- 256 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 17 )
Birkaç gün sonra mutfakta kahvaltıya kimse gelmemişti. Fatma ve Sahra kahvaltılarını yapıp pencerenin kenarına oturarak çay içiyorlardı. İçeriye Ali girdi, kendine bir bardak çay alarak gelip Fatma ve Sahra’nın yanına oturdu. O sırada sigara içen Fatma öksürük krizine girince, Sahra koşarak su getirip içmesi için Fatma’ya verdi. Suyunu içen Fatma, derin derin nefes alarak:
"Şu lanet sigara ciğerlerimi çürütecek!" Dediğinde, Ali Fatma’ya:
"Kaç senedir içiyorsun?" diye sorunca, Fatma mutsuz bir ifadeyle:
"On beş senedir" dedi.
Ali çayını yudumladıktan sonra:
"Aslında sigarayı altı ay bıraksan, ciğerlerin biraz nefes alıp yenilenir."
Fatma, Ali’ye:
"Neden altı ay? Tümden bıraksam daha iyi olmaz mı?" Dediğinde, Ali gülerek:
"Tabii ki, hepten bıraksan süper olur, ama insana ’bırak şu illeti’ dedikçe daha çok içiyor, o yüzden bunu demiyorum. Benim söylememle değil, kendi kararınla yapman lazım. Neden altı ay? Onu da söyleyeyim: Ciğerler altı ayda bir kendini yenileyip sıfırlıyor. Kemikler on iki günde bir, mide dört ayda bir kendini yenilerken, kalp yetmiş yıl içinde sadece dört kere kendini resetleyerek yeniler."
Sahra gözlerini koca koca açarak Ali’ye bakıp:
"Vay beee, demek ki organlar kendini yeniliyor! Valla hor kullanıyoruz, yine de iyi dayanıyorlar."
Ali gülümseyip Sahra’ya:
"Organlarımız aslında çok akıllı. Doğru beslenme ve stressiz bir hayatla uzun ve sağlıklı yaşayabiliriz."
Fatma elini sallayarak:
"Stressiz ve doğru beslenme mi? Her yanımız stres dolu, yediğimiz gıdalar yapay ya da hormonlu, doğal bir şey kalmadı! İçtiğimiz suya bile neler katıyorlar, bilemiyoruz. Nasıl sağlıklı kalalım, mümkün değil! Ya gıdalar bizi hasta edip öldürecek ya da yolda giderken öfkeli birinin elinden öleceğiz. Yani, şansa, kadere yaşıyoruz."
Sahra hayal kurar gibi gülümseyerek Fatma’ya:
"Vallahi, ne yalan söyleyeyim, elimde olsa gidip köye yerleşirim, topraktan kendim yetiştiririm. Köyün dağ suyundan içerim, ooh, mis gibi havası da cabası!"
Fatma:
"Köyümüz mü var sanki!" Dediğinde, Sahra ellerini açarak:
"Kendi köyün olması şart mı? Git deniz kenarında veya Karadeniz’de, yeşillikler içinde herhangi bir köye, al oradan küçük bir evle arazi, artık orası senin köyün olur."
Ali gülümseyip elini çırparak:
"Aynen, benim de böyle bir hayalim var. Bu şehirde beni bağlayan bir şey yok. Dışarıdan prim ödüyorum, emekliliğim gelsin, gideceğim, onun için para biriktiriyorum."
Fatma konuşmaları dinlerken gülümsedi ve Sahra’ya bakıp:
"Aslında olabilir, neden olmasın ki! Senin de benim de az birikmişimiz var. Melda liseyi bitirip üniversiteye başlayınca bu hayali gerçekleştiririz. Gerekirse evi bile satıp gittiğimiz yerden ev alırız."
Sahra sevinerek Fatma’nın boynuna sarıldı:
"Ayyy, Vallaha mı? Sen de zaten emeklisin, küçük bahçeli bir ev alırız, gideriz değil mi? Azıcık aşım ağrısız başım, oh ne güzel!"
Fatma gülerek cevap verdi:
"Dur, deli dur! Kız liseyi bitirip üniversiteyi kazansın, gideriz. Allah yapmayacağı şeyin hayalini kurdurmaz! Hadi bakalım, hayırlısı…"
Ali gülümseyip Sahra ve Fatma’ya bakarak konuştu:
"Dua ve istekler bir enerji oluşturur. Herkes uyurken rahatsız edici bir şey yokken kendini Allah’la yalnız hissettiğinde, Allah’a en yakın olduğun zamandır. Buna din âlimleri teheccüt, spritüallerde enerjinin en yüksek olduğu zaman demişlerdir. İşte o zaman dua et, iste ve sonrasında istediğin şeyi unut. Allah ve evren senin için o oluşumu sağlayıp istediğin şeyi verecektir. Kendi hayatını iyi yönde düzeltmek ve başkalarına iyilik yapmak Allah inancıdır. Sen yeter ki iste ve isteğinle orantılı, ufak da olsa bir şeyler yap. İnan ki zamanı geldiğinde istediğin şeyin olduğunu göreceksin."
Sahra çok mutlu olmuştu, ama birden yüzünü asarak:
"Demek ki, ben farkında olmadan Allah’tan başka şeyler istemişim, yoksa burada ne işim olacaktı!"
Ali Sahra’ya bakıp şöyle dedi:
"Ya işaretleri takip etmedin, ya da yanlış dua ettin."
Fatma gülerek ekledi:
"Öyle düşünme, bizimle tanıştın geldiğinde ne kadar korkak ve hamdın! Bak, hayatı, insanları burada öğrendin, yine Allah seni seviyormuş ki buraya düştün. Şükretmen lazım."
Sahra düşününce Fatma’yla tanışması büyük şanstı kafede çalışmayı her ne kadar sevmiyor olsa da burada çok şey öğrendiğini fark etti sesli bir şekilde şükürler olsun dedi ve Ali’ye bakarak:
"Duanın yanlışı olur mu?"
Ali başını sallayarak cevap verdi:
"Evet, bilmeden çoğu zaman yanlış dua ediyoruz, sonra da Allah verince isyan ediyoruz, ’ben bunu istemedim’ diye! Çünkü duası beddua gibi gelmiştir."
Sahra gülerek şöyle dedi:
" Falına baktığım bir çocukta bunun gibi şeyler söylemişti ama dua kısmını anlayamamıştım. İnsan kendine beddua eder mi hiç?"
Ali cevapladı:
"Farkında olmadan edebiliyor. Bunun adına beddua demeyelim de, isteklerimizin tersinin olması diyelim. Şöyle ki, örneğin Allah’ım hakkımda hayırlısını ver dediğinde, iyi bir dua mıdır sence?"
Sahra cevapladı:
"Tabii ki, iyi bir duadır. Allah’ım, kızlarıma hayırlı bir eş, bana hayırlı bir iş, sonumuzu hayırlı eyle demek, kötü bir şey mi?"
