- 186 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 16 )
“Birkaç gün sonra limana bir tekne yanaştı. Söylentiye göre teknede bir cerrah var, uygun bir fiyata cinsiyet değiştirme ameliyatları yapıyormuş. Gidip randevu aldım. Sonra Zeki ile konuşup borç para istedim. Önce razı olmadı, ama yaşadığım duyguları ağlayarak anlatınca razı olmak zorunda kaldı ve parayı verdi. Teknede kaçak yolla ameliyatımı oldum. Artık önümdeki erkekten de kurtulmuştum. Adeta öfkemin büyük bir kısmı gitmişti. İyileşme sürecini Sevoş’un evinde geçirdim.”
Sahra bu arada özür dileyerek söze girdi:
"Neden bir hastanede değil de kaçak olarak teknede ameliyat oldun ki? Ya yanlış bir şey olsaydı, ölebilirdin."
Cemre, Sahra’ya kaşlarını çatarak:
"Cinsiyet ameliyatı olmak öyle kolay mı sanıyorsun! Önce mahkemeye müracaat edip hâkimle konuşup ikna edeceksin. Sonra psikiyatrist ve cinsel kimlik konseyi toplanıp olumlu karar verirlerse eğer. Plastik cerrah, kadın doğumcu, ürolog, genetikçi, endokrinolog ve benzeri uzmanlarla aylarca süren bir sürü prosedürü var. Yani tüm işi kısa yoldan halletmeye çalıştım. Sonrası tabii ki kolay olmadı. Yeniden hastaneydi, rapordu, mahkeme süreci falan derken sonunda kadın kimliğimi alıp yeni hayatıma başladım. Bir gün Zeki, bana açılıp bana âşık olduğunu söyledi. Tabii buna şaşırmamıştım, çok belli ediyordu. Eğer fuhuş yapmaz, sadece onun kadını olursam, bana iş yeri açacağını ve ekmeğimi oradan kazanabileceğimi söyledi. Benim de işime geldiği için kabul ettim. Bin kişinin orospusu olacağıma bir kişinin orospusu olmak daha iyiydi. Ve beni pasif ortak yaparak bu iş yerini açtı."
Sahra gözlerini koca koca açarak: "Aaaaaa, anladım şimdi! Cemre bu söze acı acı gülerek:
"Neyi anladın Allah aşkına söyle!" deyince Sahra utanıp cevap veremedi.
Cemre sigara yakıp içerken:
"Zeki burayı satın alıp evrak işlerini halledince tüm çalışanlar ayrıldılar, çünkü bir trans bireyle çalışmak istemediler. Bir tek İbrahim kaldı. Uzun zamandır burada çalışmış, emekçi bir garsondu. Onu şef yapıp kafeyi düzenlerken iş ilanı vermeden tek tek arayıp, ihtiyacı olan eşcinsellere, cezaevinden çıkmış iş bulamayanlara, senin gibi garibanlara iş ve ekmek vermeye başladım. Daha iyi iş bulup gitmek isteyene kızıp küsmedim, yol verdim. İhtiyacı olana da kapımı açtım. Üst katın büyük odasını kendim için döşeyip, hem iş yerim hem de evim gibi kullanıyordum. Gerçi hâlâ orası benim odam."
Sahra kaşlarını kaldırıp heyecanla:
"Orası madem senin odandı, ne diye bana gözetledin diye kızdın ki? Olabilir yani, iyi akıl etmişsin, çok da güzel olmuş!"
Cemre Sahra’nın bu söylediklerine cevap vermez bardağı alıp bir yudum su içtikten sonra:
"Burayı düzenleyip işleri yoluna koyduktan sonra Zeki ile konuşup babamı buraya getirme kararı aldık. Çünkü kaldığı yerde mutsuz olduğunu biliyordum. Koskoca Celal Bey, bakımevlerinde kimsesiz yalnız yatıyordu. İçinden ölmek için dualar ettiğine emindim. Bakımevi ile görüşüp babamı özel yatağı ve yaşaması için vücuduna takılmış tüm makineleriyle birlikte benim odama, pencerenin yanına getirip koyduk. Arada bir doktor gelip kontrol edecek, ben de her şeyi ile ilgilenecektim. Artık nefret edip öldürmek istediği çocuğu ile aynı odada kalacaktı. Bu onun için çok zor olmuştur eminim, ama benim için de zordu. İlk günlerde beni görünce öfkeleniyor, kalp atışları hızlanıyordu. Ses çıkarmadan sabırla mamasını ve ilaçlarını vermeye, altını değiştirmeye devam ettim. Bir süre sonra bana eski nefretinin azaldığını anlayınca, her gün ona sitem etmeden, kalbini kırmadan tüm yaşadıklarımı azar azar ağlayarak anlattım, içimi döküp onunla dertleştim. Beni gözlerinden yaşlar akarak dinledi… Keşke beni daha önce de böyle dinlemiş olsaydı. Ah keşke!”
