- 189 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 13 )
Bir süre sonra elinde ters çevrilmiş fincanla gelen kilolu bir kız, Sahra’nın gözlerine bakıp gülümseyerek:
"Kahvem soğudu, oturabilir miyim?" diye sordu.
Sahra oturmasını işaret ederken kızı incelemeye başladı. Boyuna göre oldukça kilolu olan kız, rengi solmuş saçlarını aceleyle arkasına toplamıştı. Cildi, çukur çukur bozuk olmasına rağmen üstüne fondöten sürerek kapatmaya çalışmış, dudağına da kırmızı bir ruj sürmüştü. Kıyafetleri pahalı ve markalı olmasına rağmen dar giyinmiş, tüm kiloları ortaya çıkmıştı. Parmağında yüzük yoktu, boynunda birkaç altın zincir ve kolye vardı.
Sahra esrarengiz ve ciddi bir tavırla fincanı önüne doğru çekerken kıza:
"Özel olarak sormak istediğin bir şey var mı, yoksa genel mi bakalım?"
Kız şaşırarak, "Nasıl yani?" diye sordu.
Sahra kendinden emin bir şekilde konuştu:
"Yani kızım, genel bakarsam işini, ilişkini, aileni söylerim ama fincanda özel olarak neye niyetlendiysen ona bakarım, yani o durumu açığa çıkarırız."
Kız anladım anlamında başını sallayıp Sahra’ya bakarak:
"Aslında kahveyi içerken şu an yaşadığım ilişki için niyet etmiştim. Aileme, işime gerek yok, ilişkime bakalım," dedi:
Sahra gözlerini kapatıp elini fincanın üstünde gezdirerek ufak bir şov yaptıktan sonra fincanı kaldırdı, içine bir süre baktı ve kıza dönerek, "Çok endişelisin. Doğru bir ilişki var ama emin olamıyorsun. Bu çocuğu hem seviyor hem güvenmiyorsun," dedi.
Kız derin bir nefes alarak doğru anlamında başını salladı.
Sahra durumu anlamıştı, kıza, "Sevgilinin resmi var mı? Burada birini gördüm, aynısı mı diye bakacağım."
Kız hemen telefonunu çıkardı, bir süre aradıktan sonra Instagram hesabından sevgilisini bulup resimlerini açtı. Sahra resimlere baktığında şaşırdı ama belli etmedi. Oğlanın, spor yaparken, dağ tırmanışına ait resimleri vardı. Oldukça yakışıklı olan genç çocuk, bu kıza ne diye baktı ki olsa olsa menfaat karşılığıdır diye içinden düşündü. Sonra, "Hım," diye sesler çıkararak fincana bakmaya devam etti.
"Bu çocuk, senden birkaç kez para istemiş. Sen de vermişsin," derken kız heyecanla, "Evet, çok doğru! Üç kez istedi, ben de verdim," dedi.
Sahra durumu iyice anlamıştı, çünkü büyük kızı Ceyda’nın bir arkadaşının başına buna benzer bir olay gelmişti. Yine aynı tipler, aynı olaylar diye düşündü. Derin bir nefes alarak fincana bakmaya devam edip konuşmasını sürdürdü:
"Bu çocukla sosyal medyada tanışmışsın, önce bol bol yazışıp birbirinizi tanımaya çalışmışsınız. Birkaç kez buluşup sohbetler etmişsiniz. Pardon, burada bir şey gördüm, teyit etmek istiyorum," diyerek kıza baktı. Kızın gözlerindeki umutsuz yalnızlığı görüp:
"Sen ailenden ayrı yaşıyorsun ve çalışıyorsun, maddi durumun oldukça iyi değil mi?"
Kız oldukça şaşırmış, sanki bir mucize yaşıyor gibi hissediyordu. Kaşlarını kaldırarak hayranlıkla Sahra’ya baktı.
"Evet, ailem Doğu’da ikamet ediyor. Ben mühendisim, işim gereği burada bulunuyorum. Maddi durumumuz çok iyi, hatta bu şehrin en iyi semtinde oturuyorum," dedi.
Sahra parmağı ile fincanı işaret ederek, "Evet, burada gördüm, o yüzden emin olmak istedim," diyerek devam etti:
"Senin altıncı hissin çok kuvvetli, hatta fal bakacak kadar hislerin kuvvetli," derken kız ayağa kalkıp heyecanla güldü.
