptırmak isteyen kendileri. Bu kart davayı aydınlatacak önemli bir ipucu. Şöyle ki 1000 kişi ocaktan denize tünel kazdı. Tünelin çıkışında hazır bekleyen tekneye bindiler. Sülo Soyluoğlu’nun üyesi bulunduğu örgütün kendisinin yediği boklar sonucu güvenlik engeline takıldı. Kendisi tutuklandı. Diğerleri yoluna devam etti. Sülo Soyluoğlu bir yolunu bulup kaçtı.
İşçilerin avukatı:
- Sülo Soyluoğlu adına savunma yapmayacağım, savunmayı kendisi yapsın. Sülo Soyluoğlu’na söz hakkı istiyorum.
Sanık müdafi avukatı:
- Sülo Soyluoğlu, o tarihte bilincini yitirmişti. Bilincini yitiren birinin sözlerini siz kanıt olarak ortaya koyamazsınız.
Hakim: (Sülo’ya söz hakkı verir)
Sülo:
- Genç Eylemciler Birliği üyesi olduğum üniversite yılları idi.
Hakim:
- Sen ocaktan nasıl kaçtınız, onu anlat.
- Ocaktan kaçmaya fırsat bulamadık. Birden kendimizi suyun içinde bulduk. Her birimiz bir tarafa sürüklendik. Ben bir ışık gördüm, yakın gözüküyordu. Işığa kavuşmak için yüzdüm. Ben yüzdükçe ışık uzaklaştı.
Sanık müdafi avukatı:
- Sülo Soyluoğlu’nun, bilincinin yerinde olmadığı belgesi mevcut. Sülo Soyluoğlu’nun bilinç testi yapılmasını talep ediyorum.
Sülo:
- Bilinç testi yaptıracağım. Ben de sizin kişilik testi yaptırmanızı talep ediyorum.
Sanık müdafi avukatı:
- Sayın hâkim, davacı hakarette bulunuyor, kişilik hakkıma saldırıda bulunmuştur. Lütfen kayda geçin.
Sülo:
- Sizinki saldırı değil, ikram mıydı?
Sanık müdafi avukatı:
- Ben kanunun bana verdiği, müdafaa hakkımı kullanıyorum.
Sülo:
- Bin maden şehidi yakını, müdafaa hakkını kullanmıyor, başçavuşun beygirini mi osurtuyor?
Hakim:
- Davayı sulandırmayalım lütfen!
Hakim, müdafii avukata döner:
- “999 kişi yoluna devam etti” demiştiniz? Nereye gittiler?
- Capitani Regenti‘ye (San Marino Cumhuriyeti) gittiler.
Sorarım karşı tarafın avukatına, ölüm tazminatını neye göre istemektedirler. Ceza kanunu cezai işlemin uygulanması için suçun işlenmesini esas alır. Ölüm olayı vuku bulmuş mudur? Selaları okunmuş mu? Cenazeleri yıkanmış mıdır? Cenazelere pamuk tatbik edilmiş midir? Cenazeler mezara yatırılmış mıdır? Tek bir kürek toprak atılmış mıdır? Bir lokma helvaları tattırılmış mıdır? Mezarlarına tek bir taş dikilmiş midir? Bütün bunlar belgesiz. Bu bile müvekkilimin suçsuzluğunun kanıtıdır. Müvekkilimin suçsuz olduğuna, davanın reddine karar verilmesini talep ederim.
KARAR:
Esas No:2015/ 67
Karar No: 2015 Esas 177
Karar:
‘’Yaz kızım,
Gereği düşünüldü:
Sülo Soyluoğlu’nun bilinç testi için hastaneye sevkine, 999 kişinin ifadesine başvurmak için Sanmarino Cumhuriyeti’ne yazı çıkartılmasına, sanığın tutuksuz yargılanmasına 13/12/2016 Tarihine duruşma günü verilmesine karar verilmiştir.’’