Sahra yine kaşlarını kaldırıp heyecanla ‘’Tamam, tamam şimdi daha iyi anladım’’ dediğinde Cemre, Sahraya parmağını sallayarak konuşmasına devam etti:
"Babamın odamda olduğunu Sevoş, Fatma bir de sen biliyorsun, diğerleri bilmiyor. Söylemeye gerek görmedim, sen de söylemezsen sevinirim," dediğinde Sahra dudağını kapatıp, fermuar hareketi yaparak, söylemem anlamında başını salladı.
***
Fatma ve Sahra işe gelirken, Sahra başını tutarak:
"Başımın hâlâ ağrısı geçmedi!" Deyince Fatma:
"Sabaha kadar uyumazsan tabii ki ağrır. Kafede ağrı kesici var, bir tane daha içersin."
Sahra üzgün bir sesle:
"Çok etkilendim Fatma! Sabaha kadar, “Acaba babası anlayış gösterip hastaneye falan götürmüş olsaydı, Cemre yine erkek olur muydu? Diye çok düşündüm."
Fatma, Sahra’nın koluna girip:
"Ben de ilk duyduğumda çok etkilenmiştim ama artık alıştım. Babası ilgilenseydi nasıl olurdu bilemiyorum, orasını Allah bilir! Cemre zaten doğuştan böyle değilmiş ki, içindeki öfke, intikam, ne bileyim kafa bozukluğu, onu böyle yapmış. Artık onun için çok geç, istese de değişemez. Bazı çocuklar da böyle hormonsal bozuklukla doğarlarmış. Çocuğu küçükken durumunu fark edip doktora götürürsen, hormon tedavileriyle düzelip normale döndüğünü duymuştum."
Kafeye gelip temizlik, çay, kahvaltı derken zaman geçmişti. İbrahim, Sahra’ya bakarak:
"Abla, aşağıda bir öğrenci müşterin kahve içiyor, haberin olsun," deyip gitti.
Sahra aşağıya inip masasına oturdu. Sonra elinde fincanla karşısına genç, beyaz tenli, yakışıklı bir delikanlı gelip oturdu. Fincanı Sahra’nın önüne doğru iterken, Sahra da genç çocuğu inceledi. Elleri temiz, parmakları kalem tutmaktan iz yapmış, rengi beyaz ve solgundu. Dersleri çok olsa gerek, sanırım üniversite öğrencisi diye düşündü. Gence bakarak:
"Hoş geldin çocuğum, ne için bakmamı istiyorsun, genel mi, özel mi?"
Genç çocuk gülümseyerek:
"Hoş buldum, ismim Azizcan. Yakında TUS sınavına gireceğim. Tıp okuyorum da uzmanlık için gireceğim."
Sahra gülümseyip:
"Maşallah, ne güzel bir ismin var senin, öyle Allah yardımcın olsun. Sınavı geçip geçmeyeceğini mi soracaksın?"
Azizcan gülerek elini sallar:
"Deli gibi sınava hazırlanıyorum. Ne bileyim işte, iyice bunaldım! Etrafımdaki herkes kendi hayalindeki branşı seçmemi tavsiye ediyor. Şu branş çok para kazandırır, bu branş daha kariyerli falan gibi. Aklım karıştı, içinden çıkamıyorum."
Sahra fincanı açmadan gizemli bir hava takınırken düşündü. Bu çocuk, çok ders çalışıp başarılı olduğundan diğer arkadaşları onu fazla sevmiyorlardır. Yakışıklı bir genç, kızlar da onu rahat bırakmamıştır. Ama Azizcan tam bir inek olduğu için kızlara zaman ayıramamıştır. Artık gerisini sallayıp bakacaktı fala. Fincanı açıp içine bakarak:
"Çocuğum, bu ders çalışma işini fazla abartmışsın. Etrafında artık arkadaş falan kalmamış. Geçmişte birkaç kızla sevgili olmuşsun ama onlar da kendilerini geri çekmişler.”
Azizcan, başını öne eğip:
“Tıp okumak kolay değil ki, adama kafayı yediriyor! Aşkla, arkadaşlık bir süre sonra TUS zamanı gelmeye başlayınca geçici olarak bitiyor. Çünkü çok gergin oluyorsun! Anlayacağın herkes benim durumumda.”
Sahra, bu sözler üzerine doğru yolda olduğunu anlayıp fincana bakmaya devam etti:
“Hangi branşı seçtiğine en son bakacağım. Burada çok mutlu olduğunu görüyorum. Hem kariyer hem para seni buluyor. Etrafında bir sürü insan var, yanında sevdiğin bir kız, parmağında da yüzük görüyorum.”
Azizcan mutlu olmuştu:
“Yani kazanacağım değil mi?”
