Kilitli Zincir
Yaylaya gitmek için günlerdir koyun sürüleri yol alıyor. Berrak gökte güneş mıh gibi çakılı sürülerle ilerliyor. Bu mevsimde ova köylerindeki bütün sürüler yayla için yola çıkmış ilerliyor. Patikalardan çakıllar koyunların ayakları altında aşağı sürükleniyor. Kurumuş dere ağızlarından, ince kumlu sel yataklarından sürüler uç uca eklenmiş akıyor. Çobanlar önde sürüler akıyor, yaylalara doğru yol alıyor. Iğdır ovasını Horgov köyünün üstündeki Pamuk geçidini aşarak terk ediyoruz. Geniş ovanın sıcak havasını baca gibi dağlara doğru çeken bu vadi su yolu olduğu gibi aynı zamanda antik çağlardan beri göç yolu görevini de görmektedir. Osmanlı Rus savaşında civar köylerin sakinlerinden sağ kalanlar gece bu vadiden kaçarak İran’a doğru geçmişlerdir. Öğleye doğru yorulan koyun sürüleri bir sekinin üstünde iki yakası derin kayalıkların olduğu kanyon vadinin üstünde rüzgâr alan bir düzlükte dinlenmeye yatırıldı. Annesini bulamayan kuzular meleşip duruyor. Eşek sırtında yakınlardaki çadırlara su taşıyan kervanlara köpekler habire havlıyor. Uzaklarda çobanlar köpeklerini isimleri ile çağırıyor. Uzak dağlardan yıldırım sesleri geliyor, bir yerlerde belli ki yağmur yağıyor. Arı böcek ve kuş sesleri birbirine karışıyor. Ayaklarımda derman kalmamış çayırların üstüne ağız üstü yatmışım koyunların ayakları altında ezilen kekik kokusu ile başım dönüyor, bütün sesler uzaktan ninni gibi geliyor. Yüzümde dolaşan karıncalar umurumda değil. Aklım bu yüksek dağ geçitlerindeki şah yollarında zamanın cıngılına asılı kalmış kağnı ve nal seslerindedir. İpek kervanlarından geriye kalan paslı çıngıraklar ayaklarımın altında zamanın küllerine gömülmüş yatmaktadır. Bu geçitlerde ilkbaharda her kervan geçişinde yaşlılar eski çıngırak seslerine kulak kabartmaktadır. Tarihin derinliklerinden yansıyıp gelen bu sesleri bir tek yaşlılar duyabilmektedir. Çıngırak sesleri bir mengi şeklinde dalgalanıp mavi hava ile şişirilmiş bulutlara doğru yükseliyor. Rus harbinden geriye kalmış mevzilerde bu mevsimde ısırgan otu yükselmektedir. Doğa bütün cömertliğini göstermekte, yeşilin alın morun hasılı bütün renklerin kuşak kuşak serpildiği yamaçlarda Haziran sıcağı buğulanıp yükseliyor. Çobanlar gün boyunca yolda topladıkları kuru tezeklerle ateşler yakıyor. Geniz yakan dumanlar aşağıdan esen rüzgârla savruluyor. Ovaya doğru inen vadinin içinden serin bir meltem esiyor. Bu hava akımları gökte girdaplar halinde yükseliyor. Hava akımlarında kanat açıp süzülen kartallar göç yollarını gözlüyor. Kayalıklarda keklikler habire ötüyor. Okul arkadaşlarım ve özlediğim şehir aşağıda, düzde sisler ardında bir hayal gibi durmadan uzaklaşıyor.
Aşağı Çamurlu köyünden çıkalı dört uzun gün oldu. Bu mevsimde bütün ova ekili olduğundan düzde değil de Ağrı Dağı’nın eteklerine tutunarak ovanın dış çemberini dolaşarak ilerliyoruz. Bu yolculuk koyun sürüsünün adımlarına uyularak devam ediyor. Ara ara sürünün de en aksak ferdine tabi kalınıyor. Bu bazen tabak hastalığından topallayan bir dana, bazen de yeni doğan bir koyun olabiliyor.