"Doğruyu söylemek gerekirse sizi çok övmüşlerdi ama fazla inanmamıştım. Vallahi az bile söylemişler. Nasıl bir insansınız ya? Her şeyi gördünüz. Evet, arada arkadaşlarıma kahve falı bakarım genelde hep çıkar. Vallahi anladım, sizin cinleriniz var."
Sahra aldığı bu övgüden gururlanmıştı ama cin demeseydi daha iyi olurdu. Bir de bu camiada adı cinliye çıkarsa diye bir an endişelendi. Düşüncelerini dağıtım iyice havaya girerek konuşmasını sürdürdü:
"Sana öncelikle fal bakmayı yasaklıyorum!" derken kız panikle, "Neden?" diye sorunca Sahra gizemli bir havayla konuştu:
"Fal bakarak kapı açmışsın ve bir musallat gelmiş sana, bu yüzden evde bazen sakarlıklar yapıyor, gereksiz zamanlarda ağlıyor, bazen de kâbuslar görüyorsun."
Kız oturduğu yerden yeniden ayağa kalkıp hayretle baktı:
"Bunu da bildiniz, şu an hayretler içindeyim! Evet, sık sık kâbus görüyorum, bazen evin içinde gölgeler gezdiğini de görüyorum. Hatta gece olduğunda evin içinde ayak sesleri bile duyuyorum."
Sahra bu musallat işine şaşırmıştı. Oysa öylesine atmıştı bu sözü. İçinden eyvah dedi, ‘’Ne yapacağım bu musallat işine, keşke bunu demeseydim!” Diye düşünürken toparlanıp kıza oturmasını işaret ederek konuşmasını sürdürdü:
"Bu fal bakma olayına sonra geleceğim. Bu oğlan var ya tatlım, hem âşık olduğun hem güvenemediğin oğlan, çok üzgünüm seni de üzmek istemiyorum ama bilmen gerekiyor. Seni sevmiyor. Seni maddi olarak kullanmak istiyor, yani seviyor gibi görünüp paranı yemek istiyor. Bunu söylediğim için belki üzüleceksin ama gerçek bu! Az önce dedim ya altıncı hissin güçlü diye onun seni sevmediğini kullandığını sende hissediyorsun ama kabul etmek istemiyorsun."
Kızın yüzü asılmıştı, başını öne eğip üzgün bir sesle:
"Evet, ben de böyle olduğunu hissediyorum ama değildir diye kendimi ikna etmeye çalışıyorum" dedi:
Sahra yakaladığı yerden devam etti:
"Bu çocuğun senden hariç başka sevgilileri de var, bunu biliyor muydun?"
Kız, üzgün başını önüne eğerek, "Var mı gerçekten?" Diye sordu.
Sahra kıza doğru eğilerek:
"Yüzüme bak tatlım, bu soruyu kalbine sor, bana sorma! Kalbin sana cevap verir," dedi.
Kız, Sahra’nın yüzüne hüzünlü ve umutsuz bakarak, "Kalbim zaten var diyordu," deyince Sahra: "O zaman üzülmeyeceksin, kır ipini gitsin! Zaten bir süre sonra o seni terk edecek, bunu o yapmadan sen yap! Bak güzel kızım, bir erkek, sevgilisinden sıkıştım dardayım falan gibi bahanelerle para istiyorsa, o erkekten arkana bile bakmadan kaçacaksın! Para isterken nasıl olsa evleneceğiz, senin paran, benim param diye bir şey olmaz deyip duygu sömürüsü yaparlar, aman ha hepsi yalan! Hem de en kuyruklusundan! Verdiğin paraları iste, yani banka dekontları falan ispat edebilirsen al ve hemen bitir bu ilişkiyi!"
Kız üzgündü, neredeyse ağlayacaktı. Sahra kızı teselli etmek için, "Bu adamı gönder, yoksa daha büyük kayıplar yaşayacaksın! Bunu ben demiyorum, fincan diyor. Bak kızım, burada bir şey daha görüyorum, karşına adam gibi biri çıkacak. Hem de hiç beklemediğin, umudunu kestiğin, artık bana evlilik yok dediğin bir zamanda seni seven, sadık biri çıkacak. Göreceksin, yaşayacaksın. Güzel tatlı bir çocuğun olacak eşinle çok mutlu olacaksın."