Sahra, gülerek Azize:
“TUS’u kazanacaksın, hem de çok iyi bir puanla! Hatta fincanda yurt dışı bile gördüm, mesleğin üzerine daha da uzmanlaşmak adına gideceksin.”
Azizcan ellerini açarak:
“Allah’ım olsun nolur! Dedikten sonra Sahra’ya sevinçle bakarak:
“Eğer iyi puan alıp, severek yapacağım bir bölüm seçersem, söz veriyorum sizi unutmayıp, sık sık ziyaretinize geleceğim.”
Sahra gülerek:
“Hep öyle derler ama gelmezler! Nasip kısmet bakalım, sen yeter ki başarılı ol benim için bu yeterli.”
Azizcan:
“İstersek olur, neden olmasın ki? İstediğimiz ya da istemediğimiz şeyleri sonuçta kendimiz yaratmıyor muyuz?”
Sahra, yaratma lafını duyunca biraz gerilerek:
“Yaratmak Allah’a mahsus, çocuğum, biz yaratamayız ki!”
Azizcan gülümseyip:
“Yaratmayı yanlış anladın. Allah bize kendi üzerinde isteme hakkı verdi, değil mi?”
Sahra, evet anlamında başını sallayınca, Azizcan devam etti:
“İşte bu istediğimiz veya söylediğimiz şeyin oluşması için Allah insan vücuduna ve tabiata emir vermiştir, ‘Kullarımın isteğini gerçekleştirin" diye!”
Sahra kaşlarını kaldırarak, “Yani dua ederek istenir diyorsun,” dediğinde Azizcan heyecanla konuşmasını sürdürdü:
“Evet, duada ruhsal bir enerjidir. Ama çoğu zaman yanlış dua ederek, yâda karamsar sözler söyleyip düşünerek beynimizi ve bedenimizi yanlış yönlendirip hayatımızı karartabiliyoruz”
Sahra şaşırmıştı. İlk defa duaların yanlış olduğunu söyleyen biri çıkmıştı.
“Nasıl yani, anlamadım dua etmeyelim mi? Bedenimizi nasıl yanlış yönlendiriyoruz ki? Bunun dua ile alakası var?’’
Azizcan sevinç ve heyecanla anlatmaya başladı. Eliyle kafasının üstünü göstererek:
“Burada neokorteks, yani beynin üst düzey düşünce merkezi var. Aynı zamanda görme, işitme, konuşma gibi işlevleri yürütür. Anlayacağın şekilde anlatmak gerekirse, duyduğumuz, gördüğümüz, korktuğumuz, endişe ettiğimiz veya sevindiğimiz, mutlu olduğumuz şeyleri bir araya toplayıp anlam yükleyen bölgedir. Daha basit bir dille söyleyeyim, duyguları isimlendirip onlara bir kimlik verir. Bu duygular, korku ise kimlikte korku yazar, mutluluk ise mutluluk. Mesela, yaşadığın hayata bakıp sonum ne olacak deyip üzülüyorsun. O hissettiğinin kimlik adı endişedir’’
Dedikten sonra heyecanla konuşmaya devam eder:
‘’İsmi konulan düşünce, neokorteks ’ten çıkıp doğruca limbik sisteme yolculuk yapar. Limbik sistem, insanın açlık, susuzluk, uyku düzeni, stres, öfke, korku gibi birçok duyguyu yöneten ve koordine eden bir sistemdir. Yani duygusal bir beyindir. Limbikte konaklayan ismi konulan düşünceye ne olur? Orada duyguya dönüşür. Limbikte biraz dinlendikten sonra bu sefer de aşağıya sürüngen beyine doğru gider.
Sahra, Azizcan’ın anlattıklarını merakla dinliyor kafasında döndürüp döndürüp anlamaya çalışıyordu.
‘’Duyguya dönüşen düşüncen veya duan, bu yolculuğu yaparken, vücudumuzda oluşan kök hücrelerimiz de beyinler arası yolculuk yapan bu düşünceye yapışır. Kök hücreyi kısaca şöyle anlatayım: Kök hücre, vücudumuzun her bölgesinde yer alır. Bölündüğünde sekiz milyona ulaşır. Hastalanan, hasarlı doku ve organların yenilenmesinde görev alırlar. Muhteşem bir çalışma sistemleri vardır. Neyse, limbikten gelen duygu sürüngen beyne doğru giderken, anlattığım hücrelerin yaklaşık bin dört yüzü, yolculuk yapan o duyguya yapışır. Güzel şeyler düşünüyorsan protein üretir, bağışıklığın, sağlığın, enerjin vesaire artar yani o proteinin sana çok faydası olur vücuduna güzellikler getirir.’’ Sahra Azizcan’a bakıp ‘’Hastaysan şifada verir mi?’’ Diye sorunca Azizcan gülümseyip ‘’Tabiki verir, hem ruh hem’de beden sağlığın zirveye ulaşır. ’’ Dedikten sonra devam eder:
‘’Kötü şeyler düşünüp hele bir de umutsuzsan! O kimyasal diğer kötü düşüncelerden daha çok umutsuzluğu sever. Bu seferde kimyasal üretir. Bu kimyasal hem sinir sistemine hem de organlarına zarar verir. Buna artık depresyon mu dersin, stres mi veya mide ağrısı, uyku düzensizliği, hatta kanser! Hangi hastalığı istersen seç beğen al!