Ali, Sahra’ya eğilerek şöyle dedi:
"Hayırlı şeye hazır mısın? Nefsin o hayırlı işi kaldırabilecek mi? Örneğin, Allah korusun, bu duayı ettin, kızın çok iyi bir erkekle evlendi, damat bir şekilde şehit olup gitti bu dünyadan. Kızının şehitlik makamına gitmiş hayırlı bir eşi oldu. Kızın çok sevdiği eşini kaybetmesinden dolayı hem hasret hem üzüntü yaşıyor. Peki, onun nefsi hayırlı eşin yasını kaldırabilecek mi…? Senin içinse, hayırlı olan yatalak olup yattığın yerden insanlara hayırlı nasihatler yapmak veya bir kitap yazmaktır belki ve bu sebeple çok sevap kazanıyorsan bu yatalak durumunu, nefsin hayırla anıp dayanabilecek mi?"
Sahra bu duydukları karşısında şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi, tövbe tövbe diyerek tahtaya vurdu, sonra Ali’ye bakarak devam etti:
"Anladım’da nasıl dua edeceğiz ki?" diye sordu.
Ali, Fatma ve Sahra’ya bakarak:
"İnsan beyni ters çaba kuralına göre çalışır. Yani bir şey isterken Allah’tan veya tabiattan kötü şeyleri düşünerek isterseniz, o kötü şeyi oluşturursunuz. Örnek verecek olursam, Allah’ım ‘Beni ele avuca düşürme,’ bu söz üzerine hemen ters çaba etkisi devreye girer, ele avuca düşmen için beynin bu oluşumu hazırlamaya başlar. Emin ol eninde sonunda ele avuca düşersin. Başka bir örnek, ‘Allah’ım bana sağlık ver, bana para ver,’ diyorsun. Sağlık istedin ya, ters çaba etkisi devreye girip diyor ki: ‘Sağlık istediğine göre, bu beden hasta!’ Nerende hafif bir rahatsızlığın var ise, orayı bularak ağırlaştırıp seni hasta edip yatağa düşürüyor. Çünkü hasta gibi sağlık diledin, o yüzden önce hasta olman lazım. Başka bir örnek vereyim, ‘Bana para ver,’ dedin, evet, beyin yine çalışarak fakirlik sendromuna girip önce sana gereksiz harcamalar, gereksiz verdiğin borçlarla veya yolda giderken düşürdüğün paranla seni fakir durumuna sokuyor. Çünkü fakir gibi para istedin, önce fakir olman lazım!
Sahra’nın aklına Azizcan’ın söyledikleri geldi:
"Kendi kendini gerçekleştiren kehanet! Ali bu sözü duyunca sevinerek
‘’Evet, işte bu! Önce ters çaba etkisi ile başlar sonra kendi kehanetini gerçekleştirirsin! Sahra Ali’ye bakıp gülerek kafasını işaret eder:
‘’Şu tepemizde bulunan hamallığını yapıp taşıdığımız beynimiz bize düşman o zaman!"
Ali gülerek çayından bir yudum alarak devam etti:
"İnsan beyni, bin üç yüz ya da bin dört yüz gramdır ne ağırlığı olacak ki! Ama işlevi Allah’la bağlantılıdır. Senin düşmanın değil ki, bilakis senin organizmanı ayakta tutup hayatta kalmanı sağlayan ilaveten saçma sapan isteklerini de yerine getiren bir organdır."
Ali çayını içip bitirdikten sonra şunları ekledi:
"Allah’ın en sevmediği şey yokmuş gibi istemektir bu nankörlüktür! Çünkü Allah Ona inanana inanmayana rızkını veriyor ama sen görmüyorsun, şükretmiyorsun. En güzel nasıl dua ederiz? Dua ederken veya düşünürken isteklerin mutlaka pozitif olsun, yani sağlıklıyım, şükürler olsun arttır Allah’ım. Kazancım param çok, şükürler olsun arttır Allah’ım. Çocuklarım çok iyi insanlar, şükürler olsun onlara daha iyi bir eş ver. Huzurluyum, mutluyum, arttır Allah’ım. Dostlarım beni seviyor, arttır Allah’ım, gibi istekler yapmamız lazım! Özetlemek gerekirse, başına kötü bir şey gelmesini istemiyorsan, isteklerinde kötü şeyleri anarak dua etmeyeceksin nokta! İyi şeye odaklanarak iyilikler üzerinden dua edeceksin. Bir de şükür çok önemli, dualarında mutlaka kullan!"
Ali odasına gitmek için ayağa kalkacağı zaman durup şunları ekledi:
"Hani korktuğumuz şey başımıza geldi deriz ya, inan gelir! Kötü şeyi korkarak diri tutarız, beynimizde onun oluşumunu gerçekleştirir. Yani, ‘Merdiven altında geçmek uğursuzluk getirir,’ deyip inandığında, beynin sokağa çıkınca senin istemsizce o uğursuz sakat merdivenin altından geçmeni sağlar ve sen onu yaşarsın ve korktuğumuz şey başımıza gelir. Onun için güzel düşün, şükret, dua et! Allah bir ayetinde bazı kullarım kendilerine beddua ediyorlar. Kendileri için iyi olmayacak şeyi ısrarla isteyip duruyorlar demiştir. Bunun içinde kısa bir şey söyleyim ısrarla dua edip istediğin şey olmuyorsa ısrarı kes vermiyorsa bir bildiği vardır. İşaretleri takip et Allah sana neden vermediğini mutlaka açıklayacaktır.” dedikten sonra ayağa kalkıp:
"Neyse, benden bu kadar, müşterim gelecek,” dedikten sonra Fatma’ya bakarak şunu ekledi:
"Fatma abla, biraz sonra müşterim geldiğinde İbrahim’i bana gönderir misin? Ha sahi, son olarak, ‘sigara ciğerlerimi çürütecek,’ diye sakın beynini kodlama, az önce anlattığım gibi o emre uyar ve çürütür."
Fatma olur anlamında başını sallayınca, Ali mutfaktan çıkıp odasına doğru gitti. Fatma yemek yapmak için buzdolabından malzemeleri çıkarırken kendi kendine konuştu:
"En kısa zamanda sigarayı bırakacağım, buna karar verdim, sonunda şükürler olsun!"
Sahra bu sözleri duyup Fatma’ya:
“Ben çoğu zaman gece üçte uyanıyorum. Bundan sonra her uyandığımda iki rekât namaz kılıp düzgünce dualar edeceğim," dedikten sonra aşağıya inmek için mutfaktan çıktı.
***
Hava durumu yağışlı gösteriyordu, ama Fatma ve Sahra işe gelirken güneşliydi. Kol kola girip duraktan kafeye doğru yürürlerken Fatma güneşe doğru bakıp:
"’Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır,’ derler. Bu güneşe aldanmamak lazım sabah Melda’ya o yüzden bağırdım, incecik giyiniyor. Genç kanı kaynıyor, anlıyorum ama üşüdüğünü bilmiyor, sık sık hastalanıyor. Bir ara çıkıp kızlara vitamin al, kullansınlar, akşama ’da hatırlat eve giderken meyve bitmiş alalım, bu mevsim geçişi insanı hasta eder."