Ağrı Dağı’nın etekleri siyah volkanik kayalıklarla kaplıdır. Ovadan bakıldığında daimi buzullardan dolayı dağın üst tarafı beyaz görülüyor. Yüksek yamaçlarını koyu yeşil bir kuşak sarar. Ovaya bitişik yakın etekler bazalt kayaların rengini almış simsiyah gözüküyor. Bahar yağmurları ile yükselen otlar bile bu kayalıkları saklamaya yetmiyor. Siyah kayalıkların aralarındaki düzlük alanları gelincikler kırmızı bir örtü ile kaplamıştır. Bu kırlarda tepeler art arda usulca yükseliyor. Birini aşarsın nefes alır rahat bir düzlükte bir zaman ilerlersin karşına yeni yeni tepeler çıkar böylece kayalıklarla başlayan tepeler ve rengârenk çiçeklerle bezeli düzlükler insanın yolu hemen bitirme hırsını aşındırır, ağır bir yorgunluk başlar artık zamanla yarışmaktan vazgeçer ona ayak uydurmak zorunda kalırsın.
Bu yamaçlarda su kaynağı yoktur. Yukarda bir yerlerde güneş kızdırıyor, büyük kar örtüleri buğulanıyor, buzul çanaklarının altında mağaralar, mağaralarda çağlayanlar büyüyor. Birleşe birleşe büyüyen sular dağlardan iniyor. Güneşte eriyen kar suyu gündüz buharlaştığından bu eteklerdeki dere yataklarına su ertesi gece ancak varıyor. Hayvanlarını sulamak için bekleyen bu kırlardaki obalar ve göç halindeki koyun sürüleri bir gün önceden bu kör vadinin dibinde birikip durur. Bazen zirvelerde eriyen kar suları buralara ulaşamaz kuru vadilerde kumlar tarafından yutulur, sürüler bir gün daha beklemek zorunda kalır. İki gün önce ovada su içip kırlara çıkan göç sürüleri Haziran sıcağında susuz ilerlemektedir. Sıradaki su menzili çok uzakta olup Horgov köyündedir. Oraya ulaşmak için iki gün daha yol alınması gerekir.
Mecburen kara vadinin su doğurması beklenir. Yaşlılar bir gün daha oruçlu ağızları ile dua edeceklerdir. Hasta hayvanlara eşek sırtında çobanlar için taşınan sudan azar azar verilecektir. Köpeklerin dilleri sarkmış kör vadiler boyunca aşağı yukarı koşarak suya ulaşmaya çalışmaktadır. Bu şekilde giden köpekler geri dönmediğinden çobanlar onları bağlayıp peşlerinde dolaştırmaktadır.
Nihayet gece bir vakit çobanlar birbirine seslenmeye başlarlar. Boynu sivri demir tohtlu cins çoban köpekleri serin su kokusunu almış gayri bağlasan durmaz, çamur akan suların izini sürüp bulur. Güneş doğmadan kumlar suyu yutmadan sürülerin suya ulaşması gerekir. Yorgun gecenin karanlık kanatlarında bir curcuna büyür, sesler birbirine karışır ve göğe yükselir. Köpekler boğuşuyor eşekler anırıyor. Su durulsun diye önceden yapılmış büyük göletler ve derenin dibinde kayalıkların arasındaki oyuklar suyla dolar. Sürüler bu vadi boyunca yukarı sürülür. Vadinin siyah kumları başta olmak üzere yılan çıyan bütün hayvanlar suya doyar. Yakınlardaki obaların ahalisi çoluk çocuk ne kadar insan varsa eşeklerin sırtındaki teneke ve bidonları doldurur ve denklerini yükleyip geldikleri patikalardan tırmanıp giderler.
Hayhuy içinde meşakkatli yolculuk yeniden devam ediyor. Önümüzde yine susuz kırlar uzanıyor. Yeni menzile varıncaya kadar art arda açılan çok sayıda tepe ve düzlük aşacağız. Bahar yeli her vadiyi yalarken her kayalıkta bir keklik zikre girmiş gazel okurken biz durmadan ilerledik. Simsiyah bazalt kayalıklarda kuluçkaya yatmış keklik, kuş, yılan, kaplumbağa her ne canlı varsa hepsini geride bırakıp ilerledik.
