- 180 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 15 )
Hava bahar havası gibiydi. Fatma ve Sahra yürürken çiçek açan ağaçları görünce, daha kış bitmedi, daha mart soğukları gelecek diye yorumlar yapıp, eskisi gibi artık kar ve yağmur yağmadığını, yağsa bile az yağdığını, dünyanın artık susuzluğa doğru gittiği yönündeki endişeli sohbetler ederek kafeye geldiler. Üst kata çıkıp mutfağa gireceklerken iki numaralı odadan Cemre’nin endişeli bir şekilde çıktığını gördüler. Fatma, Sahra’ya mutfağa gitmesini söyleyerek kendisi, Cemre’nin yanına gitti. Mutfağa giren Sahra, ocağa çay koyup kiler odasına giderek üstünü değiştirip makyajını yaparak çıktı. Fatma, mutfağa gelmiş çantasını dolaba koyarken Sahra’ya dönüp:
"Ne oldu diye sorma olur mu?" dedi.
Sahra zaten Cemre hakkında bir şey soramayacağını bildiği için sormadı. Yukarı katın temizliğini birlikte yaptıktan sonra masaya kahvaltı hazırladılar. Cemre ve İbrahim de gelerek hep birlikte konuşmadan kahvaltılarını yaptılar. Cemre ve İbrahim gittiğinde Fatma bulaşıkları yıkarken, Sahra da eline bir bardak çay alarak pencere kenarına oturup sokağı seyretmeye başladı. İçeriye şarkı söyleyerek giren Sevoş, mutfağın orta yerinde durup, bulaşık yıkayan Fatma’ya ve çay içen Sahra’ya bakarak:
"Kargalar kahvaltılarını yapmış," dedi ve saçını savurarak kahkaha attı. Kendine çay alıp Sahra’nın yanına oturup bir sokağa, bir de Sahra’ya bakarak:
"Yavuklusunu bekleyen kız gibi bakıyorsun hayırdır kız?" deyince Sahra gülerek:
"Yok, be öylesine bakıyorum. İllaki her şeyin altında bir şey arıyorsun!" dediğinde Sevoş yine kahkaha atarak:
"Altında bir şeyin olması lazım şekerim, yoksa bir boka yaramazsın!"
Sahra:
"Senin şu neşenin yarısı ben de olsa keşke! Valla dünya umurunda değil, hayat sana güzel!" Sevoş dudağını büzerek Sahra’ya:
"Ay senin gibi gamlı baykuş mu olsaydım! Şu hâline bak, suratsız!"
Fatma işini bitirip kendine çay alarak, yanlarına oturup Sevoş’a:
"Dürtükleme şu kadını yahu!" Deyince Sevoş yaramaz bir çocuk gibi gülerek, Fatma’ya göz kırpar:
"Ay bunu kim ne yapsın da dürtsün! İkiniz de kocaları gömüp dullama olduktan sonra böcüünüz ölmüş!" Fatma gülerek Sevoş’un koluna hafifçe vurup:
"Bugün keyfin yerinde, maşallah!" Deyince Sevoş çayından bir yudum alıp, dudağını şapırdatarak:
"Dün bi eğlendik bi eğlendik, sorma! Bütün kızlar toplandık, eller havaya, sabaha karşı uyumuşum. Aslında gelmeyecektim de benim şu doktor karı var ya o gelecek. Aman of, onun da dertleri bitmiyor şekerim! Gerçi benim de işime geliyor ya neyyyse!" Sevoş, bir an susup Fatma’yla Sahra’ya bakıp suratını asarak:
"Öffff, aman, çok sıkıcısınız, kokmuş karılar!" Dedikten sonra bardağını eline alıp odasına gitti. Sahra, çayını içtikten sonra kalkıp aşağıya indi. Masasına oturur oturmaz karşısına genç bir kadın elinde ters çevrilmiş bir fincanla gelip oturdu. “Kafeye ne ara gelip, kahvesini içip yanıma geldi,” diye düşünürken kadın gülümseyerek heyecanla konuştu:
"Sizi bekliyordum," dedi.
Sahra, “hoş geldiniz” dedikten sonra kadına baktı. Kadın çok güzel, bakımlı ve şık giyimliydi. Sahra, fincanı önüne doğru çekerken kadın heyecanla:
"Sizi bana tavsiye ettiler, sanırım cinleriniz varmış," dediğinde Sahra şok oldu, kim çıkardı bu cin olayını diye içten içe kızarken kadın konuşmasını sürdürdü:
"İsmimi güvenlik amaçlı söylemeyeceğim," dediğinde Sahra kaşlarını çatıp merakla:
"Nasıl bir güvenlik anlamadım?" Dedi.
Kadın fısıldayarak:
"Eşim ağır ceza hâkimi, o yüzden isim falan söylemeyeceğim," dedi.
Sahra tamam anlamında başını sallayıp fincanın üstüne elini koyarak:
"Ne için bakacağız falınıza, genel mi yoksa bir konu üzerine mi?" Diye sorduğunda kadın sağa sola bakınıp sesini alçaltarak konuştu:
"Söylediğim gibi evliyim beş sene oldu. Çocuğumuz yok ama ikimizin de eski eşlerimizden çocuklarımız var. Bu arada ben kırk beş yaşındayım," deyince Sahra şaşırarak kadına bakıp:
"Aaaaa, ben yaşınızı yirmi beş veya otuz diye tahmin etmiştim!" dediğinde kadın gülümseyerek:
"Biraz estetik, biraz botoks" diyerek saçlarını arkaya doğru attı.
Sahra, “Maşallah,” diyerek fincanı işaret edince kadın heyecanla:
"Genel baktırmak istemiyorum, tek bir konuya bakmanızı istiyorum. Konu sevgilim. Yani beni seviyor mu sevmiyor mu?"