……………………..
Süla’nun müdahil olduğu davanın biri bitmeden biri başlar. Sülo adliyede ise, Sülo hakim karşısındaysa yaşıyordur. Sülo, adliye koridorlarının müdavimi. Hakimler bile arar olmuştur kendini. Bilinmedik davalar, bilinmedik savunmalar, bilindik kararlar…
Sülo yaşıyor. Sülo adliyede.
ASLİYE HUKUK
(AVUKAT, SÜLO, SAVCI, HAKİM, KATİP
Bu davada Sülo GSR yönünden davalısı ile 0-0.)
Sülo:
- Rahatsız olmuştum. Doktora başvurdum.
Sülo’nun gözünde bu defa hastane koridorları canlanır.
Sülo dâhiliye polikliniğine gider.
Doktor:
- Şikayetiniz?
- Ben yatakta altıma kaçırıyorum.
Önce bir idrar tahlili yapalım, enfeksiyon kaynaklı mı, ona bakalım.
- Kaçak muslukta değil, logarda.
- O zaman ishal durumu var. İlaç yazayım, bir hafta kullanın, kontrole gelin, geçmezse tetkik yaparız.
- Benim derdim bok değil.
- Nedir, o zaman?
- Donumda garip garip yazılar oluşuyor.
- Peki, bu yazı daktilo yazısı mı? Bok yazısı mı?
- Mürekkep yazısı.
- İlginç. Sizin vücudunuz mürekkep üretiyor. Detaylı bir tetkik yapmamız gerekiyor. Bu detay beni aşar, başhekime bildireyim. Siz burada bekleyin.
Dâhiliye doktoru, başhekime gider. Başhekime durumu anlatır. Başhekime sorar:’
“Bu durum tıbben mümkün mü?’’
Başhekim:
- Tıp mümkün olan olaylara cevap verir. Mümkün olmayan olayların mümkün olma olasılığını araştırır. Burada da olasılıklı bir durum var. Biz ilgili alan uzmanlarını toplayalım, bir çıkış yolu bulalım.
Başhekim, sekreteri çağırır. Sekretere bir liste verir.
Sekreter anons yapar:
“Nöroloji, kardiyoloji, beyin cerrahi, ruh ve sinir, dâhiliye, hariciye, bevliye, psikiyatri uzmanlarının konferans salonunda toplanması rica olunur. Başhekimlik”
TOPLANTI SALONU
Doktorlar gelmiş, beklemektedirler. Başhekim kürsüye geçer, açıklamada bulunur:
- Arkadaşlar, dâhiliye servisine başvuran bir hasta uykusunda dışkı kaçırdığını beyan etmiş. Bunun yanında yatağında, donunda her gün işemeden kaynaklı mürekkeple yazılmış yazılar gördüğünü belirtmiş. Bu konuda görüşü, bilgisi olan var mı?
- Mümkün olamaz.
- İlginç.
- Basbayağı yalan. Hastayı dâhiliyeden alıp ruh ve sinir hastalıklarına teslim edelim.
Başhekim:
- Arkadaşlar, kestirip atmak olmaz. Böyle tartışarak da sonuca varamayız. Bence hastayı gözlem odasına alalım. Dahiliyeci arkadaşın yanına bir arkadaş daha verelim. Mesela bevliye uzmanı arkadaşımız.
Beyin cerrahı:
- Burada istem dışı bir durum varsa beyin kaynaklı olabilir, ekipte bende yer almalıyım.
Başhekim:
- Siz de yer alın.
Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı:
- İstem dışı bir durum varsa benim de yer almam gerekir.
Başhekim:
- Siz de yer alın.
Sülo gözlem odasına alınır, dâhiliye uzmanı yatağa yatmasını söyler.
Bevliye Uzmanı:
- Bu şekilde yatışını sağlarsak yazı okunaksız olur. Bence hastayı donsuz yatırmalıyız.