Sahra soran gözlerle bakıp “sonra ne oluyor?’ Dediğinde Azizcan:
“Sürüngen beyne doğru giden duygulara yapışmış olan kök hücreler, kimyasal salgılayıp o duyguyu kemirmeye veya proteinle sarmalamaya çoktan başlamışlardır. Sürüngen beyini kısaca anlatayım: Bu beyin, bizi yaşamda tutmak için fizyolojik işlemlerden sorumlu, kısaca kalp atışları, nabız, tansiyon, nefes alma gibi refleksleri oluşturan beyindir. Araba örneği olarak verirsek, ona direksiyon ve tekerlekler diyebiliriz. Sahra bu benzetmeye güldü, o gülünce Azizcan ’da güldü:
‘’Duygu ve düşüncelerin en son geldiği nokta sürüngen beyin demiştik. Gelen duyguları karşılayan sürüngen beyin, tıpkı şişeden çıkmış bir cin gibi, ‘düşüncelerin ve duyguların benim için emirdir!’ Diyerek hemen direksiyonu hedefine doğru kırıp korktuğun, endişe ettiğin şeye doğru giderken o işin olması için sen farkında bile olmadan o oluşumu sana yaptırarak, o endişe ettiğin durumun içine seni koyar. Yani korktuğun başına gelir”
Sahra şaşkınla elini ağzına götürüp ‘’Abooooov!’’ Der. Azizcan gülerek Sahra’ya bakıp:
“Ondan sonra da neden böyle oldu diye veryansın edip, kızıp sinirlenirsin! Dur bakalım, şikâyet etmeye hakkın var mı? Yok! Çünkü düşüncelerinle bu oluşumu kendi iradenle istedin. Beynine bunu sor, sana vereceği cevap ’Ne şikâyet ediyorsun? Ne diye bağırıp çağırarak isyan ediyorsun? Sen istedin, ben de yaptım. Şimdi suçlu ben miyim? İyi şeyler düşünseydin de onu yapsaydım! Sen kötü düşünüyorsan benim suçum ne olurdu.”
Azizcan, derin bir nefes alıp:
“Ne diyor Peygamberimiz, ‘Ameller, niyetlere göredir.’ Amel nedir? Bir amaç için yapılan iş! Sen ibadet edersin, ben ders çalışırım, babam işe gider. Herkesin bir ameli var değil mi? Niyet ayrı bir olaydır! Niyet düşünme, konuşma, hissetme yolu ile beyinde başlar. Az önce anlattığım beyinler arası yolculukla, birazda evrenden yardım alıp sana yaptırır ve işi olur hale getirince oda amelin olur. Bunun psikolojideki adı kendini gerçekleştiren kehanettir. Bir şey düşünüp kendini o düşüncenin içine koyduğunda, beyninle birlikte tüm evren o düşünceyi gerçekleştirir. Evren derken evindeki eşyalarla başlayıp ağaçlar çiçekler, çiçekteki toprak bile görünür görünmez tüm ruhlar evrendir. Hepsinin bir ruhu olduğu için senin yaydığın iyi veya kötü enerjiyi hayatına çekmek için yardım ederler.”
Sahra arkasına yaslanıp içinden “vay be!” dedikten sonra kendini toparlayıp fincana bakacakken, Azizcan konuşmasını sürdürdü:
“Mahatma Gandhi’nin bir şiiri vardır, çok severim. Aynı az önceki sıraladığım, beynimizin bize yaptığı durumu ve ayette de söylendiği gibi kendi kaderimizi kendi irademizle yönlendirdiğimizin açıklaması gibidir. Dersimizde soru olarak çıkmıştı bu söz. Orada der ki ‘Söylediklerine dikkat et, düşüncelere dönüşür. Düşüncelerine dikkat et, duygularına dönüşür. Duygularına dikkat et, davranışlara dönüşür. Bu sözü çok severim.”
Sahra çenesini kaşıyarak, ’Bu sözün Mevlana’ya ait olduğunu zannediyordum,’ dediğinde, Azizcan gülümseyerek, “Eminim Mevlana’nın da buna benzer sözleri vardır. Zamanım olsa da eski âlimlerimizin, erenlerimizin hayatlarını okuyabilseydim keşke! Eminim bundan daha da vurucu sözleri vardır onların.”
Sahra:
"Yani diyorsun ki insan kendi kaderini, yaşayacağı hayatı kendi belirler. Doğru mu?"