Sahra yine şaşırmıştı içinden, “Kadına bak, kocası ağır ceza hâkimi, okumuş, kültürlü, maddi durumu da iyi, korkmadan sevgili yapmış bir de. Sanırım adam yaşlı, bir de hâkim olması nedeniyle sert bir kişilik. Kadınsa cıvıl cıvıl diye düşündü. Fincanı açtı ve içine bakarak:
"Kocanla aranızda garip bir ilişki var," diye söze girdi.
Kadın heyecanlanıp Sahra’ya bakarak:
"Evet, doğru, garip, hatta anlatması zor bir ilişkimiz var," dediğinde Sahra yine içinden, “Yaş farkı bir de adamın mesleki sertliği, kadın heyecan aradı, demek ki,” diye düşündü. Ama yakalanırsa adam, çok sinirlenir kalemini kırıp kadını ömür boyu hapse atabilir. Onu bir şekilde uyarmam lazım diye karar vererek konuşmaya başladı:
"Burada kocanı görüyorum. Bu adam çok tehlikeli ve seni kıskanıyor."
Kadın evet diyerek devam etti:
"Kıskanıyor, doğru, ama bana neden böyle şeyler yaptırıyor, anlamıyorum!"
Sahra anlamamıştı. Bir türlü olayı çözemiyordu: “Adam ne yaptırıyordu bu kadına? Bu kadın bir şeyler yaşıyor ama anlatamıyordu. Kocası hâkim, adam zeki biridir, karısının onu aldattığını mutlaka hissetmiştir, çaktırmadan onu takip falan ettiriyor veya kendi ediyor,” diye düşündü içinden. Derin bir nefes alarak, yüzüne esrarengiz bir tavır takınıp fincana baktıktan sonra:
"Büyük bir karanlığın içine girmek üzeresin tatlım."
Kadın dehşet içinde gözlerini açarak:
"Nasıl yani?"
Sahra kadına bakarak:
"Senin başın yanacak. Ayrıca sevgilinin de önünde ayrı bir karanlık var. Bu arada eşin de bir şeyin arkasından gizlice sizi gözetliyor. Çok dikkatli olmanız lazım. Ya da bu ilişkiyi bitirmen lazım, başınız yanacak! Bak, bak fincanda gördüm, adamın gözü senin üstünde, çok kötü olaylar olacak, fincan seni uyarıyor!" dediğinde kadının rengi kaçmış, yüzü allak bullak olmuştu. Ağlamaklı bir şekilde:
"Sahra Hanım, inanın, benim bir suçum yok! Hepsini eşim yapıp o planlıyor, beni de içine atıyor. Ama bu sefer âşık oldum!" dedikten sonra gözlerinden birkaç damla yaş yanaklarına doğru aktı. Sahra kötü bir şeylerin olduğunu hissetmişti ama çözemiyordu. Kadınında kafası karışıktı suçluluk psikolojisiyle kendini savunuşundan bunu anlamıştı kocası bir şey yapıyordu, bunu anlatmaya hazırdı ama anlatamıyordu. Fincana bir süre baktıktan sonra masaya koyup masanın çekmecesinden bir mendil çıkarıp kadına uzatırken, şefkat dolu bir sesle konuştu:
"Suçum yok diyorsun ama fincanda gördüm, sen de masum değilsin. Fincanda çok şey gördüm, anlatılacak gibi değil! En iyisi sen olanları anlat bende sonucu ve neler olacağını anlatayım uzatmaya gerek yok daha kestirme olur bu"
Kadın, Sahra’ya yaşlı gözlerle bakarak:
"Vallahi, bu işi başlatan o! Bana kötü gözle bakmanızı istemem. Evlenmeden önce bilseydim asla evlenmezdim. Onunla evlendiğimizde ilk başta her şey güzel gidiyordu, hatta eşime âşık olmaya bile başlamıştım. Bir süre sonra benden sıkıldığını, değişik bir şeyler yapmak istediğini söyledi, şaşırmış ve yıkılmıştım, boşanmak istiyor diye düşünürken beni hediyelere boğup istediği şeyi yaptırdı."
Sahra yine anlamamıştı ama çokta merak ediyordu kocası ona ne yaptırmış olabilirdi ve kadın neden böyle korkuyor? Güvenlik için adını vermedi, yoksa birini mi öldürdüler diye düşününce birden panik olup kalbi küt küt atmaya başladı eğer öyle ise ne yapacaktı kendini kötü hissetti. Sakin olmaya çalışıp yok canım dedi içinden böyle bir şey yapıp ta gelip anlatacak kadar aptal değildir herhalde. Ama yine de ellerinin titremesine engel olamıyordu. Titreyen ellerini masanın altına saklayarak fincanın içinde görmüş gibi gözleriyle işaret edip:
"Sende hediyelerin cazibesine kapılıp istediğini yaptın değil mi?" Dediğinde kadın Sahra’ya bakıp:
"Size ayrıntılı göstermişlerdir, biliyorsunuz zaten" dedikten sonra derin bir nefes alıp gözyaşlarını silerken yeniden konuşmaya başladı:
"Kocam önceleri nereden buluyordu bilemiyorum. Yaşı genç erkeklerle anlaşıp para karşılığı eve getirerek, güya eşim evde yokmuş gibi rol yaptırarak, getirdiği gençle yatak odamızda sevişmemizi sağlıyordu. Kendi de gardıroba girip, özel olarak kapıda açtığı delikten bizi röntgenliyordu. Bu çok hoşuna gidiyor, bizi seyrederken dolabın içinde mastürbasyon yapıyordu."
Sahra, içinden yuh dedi. Belli etmemeye çalışıyordu ama daha büyük bir şok yaşıyordu. Kadına bakıp:
"Sen de buna alet oldun değil mi?" dediğinde kadın utanarak:
"Ne yapsaydım Sahra Hanım, boşansa mıydım? Lüks bir villada oturuyorum, altımda araba, evimde yardımcı kadınlar, öğlen yemeğine Paris’e uçuyoruz, sabah kahvaltısına Abant’a gidiyoruz. Boşanınca ne olacak zannediyorsunuz? Bu saatten sonra daha mı rahat edeceğim?"