Horgov köyünün aşağısında, yeni göçmüş bir oba yerine konduk. Bahar yağmuru ile oba yeri yeniden yeşermiş. Yeşil kadife üzerine sarı çiçekler pervasızca serpilmiş duruyor. Büyükler ateş yaktılar, dumanlar yükseliyor. Yarın seherle suya varacağız. Su bir nefeslik ötemizdedir. Konduğumuz göç etmiş obanın yerinde derin bir kuyuda saklanmış kar bulduk üstünü kazıyıp suyunu köpeklere içirdik. Serinlikte gelincik giyimli yamaçlardan şehre baktık. Şehrin neon ışıkları içinde yaşayanlar bizden çok uzaktaydılar. Şehrin ışıklarını hülyalar içinde izlerken okulumu ve arkadaşlarımı daha çok özledim.
Sivrisinek istilasına uğrayan sürü yerinde dertop olmuş hapşırma hapşırma dönüp ırgalanıyor. Sürüde eksik olup olmadığını göz yordamıyla kontrol ediyoruz. Bütün ova sürüleri mor koyundan oluşuyor. Sadece babam borcuna karşılık geçen yaz Sarıkamış yaylalarından bir kaç tane beyaz koyun getirmiş, bu beyaz koyunlar da bu yıl geç doğurmuştur. Gün boyunca bu yavrular kaybolmasın diye özen gösteriyoruz. Annesinin sesinden bir kuzunun kaybolduğunu anlayınca geldiğimiz yoldan geri döndük abimle beraber ay ışığında gümüşe boyanan düzlüklerde tepelerde patikaları takip ederek yürüdük. Korkudan tüy gibi hafiflemiş iki de bir dönüp ardımıza bakıyorduk. Arada bir oturup gecenin sesini dinliyoruz. Baykuş sesleri, cırcır böceği sesleri eşliğinde serin serin esen yelde bütün bu dağların sesini dinliyoruz. Dağ çayırlarının başakları rüzgârda salınıyor. Ay ışığında çayır başakları beyaz bir deniz olup genişliyor. Her beyaz denizin çemberini kekliklerin örttüğü bazalt tepeler sınırlıyor. Önümüzden kuşlar kanat çırparak sıçrıyor, her defasında aklım başımdan uçuyor. Rüzgarda dalgalanan beyaz denizin orta yerinde bir kayalık var, uzaktan hayali bir ada üzerinde yükselen eski zaman şatosu gibi yükseliyor. Kayalıkta belli aralıklarla bir baykuş ötüyor. Gecenin huzurunu kaçıran bir hareketliliği sanki bize bildiriyor. Bir taşa oturtup çevreyi dinlerken kayıp kuzunun sesinden yerini belli ettik. Ayın üzerinden yükseldiği kayalıkta kesik kesik kuzu sesi geliyordu. Gizlice yaklaşıp kayalığın etrafında dolandık. Tam yakaladım derken başka bir kayalıkta sesini duyuyoruz. Böyle böyle bir kaç kayalığın etrafında dönüp durduk. Nihayet bir kuş gibi çırpınan kuzuyu yakaladım. Onu kucağıma bastırdım. Korkmuş minik kalbi küt küt atıyordu. Onun kalbinin sesi benimkine eşlik ediyordu. Yüreğime iyice bastırdım şişen burun deliklerini öptüm biraz sakinleşmesini bekledim. Sıcaklığı bu ıssız dağda bana inanılmaz bir güç veriyordu. Abim önde ıslık çalarak yürüyor ben arkada, otlardan görülmeyen taşlara çarpa çarpa ilerliyoruz. Kuzu sayesinde korkumu biraz yendim. Uzak bir yerlerden köpek sesleri gelmeye başlayınca bana biraz daha cesaret geliyor. Yol boyunca kuzuyu bulmanın sevincini yaşadım.