Sahra cevap gülümseyerek:
"Senin bağırmanı da seviyorlar! Anneleri gibi bağırıyorsun. ’Yemeğini ye! Dersine çalış! Sırtını kalın giy!’ Valla Seni benden çok seviyorlar."
Fatma yan gözle Sahra’ya bakıp iç çeker:
"O kadar alıştım ki sanki onları ben doğurmuşum gibi geliyor. Ne güzel iki tane anneleri var. Allah razı olsun bana aile olup yaralarımı sardınız" deyince Sahra Fatma’nın sırtını sıvazlayıp:
‘’Asıl Allah senden razı olsun sayende, aile olduk! Bana bile anne oldun, öğretmen oldun çok şey öğreniyorum senden. Valla seni çok seviyorum iyi’ki Allah seninle yoldaş olmamı sağladı şükürler olsun!’’
Kafeye geldiklerinde İbrahim’i ter içinde telaşlı bir hâlde gördüler. Fatma yanına giderek İbrahim’in kolunda tutup:
"Dur bi ne oluyor, bir şey mi oldu?" Diye sorunca İbrahim sinirli bir şekilde:
"Şu müptezel Ayhan var ya, o geldi içeri girip Cemre ablayla konuşmak istedi, o da konuşmak istemeyip dışarı attırdı. Bağırış çağırış, tekme tokat garsonlarla zorla dışarı attık. Şimdilik gitti, inşallah yeniden gelmez. Delilerle uğraşıyorum ya!"
Fatma ve Sahra yukarı çıktıklarında Sahra üstünü değiştirmek için kiler odasına girince, Fatma da çantasını dolaba koyup, Cemre’nin odasına gitti. Kapıyı tıklatıp içeri girdi. Cemre’nin sinirle sigara içip odada dolaştığını gördü, yanına yaklaşıp sakin bir ses tonuyla:
"Sakin ol, otur şuraya! Neden gelmiş?" diye sorunca Cemre öfkeyle bağırarak:
"Ne bileyim dalmış içeriye puşt! Yukarı çıkarken İbo yakalamış. Güya konuşmak istiyormuş!"
Fatma, Cemre’nin yüzüne bakarak şefkatle ve dikkatlice konuştu:
"Keşke ne söyleyeceğini bir dinleyip ondan sonra attırsaydın."
Cemre sinirle bağırdı:
"Neyini dinleyim? Taktı kafayı! Aşığım sana diye aşağıda böğürüyordu."
Fatma telaşlanıp:
"Âşık bir adam, hele bir de uyuşturucu etkisindeyse, çok tehlikeli olur. Polisi arayalım hemen!" deyip telefona sarılınca Cemre elini tutup:
"Ya bir dur! Sanki ne olacak? Polis alıp gidiyor ama yine gelip kapıma dayanıyor. Canımdan bezdirdi!" deyip parmağını Fatma’ya doğru sallayıp gözlerinin içine bakarak:
"Bela arıyor Fato bela! "
Fatma masaya vurarak:
"Allah korusun, öyle söyleme, iyi düşün! Belki aşağıda çocukların hırpalamasından korkmuştur, bir daha gelmez."
Cemre sigarasını peş peşe içine çekip öfkeden sık sık nefes alıyordu. Fatma bir süre Cemre’nin yanına oturup sesini çıkarmadı, daha sonra Cemre eli ile kapıyı işaret ederek derin bir nefes aldı ve devam etti:
"Kalk git işine bak, merak etme sakinleştim, bir şey yok. Zaten birazdan müşterim gelecek, kafam dağılır, iyi olur, kendime gelirim."
Fatma çaresiz bu söz üzerine kalkıp mutfağa gitti. Mutfakta Sahra’nın ocağa çay koyduğunu görüp altını açtı ve pencerenin kenarındaki sandalyeye oturdu. Sahra yanına gelerek, “Neler olmuş?” diye sorunca ona Cemre’nin söylediklerini anlattı. Sahra endişeli bir ses tonuyla:
"Bugün aylık barınağa gitme günü, söylesek de gitmeseler keşke!"
Fatma başını sallayarak:
"Yok, dinlemez! Mamaları bitti diye durmaz gider. Bir ay oldu, mamaları bitmiştir veya bitmek üzeredir." dedikten sonra eli ile dizine vurarak:
"Üfff, babasından kurtuldu bir de bu adam çıktı başına! Ne kadersizmiş, çilesi bitmiyor!"
Sahra da yanındaki sandalyeye oturdu. Susup sokağı seyrettiler ettiler.
Çay olmuştu, ocakta pişmekte olan melemenle birlikte kahvaltı masası hazırlanmıştı. Fatma Sahra’ya dönüp:
"Sen Cemre’yi çağır, ben de şu melemenin yumurtasını kırıp masaya koyayım. Cemre melemeni sever, Sevoş boşsa onu da çağır!"
Sahra, Cemre’nin oda kapısını tıklatıp içeriye başını uzatınca içeride kimsenin olmadığını görüp girdi.
"Müşterin gitmiş, iyi! Hadi gel, Fatma senin için melemen yaptı," dediğinde Cemre gülümseyerek:
"Fatom benim ya, büyüksün!" Dedi. Sonrada hınzır bir şekilde Sahra’ya bakarak:
"Kız, iyice göremedin, göstereyim mi?" diyerek elini pantolonun fermuarına götürdü.
Sahra panikleyip gözlerini koca koca açarak:
"Yok, yoook! Valla gördüm, bir daha görmeme gerek yok!" deyip hızlı bir şekilde arkasına bakmadan odadan çıktı. Onun böyle telaşla çıktığını gören Cemre yüksek sesle kahkaha atarak mutfağa gitti. Fatma, Cemre’yi gülerken görünce içi rahatladı, gülümseyip:
"Maşallah, neşen yerine gelmiş, sevindim! Neye güldün o kadar?"
Cemre gülmeye devam ederek:
"Sahra’ya bir daha göstereyim diyorum, istemiyor!" Sonra, Sahra’ya bakarak devam etti:
"Ne zaman bir daha görmek istersen, çekinme bebeğim! Aç de, açarım!"
Sahra utanmış, başı önünde, ses çıkarmıyordu. Sonra aklına Sevoş geldi, onu çağırmayı unutmuştu. Koşarak gidip onu da çağırdı ve dönüp kendine çay alarak masaya oturdu.
Sevoş mutfağa neşe içinde “Oy kalçalar, kalçalar, domatesten salçalar!’’ diye şarkıyla girince, Cemre susmasını işaret edip:
"Tamam, tontişim, karnım aç, kafa şişirme!"
Sevoş yan yan Cemre’ye bakarak sitemli bir şekilde:
"Tamam, şekerim, sustum. Sizi güzel sesimden mahrum edeceğim, ama ne yapayım, siz istediniz. Devamında diyecektim ki, sevdiceğim oturmuş, benim için saz çalar!" Sevoş kendi söylediğine kahkaha atıp gülerken:
"Göreceksiniz bir gün, benim için de besteler yapılacak!" diyerek masadakilere baktı. Herkesin kahvaltısını yaptığını, kimsenin ona bakıp cevap vermediğini görünce, dudağını büzüp, omuzlarını sallayarak gidip kendine çay alıp, sandalyeye oturdu. Asık bir yüzle:
"Siz de benim umurumda değilsiniz!" diyerek laf soktu.