Sahra fincana eline alıp içine bakarken içinden acaba cinayet mi daha kötü bir erkeğin karısını genç erkeklere pazarlaması mı? Hangisinde daha büyük şok yaşadım acaba diye düşündü. Derin bir nefes alarak düşünmeyi bıraktı. Kadına bakıp kaşlarını kaldırarak:
"Böylesi daha mı iyi sence?"
Kadın, Sahra’ya bakarak, konuyu değiştirmeye çalıştı:
"Benim bir sürü arkadaşım var. Bunların çoğu metres hayatı yaşıyor. Neden mi? Çünkü daha rahat bir yaşamları oluyor, yani ekmek elden su gölden. Adamlar ayrı ev tutup döşüyorlar, aylık yüklü miktar parayla güya eve kapatmış oluyorlar. Arkadaşlarım hem adamın parasını yiyor hem de istediği kişi ile çapkınlık yapıyor. Adam da haftada bir, gelip gün içinde metresi ile işini görüp gidiyor. Yani alan razı, veren razı!"
Sahra bu sefer şaşkınlığını gizleyemeyip:
"Dünya nereye doğru gidiyor anlamıyorum! Birçok insanın canı yok mu, iş bulup köpek gibi çalışıyor, kendi paralarını kazanıyorlar."
Sahra’nın şaşkınlığına gülen kadın:
"Metres olan öğrenciler bile var. Kalkıp bilmem nerelerden başka bir memlekete gelmiş, yurt parası, okulun masrafları, bir de üniversitelisin giyim kuşam için ailenin gönderdiği para yetmiyor. Sahra sinirlenmişti, söze girerek:
"Yok artık, her öğrenci öyle değildir! Tanıdığım birkaç kız var, kimsenin metresi değiller."
Kadın gülerek:
"Tanıdıklarınız belki değildir, ama emin olun imam nikâhlı veya muta nikâhlı, ya da nikâhsız yaşayan birçok kişi biliyorum. Bunlar acı gerçekler, hayat zor Sahra Hanım. Sırf bir günlük yiyeceğini almak için markete gidince ne kadar para ödediğini biliyorsundur. Adam gibi yaşamak isteyenler, parası çok aklı kıt evinde mutlu olmayan erkeklerle birlikte oluyorlar. Zaten adamlar da dünden razı, almayınca vermiyorlar. Yani kimse bedavadan yardım etmiyor. Bendemi onlar gibi olayım? Hiç değilse o benim kocam hem kariyeri var hem’de maddi durumu iyi!"
Sahra, kadına bakmaya devam edip konuşmasının bitmesini bekliyordu kadın gergin bir şekilde:
"Ay, nereden geldik buralara! Asıl konu benim derdim. Neyse, bu son birlikte olduğum genç çocuk acayip yakışıklı, çok nazik, kibar birisi. Genelde eşim en fazla iki kere getirmiştir, ama bunu da sevmiş olacak ki bu seferki uzun sürdü, iki aydır sadece o geliyor. Hep sevişirken kulağıma beni sevdiğini, çok güzel olduğumu fısıldıyor, bu beni çok etkiliyordu, istemsizce ona âşık oldum. Bir gün işimiz bitip onu uğurlarken, gizlice telefon numaramı eline verdim, ’yarın ara’ diye işaret ettim."
Sahra merakla ve geçmeyen şaşkınlığıyla kadını dinliyordu. Kadın bir nefes alarak sözlerine devam etti:
“Ertesi gün öğlen aradı. Zaten telefonunu heyecanla bekliyordum, açtım ama sesi soğuktu. Ben heyecanla ona âşık olduğumu söyleyince âdeta beni azarlar gibi, biz seninle para için bu işi yapıyoruz, içine duygular karışmamalı dedi. Ama ikna olmamıştım, yanında birileri var herhâlde, o yüzden böyle konuştu diye düşünüp akşamüstü bu sefer de ben aradım, yine aynı soğuklukla cevap verdi, bir daha kendisini ararsam engelleyeceğini söyledi, bana bağırarak yaptığımız şeyin iş ilişkisi olduğunu söyledi ve kapattı. O gün çok sinirlenip eşime onu bir daha çağırmamasını, başka birini bulmasını söyledim.”
Kadın susup yere bakmaya başladı. Sahra sessizce kadına bakıyordu. Bir süre sonra kadın tekrar konuşmasına devam etti:
"Kocam ona âşık olup olmadığımı sordu. Ben de korkudan inkâr ettim. Eğer âşık olursam çok kötü şeyler olacağını söyleyip aba altından sopa gösterdi, yani kibarca beni tehdit etti. Sonra ne yaptı biliyor musunuz?" Dedikten sonra derin bir nefes alarak devam etti:
"Bu sefer de yazlık evimize gittik. Tabii uçak bileti falan alındı, o genç de arkamızdan geldi. Yine aynı sistemle delinen dolap kapağı arkasından, biz seviştik, eşim seyretti. İşimiz bitince o gidiyor, otelde kalıyordu, ertesi gün gündüz yine geliyordu, bu durum on gün sürdü. Bir gün eşim, parmağıma yeni aldığı pırlanta yüzüğü takarak, bu gün sizi yalnız bırakacağım, istediğin gibi hareket edebilirsin bunu da teşekkür olarak kabul et, dedi. Çok şaşırmıştım, eşim gittiğinde o geldi, neyse yatak odasında işimizi bitirdikten sonra gidecekken ona eşimin olmadığını, bu gün baş başa olacağımızı biraz daha kalmasını söyledim. Adeta delirdi bunu benim ayarladığımı düşünerek bana bağırıp çağırdı. Ve eşimin bıraktığı içi para dolu zarfı masanın üstünden alarak gitti."