Aziz başını sallayarak:
"Aynen öyle diyorum, Allah üzerinde olan tek hakkımız olan istemekle, biz istiyoruz Oda veriyor. Dünya hayatında cenneti ya da cehennemi yaşamakta bizim elimizde diyorum. Yani tüm ödül ve ceza öbür âleme kalmıyor, birazını da burada yaşamamız gerekiyor. Cenneti yaşamak istiyorsan temiz düşüncelere sahip olman gerekiyor. Bak uzun yaşayanların hayatına, çok iyi beslendikleri için yüz yaşına kadar yaşamıyorlar. Güzel düşündükleri için, dünyayı ve dünya telaşını umursamadıkları için"
Sahra hemen araya girip Azizcan’ın sözünü keserek:
"Hiçlik makamında oldukları için!"
Azizcan, Sahra’ya bakıp gülerek:
"Hiçlik makamı, çok güzelmiş! Tuttum bunu! İşte uzun ve sağlıklı yaşamanın sırrı bu kelimeyle çok kısa anlatılmış. Hiçlik makamı! Bırak Allah’a, o senin için en iyisini yapacaktır. Sözün özü bu!"
Azizcan:
"Şimdi söyle ablacım, TUS’ta hangi branşı seçiyorum gördüm demiştin?" Deyince, Sahra gülümseyip fincana bakarken bir yandan da düşündü: "Bu çocuk insan davranışlarını iyi analiz ediyor, ama insan beyninden de bahsederken gözleri parlıyordu. Aslında istediği beyin cerrahlığıydı."
Fincanı elinden bırakıp Azizcan’a bakarak:
"Gördüm, hem de çok net gördüm! Burada bir kafatası var gördüm sen, beyin cerrahlığını seçeceksin. İleride bu bölümde alınacak tüm eğitimleri sabırla alıp Türkiye’nin gururu bir beyin cerrahı olacaksın!"
Azizcan gülümseyerek ayağa kalktı:
"Bu tarafsız plasebo etkisine ihtiyacım vardı! Tamamdır artık kararımı verdim, iyi bir beyin cerrahı olacağım. Bana dua et ablacım. Ama olumlu düşünerek dua et olur mu?” Diyerek gelip Sahra’ya sarıldı. Ve fişini alıp kasaya ödedikten sonra el sallayarak kafeden çıktı.
Sahra mutfağa geldiğinde Fatma’nın yemeği karıştırdığını görüp kendine çay alırken, az önce Azizcan’ın anlattıklarını tek tek ona anlattı. Fatma, tencerenin kapağını kapatıp, Sahra ile birlikte masaya otururken:
"Aferin ona, çok akıllı bir çocukmuş. İnşallah iyi bir doktor olup vatana millete faydası olur," diye yorum yaptı.
İçeri giren İbrahim, kaşlarını kaldırıp suçlu bir çocuk gibi yavaşça gelip Sahra’ya doğru eğilerek:
"Abla, müşterin var ama bu müşteri Sevoş’un müşterisi. Aşağıda ısrarla seni istiyor."
Sahra, İbrahim’e bakarak:
"Tanıdık biri mi kim?" diye sorunca İbrahim:
"Leyla,” dedi.
Fatma kaşlarını kaldırarak Sahra’ya baktı.
"Sakın!" dedi.
İbrahim Fatma’ya bakıp sessizce hızlı bir şekilde mutfaktan çıkıp gitti. Sahra çayını içmeye devam ederken Leyla mutfağa girdi ve Sahra’ya bakarak:
"Bak, oturmuş çay içiyor! Hadi çabucak çayını iç gel, aşağıda seni bekliyorum!" dedi ve çıkarken Sahra arkasından seslendi:
"Kusura bakmayın, siz Sevoş’un müşterisisiniz, bakamam!" dediğinde Leyla geri dönüp sinirlenerek ve bağırdı:
"O ibneye aylardır geliyorum, hiçbir bok bildiği yok!"
O sırada sesleri duyup gelen Sevoş, Leyla’ya bakıp:
"Hayırdır?" Der:
Leyla sinirli bir şekilde konuşmasını sürdürdü:
"Ne oldu ha, ne oldu? Söyle, hangi söylediğin çıktı? Hangi işlemin tuttu? Yalanlarınla aylardır kandırdın beni!"
Sevoş, Leyla’nın kolundan tutup çekerek:
"Sakin ol tatlım, gel odama gidelim, neler olmuş bakalım!"
Leyla kolunu sert bir şekilde çekerek:
"Ne diyorsun sen ya! Hala para kazanma peşindesin! Adam gitti, evim gitti, param bitti. Anladın mı?"
Sevoş sinirlenerek sesini yükseltti:
"Demek ki gitmesi gerekiyordu, gitti. Sana o kadar söyledim, ya mahkeme ya da sabır diye ama nerdeeee!"