Vakit öğleni geçmişti. Kafe çok doluydu ve falcılar, o gün yoğun çalışıyorlardı. Sahra’nında öyle çok müşterisi gelmişti ki, yukarı çıkıp yemek yemeye bile zamanı olmamıştı. Açlıktan içi kıyılıyordu. “İnşallah yukarıda yemek kalmıştır,” diyerek masasından kalkıp mutfağa gitti. Fatma, Cemre ile konuşuyordu. Sahra’nın içeri girdiğini gören Fatma, ocaktaki tencereyi işaret ederek:
"Bugün çok yoğundun, yemeğe gelemedin diye, sana yemek ayırdım, ısıtıp karnını doyur," dedikten sonra Cemre’ye dönerek:
"Sonra ne yaptın?" diye Cemre’ye sorunca, Cemre elini sallayıp:
"Çok üzüldüm ya, gel burada çalış diyecektim ama burada da iş yok ki, ne iş yapabilir?"
Sahra yemeği ısıtırken merak edip Cemre’ye bakarak:
"Yeni falcımı geliyor?" diye sordu.
Cemre gülerek:
"Yok tatlım, az önce bir müşteri gelmişti. Zavallı kadının şerefsiz kocası başka bir kadınla gidip çocuklarıyla onu ortada bırakmış. Komşusu genelevde çalışıyormuş, ‘Gel, evin kirasını, çocukların masrafını bir süreliğine karşılarsın, iş bulunca da çıkarsın,’ demiş."
Sahra merakla Cemre’nin yanına oturdu.
"Aaaaa yazık kadına ya! Ne yapmış, gitmiş mi?"
Cemre üzgün bir sesle:
"Ne yapsın, parasızlık insana neler yaptırmıyor ki. İşe başlamış herkese de ‘bir terzinin yanına iş buldum,’ deyip yalan söylüyormuş. Sabah sekiz, akşam yediye kadar oraya gidip çalışıyormuş. Bir taraftan da başka iş bakıyormuş. Yazık çocukları’da bu durumu bilmiyormuş."
Sahra üzülmüştü, içinden çok şey söylemek geçti ama sustu. Fatma üzgün bir sesle:
"Keşke yardım edebilseydik!" deyince, Cemre üzgün bir sesle:
"Görsen bir de öyle inançlı ki, ‘Her gün eve giderken tövbe edip Allah’tan düzgün bir iş için dua ediyorum,’ dedi. Hatta bana da ‘Her gün sende tövbe et, ne zaman öleceğimizi bilemeyiz,’ dedi. Bu söz çok içime oturdu."
Fatma derin bir iç çekip:
"Doğru söylemiş! Ne zaman ne şekilde öleceğimizi bilmiyoruz, ne kadar az tövbe ediyoruz!" Dediğinde Cemrenin gözleri doldu Fatma’nın elini tutarak:
"Sen çok iyi bir dostsun! Bana bir şey olursa, babam sana emanet, tamam mı? Bu kafede, sana emanet. Zaten, ben kafenin kâğıt üstünde ortağı değilim, bana bir şey olursa, o şerefsiz abilerime mirasım kalmasın diye hiçbir şeyi mi üstüme almadım. Her şeyim Zeki’nin üstünde, onunla daha önce bu konuları konuştuk, ne yapacağını biliyor, yapılması gerekeni yapacak!" deyince, Fatma birden kaşlarını çatıp yüksek sesle:
"O nasıl söz, sana bir şey olmayacak! Babana bakarım sorun değil, ama böyle şeyler söyleyip de canımı sıkma!" dedi.
Cemre endişeli ve acı dolu bir sesle:
"Son günlerde kendimi çok hesaba çekiyorum! İçim daralıyor, bazen nefes alamıyorum. Ne zaman ölürüm bilmiyorum, ama tövbe etmeye bile yüzüm yok, onu biliyorum. Fatma’m, az önce söylediklerimi vasiyet olarak say!" dedikten sonra kimsenin bir şey söylemesine fırsat vermeden kalkıp hızlıca mutfaktan çıkıp odasına gitti.
Sahra iç çekip Cemre’nin arkasından bakarak konuştu:
"Babası iyi gününde oğluna sahip çıkmayıp öldürmek için kovalayıp durmuş ama bak insan, sonunda kimin eline düşeceğini bilmiyor! Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin. Şimdi diğer oğulları nerede, hiçbiri yanında değil! O nefret ettiği evladı, altını değiştirip bebekler gibi ilgileniyor, tüm kazancını babasının bakımına harcıyor. Yine de çok şanslı bir adammış, iyi bir evlat yetiştirmiş. Bakımevinde tek başına da ölebilirdi. Baksana, Cemre ölmeyi bile babası ortada kalır diye istemiyor. Sana emanet edip vasiyet ediyor. Gerçi vasiyet etmek farz, illaki öleceğini bilen biri yapacak diye bir şey yok."
Fatma başını sallayıp:
"Kimin nasıl öleceğini Allah bilir! Cemrenin sebebi babası oldu. Sonrasında bari sahip çıksaydı onuda yapmadı, ailece onu dışlayıp kınadılar. Kimseyi kınamamak lazım, çok iyi biliyorum, insan kınadığıyla sınanır. Ya kendisinden çıkar ya da çocuklarından, o da olmazsa torunlarından çıkar. İllaki Allah, kınayanı ölmeden kınadığı şeyi yaşatır, kınadığı insana da gösterir! Yani bu işi ahirete koymaz. Sağlam hadis vardır bunun için. Allah korusun!.."
O sırada ocaktan yanık kokusu gelmeye başlayınca Sahra koşup tencerenin kapağını bezle açarak:
"Eyvah, yanmış!" diye feryat etti.
Fatma yanına gelip Sahra’ya kızarak:
"Zaten azdı, tebrik ederim, yaktın, kurtuldun!"
Sahra suçlu suçlu başını önüne eğdi:
"Özür dilerim, unutmuşum."
Fatma, tencereyi alarak musluğun altına koyup içini suyla doldurdu. Sahra’ya:
"Çay var, git dolaptan bir şeyler alıp şurada ye! Tansiyonun neyin düşer, bir de senle uğraşmayım!" Sahra ses çıkarmadan dolaptan peynir, zeytin, reçel çıkarıp masaya koydu ve bir bardak çay alıp yemeye başladı.
Cemre gergin bir şekilde mutfağa girip Fatma’ya:
"Bana bir sade kahve yapar mısın Fatom? Sahi, kendine de yap, birlikte içelim. Tüm terslikler üst üste geliyor!"