Kadın susmuş yere bakıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra başını kaldırıp Sahra’ya bakarken, üzgün bir ses tonu ile:
"Kulağıma öyle şeyler fısıldadı öyle mutlu etti ki beni, anlatamam! Kadın olduğumu onunlayken anladım. Sevdim, âşık oldum, o da âşık gibi davranıyordu, çok sıcak, sevgi dolu sarılıyordu. Tüm bunlar yalan olamaz, bunun adı iş olamaz! Sanırım kocamdan korktuğu için inkâr edip yalan söylüyor."
Sahra artık durumu anlamıştı ve içinden hızlı bir şekilde analiz yapmaya başladı. Şimdi bu genç adamın, kocasından korkmuş olması imkânsız çünkü ağır ceza hâkimi olduğunu bilmiyor ki. Kocası aptal değildir, eminim kendini ve eşini hatta kariyerini bile güvene almıştır, tedbirsiz davranmaz diye düşünüp eline fincanı alarak esrarengiz bir tavırla bakmaya başladı.
"Evet, tatlım şimdi sorduğun soruya gelelim. Bu genç çocuğun seni sevip sevmediğini merak ediyorsun. Söyleyeceğimde üzülmeni istemiyorum, bazen gerçekler acıtır," dediğinde kadın Sahra’nın yüzüne heyecanla baktı:
"Ne görüyorsanız doğruyu söyleyin, üzüleceğim diye korkmayın!"
Sahra gözlerini kapatarak, sanki bir şeyler okuyup fincana üfürüyor gibi yapıp gözlerini açtı ve fincana bakarak:
"Evet, şimdi daha net görüyorum... Çok üzgünüm tatlım, bu çocuğun gönlünde başka biri var, sana âşık değil, sadece para kazanmak için işini yapıyor,” dediğinde kadın çok şaşırmıştı, ayağa kalkacak oldu ama geri otururdu, yerinde duramayıp stresle bacağını sallamaya başladı. Sahra’ya bakıp sesini yükselterek:
"Hayır, yanlış görmüş olabilirsiniz! Onun da bana âşık olduğundan eminim! Evli olduğum için böyle davranıyor. Bir daha bakın lütfen, bir yanlışlık var."
Sahra, kadının yıkılmış hâline üzülmüştü, ama boşu boşuna kendisini sevmeyen biri için umutlanacak, yuvasını yıkacak, belki de daha kötü şeyler olacaktı. Üzgün bir ses tonuyla:
"Çok üzgünüm seni o çocuğun kalbinde göremedim! Sen, sadece para kazandığı bir müşterisin. Bu çocuk profesyonel jigolo yani mesleği bu, neden bunu görmek istemiyorsun? Boşu boşuna umutlanıp kendini üzüyorsun! Kocanı da bir şekilde ikna et böyle maceralardan vazgeçin. Yoksa başınız belaya girecek. Karanlık utanç ve felaket görüyorum bu işin sonunda!”
Kadın sinirle ayağa kalkıp hızlıca çantasından beş yüz lira çıkarıp masaya fırlatarak:
"Nasihate ihtiyacım yok! Teşekkür ederim," diyerek kafeden çıkıp gitti.
Sahra masadaki parayı toplarken içinden bu kafede çalışmaya başlayınca insanları hiç tanımadığının bir kez daha farkına vardı ve her gün değişik huylu bir insandan yeni bir şey öğreniyorum diye düşünerek kasaya gidip yazdığı fişle birlikte parayı verip yukarı çıktı.
***
Akşam olmuştu. Sahra’nın işleri o gün kalabalık bir öğrenci gurubu yüzünden oldukça yoğun geçmişti. Diğer falcılar gitmişlerdi. Yukarı çıkıp, üstünü değiştirerek, makyajını silip çıktığında mutfakta masaya oturmuş hâlde Cemre’nin ağladığını gördü. Fatma, ona su vererek sakinleştirmeye çalışıyordu. Sahra, Fatma’ya bakarak, "ben gideyim mi?" diye işaret edince Cemre fark edip Sahra’ya “gitme” dedi. Sahra da gelip yanlarına oturdu. Mutfağa gelen İbrahim, Cemre’nin ağladığını görüp kısık bir sesle, "Yapabileceğim bir şey yoksa kafeyi kapatıp ben de gidiyorum abla!" dedi.
Cemre İbrahim’in yüzüne bakmadan gitmesini işaret etti. Fatma ve Cemre sigara yakıp içerlerken Cemre sakinleşmişti. Sahra da kahve yapıp getirdi, birlikte kahvelerini içerlerken Cemre Sahra’ya, "Biliyorum çok merak ediyorsun. Fatma biliyor! Sır küpüdür eminim sana’da anlatmamıştır madem onunla can ciğer yoldaş oldunuz o sana inandı, güvendi. Ben de güveniyorum. Sen iyi bir insansın, kalbin temiz. Geçmişten konuşmak hoşuma gitmiyor ama artık sen de bil! Çünkü artık saklayamıyorum sakladıkça, anlatmadıkça içim şişiyor ciğerim yanıyor!"
Sahra, Cemre’nin böyle çaresiz tükenmiş konuştuğunu ilk defa görüyordu. Ne anlatacaktı acaba tüm dikkati ile dinlemek için sandalyesini öne çekerek Cemre’ye baktı.
"Biz üç erkek kardeşiz. İki abim evli ve evleri ayrıydı. Annem trafik kazasında öldüğünde on iki yaşındaydım, babamla yalnız kalmıştık. Birbirimizi sarmalanıp yalnızlığımızı ve acımızı gidermeye çalıştık. Bir sene sonra babam eve yanında, 12 yaşında kızı olan bir kadın getirdi. Beni karşısına alarak, ’Oğlum dedi, yemekti, çamaşır, temizlik derken perişan oluyorduk işte sana yeni bir anne geldi. Hadi öp elini yanındaki de kız kardeşin iyi geçinin’ dedi. Kadının elini öptüm. Yeniden mutfaktan yemek kokuları geleceği, bir arada güleceğimiz sıcak bir evimiz olacağı için sevinmiştim.