Susuz süren iki günlük yolculuktan sonra tekrar suya kavuşma sevincini yaşıyoruz. Sabah erkenden sürüleri sulayıp yaylalara doğru derin vadi boyunca yukarıya tırmandık. Evlerin damlarında yüzleri güneş yanığı çocuklar oturmuş bizim geçişimizi izliyor. Köyün köpekleri taş hisarların duvarlarına tırmanıp sürekli havlıyor, dere boyunca yükselen yaşlı söğüt ağaçlarında kargalar ortalığı velveleye veriyor. Yamaçlarda yükseldikçe ova ekili tarlalarla yamalı bir atlas gibi açılıp büyüdü. Köyler yeşil ağaç kümeleri ile beraber uzaklaştı ve nihayet sis bulutunun arkasında kayboldular. Yüksek dağ geçitlerini aşarak ovayı geride bıraktık.
Yüksek dağların ardında saklı, köşe bucaklarından dürülüp çarşaf gibi bulutlarla göğe bağlanmış balık gölü vardır. Dağlardan eriyip gelen kar suları sayesinde gölün suyu buz gibidir. Bu mevsimde kırlangıç sürüleri bulutların altından süzülerek gölün yeşil sularına kanatlarını değdirerek çizerler. Gölün etrafında köyler dizilmiştir. Bu köylerin ahalisi buraya göl demez onların gözünde burası koca bir denizdir. Köylüler bu denizde tuttukları balıkları traktörler ile at arabaları ile Doğubayazıt’a ve bütün civar köylere götürüp satarlar. Köylünün geçim kaynağı olan bu deniz yaz mevsiminde turistlerin de uğrak yerlerinden biri olmaktadır. Yerli ve yabancı turistler bu denizin kenarında çadır kurar bol oksijen alıp dinlenirler. Göl, gözlerinin rengini yeşil dağlardan alır. Bu yeşil deniz de insanın aklını başından alır. Bu kadar büyük bir su kütlesini ilktir görmüşüm nefesim kesilir. Yere çömelip uzun uzun seyrettiğim bu göl benim anılarımda halen yeşil bir denizdir.
Birkaç gün Ağrı Ovası’nda asfalt boyunca ilerliyoruz. Bu yol İran’dan gelip Avrupa’ya uzanan karayoludur. Mazot kokan bu yolun diğer adı Nato yoludur. Gece gündüz mazot taşıyan kamyonlar bu yolda uğuldar durur. Uçsuz bucaksız buğday tarlaları ile çevrili ağaçsız büyük köyler sağlı sollu sıralanmıştır. Gündüz yolun iki yakasındaki ekili tarlaları koyun sürülerinden korumak üzere ilerliyor geceleri ekilmemiş boş alanlarda hozanlarda konaklıyorduk. Eriyen asfalt boyunca yürüyen çobanların ayağındaki kara lastikler gözlerini kan çanağına çeviriyordu. Sürü yola girdiğinde kamyonlar tıslaya tıslaya fren yaparak sürünün geçişini bekliyor. Bizim dünyamıza ait olmayan şoförler siyah gözlükleri arkasında durup bizi yukardan izliyorlardı.
Akşama doğru artık bir boş arazide dinlenmek üzere sürüler durdurulurdu. Serinlik başlar, gün boyunca ayağımı yakmış kara lastik ayakkabımı çıkarıp yalın ayak gezerdim. Ayaklarımı soğuk dere suyunda yıkardım. Fakat geceleri karlı dağlardan soğuk rüzgâr eser ciğerlerimizi yakardı. Gün boyunca yolda topladığımız kuru inek tezeklerini konakladığımız yerde yakardık. Üç taşı yan yana koyduk mu ocak hazırdı. İsli çaydanlığı hemen üzerine koyardık. En büyük lüksümüz babamın haşladığı burgu makarnaydı. Alevleri üşüyen ateşin çemberinde ısınırdık. Büyükler Salça tenekesine koyun sütü sağar tezek ateşinde ısıtıp içerdi. Gökte tekmil yıldız alayı yerini alınca da keçe içinde büzülür uyurduk. Herkes uyur babam sürüyü beklerdi. Babam ilahi bir güce sahipti. Ramazan ayı olduğundan günü oruç tutarak geçirirdi. Gece uyumazdı. Gece asfalttan geçen kamyonların ışığında onun gölgesini görürdüm. Gece yarı uykuluyken onun sesini duyar güven içinde yatardım. Soğuk gecelerde sesini duymadığımız dünyaların pencere ışıkları olan uzak yıldızlar altında kıvrılıp uyurken babam üzerimize teri sıcak, eşek kokan çulları atarken yarı uykulu hayal meyal köpek havlamalarını duyardım.