Fatma, kahve yapmak için ocağın yanına giderken Cemre’ye bakıp:
"Hayırdır, ne oldu yine?" diye sordu. Cemre kalkıp bir bardak su içtikten sonra Fatma’nın yanına yaklaşıp kahve yapmasını seyrederken konuştu:
"Zeki iş için Antalya’ya gidiyormuş, ‘önemli, gitmem lazım’ diyor, o yüzden bugün benimle gelemeyecek!" Dedikten sonra elini yüzüne kapatıp derin bir nefes alarak:
"Bugün şu sabahki olay yüzünden midir nedir, içimin sıkıntısı geçmedi."
Fatma kahvenin köpüğünü alırken konuştu:
"Bugün gitmen şart mı? Yarın git!"
Cemre sıkıntılı bir hâlde derin bir of çekerek sandalyeye oturup:
"Olmaz, aldığımız mamalar bir ay ancak yetiyor, bugün gitmezsem yavrularım aç kalır! Üzüntüden uyuyamam yoksa."
Sahra merak ederek heyecanla:
"Barınaklara senden başka mama götüren yok mu?" Diye sorunca, Cemre, Sahra’ya bakıp:
"Birinin bakımını ben üstlendiğim için, başkaları bana güvenip oraya getirmiyorlar, diğer barınaklara gidiyorlar. Mart girdi ama hava yine de soğuk, geceleri ayaz oluyor. Onlar aç kalınca daha çok üşüyorlar. Allah korusun, hasta olup ölürler, gitmem lazım."
Fatma, kahveleri yapıp getirip masaya koydu, kendisi de karşısına oturup bir yudum aldıktan sonra Cemre’ye:
"Keşke yarın Zeki Bey gelince gitsen. O dağın başına tek başına gitmen hiç uygun değil.”
Cemre, Fatma’ya bakıp:
"Gitmem lazım Fatom canlar beni bekliyor. Şu Ayhan pisliğinden korkuyorsan o tür insanlar korkak olur, bir şey yapamaz, korkma!"
Fatma masaya vurup:
"Allah korusun!" dedikten sonra Cemre’ye bakıp:
"İçim rahat etmeyecek, tek başına oraya seni göndermem, ben de geleceğim!" deyince, Cemre gülerek:
"Korkma kız, Valla bir şey olmaz!"
Fatma başını sağa sola sallayarak:
"Olmaz, ben de geliyorum. Hadi toparlanın da hava kararmadan gidelim."
Cemre kalkıp odasına gidince, Sahra da masayı topladı. Cemre’nin arabasının yanına geldiklerinde Fatma, Sahra’ya dönüp:
"Sen eve git. Cemre’yle ben gideriz dönüşte beni eve bırakacak zaten," derken, Sahra arabanın arka kapısını açıp içeri girerek oturmuştu bile. Fatma ona bakıp elini sallayarak:
"Kime diyorum hey yavrum hey! Geçip oturdu bile! Burada başçavuşun beygiri osuruyor demi? Kızları aradın mı bari?" diye sorunca Sahra:
"Yav he he aradım! Yerinizi mi daralttım, şurada arkaya kıvrılıp ses etmeden otururum. Hiç barınak görmedim, görmüş olurum. Bu sayede biraz da kedi, köpek severim."
Cemre direksiyona geçip arabayı çalıştırınca, arabanın radyosunda canlı bir müzik çalmaya başladı. Cemre sesini biraz daha açtı. Sahra arka koltukta müziğe eşlik etmeye başlayınca, Cemre de ona katıldı, ikisi de yüksek sesle şarkıya eşlik ederlerken, Fatma da önde yüzünde memnun bir ifadeyle sessizce oturduğu yerden onları dinliyordu. Barınağa geldiklerinde arabadan indiler. Hava hafif sisli ve ince ince bir yağmur yağmaya başlamıştı. Sahra etrafına baktı, barınak, şehir dışında bir arazinin ortasında, etrafı yüksek tel örgülerle çevrilmiş sanki büyük bir cezaevi gibiydi. Arabanın bagajından çuval içinde hayvan mamalarından birer tane alıp barınağa girdiler. İçeride sıra sıra dizilmiş tel kafeslerde cinslerine göre ayrılmış bir sürü köpek vardı. Cemre’yi tanıdıkları için onu görünce havlayarak, kuyruklarını deli gibi sallamaya başladılar. Cemre de onlara:
"Özlediniz mi beni canlarım?" diye bağırarak görevliye mama çuvalını verdi.
Fatma ve Sahra da çuvalları vererek diğer çuvalları almak için arabanın yanına gittiler. Bagajdan çuvalları alırken, Cemre’nin telefonu çaldı. Telefonu cebinden çıkarıp Fatma’ya:
"Siz onları götürün, diğerlerini ben getiririm. Zeki arıyor," deyip telefonu açtı. Fatma ve Sahra çuvalları alıp görevliye verdiklerinde köpekler, garip bir şekilde deli gibi havlamaya başlamıştı. Köpeklere doğru gidip onlarla konuşan Fatma’ya Sahra da eşlik ederken, birkaç el silah sesi duyuldu. Görevli dışarı çıkıp silah sesinin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Fatma ve Sahra da sesin nereden geldiğini anlamaya çalışarak sağa sola bakındıktan sonra, birden göz göze gelip panikle Cemre’nin bulunduğu tarafa doğru koşmaya başladılar. Arabanın yanına geldiklerinde Cemre’nin elleri göğsünde kanlar içinde yere düştüğünü görüp, Cemreeeee! Diye bağırarak yanına koştular. Fatma, düşen Cemre’nin başını kucağına alarak:
"Cemre korkma, korkma yanındayız!" diye bağırıyordu. Ağlayarak sesini daha da yükseltip:
"Ambulans çağırın, Allah rızası için! Hemen ambulans!"
Sahra, şok içindeydi. Ayakta dururken Fatma’nın, Cemre’ye sarılmasını ve Cemre’nin göğsünden akan kanların yağan yağmurla birlikte toprağa akışını seyrediyordu. Barınak görevlisi koşarak yanlarına gelip hemen ambulansı arayıp adresi verdi.
Sahra, o sırada şimşek çakıp gök gürlemesiyle kendine gelerek bir çığlık attı ve ağlayarak Cemre’nin yanına çöküp göğsünün üzerine kanın çıktığı yerlere eliyle basınç uygulamaya başladı. Kanı durduramayınca, başındaki eşarbını çıkarıp kanın aktığı yerlere eşarbını tampon yaparak tekrar basınç uyguladı. Cemre’nin başı Fatma’nın kucağındaydı. Fatma kendini kaybetmiş, bağıra bağıra hem ağlıyor hem de "Cemre, ben de kal! Yanındayım, bırakma kendini!" diye bağırıyordu.
O sırada Cemre, gözlerini aralayıp zorla konuştu:
"Ne bağırıyorsun, sağır mıyım?" dediğinde Fatma ve Sahra sevinerek "Oh şükür! Ne olur, dayan, ambulans yolda!"
Cemre, gülümsemeye çalışarak "Ayhan!" dedi ve acı içinde hafiften öksürünce ağzından kan geldi. Fatma panikle Cemre’nin ağzından akan kanı eliyle silerken "Tamam, tamam, konuşma, ne olur bizi bırakma, Cemre, ne olur, dayan, yavrum!"