Cemre, sigarasını içine çekerken, Sahra da kahvesini içip Cemre’ye bakıyordu.
"Neyse, aylar geçtikçe anne dediğim kadının bana olan tavırları da değişmişti. Eskisi gibi kızı ile okula gitmeme izin vermiyor hatta birlikte ders çalışmamıza bile kızıyor, beni odama gönderiyordu. 13 yaşındaydım ve neden bana böyle davrandığını anlayamıyordum. Annemin yerini tutmasa da onu anne gibi sahiplenmiştim. O böyle değişince babam da değişmeye başladı, sık sık saçma sapan bir şeyler yüzünden beni azarlıyordu. Artık evde rahat değildim, diken üstünde duruyor yemek yemeye bile korkuyordum. Bir gün kadının kızı, annesinin cüzdanından para çalmış, annesi de çok sinirlenince korkusundan benim üstüme attı. Tabii hesaba çekildim, ne kadar yeminler ettiysem de inanmadılar. Babam, eve geldiğinde, ‘Başıma bir de hırsız mı kesildin!’ diyerek beni âdeta öldüresiye dövüp karısını sakinleştirmek ve gözüne girmek adına kolumdan tutarak beni sokağa attı. Kapıyı kapatıp kilitlemeden önce, Bir daha gelme, siktir git! Diye bağırdı. Hani derler ya laf zamanında açılır, tam bu mevsimde şubatın sonlarına doğruydu. Öylece o ayazda sırtımda yırtık bir hırka ile gece yarısı sokağa atılmıştım."
Sahra heyecan ve öfkeyle, Cemre’nin elini tutup, "Ayyy küçücük! Üstelikte kendi çocuğunu insan nasıl sokağa atar inanamıyorum!"
Cemre kahvesinden bir yudum alarak konuşmasına devam etti:
“Evde çalınan para yüzünden yemek yiyememiştim daha doğrusu kadın vermemişti. Karnım aç ve üşüyordum. Babam zaten son günlerde benden sebebini bilmediğim bir şekilde nefret etmeye başlamıştı. Bir de bu olay olunca öfke kusarak, ‘siktir git bir daha gelme’ deyip kapıyı kilitlediği için bir daha o eve giremeyeceğimi anlamıştım. Nereye gideceğim diye düşündüm. Abilerime gitsem onlarında eşleri beni istemiyorlardı. Çünkü daha önce kalmak için yanlarına gittiğimde, benim yüzümden kavgalar etmişlerdi onlara da gidemezdim. Bir süre ağlayarak yürüdüm, artık ne kadar yürüdüysem tanımadığım bir parka geldim, yorgunluktan ağaçların arasına gidip büyük bir ağacın altında büzüşüp uyumuşum. Sabah uyandığımda kaskatı kesilmiştim, her tarafım ağrı sızı içindeydi. Hemen ayağa kalkıp sağa sola baktım kimseler yoktu. Yine ağlayarak amaçsızca yürüdüm, açtım ve çok üşüyordum. Bir bakkalın önünden geçerken içimden ekmek çalmak geldi. Evdeki hırsızlık olayını düşünüp çalmadım.”
Fatma derin bir iç çekerek Cemre’ye:
“Anlatmak seni çok üzecek, istersen anlatma! Gerekirse ben Sahra’ya anlatırım. Cemre acı bir gülüşle Fatma’ya:
“İçimde birikip sonra da beni zehirliyor. Anlatırsam belki zehrimi atıp azda olsa rahatlarım Fatma’m!
Cemre kahvesini içip bitirerek, konuşmasına devam etti:
“İkinci günü hiç unutmuyorum hava yağmurlu ve soğuktu. Köprü altı ya da yıkık bir ev, nereye sığınsam orası sokakta kalanların sığınma yeri olmuştu, beni kovuyorlardı. Gitmek istemeyince de dövüyorlardı. Karnım çok açtı, elim ayağım âdeta buz tutmuştu. Titreyerek akşama kadar, yağmur ve soğuktan kendimi koruyacak bir yer aradım. Artık tükenmiştim, bir ağacın altına oturup yine ağlamaya başladım. Ölmek istiyordum, onu bile nasıl yapacağımı bilmiyordum. Yanıma babam yaşında bir adam gelip saçımı okşayarak, neden ağladığımı sordu. Ben de onun bu samimi sorusuna inanıp, tüm olan biteni anlattım. Bana, ‘Gel benimle, önce senin karnını doyuralım,’ dedi. Sevinmiştim, birlikte küçük sıcak bir lokantaya gittik, yemek yedim ısındım. Kendime gelmiştim, adamı babam gibi sevmiştim; çünkü bana sevgi gösteriyordu. Sonra evine götürdü, evi dediysem bir inşaatın giriş katındaki pencereleri naylonla örtülmüş bir odaydı. Yerde, halı falan yoktu. Kenarda bir yer yatağı, bir küçük tüp üstüne takılmış bir ısıtıcı vardı. Bana dönüp, ‘Bu yatakta birlikte yatarız, seni ısıtırım üşümezsin,’ dedi Önce huylandım, ama baba gibi şefkatliydi. Onunla yatağa girdim, baba diye sevdiğim adam, o gece bana zorla tecavüz etti. Elinden kurtulamadım, kafama kafama vurdu. Zorla ellerimi arkadan bağlayıp ağzımı tıkadı, ona gücüm yetmedi.