Ertesi gün yeniden uzayan asfalt başlar, Murat suyu yine yanlarını çarpa çarpa derin yarları döve döve bizimle beraber ilerlerdi. Rüzgârla dalgalanan yeşil tarlalar bizimle uzayıp giderdi. Uçsuz bucaksız ova ve üstündeki engin bulutlar balon gibi önümüzde genişlerdi. İran’dan gelen tırların nazlı bir edayla virajları aldıkları bu yoldan batıya doğru gidiyoruz. Ara ara büyük yolcu otobüsleri de geçerdi. Kocaman otobüsler havalı tıslamaları ile bizi büyülerdi. Bir kere yolcuları artık bizden birileri değildi. Onlar bu çileli hayatı bir yolunu bulup geride bırakıyordu. O talihli yolcular otobüslerin kanatları arasında televizyonda gördüğümüz dünyalara doğru yol alıyorlardı. Korna sesleri bizi hülyalardan uyandırıyor zor zapt etiğimiz koyun sürülerinin tarlalara sıçrayıp girmesine neden oluyordu.
Yolun kenarında bulduğum boş sigara paketleri ve kola tenekelerini toplardım. Böylece uzaklardaki renkli dünyaların ayak izlerini takip ederdim. Üç günlük asfalttaki yolculuğumuzun son günüdür. Batıya giden yoldan sapacağız. Alıştığımız kamyon ve otobüsleri özleyeceğiz. Şoför mahallindeki çıplak kadın fotoğrafları ve siyah gözlüklü kaptanları özleyeceğiz. Egzoz kokulu yeni dünya hayallerini unutacağız. Artık karlı dağlara yöneleceğiz. Aladağ yaylası bizi çağırıyor.
Bu güzergâhı kullanan her yolcu Kesuk karakolunu bilir. Kesuk karakolu Murat köprüsüne karşı yüksek bir tepe üzerindedir. Hayvanların menşe, aşı vs. gibi eksik evraklarından dolayı yaylaya giden göçerlerden cereme alırlar. Bakaye kalmış çoban varsa alıp askere gönderirler. Muhtemelen bütün sürülerde eksik evrak vardır. Köprüyü şafak sökmeden geçmek için elimizi çabuk tutmalıyız. Demir korkuluklu Murat köprüsü yol ayrımıdır. Demir kanatlı köprüden yoksunluğa yöneleceğiz. Artık batıya akan yol hayallerimizi besleyemeyecektir. Karlı yaylalara gideceğiz.
Asfaltın kıyısında günün ilk ışıkları ile uzaktan bir şey parlıyordu, şarampole savrulmuştu. Gelen kamyonların önünden koştum, savrulup yolun öte yakasına kendimi zor attım. İki üç karış kadar bir zincir ve son halkasına takılı bir kilit pırıl pırıl parlıyordu, yeni düşmüş olmalı yoksa yağmura gerek kalmadan çiğ bile bir günde onu bozar pas tutardı. Beni kimse görmeden hemen zinciri aldım. Zincirin son halkasındaki altın sarısı kilidin üzerinde arapça yazılar vardı. Gürp gürp eden kalbimin sesini sanki ağzımda duyuyorum. Zinciri aldım koynuma sakladım. Koşarak sürüye yetiştim.