Sahra da yaklaşıp Cemre’nin saçını okşayıp ağlayarak, "Ne olur, dayan! Sakın bizi bırakıp gitme, bak gidersen küserim, hem de çok pis küserim, konuşmam seninle!"
Cemre gülmeye çalışırken yine öksürünce Fatma, "Tamam, konuşma! O piçi öldüreceğim!"
Cemre, kendini zorlayarak Fatma’ya bakıp kısık bir sesle, "Babamın emaneti," dedikten sonra boğazından hırıltılı bir ses çıktı. Sonrasında başını hafifçe çevirip yemyeşil gözleriyle gökyüzüne doğru birkaç saniye baktı ve bakışları donuklaşıp kafası yana doğru düştü.
Fatma panikleyerek:
"Nerede kaldı bu ambulans? Cemreeeeee!" diye bağırarak ağlarlarken bir taraftan da yağmur altında göğsünden akan kanları durdurmak için Sahra ile birlikte elleriyle bastırmaya devam ediyorlardı:
Ambulans ve polis arabaları peş peşe gelmişti. Gelen sağlık görevlileri hemen Fatma’yla Sahra’yı uzaklaştırıp Cemre ile ilgilenmeye başladılar. Sahra, Cemre’nin toprağın üzerinde gözleri açık bir şekilde boylu boyunca yatışını ve doktorun müdahalesini ağlayarak seyrederken, Fatma da polislere ağlayarak ayaküstü olanları anlatıyordu.
Yağmur artmaya başlamıştı. Cemre’yi sedyeye aldıklarında yağan yağmur yüzüne çarparken hala açık kalan gözleriyle sanki uzak diyarları seyrediyor gibiydi. Fatma ve Sahra ambulansa binmek için ısrar etseler de yanına almadılar. Polis arabasına binerek hastaneye doğru gittiler. Hastanenin acil servisine geldiklerinde hemen ambulanstan sedye ile indirilen Cemre’yi hızlı bir şekilde içeriye götürdüler. Polis arabasından inen Fatma ve Sahra koşarak peşlerinden hastaneye girdiler.
Bir odaya alınan Cemre’yi görmek için kapıya doğru koşunca, onları güvenlik görevlisi durdurarak Fatma ve Sahra’ya bakıp üzgün bir ses tonuyla:
"İçeride doktorlar müdahale ediyor, siz burada bekleyin! İleride solda tuvalet var, ellerinizi orada yıkayabilirsiniz," deyince Fatma ve Sahra, ikisi birden ellerine baktılar. Elleri ve kıyafetleri kan içindeydi. Sahra sessizce ağlayarak Fatma’nın omuzuna başını koydu. Fatma soğukkanlı olmaya çalışarak, Sahra’nın omuzundan tutarak:
"Ben burada beklerim, sen git elini yüzünü yıka, güçlü olmamız lazım!" deyince Sahra boynunu büküp, tamam anlamında başını sallayarak tuvaletlerin olduğu yere doğru gitti. Tuvalete geldiğinde içeriden çıkan bir kadın, Sahra’nın hâlini görüp:
"Aaaaaa ne olmuş böyle, geçmiş olsun, yardım edeyim mi?" diye sorunca Sahra ağlamasına devam ederek başı ile hayır işareti yaptı. Kadın, üzgün bir suratla Sahra’ya bakarak çıkıp gitti. Sahra lavabonun önüne gelip, musluğu açıp kanlı ellerini çeşmenin altına tuttu. Kanın suyla karışıp akışını izlerken daha çok ağlamaya başladı. Bir süre ağladıktan sonra toparlanıp elini yüzünü yıkayan Sahra, aynaya baktığında gözleri kıpkırmızı şiş, saçları açık ve yağmurdan ıslanmış bir şekilde omuzuna sular damladığını gördü. Aynaya bakarken barınağı düşündü. Âdeta hissetmişçesine deli gibi havlayan köpekleri düşündü. Sonra Cemre’nin göğsünü tutarak yere düştüğü gözünde canlandı. İçi acıyla dolup, lavabonun yanına diz çöküp, hıçkırarak yeniden ağlamaya başladı.
O sırada içeriye giren Fatma, Sahra’yı yere oturmuş bir şekilde ağlarken gördü. Önce lavaboda hızlıca ellerini yıkayıp sonra Sahra’nın elinden tutarak onu ayağa kaldırdı. Sahra’nın omuzlarından tutup gözlerine bakarak:
"Sakin ve güçlü olmamız lazım. Şu an belki de Cemre’yi ameliyata almış olabilirler, kan falan bir şey lazım olur Sahra! Kendini topla, sakin olmamız lazım!" Deyip biraz sakinleşen Sahra’yı duvara dayadıktan sonra lavabonun yanına giderek tekrar, elini yüzünü yıkayıp, saçlarını düzeltti. Sonra da Sahra’nın saçlarını düzeltip, koluna girerek, onu tuvaletten çıkardı. Acil müdahale kapısına geldiklerinde güvenlik görevlisi yanlarına yaklaşıp:
"Doktor sizi aradı, birazdan çıkar, sizinle konuşacak," der demez kapı açıldı ve bir erkek doktor tüm ciddiyeti ile odadan çıkıp Fatma ve Sahra’ya bakarak:
"İçerdeki hastanın nesi oluyorsunuz?" diye sorunca Fatma heyecanla:
"Çok samimi arkadaşlarıyız.”
Doktor:
"O zaman ailesine haber verin, başınız sağ olsun!" deyip içeri girdi.
Fatma elini ağzına götürüp sustu, öylece kalakalmıştı bir şey söyleyemedi. Sahra bağırarak yere diz çöker:
"Cemreeeee, gitme Cemreeeeee!" diye bağırarak ağlıyordu.
Bir süre, çıkış kapısının yanındaki duvara yaslanıp etraftaki acıyan gözlerle bakanlara aldırış etmeden birbirlerine dayanmış şekilde sessizce ağlarlarken, yanlarına gelen polisi görmemişlerdi. Polis çekinerek, Fatma’nın omuzuna dokunup, ifade için çağırıldıklarını söyledi. Polis, öyle söyleyince toparlanan Sahra ve Fatma, polisle birlikte hastanenin içinde bir odaya girdiler. Odada Fatma ve Sahra’ya tek tek olayı en baştan anlattırarak yazdılar ve yazılı ifadeyi de imzalattırdılar. İfade bitince çantasının Cemre’nin arabasında kaldığını söyleyen Fatma, polislerden bir sigara istedi. Bir polis, montunun cebinden bir paket sigara çıkarıp Fatma’ya çakmakla birlikte verdi.