Cemre, gözlerinden sicim gibi yaşlar akarken:
“Canım çok yanmıştı! O kadar üşüdüm, açlık çektim, hiç o kadar ölmeyi istememiştim. Allah’ım öldür beni diye sabaha kadar ağladım! Adam bana, ‘Seni doyurdum, ısınmanı sağladım, bunlar için bana borçlusun,’ dediğinde anladım ki bir lokma ekmek için sığınacak bir yer için böyle ödemem yapmam gerekiyordu.
Sahra gözleri dolu dolu acı bir ses tonuyla:
“Neden polise gitmedin ki?” deyince Cemre, Sahra’ya:
“Polise sadece suçlular gider zannederdim, ne bileyim 13 yaşında çocuğum. Tecavüz edilince ben de suçlu oldum, hapse atarlar diye polis gördükçe kaçtım. Keşke gitseydim keşke o gece bir karakola sığınsaydım bilmedim, bilemedim..! Neyse, sizi fazla üzmeden özet geçeceğim. Artık sokaklarda kalıyordum. Kimse karşılıksız bir şey vermiyordu, onu anlamıştım. Artık sokağın kurallarını da öğrenmeye başlamıştım.”
Sahra elini ağzına götürmüş ve aynı zamanda gözleri yaşla dolmuştu. Yutkunarak konuştu:
“13 yaşında, ana kuzusu çocuk ya! O küçücük yaşında yemek için, ısınmak için, dayak korkusundan, aman Allah’ım bu nasıl insanlık!”
Cemre ağlamaya başlayınca, Fatma’nın da gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Bir süre susup sessizce ağladılar. Sonra Cemre peçete ile burnunu sildikten sonra sessizliği bozarak:
"İnsanın babası ölünce yetim olur derler, ama asıl annen ölünce hem yetim hem de öksüz oluyorsun. Benim de kimsem yoktu, artık bunu iyice anlamıştım. Biraz zaman geçtikten sonra artık fazla ürküp korkmuyorsun. Sokak kurallarına göre yaşamaya alışıyorsun. Neyse, bazen hırsızlık yaparak bazen de kendimi kullandırarak yaşamaya başlamıştım. Benim gibi sokakta kalan bazı çocukların da benim yaptığım işi yaptığını görünce artık kendime acımaktan vazgeçip, kısa yoldan karnımı doyurup sıcak bir yere götürecek, her erkeği kabul ediyordum. Böylece birkaç sene geçti. İyice sokak orospusu olup, erkekliğimi ve erkek olduğumu unutmuştum. Artık ben bir travestiydim! Renkli kıyafetler giyinip yarı kadın yarı erkek gibi ortalarda dolanıyordum. Kim para verip, yemek yedirirse, geceyi sokakta değil de sıcak bir otelde yumuşak bir yatakta geçirmek için müşterimi alabildiğine mutlu etmeye çalışıyordum. Bir gün yanıma sokağın çekindiğimiz abisi olan Raco geldi. Beni yanına almak istediğini söyledi. Onun hayat kadınları ve hırsızlık yapan erkeklerin bulunduğu büyük bir evi vardı. Bana kalacak bir yer, yemek, duş ve koruma gibi lüksleri olan bir teklifte bulundu. Karşılık olarak da onun için çalışacaktım. Müşteriyi o bulacaktı, ben de aldığım paranın yüzde yetmişini ona verecektim. Yaptığı teklif cazipti. Çünkü para kazanmak için çıktığımız otoban yollarda bazı arkadaşlarımız manyaklar tarafından dövülüyor, öldürülüyordu."
Sahra çekinerek elini kaldırıp "Kızmazsan bir şey sorabilir miyim?" Dediğinde, Cemre gülümseyerek "Sor" dedi.
"Şimdi o işi yapıyordun ya, merak ettim acaba zevk alıyor muydun o işten yoksa hep acımı çekiyordun?"
Cemre gülümseyip derin bir nefes aldıktan sonra:
"Onca anlattıklarımdan sonra tek merak ettiğin şey bu mu Sahra! Hayret bir şeysin ya! Sahra utanmıştı başını öne doğru eğip sustu. Bir süre kimse konuşmadı sonra Cemre derin bir iç çekerek:
‘’Onu da anlatayım da merakın gitsin! Tabi o yaşlarda zevk almıyorsun yaşadığın duygu sadece korku ve acı! Büyüyüp alıştıktan sonra alıyorsun. Şimdi nasıl diye soracaksın söyleyeyim. Prostat zevki ya da prostat orgazmı diye bir şey var. Tüm erkeklerde prostat vardır yani arkalarında. İşte orası bizim zevk noktamız"
Sahra çok şaşırmıştı, ilk bunu defa duyuyordu. Eve gidince bunu internetten araştıracağım diye karar verip Cemre’ye baktı. Cemre yeniden sigara yakıp:
"Neyse, uzatmayım artık, Raco’nun malı olmuştum. O müşteri buluyordu, ben gidip işimi görüp parayı getiriyordum, yüzde otuzunu alıp gidip duşumu alarak yatağıma yatıyordum. Artık üşümüyor ve güvenli alandaydım. Eskisi gibi uyuyunca neyim çalınacak, biri boğazımı kesecek mi diye korkmuyordum. Günlerim böyle geçerken yaşım yirmi olmuştu. Askerlik çağım gelmişti, Raco tanıdıkları vasıtasıyla askerliğimi çürüğe çıkardı, çünkü askere gidersem ona iyi para kazandırdığım için kaynağını kaybedecekti, o yüzden askere göndermedi beni. Hiç unutmuyorum, Raco sık sık gelip hepimize çeşitli şiirsel tehditkâr sözler söylerdi. Siz sadece gülüşümü yakalayın, öfkem size ağır gelir unutmayın! Bazen yanlışı görmezden gelip sessiz kalırım, sabrım taştığında bir esersem mevsim değişir!’ Diyerek bizi şiirsel bir dille tehdit ederdi. Açıkçası o şekilde bile söylese hepimiz ondan korkardık."