Diğer doktorlara bakar. Diğer doktorlar onaylar. Sülo’nun donu çıkartılır. Donsuz yatırtılır. Dâhiliye uzmanı hemşireye talimat verir.
- Hastanın yemekleri özel hazırlansın. Bol bol sıvı tüketmesi sağlansın. Yemeklerine de müshil konulsun.
Doktorlar gider.
Sülo’nun yemekleri gelir. Her yemeğine müshil konur. Sülo yemeğini yer.
Hemşire sık sık aralıklarla konrol eder:
- Yazdı mı?
- Düşünüyor.
Hemşire,
- Yazdı mı?
Sülo:
- Mürekkep depoluyor.
Hemşire:
- Yazdı mı?
Sülo:
- Sessizlik istiyor.
Hemşire son gelişte sormaz. Nevresimi aralayarak bakar.
(Sülo’ya döner) “ Yazı yazılmış, sizin haberiniz yok.’’
Sülo:
- Benim haberim olsa size başvur muydum?
‘’ Boktan, boktan’’ Hemşire yazıyı alır, dâhiliye uzmanına götürür. Dâhiliye uzmanı, başhekime...
Yazı laboratuvara gönderilir.
LABORATUAR SONUCU
Sonuç: Mürekkep olduğu tespit edilmiştir.
Başhekim:
- (Dâhiliye uzmanına) hastanın röntgenini çektirtin. Bir bulguya rastlayabilecek miyiz, bakalım.
RÖNTGEN
Kalın bağırsakta bir kalem bulgusu.
Dâhiliye uzmanı Sülo’ya sorar:
- Daha önce hiç ameliyat oldunuz mu?
- On yıl önce bağırsak düğümlemesinden olmuştum.
Durum anlaşılmıştır.
Sülo, ameliyat edilerek kalem çıkartılır.
DOKTORLAR TOPLANTIDA
Beyin Cerrahi Uzmanı:
- Kalemin tespiti, kalemin çıkartılması sorunu çözeceğe benzemiyor. Hastanın beyni öyle bir güç uyguluyor ki bokla mürekkebi ayırabiliyor, mürekkebe şekil verip yazı yazabiliyor. O beyin göreceksiniz sizin benim cebimden mürekkebi alacak, yine yazacak.
Başhekim:
- Hastanın çıkışını yapmayalım. Gözlem Odasında tutmaya devam edelim.
Beyin Cerrahi Uzmanı:
- Tutsak da faydasız. Tıbben bizim o beyni okumamız, o beyne müdahil olmamız yüz yıl alır.
Başhekim:
- Önce yazacak mı, yazmayacak mı, onu gözleyelim.
BEKLENEN YAZI
“ Bir kalem kime yetecek, çöpe atın.’’
- Ne demek? Kalem istese niye çöpe atın diyor?
Sosyolog devreye girer:
- Mesaj açık.
Sülo:
- Biri yardı, kalem bıraktı; biri yardı, kalem çıkardı. Sonuç bok.
Dahiliye uzmanı kızgın bir tavırla:
- Biz ne yapalım, götünüze söz geçiremiyorsanız!
Sülo: (Götünü dönerek açar) Buyur sen geçir.
- Mahremiyet denen bir şey var, kapat götünü.
- Vay ben sizin ettiğiniz Hipokrat yeminine, hani tıpta namahrem yoktu?
Sülo, ikinci cümlesini ekler:
- Ameliyatı yapan doktorun bağırsağımda kalem bıraktığı tespit edildi. Ameliyatı yapan kalemi bağırsağımda bırakan doktordan davacıyım.
Karar:
“Gereği düşünüldü:
Hastaneden savunma istenmesine 15/01/2017 Tarihine duruşma günü verilmesine karar verilmiştir.
………..
ALTI AY SONRA
Sülo, yaşıyor. Sülo, bir davanın daha sonuçlandığına tanık.
