- 110 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SENIN YERİNDE OLABİLMEYİ O KADAR ÇOK İSTERDİM Kİ
SENİN YERİNDE OLABİLMEYİ O KADAR ÇOK İSTERDİM Kİ
BOLUM 1
Paydos zili çaldı, makine çalışmaya devam ediyordu. Çok yorulmuştu, iki saatlik uyku ile duruyordu. Makineyi devredecegi arkadaşı geldi.
- Geçmiş olsun, hadi şimdi git güzelce dinlen, gözlerin kan çanağı gibi olmuş.
Hiç cevap vermedi. Sadece başını yukarı aşağı sallayarak onu teyid etti. Aslında yaklaşık yirmi senedir geceleri en fazla dört bilemedin beş saatlik uyku uyuyordu ve vücudu buna alışmıştı. Buruşuk suratlı fakat düzgün yüz hatları vardı. Suratında oluşan terleri kolundaki kazağı ile silmeye çalıştı.
Fabrika kapısından ağır adımlarla çıktı ve ileride bekleyen servis otobüsüne bindi. Otobüsün saati onikiyi yirmi geçiyordu. Servis şoförü aracı çalıştırdı ve radyoyu açtı. Müslüm Babanın en sevdiği parçası çalıyordu. İçinden ona eşlik etti..
- ’’Kul kaderini yaşar bahtında ne çıkarsa, düşmez kalkmaz bir Allah, üzülme sakın evlat.’’
Zifiri karanlıkta otobüsten indi, kendisine havlayan sokak köpeklerine aldırış etmeden evine doğru yürüdü. Varoş bir mahallede genelde kendi memleketlisi olduğu, hemşerileri ile birlikte yaşardı. Gerçi farklı bölgelerden ve farklı mezheplerden de komşuları vardı ama hepsi ile iyi geçinirlerdi ve birbirleri ile gerektiğinde yardımlaşırlardı. Yirmi senelik çalışması sonucunda iyi kötü bir gecekondu yapmış ve seçim zamanı öncesi oy istemek için mahalleyi ziyaret eden partili büyükleri sözlerini tutmuş ve Hazine arazili yerlere arsa tapusunu vermişlerdi.
Cebinden anahtarını çıkardı, sessizce kapıyı açtı, çocuklarının odasına doğru ilerledi, kapıyı açtı ve önce kızlarını sonra oğlunu yanaklarından, alınlarından öptü. İkiz kızları oniki, oğlu sekiz yaşında idi.
Sonra mutfağa doğru ilerledi, eşinin hazırladığı akşam yemegini ısıttı, sesleri duyan eşi yanına geldi. Günün nasıl geçtiği ile ilgili biraz konuştuktan sonra, kendisi yemegini yerken eşide sandviç ekmeklerini hazırlıyordu. Peynirli, domatesli,yumurtalı.. Az sonra beraberce yataklarına doğru gittiler.
Saatin alarmı çaldı, saat gece yarısı dörde gelmişti. Usulca kalktı, karısının hazırladığı sandviçleri aldı, mutfaktaki masaya cebinden çıkardığı yüz TL yi bıraktı. Kapıdan dışarı çıkarken oğlunun eskimiş ayakkabılarını gördü, ne zamandır kendisinden yeni bir cift ayakkabı istiyordu. Kendi ayakkabılarına baktı, topuklarından biri kırılmıştı. Tamir ettirmem lazım diye içinden geçirdi.
Zifiri karanlık, parlak dolunay ile kaybolmuştu. Ayın ışıkları ile aydınlanan toprak yoldan ana caddeye çıktı. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte sandviçlerin tamamını fabrika çıkışında bitirmiş idi ve şimdide simitlerini aldığı simit fırınına doğru yürüdü. Hergün ortalama yüz adet simit satardı. Simitlerini aldı, bir sanatçı edasıyla tepsi üzerine itina ile dizdi.
Simitlerini genelde şehrin merkezindeki büyük hastanenin önünde satardı. Zabıtalar onu yıllardır tanıyordu ve hatta bazen ondan simit bile alıyorlardı. Aralarında gizli bir anlaşma yapmışlarcasına ona nedense iltimas geçiyorlardı.