Fatma araya girip Cemre’ye:
"İlk olay olduğunda Raco’nun orada mıydın?" Diye sorunca, Cemre başını sallayarak evet dedi.
“Ben de şimdi ondan bahsedecektim. Bir gün akşam, babama kim söylediyse ‘Oğlun travesti olmuş,’ demişler. Üvey annemin gazı, abilerimin ’de yardımıyla sorup soruşturmuş, kaldığım yeri öğrenmiş. Hemen bir silah satın alarak beni vurmaya gelmiş. Tabii Raco’nun kapıda korumalar var, içeri girememiş. Havaya birkaç el ateş edince ben de meraklanıp pencereden kim diye baktım. Aşağıda avazı çıktığı kadar bağıran kişi babamdı. Cemil, in aşağı orospu çocuğu, ibne! Götveren şerefsiz! Buraya geeeel!" Diye küfürler edip bağırıyordu.”
Sahra kaşlarını kaldırıp heyecanla, “Sonra ne oldu?” Diye sorunca Cemre:
"Ne olacak, polisler geldi falan işte. Bizi götürürlerken babam küfür ederek saldıracak oldu engel oldular. Raco yine ne yaptı ne ettiyse bir şey olmadı, bizi bıraktılar. Karakoldan gizlice çıkıp eve geldik, ama babam artık yerimi öğrenmişti. Kapıda nöbet tutuyordu, dışarı çıkamıyordum. Biliyorum, yine silah almıştı, çıktığımda beni öldürecekti. Raco bu durumdan rahatsız olmuştu, çünkü artık işe gidemiyor, evde kalıyordum. Para kaynağından biri eksilmişti. Bir gün beni karşısına alarak nasihatler edip ve artık birlikte çalışamayacağımızı söyledi. Beni ortaya da atmak istemiyordu. Bir tanıdığının yanına bırakmaya karar verdi. Gece yarısı babam sokakta kıvrılmış uyurken sessizce yanından Raco ile geçip o tanığım dediği Sevoş’un evine gittik."
Sahra heyecanla Cemre’ye:
"Aaaaa, bizim Sevoş’un mu?" Diye sorunca Cemre gülerek:
"Evet, bizim Sevoş,” dedi ve konuşmasına devam etti:
"Yirmi yaşında çok gençtim, uzun boylu güzel bir delikanlıydım. Böylelikle artık Sevoş’un evinde kalmaya başladım, ama iş ve para lazımdı. İnternetten iş aramaya başladığımda Sevoş, çalıştığı kafede bir garsonun ayrıldığını, onun yerine garson aradıklarını söyledi. Yalnız giderken erkek kıyafeti giymemi ve öyle görünmemi söyledi. Ben de Sevoş’tan aldığım borç para ile birkaç erkek kıyafeti alıp giyerek görüşmeye gittim. Görüştüğümüzde beni hemen işe başlattılar. Sevoş o kafede fal bakıyordu, ama birbirimizi tanımıyor gibi yapıyorduk. Çünkü sahibi tutucu biri olduğu için Sevoş bile hareketlerine çok dikkat ediyordu. Onu acıdığı için işe almıştı, ama benim gibi birini kabul etmezdi. Yeniden erkek kimliğimle çalışmaya ve normale dönmeye çalışıyordum. Raco bana hormon iğneleri yaptırdığı için artık sakalım falan çıkmıyordu, hatta hafiften göğüslerim bile çıkmıştı. Neyse, göğüslerimi korse ile sarıp gizledim. Adımı da Köse Cemil koydular, o şekilde iki sene orada çalıştım. Öyle azimli çalışıyordum ki, herkes özellikle kafenin sahibi, beni sevip takdir ediyordu. Fazla sürmedi, bana sorumluluk, yani şimdiki İbrahim’in yaptığı görevi verdi. Artık garsonların ve kafenin şefi olmuştum. İşte Zeki Bey’le orada tanıştım. Kafe sahibinin arkadaşıydı, her geldiğinde benimle sohbet edip bazen de hediye falan getiriyordu. Onunla çeşitli dünya hâllerinden sohbet etmek çok hoşuma gidiyordu. Zeki Bey, evli yaşı’da benden büyüktü şefkatli ve korumacıydı. Bu da en ihtiyacım olan şeydi. Onu sevdim, sanki sığınacak sakin bir liman gibiydi. Bana huzur ve güven veriyordu."
Fatma, Cemre’ye bakarak saati gösterince Cemre:
"Kızlara telefon edin merak etmesinler, sizi arabayla evinize bırakırım." Dedi.
Bunun üzerine Sahra kalkıp kızını telefonla arayarak, geç kalacaklarını işlerinin çıktığını söyledi ve kapattı. Cemre kalkıp kendine bir bardak su alıp içtikten sonra konuşmasına devam etti:
"Çok uzatmayacağım, sizin de zamanınızı almayım. Özetle, yine babam kafedeki çalıştığım yeri de bulup elinde silahı ile bastı. Küfürler, hakaretlerle kafenin içinde beni aradı ama ben arka pencereden atlayıp kaçtım. Artık nereye gittiysem babam buluyor, ben kaçıyordum. O dönemlerde Sevoş hep yanımdaydı. O da benle kaçtı, benimle ağladı, benimle birlikte o stresleri yaşadı. Aradan birkaç sene geçti, Zeki Bey, benimle irtibatını hiç kesmemişti. Zor günlerimde o da Sevoş gibi maddi manevi hep yanımda oldu sağ olsun. Zeki bana başka bir kafede iş buldu, orada da garsonlukla başlayıp yine şef olmuştum. Her şey yolunda babamın da uzun zamandır sesi çıkmıyor derken bir gün Zeki, bu sessizliği merak edip araştırdığında babamın felç geçirdiğini ve devlet hastanesinde yattığını söyledi. Zeki birkaç kere arkadaşıymış gibi ziyarete gitmiş. Babamın tüm vücudu felçli olduğu için konuşamıyor sadece gözleri hareket ediyormuş. Artık haberlerini ondan alıyordum. Rahatlamıştım. Babamdan kaçmak zorunda kalmayacaktım ama bir taraftan da böyle bir duruma düştüğü için kendimi suçluyordum. Yine bir gün benim yüzümden felç oldu diye ağlarken Zeki yanıma gelip bana kızarak, senin yüzünden felç olmadı! Baban, analığınla bir erkeği kendi evinde, hem’de kendi yatağında görünce felç geçirmiş!’ Dediğinde hem şaşırmıştım hem de babamın böyle bir şey yaşadığı için bu seferde ona üzülüp ağlamıştım.