DURUŞMA 2
Hastane avukatı:
- Hastanenin arşiv bölümü 05/ 11/2013 Tarihinde su baskınına uğramış, bütün dosyalar tahrip olmuştur. O nedenle 10 yıl önce ameliyatı yapan doktorun kim olduğu bilgisine erişilememiştir.
KARAR:
“Gereği düşünüldü:
Olay vukusunun üzerinden hayli zaman geçtiği, delillerin doğal afetler neticesi köreltildiği, davalı lehine karar verilecek bir delile rastlanmadığı, davalının şikâyet konusu uzuvlarının pozitif değer taşıdığı, tazminlik bir durum hâsıl etmediği kanaati hâsıl olmuştur.
Netice:
Davanın reddine oy birliği ile karar verilmiştir.’’
……….
Sülo yine adliyede. Adliyede hakim karşısında. Bu defa elleri kelepçeli. Elleri kelepçeli ilk kez!
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
( Bu davada davalı ve davalının GSR’lerine ihtiyaç duyulmadı.)
Hakim (Sülo’ya):
- Olay nasıl gerçekleşti, baştan anlat.
- Köyümüz dağları taş ocağı, maden ocağı. Bağları inşaat alanı olmuştu. Ocağın deniz tarafından kapatılması sonrası bu şerefsizin şoför aradığını duydum. Görüştüm, şoför olarak başladım.
Sülo, savunmadan sıyrılır kamyonun koltuğuna geçer.
Patron (Sülo’ya kamyonun anahtarını verir: (Kamyon külüstürdür.),
- Kamyonu çalışır vaziyette, sapasağlam teslim ediyorum. Kamyona vereceğin her zarar hesabına borç olarak işler.
- Sapasağlam dediğin kamyon bu mu? Bırak bu kamyonun yolda yürümesini, durduğu yerde dökülür.
- Sen dökmezsen, dökülmez. Dökülse bugüne kadar dökülürdü.
Sülo kamyona biner, yola koyulur. Kamyon yüklenir. Kamyon yola çıkar. Sülo yolda mola verir. Yola devam edeceği zaman arka lastiğin balon yaptığını görür. Lastiği çıkartır. Havasını indirir. Eski bir lastiğin jant çevresini testere ile keser. Lastiği içerisine yerleştirir. Şişirir, balon kaybolmuştur. Tekeri takar, yola devam eder.
Kamyonun yükünü boşaltır. Patronun evine gider. Patrona durumu anlatır.
Patron:
- Gün bir, zarar bir. Bırak kamyonu, ben taktırtırım. Söylediğim gibi hesabına bir lastik yazarım.
- Ben fare miyim, lastiği kemirip delik açayım, delinmiş işte!
- Onu sen benim külahıma anlat.
- Ben senin külahını s… Kes lastiğin parasını.
Sülo, savunmasına bir cümle daha ekler.
- İlk gün çalışarak borçlanmaya başladım. Lastik patladı, hesabıma bir lastik ücreti ekledi.
- Sonra?
- Yükü yüklemiş, tam rampayı tırmanıyordum.
Film girer devreye:
Kamyon rampada durur. Sülo kapıyı açar, benzin hortumlarını çıkarır. Ağzı ile hortumdan benzin çekmeye çalışır. Benzinin bittiğini anlar. (Kamyon da çalışmıyor) hortumları takar. Mazot deposuna yağ tenekesinden yağ doldurur. Kamyon çalışır. Sülo yola devam eder.
Kamyonun yükünü boşaltır. Patronun evine… Kornayı çalar, patron çıkar. Durumu anlatır.
Patron:
- Sabah depoyu doldurdum teslim ettim. Demek ki depodan mazot çalıyorsun. Hesabına bir depo mazot parası eklendi.
Eklenir savunmaya yeni bir cümle:
- İkinci gün bir depo mazot hesabıma yazıldı.