Sürüler tespih boncukları gibi bir birine eklenmiş aralarında birer çoban ilerliyor. Bizim obanın sürüleri dışında Iğdır ovasındaki diğer köylerin sürüleri de yayla yolunda ilerliyor. Yaşlı çobanlar birbirlerini tanıyor görüşüp hal hatır soruyorlar. Konuşmalar koyun kuzu meleme seslerine Murat Köprüsü’nde derin suların uğultusuna karışıp gidiyor. Köpek havlamaları, kamyon kornaları birbirine karışıyor. Kesuk karakolundaki nöbetçi askerlerin düdük sesleri seherle serin ovayı dip bucak çınlatıyor. Murat ırmağında balıklar uyanıyor. Yeşil deniz gibi genişleyip rüzgârla dalgalanan bütün buğday tarlaları ve çayırlarda kuşlar börtü böcek uyanıyor. Murat boyunda sıralanan yabani söğütlerde kargalar bağrışıyor. Benim mutluluktan ayaklarım yere değmiyor. Koynumda zinciri elimle yoklayıp sürünün ardında ilerliyorum.
Gün ilerledikçe ova bitiyor, sisler kalktıkça yamaçlar yükseliyor. Sürü otluyor ve ayakaltında ezilen kekik kokusu etrafı sarıyor. Sürü yayılıp büyüyor tarla çayır hepsini kaplıyor. Uzaktan köy bekçilerinin düdük sesleri geliyor. Babam şapkasını düşmesin diye başına ters geçirmiş koşturup duruyor. Herkes sürüyü zapt etmeye çalışıyor. Yüksek dağlarda hava çok kararsız bir yağmur yağıyor biraz sonra güneş elbiselerimizi kurutuyor. Nehirlerini buzulların örtüğü karlı boğazlardan geçiyoruz. Bu boğazlarda tipiye yakalanmış sürülerden geriye buzullarda yığılıp ölmüş koyun keçi leşleri durmadan kokuyor. Yaşlı çobanların yüzünde eski zaman korkularından kalan çizgiler derinleşiyor.
Yamaçlar yükseldikçe hava serinliyordu. Siyah bulutlar dağ zirvelerinde birleşip çoğalıyordu. Köyler seyrekleşip küçülüyor. Ekili tarlalar azalıyordu. Göz alabildiğine çayırlar uzanıyordu. Dağların kuzeye bakan yamaçlarda kar yığınları bembeyaz yatıyor, durmadan bizi üşütüyordu. Her köyün korucuları düdük çalarak diğer köye kadar bize eşlik ediyor. Bizi komşu köyün korucularına devrediyor. Bizi herkes el birliği ile karlı dağlara sürüyordu. Sıradaki köy göç yollarında zorluk çıkarmakla ün salmıştır. Köyün içinden geçerken köy halkı damlara çıkmış bizi izliyor. Babamın sesi köpekleri korumamızı tembihliyordu. Köy içinde bekçiler önümüzü kestiyor. Yolda ekinlere zarar verilmiş dediler. Cereme olarak bir koçu çengel boynuzundan yakaladılar. Babamın dil dökmeleri işe yaramadı. Babamı böyle çaresiz böyle yalvarır ilktir gördüm. Babamın da gücünün yetmediği bir anın olduğunu ilktir gördüm. Bizler üç kardeştik üçümüz de daha küçük. Köylüler damlarda umarsız inmediler. O anda gök yükselmiş bulutlar derine kaçmış görünmediler. Abim çaresiz koçun boynundaki terli muska ve boncukları söküp aldı. Sürü dar sokakta incelip uzamış akıyor. Komşu sürüler çoktan gözden kaybolmuş, bizler durmadan yola devam ettik. Köy çıkışında bekleyen çocuklar bizim köpekleri çağırıyorlar. Tozlar yükseliyor, çocuklar bağrışıyor. Bu gürültüde benim yaşlarda iki çocuğun saldırısına uğradım. Değneğimi elimden almaya çalışıyorlardı. Boğuşma esnasında koynumdaki zincirin şangırtısını duydular. Biri değneğimi almaya çalışırken diğeri kazağımı kemerimden yukarı çekerek zinciri yere düşürdü. Yamaçta çimlerin üzerinde üçümüz de yuvarlanıyorduk. Çocuklardan biri zinciri kaptığı gibi aşağıya doğru koştu. Diğeri peşinden koştu. Ben de onların peşinden nefesim yettiğince kovalıyorum. Çocuklar ilkbahar yağmurları ile yükselen ısırgan otları içinde iyice küçülmüş bir harabeyi andıran siyah volkanik taşlardan yapılmış köyün evleri arasında gözden kaybolup gittiler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.