Cemre yüzünde acı bir ifadeyle gülümseyerek sigara yaktı. Derin bir nefes çektikten sonra:
‘’Neyse uzatmayım babam hastanede yatarken, karısı kendi kızını aceleyle evlendirdikten sonra evin tüm eşyalarını alarak evi terk etmiş. Olanları abimler ona anlatmışlardır orasını bilemiyorum. Babam birkaç ay daha hastanede yattıktan sonra doktorlar, ‘Artık yapılacak bir şey yok, hastanızı alıp evinize götürün evinizde bakın,’ demişler. Onun üstüne abilerim de bir daha hastaneye gelip sahip çıkmamışlar. Hastaneye gelip alan olmayınca hastane yetkilileri, babamı götürüp Darülacezeye yatırmışlar. Cemre sigarasından derin bir nefes çekip bir süre sustu:
‘’Bununda haberini alınca tüm cesaretimi toplayarak yanıma Zeki ve Sevoş’u alıp Darülacezeye ziyarete gittim. Konuştuğumuz yetkili bize babamın sahipsiz olduğunu hiç kimsenin ziyarete gelmediğini söyleyince burnumun direği sızlayıp, içim cız etmişti. Yattığı odaya korku ve heyecanla tir tir titreyerek girdiğimi hiç unutmuyorum. On kişilik bir odanın en dibinde makinalara bağlı bir şekilde saçı kazınmış bir hâlde yatıyordu. Saçı sakalı bembeyaz, zayıflıktan çökmüş âdeta yatağa yapışmıştı. Onu o hâlde görünce öyle kötü oldum ki anlatamam. Yanına yaklaştığımda beni görüp öfke ile bakmaya başladı, âdeta gözlerinden ateş çıkıyordu, yanında bulunan EKG makinasından kalp atışlarının hızlandığını görebiliyordum. Ağlayarak ‘baba’ dediğimde bana nefretle bakan babamın kalp atışları daha da hızlanıp makine sinyal vermeye başlayınca koşarak bir hemşire gelerek, bizi yanından uzaklaştırdı”
Cemre gözlerinden akan iki damla yaşı silip:
“O hâldeyken bile bana nefretle bakıp, hatta kalkıp öldürmek istiyordu. O parayı ben çalmadım suçum yoktu bana inanmadın baba diyemedim! Masum 13 yaşında bir çocuktum, kış günü gece yarısı beni sokağa atan sendin baba diyemedim! Çok korktum ve çok ağladım baba diyemedim! Sen sıcak evinde mutlu yaşarken bana tecavüz ettiler baba diyemedim! O soğukta ısınmak için, karnımı doyurmak için nelere katlandım baba diyemedim! Bu hâlime sebep sensin baba diyemedim!
Cemre’nin gözlerinden yaşlar sel gibi akıyordu. Sahra ve Fatma da ağlıyordu. Cemre burnunu silerken boğuk bir sesle:
‘’Seni çok özledim, seni çok seviyorum baba diyemedim! Çok istedim ama hiç birini diyemedim.”
Bir süre konuşmadan sigarasını içen Cemre derin bir of çekerek kalkıp pencereyi açtı. Fatma’da kalkarak ona su getirdi suyu içen Cemre acı dolu bir sesle sakince tekrar konuşmaya başladı:
“Sokaktasın mevsim kış; yağmur, kar ve soğuk bunu anlayamazsınız, insan üşüyünce tüm bedenin uyuşup etlerin sızlıyor, birazcık ısınmak için, karnımı doyurmak için. Yahu bir lokma ekmek için!… Ben o çocuk yaşımda ağlayarak, korkup acı çekerek, insanların bana tecavüz etmesine izin vermek zorunda kaldım. Ben mi istedim bu hayatı? Erkektim ben erkek! Şimdi evli barklı, çocuklu bambaşka bir hayatım olabilirdi! Babam yüzünden, analığım, abilerim ve sokaktaki fırsatçılar yüzünden Cemre oldum!
Önündeki bardaktan bir yudum su içen Cemre, sokağı işaret ederek:
‘’Sahip çıkamayıp beni sokağa atan babam erkekti, sokağa atıldığımı bilip görmezden gelen abilerim erkekti, zevkine bayılana kadar beni dövenler de erkekti! Bana tecavüz edenler de erkekti! Tüm erkeklerden nefret ediyordum hatta her aynaya baktığımda gördüğüm erkek görüntüsünden de nefret ediyor, onu görmek istemiyordum. Hemen kadın kıyafeti giyip makyaj yaparak bu erkek görüntüsünden kurtulmalıydım. Takma kirpiklerimi takıp, rujumu sürünce biraz rahatlayıp kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Peruğumu taktığımda ise artık Cemil değildim Cemre olmuştum. Bu aynadaki görüntü canımı yakmıyordu”
Cemre arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne atarken sakin bir ses tonu ile:
“Birkaç gün sonra limana bir tekne yanaştı. Söylentiye göre teknede bir cerrah var, uygun bir fiyata cinsiyet değiştirme ameliyatları yapıyormuş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.