Sayın hakimim, böyle böyle borçlandım.
Hakim:
- Sonra?
- Sonra ay sonu geldi, maaşımı istedim.
Film devrede:
Sülo:
- Bugün ayın 1’i maaşımı alsam diyorum.
Patron:
- Verdiğin zararları kalem kalem topladım. Daha eksidesin. Bu ay akıllı olur, zarar vermezsen maaşa geçersin.
- Sözünü geçirebiliyorsan şu tekerini s…m kamyona söz geçir de arıza çıkarmasın.
Sülo, hakime:
- Birinci ay maaşımın üstüne yattı.
- İkinci ay?
- İkinci ayın ikinci günüydü.
Filmden yeni sahne:
Rampada kamyon durur. Önden dumanlar yükselmektedir. Motor yanmıştır. Sülo yoldan giden başka bir kamyona biner, köye gelir. Yürüyerek patronun evine gider. Durumu anlatır.
Patron:
- Yüklü kamyon rampaya birinci vites vurur, yüklenirsen gaza motoru yakarsın. Şükret kamyonu yakmamışsın. Kamyon yansaydı babanın serveti de ödemezdi. Masraf hesabına yazılır.
Patron; tamirciyi alır, kamyonun yanına varır. Kamyon boşaltılır. İkinci bir kamyona takılır ve çekilir.
Savunmaya eklenir yeni cümle:
- İkinci ay, ikinci gün hesabıma bir motor ücreti eklendi.
Hakim:
- Sonra?
- Sonra çalışmaya devam ettim.
Ayın biri geldi. Maaşımı istedim.
Film devrede:
Patron:
- 900 lira zarar verdin. Kamyon bir hafta bağlı kaldı. Bir hafta da 10.000 lira. Kabul et daha iki ay borçlusun.
Hakim:
- Sonra?
- Sonra çalışmaya devam ettim.
Altı ay geçti, maaş alamadım. Duydum, eve haciz gelmiş. Maaştan vazgeçtim. Sadece babamın giden televizyonunu kurtaracak para istedim.
Film devrede:
Baba:
-Eşyalar bana ait. Sülo benim oğlum.
İcra memuru:
- Eşyalara haciz işlemi yapmazsak oğlun hapse girer. Gördüğümüz kadarı ile önemli bir eşya yok. Müdahale etmeyin, dolapla televizyonu haczedelim. Oğlunuz kurtulsun.
Baba:
- Televizyonu da alın, dolabı da. Ben işe yararsam beni de alın.
Dolap, televizyon arabaya yüklenir.
Sülo hem yaşar hem anlatır,
- İcrayı kaldıran Kondur Ko Yapı İnşaat. Hemen kendisine koştum.
……………….
Orhan’lı sahne:
Sülo: (Patronun yazıhanesinde patrona)
- Beni geçtim, babamın hiç mi hatrı yok?
Orhan:
- Ticarettin kuralı, babanı tanımayacaksın (Kartı gösterir.) Ne yazıyor? “Kondur Ko. ‘’
Orhan kartı sakince masanın üstüne koyar. Sakin tavır, alaycı gülümsemeyle Sülo’nun gözünün içine bakar. Sağ yumruğunu sıkar. Baş parmak, iki parmak arası. Sağ yumruğu sol elin kavraması ile bir “ Şak!’’ sesi. Sülo’da bir irkilme. Orhan gür sesi ile “Tepem attırılırsa ben adama böyle koyarım!’’
Sülo gözlerini yumdu, dişlerini sıktı. Elinden gelse Orhan’ın üstüne bir kaplan gibi fırlayacaktı. Bir fare gibi dişleyecekti. Yapmadı. Yapamadı. Kaba kuvvet insana yakışmazdı. Hak, adalet kapısında aranırdı
Orhan’ın hareketi ve sözü Sülo’yu isteğinden vazgeçirdi. Yeni bir hakaret davası ile karşı karşıya. Sülo düşündü. ‘’Dava açsam hakimin vereceği kara belli. “S… g.tün davası olmaz.’’. Beyninde tekrarlayan “Boktan davalar…’’ sözleri.