Leyla, Sevoş’a bakıp sinirden ayağını yere vurarak:
"Ne sabrı ya! Ne diyorsun sen? Ne söylediysen yaptım. Evimi sattım, ona verdim çünkü sen bana ‘nikâh görüyorum’ dedin. Daha da bir sürü güzel şeyler söyledin; evlilik, çocuk, aile! Zaten o adi şerefsizde beni öyle kandırdı. Hani nerede?"
Sevoş müşterisinin gelip mutfakta kendini deşifre etmesine iyice sinirlenmişti. Öfke ile Leyla’ya bakarak bağırmaya başladı:
"Ben mi verdirdim malını mülkünü? Vermeseydin! İlk başta sana söylemedim mi, bu herif malına göz dikmiş, git mahkemeye ver demedim mi? Gitseydin, karıya bak ya! Adamla gezen sen, tatillere giden sen, altına yatan sen, her istediğini veren sen! Şimdi ben mi suçlu oldum? Şurada saçını elime dolayıp amele sümüğü gibi duvara bi yapıştırırım, görürsün dünyanın kaç bucak olduğunu!"
Leyla hiddetle bağırarak Sevoş’un üstüne yürüdü:
"Hadi vur, hadi vur!" deyince Fatma aralarına girip ikisini de sakinleştirmeye çalışırken, sesleri duyup gelen Cemre içeri girip mutfağın kapısını örterek:
"Ne oluyor burada!" diye sert bir sesle bağırdığında herkes sustu. Cemre, Leyla ve Sevoş’a baktı. Leyla, Sevoş’un baktığı falların hiçbirinin çıkmadığını söyledi, Sevoş tam kendini savunacakken Cemre onu susturup ikisini de alıp odasına götürdü.
Onlar gidince Sahra, Fatma’ya korku dolu bakışlarla bakarak kısık bir sesle:
"İşlem dedi değil mi? Herhâlde büyü falanda var işin içinde"
Fatma eli ile sus işareti yapıp yemeğin başına geçti. Sahra da gelen bir öğrenci müşterisi için aşağıya indi. Yukardan ses gelmiyordu Cemre herkesi sakinleştirdi diye düşünüp müşterisinin falına baktıktan sonra mutfağa geldi.
Mehtap kendine yemek almış, yiyordu. Sahra’da ses çıkarmadan kendine yemek alıp karşısına oturdu. Yemeğini yerken Mehtap fısıltılı bir sesle kendi kendine konuştu:
"İyi oldu götoş. Kendini bi bok zannediyor, oh canıma değsin. Benim müşterilerimi gördükçe kıskançlıktan geberiyordu, kudur inşallah "
Sahra, kendine söylendiğini düşünerek:
"Efendim, bana mı bir şey söyledin?" dediğinde Mehtap başını kaldırmadan sinirle:
"Sana ne söyleyeceğim be, yemeğini ye!" dedi.
İçeriye sinirli bir şekilde giren Sevoş, Mehtap’ı görünce suratı iyice asıldı. Dudağını büzerek mutfaktan çıkmak için dönünce Fatma, kolundan tutup yemeği işaret ederek gülümsedi. Sevoş tencerenin kapağını açıp yemeği görünce sevinerek Fatma’nın yanağını sıktı. Hemen kendine tabak alıp, içine bol bol yemekten doldurup Sahra’nın yanına gidip hafif arkasını Mehtap’a dönerek oturdu. Mehtap onun bu hareketini görünce kısık bir sesle:
"Göt!" dedi. Bunu duyan Sevoş da yemeğini yerken yan gözü ile Mehtap’a bakıp:
"Sen de olmayan!" deyince Mehtap kalkarak boş olan tabağını alıp sert bir şekilde evyeye attı. Sevoş gülerek Sahra’ya bakıp.
"Ay kııııız korkudan altıma sıçtım!"
Sahra sesini çıkarmadan yemeğini yemeye devam etti.
Mehtap mutfaktan çıkarken:
"Burası bok kokmaya başladı, mis kokulu odama gideyim bari!" diyerek gitti.
Sevoş yemeğini yerken Sahra’ya:
"Şimdi onun çok güzel ağzının payını verirdim, ama neyse, önümde yemek var, şu yemeğe dua etsin!" deyince Sahra ve Fatma birbirlerine bakarak güldüler.
Sevoş yemeğini bitirdikten sonra karnını tutarak:
"Öküz gibi yedim, yakında fil kadar olacağım. Hep senin yüzünden Fato!"
Fatma gülerek:
"Ne yaptım ben yahu!" deyince Sevoş:
"Böyle sevdiğim yemekleri yaparsan, yani bilemiyorum. Ayrıca dost musun, düşman mı? Bana kilo aldırıyorsun."