Kız bu sözler üzerine birden başını kaldırmış, yüzünü çocuksu bir sevinç kaplamıştı, "Sahi mi? Olacak mı?" Diye kaşlarını kaldırarak konuşunca Sahra başını sallayıp kızın gözlerinin içine bakıp:
"Olacak, sadece biraz zamana ihtiyacın var. Ama o gün gelecek ve o gün geldiğinde beni anıp ‘Sahra söylemişti’ diyeceksin. Ama önce şu pis asalaktan kurtulman gerekiyor. Sakın bir de bu heriften ayrıldım diye bunalımlara girme, aksine kurtuldum diye sevinmen gerekiyor. Çünkü sana söylemedim ama bu çocuğun arkası çok karanlık. O karanlığa seni de sürükleyecek," dedi.
Kız merakla sordu:
"Karanlık derken?”
Sahra buna ne cevap vereceğini bilemedi, bir süre fincana bakıp, "Boş ver, şimdi seni korkutmayım, sadece iyi şeyler görmüyorum. Daha fazla maddi manevi düşmeden ondan kurtul! Hatta bugün ayrıl, sonra da bir fukaraya sadaka ver, olur mu tatlım?"
Kız olur anlamında başını sallayarak:
"Durum bu kadar ciddiyse, bugün bitireceğim bu işi!" dedi.
Sahra konuşmasına devam etti:
"Tatlım, sen zaten kalbinde ayrılık kararını verip onu içinde öldürmüşsün, sadece gömemiyorsun. Buraya gelerek bunu bana onaylatmak istedin. Doğru mu söylüyorum?"
Kız kafasını sallayarak, “doğru” dedi.
Sahra bunun üzerine konuşmasını sürdürdü:
"Sen ayrılmak isteyince, oğlan senden ayrılmak istemeyecek çünkü sen onun para kapısısın, kullandırma kendini artık! Fincanda gördüm bu salak oğlanı sevmişsin. Ayrılınca biraz acı çeker, ağlarsın iyi kötü bir şeyler yaşadın olabilir normaldir, ama bir an evvel içindeki cesedi göm! Bütün sosyal medyadan da onu silip engelle, asla bir daha resimlerine falan bakma, eğer üzülüp dayanamazsan bir psikoloğa git, antidepresan al ama asla, kesinlikle o çocuğa geri dönme tamam mı kızım!"
Kız kararlı bir şekilde ‘’tamam’’ dedi. Sahra, fincanı masaya bırakarak konuşmasına devam etti:
"Şu musallat konusuna gelecek olursak, söylediğim gibi sana artık fal bakmak yasak! Her fal baktığında onlar için bir kapı açmış oluyorsun ve kötü enerjiler akın akın geliyor. ‘Bundan kurtulmak için ne yapacağım’ dersen, sana tavsiyem, onlardan ancak Kuran ayetleri ile kurtulursun. Ayetel Kürsi, Nas, Felak sureleri bu tür durumlar için indirilmiştir, korunma ayetleridir. İlaveten telefondan Bakara suresini bul aç sesini koy bir kenara, oradaki hoca okusun hem evindeki hem sendeki nazarı varsa büyüyü yok eder rahatlarsın. Sonra su içtiğin sürahiye Ayetleri oku susadıkça iç veya her gün birer tane sabah, birer tane de akşamları okuyabilirsin"
Kız, Sahra’nın söylediklerini telefonuna not alıyordu. Sahra konuşmasına devam etti:
"Bir şey daha var! Bir konserve kavanozuna üçte birine turşu tuzu yani iri tuz koy, üçte ikisine herhangi elma üzüm gibi bir sirke, son yarısına su koyup yatağının olduğu odanın köşesine yere koy, on gün beklesin, yatak odandaki tüm kötü enerjileri içine çekerek evindeki enerjinin çokluğuna göre o su, şekil ve renk değiştirecektir. Sonra o suyun bir damlasını bile yere damlatmadan toprağa veya tuvalete döküp kavanozu çöpe at. Bu karışımdan başka kavanozlara yapıp, evin başka odalarının her köşesine koyabilirsin nazarı kötü enerjiyi toplar. Bu tavsiye ettiğim şeyler büyü falan değildir, yanlış anlamanı istemem!"
Kız notlarını aldıktan sonra Sahra’ya bakıp gülümsedi rahatlamış görünüyordu ve yüzüne renk gelmişti. Tekrar geleceğini söyleyip teşekkür etti. Sahra fişini yazıp kıza verirken:
"Gelecek güzel günleri düşün, umutsuzluğa kapılma güzel kızım! Fal dışında tavsiyem ise kuaföre git, saç rengini değiştir, saçlarını biraz kısalttır. Özellikle saç negatif enerjiyi üzüntü ve kederini içinde biriktirdiği için bu gibi durumlarda kestirmek insanlara iyi gelmektedir. Hatta cilt bakımı yaptır, doktora gidip diyet yap, spor yap ne bileyim kendini oyala üzülmene izin verme!"