Odadan çıkan Fatma ve Sahra, dışarı çıkıp yağan yağmuru bir süre seyrettiler. Sigara içen Fatma biraz daha sakinleşmişti. Sahra ise kapının yan tarafındaki bir tümseğe oturmuş, yere boş boş bakıp sessizce oturuyordu. Sabahın ilk ışıkları çıkmaya başladığında ağlamaktan bitap düşen Sahra, Fatma’nın zorlamasıyla içerdeki üçlü sandalyeye kıvrılıp uyumuştu. Fatma da dışarı çıkmış, sigara içiyordu. O sırada telaşla koşarak gelen bir erkek gördü. Yaklaşınca onun Zeki olduğunu fark etti. Kızarmış gözlerle Fatma’yı görünce, yanına gelip Fatma’ya sarıldı. Bir süre o şekilde ağladılar. Daha sonra cebinden mendil çıkarıp gözlerini silen Zeki, biraz daha sakin bir sesle:
"Nasıl oldu?" diye sordu.
Fatma, olanı biteni ağlayarak tek tek anlattı. Zeki, gözlerinden yaşlar akarken boğuk bir sesle konuştu:
"Vurulduğunda telefonda konuşuyorduk. Silah seslerini duydum ama anlayamadım, konduramadım. Telefon yere düştü diye düşündüm, Cemre’nin sesi gelmiyordu. Bir süre sonra telefondan sizin çığlıklarınızı duyunca anladım! Kafayı yiyecektim, elim ayağıma dolandı! Hemen arabama atlayıp yola çıktım. Telefon açık kalmıştı, ben de kapatmadım, daha sonra polis telefonu bulup aldığında olanları anlattı. Nasıl geldim bilemiyorum, iki kere kaza atlattım!" diyerek derin bir nefes aldı. Ve Fatma’nın gözlerine bakarak:
"İnanmak istemiyorum, inanamıyorum!" Diyerek hıçkırarak yeniden ağlamaya başladı.
Bir süre sonra ikisi de sakinleşince derin nefesler aldılar. Sonra içeri girip, Zeki güvenlikle konuşup Cemre’yi görmek istediğini söyledi. Güvenlik Cemre’nin morga indirildiğini söyleyip, morgun yerini tarif edince, birlikte Sahra’nın yanına gittiler. Sahra’nın yüzü gözü şiş halde montuna sarılmış sandalyede hâlâ uyuduğunu görünce Fatma, Zeki’ye dönüp:
"Uyandırmayalım, çok ağladı, mahvoldu! Zaten gelemez, korkar," diyerek Zeki ile birlikte merdivenlerden inip morgu buldular. Zeki kapıyı açıp tedirgin bir şekilde içeri girmeden başını uzatarak Cemre’yi görmek istediğini söyleyince, görevli, adli tıptan geleceklerini ve otopsi yapılacağını söyleyip izin vermek istemedi. Zeki, bir kere yüzünü görmek için öyle bir ağlayıp yalvardı ki, artık görevli dayanamayıp, hızlıca bakıp çıkmalarına izin verdi.
Zeki önde, Fatma arkada olmak üzere içeriye girdiler. Morg, duvarlarında bir sürü kocaman çekmeceleri olan soğuk ve büyük bir odaydı. Öbür uçta camla çevrili olan, küçük bir oda daha vardı. Orada ise bir masa, bilgisayar ve birkaç sandalye duruyordu. Ortada betondan yapılma, üstü metal kaplı büyük bir masa ve masanın üstünde, üstü tamamen mavi örtü ile örtülmüş, çıplak olduğu belli olan boylu boyunca yatan Cemre’yi gördüler. Önde morg görevlisi olduğu hâlde masaya doğru yaklaşınca görevli adam Cemre’nin sadece yüzünü açıp acele etmelerini söyleyip geri çekildi. Cemre tıpkı son nefesini verdiği gibi o yemyeşil gözleri ile uzakları seyreder gibi bakıyordu. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Zeki sessizce ağlayarak Cemre’ye bakıp ağlamaklı ve boğuk bir sesle:
"Neden beni bırakıp gittin? Sen benim sırdaşım, arkadaşım, dostum, annem, babamdın. Sen gittin, hepsi gitti, Cemrem! Şimdi ben ne yapacağım ha, söyle, ne yapacağım böyle sensiz?" dediğinde gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Derin bir nefes alıp gözyaşlarını silerek Cemre’nin gözlerini kapatmak için eliyle gözlerini sıvazlayınca Cemre’nin gözleri kapanmadı. Bir daha denedi, yine kapanmayınca bir süre yüzüne baktı ve alnından öperek saçını okşadı, sonra hıçkırıklarla ağlayarak dışarı çıktı. Zeki çıkınca, Fatma yaklaşıp Cemre’ye bakıp fısıltıyla:
"Gözün açık gittin bu dünyadan Cemrem! Ne annene ne babana nede şu yaşadığın yalan hayatına doyamadın. Hakkım varsa helal olsun, sen iyi bir insansın buna şahidim. Allah seni gördü, kalbini biliyor, yerin mekânın cennet olsun arkadaşım. Gittiğin yerde artık rahat ol, mutlu ol, acıların bitti!" deyip gözyaşlarına engel olamadı, elini ağzına kapatıp sessizce ağlayarak, odadan çıktı.
Morgun yan tarafında sokağa açılan kapıdan çıkan Fatma’nın başı dönmüş, dizlerinin bağı çözülmüştü, yere diz çöküp biraz öylece kaldı. Kendini toparlayınca, derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Sağa sola bakınıp Zeki’yi ararken onu duvara yaslanmış, şiş gözleriyle gökyüzünü seyrederken gördü. Yanına yaklaşıp:
"Başımız sağ olsun, kardeşim! Acımız büyük ama bundan sonrasında daha sabırlı, daha sakin olmamız gerekecek. Özellikle de senin daha sakin olman lazım! Cemre senin yıkıldığını görmek istemezdi, biliyorsun," dediğinde Zeki’nin gözlerinden yaşlar süzülürken gökyüzüne bakmaya devam ederek:
"Bunu nasıl başaracağım ki? O benim dayanağım, gücümdü, yaşama sebebimdi. O olmasaydı ne bu şehirde ne de bu dünyada kalırdım. Her yıkıldığımda o tuttu elimden. İşimi, çevremi hatta ailemi düzene koymamı o sağladı," dedikten sonra Fatma’ya bakıp:
"Şimdi ne olacak? Dünya başıma yıkılmış gibi hissediyorum! Onu benden koparanı" dedikten sonra yumruğunu sıktı.
Fatma, Zeki’ye set sert bakarak:
"Şimdi intikam zamanı değil, aklını başına topla! Bir ailen sorumlulukların var güçlü olmak zorundasın hatta buna mecbursun! Polis onu bırakmaz, yakalar. Bırak adalet ve Allah versin cezasını! Zaten oda maddenin esiri, yaşayan bir ölü," dedikten sonra merdivenleri işaret ederek:
‘’Sakin olmaya çalış, bırakma kendini! Şimdi yukarı çıkalım! Senin’de polise ifade vermen gerekiyor. Sahi polisle konuş Cemrenin arabası barınakta kaldı kontağı üstündeydi bizim telefonlar çantalar hepsi içinde onları’da hallet.
Zeki gözyaşlarını silip adeta omurgası kırılmış gibi eğik ve başı önünde, üst kata çıkmak için giden Fatma’nın arkasından zoraki yürüyerek gider.