Sevoş göbeğini ovarak pencerenin yanına gidince, bir şey görmüş gibi cama yaklaşıp iyice baktı, sonra da İbrahim’i çağırdı:
"İbooooooo! İboooo! Boyun posun devrilsin İboooo, neredesin?"
Fatma yanına yaklaşıp merakla:
"Ne oldu, neden çağırıyorsun İbrahim’i?" diye sorunca Sevoş kendi kendine söylenerek:
"Lazım olunca ortadan yok oluyor!" deyip sinirle söylenerek sokağı işaret etti.
"Piç Ayhan gelmiş! Yine kafenin etrafında dolanıyor!"
İşaret ettiği yere bakan Fatma:
"Aaaaa, gördüm! Bu müptezeli polis içeriye atmamış mıydı?" Dediğinde Sevoş endişe ile yüzünü kaşıyarak:
"Bildiğim kadarıyla içerideydi, ne ara çıktıysa köpek! Gidip Cemre’ye haber vereyim de uzaklaştırması var, polisi arasın bari!"
Koşarak telaşla mutfağa gelen İbrahim, Sevoş’a bakarak:
"Beni mi çağırdın, aşağıdaydım?"
Sevoş, İbrahim’i elinin tersiyle iterek cevap vermeden mutfaktan çıkarak Cemre’nin odasına gitti.
İbrahim, bu hareketin ne anlama geldiğini anlamadı ve Fatma’ya bakarak ellerini açıp ne olduğunu sordu. Fatma, Ayhan’ın kafenin etrafında dolaştığını söyleyince birlikte camdan baktılar. İbrahim de Cemre’nin odasına gitmek için mutfaktan çıktı.
Gelen birkaç müşteriye daha fal bakan Sahra, artık eve gitme zamanı olduğunu düşünerek masasını düzenledikten sonra kasadan parasını alıp mutfağa çıktı. Mutfağı toparlamış olan Fatma, gitmek için hazırdı ve Sahra’yı görünce:
"Hadi üstünü değiştir de çıkalım," dedi.
Kilere giren Sahra, üstünü değiştirip makyajını sildikten sonra Fatma’nın yanına geldi. Birlikte eve gitmek için tam çıkacakları sırada Cemre, mutfağa geldi. Fatma’dan bir kahve yapmasını rica etti ve sandalyeye oturdu. Fatma, Cemre’nin canının sıkkın olduğunu anladı ve üç tane kahve yaptı, kahveleri masaya getirerek hep birlikte kahvelerini içtiler. Endişe ile Cemre’ye bakıp:
"Ne oldu, bir şey mi var, baban mı yoksa?" diye soran Fatma’ya, Cemre başını sallayarak:
"Babam değil, şu puşt kafamı kurcalıyor," dedi.
Fatma, sandalyenin arkasına yaslanarak:
"Haklısın, polis götürüyor ama iki gün sonra nasıl yapıyorsa yine çıkıyor!" dedi.
Sahra meraklandı ve Cemre’ye:
"Benim de anlamadığım, bu adam niye sana kafayı taktı?" diye sordu.
Cemre, Sahra’ya:
"Ne bileyim, kendi kendine gelin güvey oluyor. Zamanında buna acıyarak birkaç kere maddi yardım etmiştim, o günden bu yana yapıştı yakama!" dedi.
Sahra kaşlarını kaldırarak:
"Köpeğin yarasına merhem olursun, iyileşince bacağına yapışır. Bunun yaptığı da o hesap," dedi.
Cemre, Sahra’ya:
"Aferin kız, çok doğru söyledin! Ama o köpek, bildiğin köpek değil onlara kurban olsun"
Sahra merak edip biraz da çekinerek Cemre’ye bakarak sordu:
"Özür dilerim, sırf anlamak için soruyorum, kızma olur mu?"
Cemre başını tamam anlamında salladıktan sonra Sahra:
"Şimdi bu adamla yattıysan, uyuşturucu kullandığı için de kafa düzgün çalışmıyor. Acaba seni sahiplendi mi?"
Cemre kahkaha atarak Sahra’nın eline hafifçe vurur:
"Yok be yavrum, ne yatması! Sokakta yatıyordu, üşümüştü, eski yaşadıklarım aklıma geldi, karnını doyurup bir otele yerleştirip biraz da para vermiştim. O kadar! Ya senin bu merakın beni öldürecek! Asıl senin neyi daha çok merak ettiğini iyi biliyorum," diyerek ayağa kalktı ve eli ile Fatma ve Sahra’ya gelmeleri için işaret ederek odasına gitti. Şaşkınlıkla Cemre’nin odasına gelen Fatma ve Sahra içeri girip kapıyı örttüler. Cemre perdeyi kapatıp Sahra’ya:
"Göstereyim mi? Ha göstereyim mi?" diye sorunca Sahra şaşkınlıkla “neyi?” diye sordu.
