- 207 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
PEKİ YA TAM TERSİ OLSAYDI?
PEKİ YA TAM TERSİ OLSAYDI?
"Tesadüfler mi bizim hayatta kalmamızı sağlıyor?" diye düşünmeden edemiyorum çoğu zaman.
Neden mi böyle düşünüyorum?
Geçmişe yolculuk yaparak sizlerin de benim gibi düşünmenizi sağlayabilirim belki!
"Üç yaşımdaki halimi hatırlıyorum !"dersem inanmazsınız ama hatırlıyorum.
Kilis ’ te Ceylan Sokağında tek odası olan kerpiç bir evdeyiz. Benden küçük iki kardeşim daha var.
Her biri annemin bir memesini emiyor. Ben sadece izliyorum onları.
Ama küçücük ellerimi annemin memesine uzatıp parmağımı emerek uyukluyorum o iki bebeğin arasında.
Aklımda kalan üç yaşına ait tek anı o.
Annemin sıcaklığını o şekilde hissetmek!
Diğer bir anı ise sarı ve beyaz Yasmin çiçeklerinin kokusu!
Yıllar çabucak geçerken o kerpiç evin yıkıldığını yerine çift taraflı dereci (merdiveni)olan yeni bir taş binanın yapıldığını, havuşun içine suyu bol olan kuyu açtırıldığı...
Dehlizin bir yanında hela, onun yanında da içinde mermerden curunu(kurna) olan küçük bir hamam!
Dereclerde, annemin boşalan yağ tenekelerine toprak doldurup komşulardan aldığı mercan çiçeği, küpeli çiçeği, mis kokulu fulle çiçeği, fesleğenler, sedef, cam güzeli fidanları...
Oturup saatlerce o çiçeklerin güzelliğini izleyebilirsiniz.
Ben de öyle yapardım.
Peşpeşe doğan kardeşlerim ile birbirimizi büyüttük .
Büyüttük diyorum çünkü gerçekten de öyleydi.
Babam hastalanmış , annem tüm dikkatini babamın beslenme ve iyileşme sürecine adamıştı.
Havuşlu( bahçeli) evlerin çoğunda kediler olurdu. Bizimle beraber yaşayıp giderlerdi.
Evin bir parçasıydı onlar. Nedenini bilmezdim. Bu hep böyle sanırdım.
Oysa ki onlar kehrizlerden(kanalizasyon; lağım) çıkan fareleri yakalayıp yok ederlermiş.
Biz dünyadan habersiz yaşayıp giderdik.
Yaz gelip te havalar ısınınca havuşa şalları( ince kilim tarzı yaygı) serer üzerine minderleri, yatakları serer uyurduk.
Abim ilkokuldan sonra okumamıştı.
İstemiyordu okumayı.
Benim ilkokulu bitirmem büyük bir başarıydı bana göre.
Derslerime yardım edecek kimsem yoktu ki.
Dergim yok, kitabım yok.
Poşetin içinde sayfalarının ucu kıvrık kıvrık olmuş bir defter ve ucu küt bir kalem!
Gitmiş olmak için gidiyordum okula!
Ama her gün korkarak!
Öğretmen beni görmesin!
Bana ödev sormasın yeter!
Çoğu zaman da öğretmenin azarlarına maruz kalır, iyice sessizleşirdim.
Okulda ödev verirse arkadaşların dergisinden bakarak yazardım.
Ama eve ödev verirse yandım ki ne yandım!
"Ya dergi parası gelecek ya baban!" der idi öğretmen.
Ama ben diyemezdim evde babama.
Çünkü verilecek cevap belliydi.
" Sen idare et!"
İdare ede ede okulu bitirmiştim.
Niye sanki kardeşlerime her şey alınıyordu da ben idare etmek zorunda kalıyordum ki?
Niye?
Soramıyordum.
Cevap belliydi aslında.