Üst kata geldiklerinde Fatma Sahra’nın yanına oturarak onu uyandırır. Zekiyi gören Sahra ağlamaya başlayınca ayağa kalkan Fatma Sahra’nın kolundan tutarak:
" Tamam, ağlama artık, telef ettin kendini. Kalk hadi biz kafeye gidelim, Cemre’nin babası yalnız kaldı" deyip Zeki’ye bakarak:
"Sen buradasın değil mi? Biz gidiyoruz," dediğinde Zeki gözyaşlarını silip başını sallayarak:
"Ben buradayım, siz gidin. Gidince babayı merak ediyorum, iyi olup olmadığını haber verin bana," dedikten sonra cebinden bir miktar para çıkarıp Fatma’ya verdi.
"Bunu al, lazım olur!" dedi.
Fatma, isteksiz bir şekilde parayı alınca Cemre’nin son sözü aklına geldi, acılı bir sesle Zeki’ye bakıp
"Son anda bile babasını bana emanet etti Cemrem!”
Zeki başını sallayarak, sicim gibi akan gözyaşlarına aldırmadan üzgün bir şekilde:
"Babasına çok düşkündü," dedikten sonra sesi boğuklaşıp, yutkundu Fatma’ya bakıp:
"Sevgi görmemişti ama kendi yüreği sevgi, merhamet doluydu. Onun bu merhameti sonu oldu. İyilik yaptığı, yemek yedirip para verdiği, bir orospu çocuğu piç yüzünden hayattan koptu. Onu bana vermelerini öyle istiyorum ki!" deyince Fatma, Zeki’ye sert sert bakarak:
“Ne konuştuk, intikam yok! Peşine düşüp aramak yok! Cemre huzurlu yatsın yattığı yerde. Sakin ol tamam mı?”
Fatma ve Sahra taksiye binip kafeye vardıklarında kapının önünde ağlayarak bekleyen İbrahim’i gördüler. İbrahim onları görünce ağlamasını arttırıp Fatma’ya sarıldı. Bir süre öylece ağladıktan sonra:
‘’Zeki abi beni aradığında inanamadım Cemre ablam nasıl ölür ya! O müptezelin birkaç gün öncesinden belliydi böyle bir şey yapacağı! Cemre ablaya söyledim Vallaha söyledim bu deli bir şey yapacak dedim!
Ağlayarak konuşan İbrahim’i dinleyen Fatma kapıyı işaret ederek açmasını söyler. İbrahim cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açınca, hep birlikte içeri girip, üst kata çıktılar. Üst kata vardıklarında babanın yattığı oda kilitliydi. Fatma, Cemre’nin odasına gidip bir süre anahtar aradı, ama bulamadı. Sonra bekleyen İbrahim ve Sahra’nın yanına gelip bir süre düşündükten sonra İbrahim’e kapıyı gösterip, "Kır şu kapıyı, başka türlü açamayacağız," dedi. İbrahim birkaç omuz darbesiyle kapının kilidini kırdı ve üçü birlikte içeriye girdiler.
Burası büyük, kasvetli bir odaydı ve ilaç kokuyordu. Pencere kenarında bir hasta yatağı vardı ve içinde saçları ak, yanakları çökmüş, zayıflıktan âdeta yatağa yapışmış Cemre’nin babası uyur gibi yatıyordu. Yatağın etrafı bir takım aletlerle doluydu; bazıları yatan adamın boğazına sokulmuş, bazıları ise göğsündeydi. Gözleri kapalı yatan adamın tam karşısında duvara monte edilmiş küçük bir televizyon vardı ve televizyonda bir haber spikeri kısık sesle haberleri sunuyordu. Odanın diğer tarafında ise bir baza, yanında küçük bir gardırop ve masa vardı.
İbrahim, Fatma’ya doğru yönelerek, "Abla, kim bu adam?" diye sorduğunda, Fatma sinirle İbrahim’e bakıp, "Kim olduğundan önce ne yapacağımıza bakalım," diyerek yatağa yaklaşıp elini beline koyup düşünürken, İbrahim yatağın yanına yaklaşıp, Fatma’ya bakarak "Bu adam ölmüüüüş!" dediğinde, Sahra panikle sıçrayıp, kapının yanına gitti. Fatma, İbrahim’e soran gözlerle bakıp, "Nereden biliyorsun öldüğünü, tövbe tövbe!" dedi.
İbrahim, yatağın yanında duran elektrokardiyografi aletini gösterip, "Abla, hiç mi film seyretmediniz? Bu alet düz çizgi gösteriyorsa kalp atışı yok demektir," dedi.
Fatma, alete bakınca tüm çizgilerin düz aktığını gördü. Diğer makinelerde çalışmıyordu. Emin olmak için adamın elini tuttu ve odanın içi çok sıcak olmasına rağmen adamın eli buz gibiydi. Hemen İbrahim’e dönüp kiler odasındaki küçük aynayı getirmesini söyledi. İbrahim koşarak gidip aynayı alıp getirdi. Fatma, aynayı adamın ağzına, burnuna doğru tutup bir süre bekledi ve aynaya baktı. "Buhar olmadı, hakikaten ölmüş!" dedi.
Sahra korkarak Fatma’nın yanına sokulup, yataktaki adama korku dolu gözlerle bakarak, "Ne zaman ölmüş ki?" diye sordu.
Fatma soğuk bir sesle, "Sanırım dün ölmüş, çünkü buz gibi birde katılaşmış" dedi. Sonra gidip bazaya oturup, derin bir iç çekerek, eliyle dizlerine vurup, "Vah Cemrem vah için rahat etmeyip giderken babanı da mı götürdün?" dedi ve sustu.
Odada televizyonun sesinden başka ses yoktu. Hiç biri ne yapacağını bilmiyor konuşmak içlerinden gelmiyordu. Adeta donmuş gibi sessizce neyi beklediklerini bilmeden, bekliyorlardı. Sahra ayakta durduğu hâlde kilitlenmiş bir şekilde yatan adama bakıyordu. O sırada açık olan televizyondaki spiker neşeli bir şekilde:
"Evet, sayın seyirciler, artık havalar ısınacak, cemre toprağa düştü!" Dedi.
Bu söz üzerine hepsi birden televizyona baktılar. Sahra birden gözlerinden sel gibi yaşlar akıtarak yere diz çöküp bağırmaya başladı: "CEMRE TOPRAĞA DÜŞTÜ! CEMRE DÜŞTÜ! CEMRE DÜŞTÜ!"
Bitti
Kitabımı 11 Mart 2024 pazartesi gecesi başlayıp sabah ezanına kadar (Ramazanın ilk günü olduğu için bu gecelerin içinde sahur yapmakta dahil) 18 günde yazdım. Her gün sıkılmadan okuyan dostlara sevgilerimi gönderiyorum. Romanımda, yazım hatası, devrik cümle gibi hatalarım olduysa af ’ola acemi yazar ancak bu kadar yazabildi :) İlaveten Edebiyat defteri site yönetimine günün yazısı seçtikleri için ayrıca teşekkür ediyorum. Selam ve Dua ile
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.