- 171 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
EFENDİLİKTEN KÖLELİĞE
EFENDİLİKTEN KÖLELİĞE
1962 yılının son aylarında Federal Almanya’ya “Misafir İşçi” olarak giden babam ve arkadaşlarıyla ilgili iki fotoğrafı ve bir gazete küpürünü yorumlamaya çalışacağım. Belki bir devre ışık tutar ve bu konuda tarihe belge olabilir.
Türkler, bilinen tarihlerinde bir çok imparatorluk ve devlet kurmuşlardır. Fakat işin acı tarafı bu devletlerin bir çoğu; kardeş olan başka Türk boyları tarafından yıkılmıştır. Bu konuda malumat sahibi olmak isteyenler tarihe bilimsel olarak bakmaları yerinde olur.
İç isyanlar ve Çinlilerin siyasi entrikaları büyük Türk İmparatorlukları; önce bölünmüş ve ardından da zayıflatılarak tarih sahnesinden çekilmeleri sağlanmıştır.
İnsanlar gibi milletlerin de kendine has karakter ve özel durumları vardır. Türk milleti, başına her hangi bir sıkıntı geldiği zaman; bu yenilginin veya felaketin sebep ve neticeleri nedir, ne yapmamız gerekiyor diye düşünmemiştir. Devlet yıkılıncaya kadar pek oralı olmamışlardır. Fakat, devlet yıkılınca da dişini tırnağına takarak mutlaka ve mutlaka bir Kurtuluş Savaşı vererek; yeni bir devlet kurmuşlardır.
Türk Milletinin düşünen beyinleri; önce üç dört ya da yedi kişi, ardından onyedi, sonra yetmiş yedi, sonra yediyüz kişi olup devlet kurmuşlardır. Bütün Türk Devletlerinin kuruluşunda beyin takımı yedi kişidir, bu fedakarlar serden geçip İstiklal ve Devlet yoluna baş koymuşlardır. Buna en son misal İstiklal Savaşımızdır.
Bilge Kağan’ın Kitabesinde; “Çin milletine beylik erkek evladını kul (köle) kıldı, hanımlık kız evladını cariye kıldı.” *(Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, Sayfa 34, 1989, 13. Baskı).
Türk Milleti, tarihinde töresine bağlı, yüksek bir kültüre sahip olduğunu Abbasi Halife’sinin seyyahı ve bilim adamı olan ibn Fadlan’ın X. Yüzyılda Müslüman Bulgar Türklerine yaptığı seyahatte yazdıklarına göre; henüz müslüman olmamış diğer Türk boylarının arasından geçerken; nasıl bir toplumsal yapıya sahip olduğunu eserinde yazmıştır. *(İbn Fadlan, Seyahatname, Bedir Yay. İstanbul.)
Türkler; esareti ve başka milletlere kulluğu kabul etmemişlerdir. Türklerde en önemli husus hür yaşamak ve bağımsızlıktır.
Babamdan bir kaç sene sonra amcalarım ve henüz daha çok genç olan amca oğullarım da işçi olarak Almanya gitmişti.
O zamanlar Türkiye’de ve Türk Milletinde Alman ve Almanya’ya karşı Birinci Dünya Savaşından kalma bir “Waffenbruderlich - Silah Kardeşliği - Arkadaşı” sevgisi vardı.
Kardeşlik ve dostluk Türklerde çok önemlidir; hatta, kan kardeşliğinden de ileridir. İnsanlar arası dost ile milletler arası dostluk konusunda Türklerin bu içten yaklaşımını; dost dediğimiz bir çok millet çıkarlarına göre ama Türklerin aleyhinde kullanmışlardır.
Mesela Birinci Dünya Savaşında müttefikimiz olan Almanlarla beraber savaşırken; bizim olan Kudüs şehri İngilizler tarafından işgal edilince; eğlence tertip etmişler. Bizimkiler “Hayırdır? Bu sevincinizin sebebi nedir?” deyince; “Müslümanlardan kutsal şehrimizi kurtardık” diye cevap verince; bizimkiler; “Hem bizimle beraber İngilizlere karşı savaşacaksınız, hem de İngilizler, bizden Kudüs’ü alınca eğlence yapacaksınız! Bu ne biçim dostluktur?” diye sormuşlar. Demekki milletlerarası dostluk çıkara dayanmaktadır.
Böyle ulvi ve manevi değerlerle yoğrulan Türk Milleti, bu arada dünyaya nizam verip; mutluluk ve huzur biçimde azınlıklar ve başka dil, din, kültür dairesinde olanlara yaşama hakkı vermişlerdir.
Türklerin hür devletlerinde bütün azınlıklar bin yıllarca inançlarıyla, dilleriyle ve kültürleriyle var olmuşlardır ve hala vardır. Fakat, Türklerin çekildiği yerlerden; etnik temizliğe uğramışlardır. Bunun en güzel örneği Kazan, Kırım, Kafkaslar, Doğu ve Batı Türkistan, Babür İmparatorluğu, Arap ve Suudi Arabistan, Balkanlar ve Orta Avrupa binlerce acı görüntülere sahiptir.