Sülo irkildi, filmin makarası sarıldı. Gözlerini kamyon sahibine yönelterek gözünün içine baka baka hakime yöneldi:
- Çaresiz kaldım, para bulamadım. Altı aylık maaşımı bu şerefsiz vermemişti, son çare bu şerefsize gittim.
Hakim:
- Verdi mi?
- Vermedi.
- Sen ne yaptın?
- Kamyonu yakmaya karar verdim.
- Nasıl yaktın?
- Önce bir bidon benzin aldım.
Sanki Sülo hakim karşısında değil; benzin bidon elinde, kamyon yakmaya gidecek. Gitti bile…
(Elinde benzin bidonu, evin önünde bağırır.)
- Şerefsiz, çık dışarı, konuş benimle.
Top sakal, şalvarlı, başında şapka, elinde tespih biri çıkar kapıya. Belli kamyonun sahibi:
- Siktir git! Sabah sabah tepemin tasını attırma.
- Altı aylık maaşımı öde, bir daha ne sen beni gör ne ben seni göreyim.
- Açtığın zarar yetmedi, bir de kamyonu satıp sana para mı ödeyeyim? Siktir git!
- Maaşı ödemezsen kamyonu ateşe veririm.
- Ver de göreyim.
Sülo, benzini kamyonun önüne döker. Deponun üstüne altına döker. Çakmağı çıkarır.
- Yakarsan seni mahkemeye veririm. İçeri tıktırtırım. Ömrün demir parmaklıklar arkasında geçer.
Sülo çakmağı çakar, benzin alev alır. Alev kamyonu sarar. Patron merdivenden koşarak iner. Kamyonun çevresinde koşar. Elinden koşmaktan başka bir şey gelmez. Kamyonun deposu patlar, alevler daha da yükselir. Kamyon küle döndüğünde halk toplanmıştır. Sülo benzin bidonunu bırakır.
Sülo (Çakmağı gösterir) :
-Bu da sana hediyem olsun, baktıkça hatırlarsın.
Sülo bu defa hakime döner:
- İşte kamyonu bu şekilde yaktım.
- Sonra?
- Eve gittim.
Sülo eve gitmedi, olayın yaşandığı güne gitti.
Baba kapıda. Sülo bahçede, eve doğru yürüyor. Babayı gördüğü an:
- Baba, şerefsizin kamyonunu ateşe verdim. Kamyon küle döndü.
Baba:
- Oğlum ne yaptın?
- Baba televizyon gitmiş, dolap gitmiş elimi kolumu bağlayamazdım. Alacağımı istedim.
- Oğlum baban televizyonla mı büyüdü? Dolapla mı büyüdü? Giderse gider.
- Şerefsize gününü gösterdim.
- Oğlum, şimdi boka bastın.
- Bir şey olmaz.
Sülo, merdivenin birinci basamağına bastığında jandarma ensesinden tutar. Kelepçeyi takar. Bir jandarma bir koluna, bir jandarma bir koluna girer ve karakola götürür.
Sülo hakime son kez bakar, boynunu büker,
- Şimdi gördüğünüz gibi huzurunuzdayım. Şerefsiz bunu hak etmişti. Sizin de aynı kanaati taşıyacağınızı sanıyorum.
Hakim:
- Kanaatimi vereceğim kararda öğreneceksin.
Sülo’nun gözünün önünden daha önceki mahkeme kararları geçer.
Karar:
“Delillerin toplanmasına, davalının tutuksuz yargılanmasına, duruşmanın ertelenmesine; asliye hukuk ve ağır ceza kararları peş peşe geçer.