Erkek çocuklar kıymetli idi. Kız çocuğu okusa ne olacak ki?
Erkek çocuk neslini devam ettirecek, sorumluluk alacak ve gelecekte ana babasına bakacaktı.
Kız çocuk mu?
Ele karışıp, el olup gidecekti.
Onun için kızlar,bir şey isteyemez, istese de geçiştirilirdi.
Kadere boyun eğip bekleyecektik.
On yaşında ilkokulu bitirmiş eve mahkûm edilmiştim.
Artık okumak ile ilgili hayal kurmak yasaktı.
Havuşta uyurken, bazen sivrisineklerin ısırması ,bazen kedilerin üzerinde pire varsa onların da yatağınızın üzerinde uyuması ile pire ısırığı ile uyanırdınız.
Uyanınca kedileri kovalar pire ısırığı yerleri kaşır, kanatırdınız.
Kimbilir?
Belki biz uyurken kehrizden çıkan farelerde ortalıkta dolaşır, kediler onları yakalarken onlardan pireleri de devir alırlardı.
O yıllarda bunları ve sonuçlarını düşünmezdik.
Yıllar geçtikten sonra o olayın ne büyük tehlikelere yol açtığının ayrımına varabiliyorum.
Ama o yıllarda belki de cahillik boyutuna varan bir olay ile neredeyse hayatımdan oluyordum.
Havuşta uyurken, bir gece kasığımda bir damar çekiliyor gibi olmuştu.
Diş iltihabı gibi bir ağrı kasığımı zorluyordu.
Ne olduğunu bilemiyordum ki!
Anneme, " buram ağror aney!" dedim.
Anam" bir yere mi çarptın acep?" dedi
" Yok aney!" dedim
Anam" geçer birezden" dedi.
İki üç gün içinde kasığımda bir şişlik oluşmaya başladı.
Gitgide büyüyordu.
Ateş basıyor, titriyordum. Daha da kötüsü yürüyemiyordum.
Annem o gün bana, " kaksana kızım ! Daha ne yaton?" deyince
Ağlamaya başladım.
Annem ilk kez "ne oldu?" diye gelip ateşime baktı.
"Şişti, yürüyemiyorum" deyince hemen koşarak komşumuz Hamide Kâriyi çağırmaya gitti.
Rengim çükündür(şeker pancarı) gibi kıpkırmızı olmuştu. Dayanamıyor, feryat figan ağlıyordum ben de.
İki tane alt alta yumurta büyüklüğünde şişlik oluşmuştu. Dokunamıyordum ağrıdan.
Hamide deyza mahallemizin otacısı idi. Benim kolum yıllardır çok çabuk çıkardı. Yanlış bir harekette omuzundan çıkar ağrı verirdi. Hemen Hamide deyzaya gider takdırırdık. O bilirdi ilmini bu işlerin. Kolumu omzundan tutar yerine yerleştirirdi hemen.
Bazen dabaz(ürtiker) olurdum. Yine annem ona götürür beni dağlattırırdı. Doktor nedir bilmezdik. Doktorumuz Hamide deyza idi.
Hamide deyza ,bacağımı kasığımı görür görmez’’ eyvah!’’dedi.
Annemi bir kenara çekti. Fısıldadı. Annemin gözleri iriydi zaten. Daha da irileşti. ’’Hıyarcık bu!’’ dedi. ’’Bunu ya doktor kesip alacak ya da biz şimdi hemen şiş ile delicik! İrini akıtıcık!’’ dedi. Doktora gidip bıçak ile kestirmektense delmeleri daha iyiydi!
Hamide deyzayı işaret ettim. Annem bir iki komşu kadını daha çağırdı. Hamide deyzam malzemelerini alıp getirdi. Küçük tüpün üzerinde kalın örgü şişlerini kıpkırmızı oluncaya kadar ısıttılar. Emine abla gelip dizlerime oturdu. Döne abla kollarımı tuttu. Annemin eli kolu dökülmüş, ağlıyor bana teselli sözleri söylüyordu gözlerime bakarak. Daha önce de dabaz olduğumda yorgan iğnesini ısıtıp tenime değdirerek korkutuyorlardı ya... Ben yine öyle bir şey olacak sanıyordum.