Yaklaşık yirmi civarı simidi kalmıştı, bir an önce onları satıp oğluna yeni bir çift ayakkabı almak istiyordu. Kendi ayakkabılarını da tamire verecekti. En az bir sene daha idare ederdi.
Birden hastanenin önünde şimdiye kadar hiç görmediği çok lüks bir araba durdu. Arabanın arka camı açıldı ve zengin olduğu her halinden belli olan takım elbiseli siyah gözlüklü adamın şoförü ile birşeyler konuştuklarını duydu. Şoförü arabadan indi ve kalan bütün simitleri satın aldı. Arkadaki zengin ve takriben kendisi ile aynı yaşlarda olan adamla gözgöze geldi ve simitçi kendi kendine söylendi.
- Senin yerinde olabilmeyi o kadar çok isterdim ki...
BOLUM 2
Cep telefonunda Frank Sinatra’dan "My Way " parçası çalmaya başladı. Her sabah bu müzik alarmı ile saat tam altıda uyanırdı. Gençliginde çok etkilendiği için bu melodi ona güne keyifle başlaması için ilham veriyordu. Hafifçe doğruldu, ve her sabah ki rutin şeyleri yapmaya başladı. Bu sabah uzun zamandır ihmal ettiği doktor kontrolü vardı. Kendisini iyi hissediyordu ama içten içe öksürüklerinden rahatsız olmaya başlamıştı. Soguk algınlığı olarak geçiştirmiş, iş yoğunluğundan doktora gitmeyi ertelemişti. Daha geçen ay uzun görüşmeler neticesinde Japonya’dan şirketin en az beş yılını garantileyen ihracat anlaşması yapmıştı. Şimdi de Katar’lılar ile daha yüklü bir anlaşma yapmak üzereydi. Ama önce şu erteledigi sağlık işini halletmeliydi.
İtalyan takım elbiselerini giydi, pahalı İsviçre saatini ve altın kaplama kol düğmelerini taktı ve kapıda bekleyen ortadan motorlu Bugatti Chiron otomobiline doğru yürüdü. Şoförü onu görünce hızlı bir şekilde yerinden kalkıp, arka kapıyı açtı ve asker edası ile patronun yerine oturmasını bekledi. Gidecegi yeri şoförüne söyledi ve otomobilin koltuğundan otomatik olarak çıkan laptopından günlük gazeteleri okumaya başladı.
Hastanenin önüne geldiğinde köşe başında duran simitçi dikkatini çekti. Üstü başı buruşuk ama nispeten temiz görünümlü idi. Ayakkabılarından bir tanesinin topuğu kırılmış ve arkalarına basıyordu. Buruşmuş yüzüne rağmen düzgün yüz hatları vardı ve takriben kendisi ile aynı yaşlarda görünüyordu. Simit tepsisinde yaklaşık 20 civarı simit vardı. İlk defa simitçiye acımış ve şoförünü durdurarak tüm simitleri satın almasını söylemişti. Şoförü dediğini yaptığında simitçinin yüzündeki sevinç ifadesi onu bir nebzede olsa rahatlatmıştı.
Randevularına çok sadıktı, ve tam zamanında doktorun odasına girdi. Doktoru önce sırtını dinledi ve tomografi çekilmesini istedi.
Yaklaşık bir saat sonra tekrar doktorun odasına girdi, doktorun yüz ifadesi açıkçası yolunda olmayan bir şeylerin habercisi gibiydi. Zor da olsa acı gerçeği öğrendiğinde başından aşağı kaynar suların döküldüğünü hissetti. Hiçte önemsemedigi, basit bir hastalık olarak geçiştirdiği rahatsızlığı o kötü hastalığın son evresi idi.
Serveti sonsuzdu, yapılacak her şeyi mutlaka dünyanın en iyi hastanelerinde, en iyi profesörler eşliğinde yapacaktı ama çok geç olduğunun da farkında idi.
Hastaneden çıktı, şoförü otomobilinin içinde onu bekliyordu. Ona görünmeden biraz yürümek istedi.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü.
Bir ayakkabıcı önünden geçerken içeride sabahleyin simitlerini satın aldığı simitçinin ayakkabı seçtiğini gördü, yüzü gülüyordu.
Onu uzun uzun seyretti ve ağzından şu kelimeler çıktı.
- Senin yerinde olabilmeyi o kadar çok isterdim ki...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.