“Silah Kardeşliği” felsefesiyle yoğrulmuş olan Türkiye Türkleri, Almanya’ya “Misafir İşçi” olarak götürülürken; öyle sıkı muayeneden geçirilmişler ki, şu fotoğraf bize acı gerçek olarak tarihi bir belge olmuştur.
Alman bir doktor, sadece iç donları kalmış Türk Gençlerini, arkadaşının avret yerine bakan Alman doktoruna rağmen “utanma ve ar duygusundan” dolayı; arkadaşını o halde görmemek ve bakmamak için başlarını çevirmişlerdir. İşte bu durum o zamanki Türklerde mevcut olan manevi değerleri göstermektedir. Bu durumu adeta köleliğe geçiş olarak algılamışlardır. İlk gelenlerle birebir konuştuğumuz da daha ileri giden tıbbi kontrolleri de anlattılar.
Milli onurları zedelenen ilk işçiler, dil bilmiyor, ayrı bir kültür ve inanç dairesine giren koca koca koçlar, yol yordam bilmeyen dilsiz bir kuzu durumuna düşmüşlerdir. Bu durumları ileride ele alıp yorumumuzu yazacağım.
Yetmişli yıllarda henüz köylerde iletişim ve haberleşme araçları yoktu. Türkiye’den Almanya’ya telefon etmek çok zordu. Haberleşme genellikle mektup ile yapılıyordu. Bir mektubun, bir selamın çok hatırı ve gönül telini titretmekte etkisi vardı.
O zamanlar Avrupa’ya giden “Misafir Türk İşçileri” bir başka açıdan psikolojik baskı altındaydılar. Kiliselerin ve Komünist ülkelerin propaganda saldırılarına hedef oluyorlardı. Kiliselerin Türkçe yayın yapan radyoları, broşür ve kitap yayınları hastanelerde, ev ev dolaşan misyonerler vasıtasıyla bedava dağıtılarak dinen rahatsız ediliyordu.
Ya komünist ülkeler, başta Doğu Berlin’den yayın yapan Bizim Radyo, Macaristan’dan Budapeşte, o zamanki Yugoslavya’dan yayın yapan Priştine, Bulgaristan’dan Sofya, Romanya’dan Bükreş radyosu da Türk işçilerine dönük komünizm propagandası yapıp, Türkiye’nin hükümetlerini kötülüyorlardı. Kiliselerin ve Komünist emperyalistlerin saldırıları işçilerimizin toplumsal huzurunu bozuyorlardı.
Bütün bunlara rağmen “Türkische Gastarbeiter - Misafir Türk İşçileri bu adı geçen ve Türkçe yayın yapan radyolara mektup yazıp; şarkı, türkü isteğinde bulunup eşine, dostuna, akrabalarına selam gönderiyorlardı.
Amcaoğlum Mehmet Gülel, Budapeşte Radyosundan böyle bir istekte bulunmuş. Bize de mektupla tarihini bildirmişti. Evdeki Almanya’dan getirilmiş transistörlü radyonun başına geçip, bir saat önceden Budapeşte Radyosunu bulduk. Siyasi ve emperyalist Komünist propagandasını sonuna kadar dinledik. İstekler bölümünde, amcaoğlunun adını işittik. İsteği olan “Allı Turnam” türküsünü hepimiz dinledik. Sert ve ciddi mizaçlı olan dedemin gözlerinden sicim gibi yaşlar süzüldü. Rahmetli dedem; “Çocuklarımız, torunlarımız elin memleketinde ırgatlık yapsın diye mi savaştık!” deyip, yanımızdan hüzünlü bir şekilde ayrıldı.
Yıllar yılları kovaladı ve her tarafı en ince noktasına kadar kontrol edilip seçilerek getirilen babam, 4 Ekim 1989’da vefat edince; yıllardır cüzdanının içinde taşıdığı bir Almanca gazete kupürü bulduk. Solmuş, yıpranmış ve üzerine kırmızı ve siyah renkli tükenmez kalemle kısa notlar düşülmüştü.
Muhammed Ali Clay, müslüman olduktan sonra dünya ağır sıklet boks şampiyonluğu için Karl Mildenberger adlı bir Alman boksörüyle Frankfurt’ta 10 Eylül 1966’da bir maç yapar. Bu maçtan önce Muhammed Ali, Alman basın yayınına; “Attığım her yumruk ile Avrupa zangır zangır titreyecek!” mealinde bir demeç verir.
“Kümmel Türke, Kamel Treiber, scheisse Türken,... bodur Türk, deve çobanı, pis Türk” gibi aşağılayıcı ithamlara karşılık Muhammed Ali’nin “Attığım her yumruk ile Avrupa’yı zangır zangır titretecek!” haykırışı eski efendiliklerini hatırlatmış ki, ona ait bir gazete kupürünü ölünceye kadar babam göğsünün üstündeki cebinde taşımıştır.
Halil GÜLEL
Düsseldorf 27.12.2019
YORUMLAR
Üstadım yüreğine sağlık. Hem tarihi hem de Türklerin Almanlarla imtihanını anılarla anlatmışsınız. Hatırlarsanız, bir tarihte "Türk olmak zordur" sözü çok meşhurdu. Türklük ruhuyla, bedeniyle, misafirperverliğiyle sanki bu dünyaya fazla geliyor. Saygılar selamlar