Delillerin toplanmasına, davalının tutuksuz yargılanmasına, duruşmanın ertelenmesine…’’
Hâkim, savunma avukatına söz verir.
Avukat:
- Sanık önce müvekkilimin kamyonunu yakacaktı. Yaktı. Müvekkilime acı çektirecekti. Sonra evini yakacaktı. Evi ile birlikte eşini. Müvekkilime acı çektirecekti. Sonra müvekkilimi yakacaktı.
Hakim:
- Delilleriniz?
Avukat (Çakmağı gösterir):
- Buyrun. Sanık bu çakmakla birinci eylemini gerçekleştirmiştir. Sanık köylünün müdahalesi karşısında ikinci, üçüncü eylemini gerçekleştirememiştir. Gerçekleştirememiş olması, gerçekleştiremeyeceği sonucunu doğurmaz.
Benzin bidonunu göstererek (Benzin bidonun üçte biri boş. Benzinin bulunduğu bölümde çizgi. Benzinin orta yerinde çizgi)
Sanık benzinin %33.33’nü kamyonu yakmada kullanmıştır. Kalan benzinin %50’si ile müvekkilimin evini ve eşini yakacaktı. Kalan %16.77’si ile müvekkilimi.
Müvekkilim bu olaydan çok korkmuş, psikolojisi bozulmuştur. Müvekkilime psikolojik danışmanlık desteği verilmesini talep ediyorum. Buyrun kanıt (Poşete konulmuş bok). Müvekkilim korkudan altına kaçırmıştır.
Hakim poşeti görür, tiksinir.
- Kanıtı uygun paket yapsaydınız.
Avukat:
- Düşünmemiş değilim, sayın hakimim.
- Niye yapmadınız?
- Yanlış anlaşılmaya sebebiyet teşkil eder endişesiyle.
Hâkim, mübaşiri çağırır. Bok delilini verir.
- Bunu kaleme ver, dava dosyasına eklesinler (Avukata döner):
- Görgü tanığınız var mı?
Avukat:
- Görgü tanığımız yok. Gizli tanığımız var. Bir CD çıkarır, buyurun. Bu CD’de tanığın eylem planını kendisine anlattığını söyleyen tanığın ifadesinin ses kayıtları mevcut.
Hakim:
- Talebiniz?
Avukat:
1-Müvekkilimin bozulan psikolojisinin düzeltilmesi için psikolojik yardım,
2- Sanığın mala zarar verme suçundan yargılanmasına,
3-Sanığın planlayarak cebren birden fazla kişiyi öldürme suçundan yargılanmasına,
4- Delillerin ve eylemin uygulanış biçimi göz önünde tutularak “Acı Çektirerek” (Canavarca Öldürme) suçundan yargılanmasına,
5- Sanığın müvekkilime verdiği zararlar göz önünde bulundurularak maaş talebinin reddine karar verilmesini talep ediyorum.
Hakim:
- Gizli tanık ifadesini dinlemek için duruşmaya 10 dakika ara veriyorum.
Hâkim ve savcı duruşma salonundan çıkarlar.
Sülo’nun gözünün önünden daha önceki mahkeme kararları geçer.
“Karar: Delillerin toplanmasına, davalının tutuksuz yargılanmasına, duruşmanın ertelenmesine.’’
Asliye hukuk ve ağır ceza kararları peş peşe geçer.
“Delillerin toplanmasına, davalının tutuksuz yargılanmasına, duruşmanın ertelenmesine...’’
…
DURUŞMA ZAPTI
Esas NO: 2022/236
Celse :2
27/10/2023 Tarihinde saat 10.40’ta duruşma başlatıldı. Sanığa savunması için söz hakkı verildi. Sanığın ifadesi kayda geçirildi. Dava avukatına savunması için söz hakkı verildi. Savunma avukatının savunması kayda geçildi. Toplanan deliller incelendi. Gizli tanığın ses kaydı dinlendi.