O kıpkırmızı kızgın şişi nasıl batırdılar, bir anda nasıl bir acı duydum. Adeta hayvan damgalanır gibi yüreğim dağlandı, bir çığlık attım. Ama delmeyi başaramadılar. Bu kez diğer şişi alıp delmek için uğraşılarken ’bırakın beni’ diye bağırdım ama imkânsız... Alıcı kuşlar gibi başıma çöküşmüşlerdi. Delmeden bırakmayacaklardı anladım. Nefes alamıyordum. Tepinemiyordum. Üzerime çökenler benim nefes bile almamı engelliyordu. Kan ter içinde sadece bağırıyordum. Çırpınmam, kartalın pençesindeki yavru serçenin çırpınışına benzemişti.
Feryatlarıma tüm mahalle gelmişti. İki şiş ile iki yumruyu deldiler. Ben ise kan ter içinde ellerinin altında nefessiz bayılıp kalmıştım. Petrol fışkırır gibi iltihap boşaltmışlar içinden bezelerin ...
Babam eve gelip kalabalığı gördüğünde şoka girmiş. Durumu öğrendiğinde anneme epeyce kızı:
’’Böyle bir durum vardı neden haber vermeden kendi başınıza iş yaptınız?
Doktorlar ne güne duruyordu?
Ya ters bir damara denk geldiyse?
Ya kızım topal kalırsa?
Hepinizin elimden çekeceği var’!" diye epey kızıp bağırınca evde bulunan konu komşu herkes yok olmuş.
İyileşip kalkmam bir hafta sürdü. Yavaş yavaş korka korka yürümeye başladım. Ama yine konuşmamakta direniyordum. Ben konuşmazsam babam beni anlar okula gönderir diyordum. Okulu gözümde o kadar büyütüyordum ki. Sanki oraya giden herkesi anında meslek sahibi yapacaklar. Anında huzura mutluluğa kavuşacak ve prensesler gibi farklılaşacaktım ...
Hayal dünyası bu ya!
Ben bir çocuktum on yaşında bir çocuk...
Ancak o yaşlarda bilinçsiz idim.
Yıllar yılları getirdi ve o bilinçsiz kız çocuğu üniversiteyi bitirip öğretmen olmayı başardı.
Yalnız şimdi anlıyorum ki belki de ben ,o dönemlerde hıyarcıklı vebaya yakalanmış , doktor yüzü görmeden büyük bir tesadüf eseri hayata tutunmayı başarmıştım.
Peki ya tam tersi olsaydı?
09.07.3024
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
YORUMLAR
Seneler önce köy yerlerinde başınızdan geçenler, gerçekten hayattan yaşanmışlık dolu bir kesit... Tabi o doktor yerine geçen teyzeler, kırıkları çıkıkları da iyi ettiler başka başka yaraları da... Eski zamanlar şimdi pek kalmamıştır diye düşünüyorum o insanlardan. Sınıkçı çıkıkçı da dediklerini hatırlıyorum. Velhasıl ibretlik belge niteliğinde adeta yaşananlar kutlarım...
Ne günler yaşamışız. O dönemde maalesef doktor ne düşünülemezdi. Herkes kendi çapında doktordu.Ağırlığı yere rızkı Allah'a yaşayıp gidiyorduk.Kayıplara ağlayıp geçiyorduk tedbir almadan.Yine de çok şükür hayatta kalarak hayatın anlamını öğrenen ve öğretenlerden olduk .Ne mutlu bize.
Hayatın içinden bir paylaşım.Kaleminiz daim olsun.Sağlıcakla.Saygıyla.