Cemre hemen eteğini yukarıya kaldırıp, kırmızı tül külotunu gösterince, Sahra panikle elini gözlerine kapatıp:
"Yok, aman aman, merak etmiyorum, kapat!" diye bağırdı.
Cemre gülerek:
"Kız, ne utanıyorsun, şurada kız kızayız! Bak, aynısı gibi oldu, hatta seninkinden bile güzel, bak!" dedi.
Sahra dönüp Fatma’ya baktı. Fatma, kapının yanındaki kanepeye oturmuş gülerek ikisini seyrediyordu. Elimden bir şey gelmez anlamında kollarını açıp boynunu büktü. Sahra parmaklarını aralayıp, aralıktan Cemre’nin külotuna doğru bakınca Cemre külotu indirdi. Sahra yine panik olarak ellerini yüzüne kapattı. Cemre yanına yaklaşıp kolundan tutarak:
“Hayret bir şey, Sahra, seni gören tecavüz edeceğim zanneder. Korkma, artık erkek değilim! Aletimi kesip attılar ama malzemenin çoğunu kullandılar, hepsini atmadılar yani!”
Sahra yine Fatma’ya baktı. Fatma’nın güldüğünü görünce biraz cesaretlenip gözlerini açtı. Eğilip Cemre’nin cinsel organına bakarak konuştu:
"Kız Fatma, aynısı gibi olmuş, kılı tüyü, şekli, aynı vallahi!"
Cemre gülerek külotunu yukarı çekti ve eteğini indirdi:
"Tamam, gördün kurtuldun, merakın gitti değil mi?"
Sahra utanarak yüzü kızardı.
"Hayır, hiç merak etmedim," dedi.
Cemre parmağını sallayarak:
"Hadi canım, ben de yedim, seni tanımasam!" Dedi ve bu sefer de bluzunu yukarı kaldırarak göğüslerini açtı. İki küçük göğsünü gösterirken:
"Gel, gel elle!" dedi.
Sahra şaşkınlıkla bir adım geri çekildi. Cemre gülerek:
"Kız, salak, ne korkuyorsun, sadece ne kadar dik ve sert olduklarını göstermek istemiştim," dedi.
Sahra ellerini kaldırarak:
"Ellememe gerek yok, zaten görünüyor, dik duruyorlar," dedi.
Cemre bluzunu indirip masasına oturdu ve bir sigara yaktı. Derin bir nefes aldıktan sonra:
"Alt tarafımın görüntüsü güzel ama uygulamada hata olmuş. Ameliyatın nasıl yapıldığını anlatsam sabaha kadar sürer. Benimki kaçak ve ucuz yoldan olduğu için aceleyle ve uyduruk olmuş. Mesane sıkıntıları yaşayınca, bu sefer hastanede yeniden ameliyat oldum, anlayacağın bu hâle gelmesi kolay olmadı. O da benim hatam, kimseye söyleyecek sözüm yok! Şimdi diyeceksin ki cinsel hayatın normal mi, emin ol, senden daha fazla normal. Nedeni ise aldığımız hormonlardan dolayı cinselliği normal bir kadından daha fazla yoğun yaşıyoruz.
Sahra çekinerek Cemre’ye:
"Peki, tüm bu acılara değdi mi? Birde pişman mısın?" diye sorunca, Cemre durgunlaşıp sigarasından bir nefes çektikten sonra:
"Değdi veya değmedi diyemem! Pişman mıyım?... Cevap vermek istemiyorum." Dedikten sonra o anda yüzüne derin bir acı çöküp gözleri buğulandı. Dili söylemese bile yüz ifadesi pişmanlığını anlatıyordu. Sahra onun bu haline üzülmüştü. Konuyu dağıtmak adına gülümseyip:
"Sevoş ‘ta kestirecek mi?" diye sorunca, Cemre ve Fatma birbirlerine bakıp güldüler. Fatma, Cemre’nin yanına gelip sigarasından bir tane alıp, yakarak Sahra’ya baktı:
"Hayır, o kestirmeyecek! Halinden memnun," dedi.
Sahra’nın aklına hemen Lut Kavmi geldi, onlar da açığa çıkarıp serbestçe her şeyi yapmaya başladıklarında Allah’ın gazabına uğrayıp başlarına ateşli taşlar yağmıştı. Cemre sigarasını söndürüp Fatma’ya:
"Sizi tuttum, kusura bakmayın, isterseniz evinize ben götüreyim," dediğinde, Fatma ayağa kalkıp:
"Teşekkür ederim, gerek yok, sen babanı yalnız bırakma! Son zamanlarda iyi değil, ne olur ne olmaz, biz gideriz, nasılsa her saat otobüs var," diyerek kapıya doğru giderken, Cemre Sahra’yı dürtüp:
"Kız, görmek istersen bak, kırılırım, mutlaka söyle, her zaman gösteririm!" diyerek kahkaha attı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.