KARAR:
Gereği düşünüldü.
Delillerin incelenmesi, gizli tanığın ifadesi sonucu
1-Sülo Soyluoğlu’nun altı aylık maaş talebi, işverenle verdiği zarara karşılık sayılması yönünde sözlü akit gerçekleştirdiği anlaşılmış olup talebin reddine,
2- Sülo Soyluoğlu’nun davacı Müşkülzade Azat’ın kamyonunu yakarak TC Kanunu Madde 151-152 mala kasti zarar verme suçu işlediğine,
3- Sülo Soyluoğlu’nun tasarlayarak kasten öldürme, bu suça azmettirme, silahla kasten yaralamaya teşebbüs, olası kastla yaralama, 6136 sayılı yasaya muhalefet, tasarlayarak kasten öldürmeye teşebbüs, genel güvenliğin kasten tehlikeye soktuğu,
4_ Sülo Soyluoğlu’nun eylemi aşama aşama gerçekleştirme girişiminden TC Kanunu 83 “Acı çektirirek öldürme’’ suçu işlediğine kanaat getirilmiştir.
NETİCE:
1- Sülo Soyluoğlu’nun maaş alacak talebi reddine,
2- Mala zarar vermek suçundan 3 yıl yargılanmasına
3- Sülo Soyluoğlu’nun birden fazla kişiyi planlayarak acı çektirerek öldürme suçundan 30 yıl tutuklanmasına karar verilmiştir.
………
Sülo, iki jandarma tarafından adliyeden çıkartılırken Topal’la göz göze gelir. Topal’a:
- Hani adliyeden hiçbir bok çıkmazdı?
Topal:
-Ben adalet sezmez demedim ki adalet görmez dedim. Seninki “Adaletin Sezgisi’’.
Sülo şoktadır.
Cezaevinin demir kapısının açılması ile Sülo’nun şoku yüzlerce kat artı. Cezaevinin avlusunda tutuklular toplanmış, Sülo kime bakar ise kendisine bakan yoktur. Sülo’nun ilk kez karşılaştığı manzara tutuklardan bir kısmı elinde ayna poposuna bakıyor, bir kısmı dömelmiş poposunu gösteriyor, bir kısmı dömelenlerin poposuna bakıyor.
Sülo olan biteni anlamaya çalıştı. Anlam veremedi olan bitene. Köşeye çekildi olan biteni izlemeye devam etti.
Sülo’nun gözü ayağının dibinde duran gazeteye ilişti. Gazeteyi aldı, gazetenin baş sayfasındaki başlık dikkatini çekti: “ÖRGÜTÜN GİZLİ BİR ŞİFRESİ ÇÖZÜLDÜ’’
Sülo haberi okumaya başladı. Haber:’’ Örgütün üyelerini sağlık raporu adında guyruk sokum bölgesinden damgalandığı tespit edildi. Belgelerin mülki amirlikler ve resmi kurumlarla paylaşıldığı tespit edildi. GSR belgesi alanların başı dertte. Cezaevleri tespit edilen GSR’lilerle dolup taşıyor.
Çok geçmeden Sülo’nun tutuklu olduğu cezaevinde de GSR’liler - GSR’sizler kamplaşması başlamıştı. Sülo yine azınlıktaydı, yine ezilendi.
Sülo çok geçmeden yeni bir bilgi edindi. Adliyenin müdavimi Topal…
Topal, adliyeye her yolu düşenin tanıdığıdır. Bir iş kazasında ayağını kaybetmiş, on altı yılda ayağını iş kazasında kaybettiğini bir türlü kabul ettirememiştir. Adliye önlerinde ayağının hakkından vazgeçmiş, kaybettiği aklını aramakla gününü gün eden biridir.
Sülo Soyluoğlu, adaleti bulmuş muydu yoksa adalet mi onu bulmuştu?..
SON
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.