Kızın gözleri dahada parlamaya başlamıştı:
"Sizi çok sevdim, dediklerinizi harfiyen uygulayacağım, emin olun ve tekrar geldiğimde bambaşka bir insan olmuş olacağım. Görüşmek üzere, hoşlukla kalın!" dedi. Ve kasaya gidip parasını ödeyerek el sallayıp kafeden çıktı. Kızın son söylediği söz Sahra’nın çok hoşuna gitmişti: "Hoşlukla kal," ne kadar anlam yüklü bir söz diye geçirdi içinden. Masadaki fincanı alarak mutfağa gitmek için üst kata çıktı.
Mutfağa girdiğinde Fatma ocağa yemek koymuş, içeriyi yemek kokusu sarmıştı. Fatma gülümseyerek Sahra’ya bakarak:
"Az önce Nilgün aradı, onu psikoloğa yönlendirmiştin ya, o da seni dinleyip gitmiş. Sahra sevinmişti, merakla:
"Nasıl olmuş, iyi gelmiş mi?" diye sorunca Fatma:
"Terapi falan yapıyorlarmış, ilaç yazmışlar, onu da kullanmaya başlamış. İlaç ve terapiler iyi gelmiş, sesi çok neşeliydi, eskisi gibi değildi. Ne söyledin ne yaptınsa artık bilemiyorum, sana çok teşekkür etti. Sahi, sevgililerinden de ayrılmış. Kendini biraz daha toparlasın, teşekkür etmek için sana güzel bir hediye alıp buraya gelecekmiş." Dedikten sonra Sahra’nın sırtını sıvazlayarak:
"Aferin kız, iyice gözüme girdin! Nilgün, ümitsiz bir vakaydı. Ona sözünü dinletip yol gösterdin ya, Valla çok sevap aldın, helal olsun sana," dedi:
Sahra bir an düşününce, her gün fal bakıp günaha giriyorum diye gece yatmadan önce kılamadığı namazları kaza ettikten sonra tövbeler edip Allah’a yalvardığını hatırladı. Fatma’nın bu söyledikleri aklını karıştırmıştı. Kendi kendine konuşarak, ‘’Ama ben fal bilmiyorum ki, sadece insanların derdini dinleyip doğruya yönlendiriyorum. O zaman bunun adı fal olmasın. Günahta olmasın’’ dedi.
Fatma, Sahra’nın kendi kendine konuştuğunu görüp:
‘’Kendi kendine konuşana ne derler biliyorsun değil mi?’’
Sahra gülerek:
"Ya bu işe girdiğimden bu yana yaptığım işi sorgulamadan edemiyorum. Az önce ‘sevap kazandın’ dedin ya! Günah mı, sevap mı işliyorum bilmiyorum. Bindim bir alamete gidiyom kıyamete! Allah sonumuzu hayır etsin," dedi.
Fatma elini Sahra’nın omuzuna koyup, "Çalmıyorsun, çırpmıyorsun, insanları kandırıp büyüler falan yapmıyorsun. Efendice oturup insanların dertlerini dinleyip güya fincanda görmüş gibi doğruya yönlendiriyorsun. Artık anla bunun günahı yok? Evinde otursaydın ya da başka bir işte çalışsaydın belki de böyle iyilik etme fırsatın olmayacaktı. Kendini sorgulamayı bırakıp işine bak! Paranın ve nefsinin esiri olmadan aynı bu şekilde devam et!"
Sahra rahatlamıştı. Fatma doğru söylüyordu. Başka işte çalışsaydı kimse gelip kendisinden akıl istemezdi. Akıl verse bile kimse umursamazdı. Burası hem kendine hem de kendisine gelenlere eğitim gibi oluyordu. Küçük bir fincanla koskoca insanları nasıl da yönetiyordu. İnsanlar, geleceği, umudu teselliyi fallarda arıyorlardı ve bir umut için bir teselli için servetlerini bile falcının önüne dökmeye hazırlar. İçinden “İnsanoğlu ne garip mahlûk” diye geçirdi. “Oysa en çaresiz durumdayken bile yine çare kendin oluyorsun başka kimse değil. Ben sadece kendilerinde olan çareyi işaret ediyorum.”
Sahra sesli bir şekilde, "Allah var gam yok!" Diye konuşunca Fatma dönüp, "Bugünün en doğru sözü seçilebilir," dedi.
Sahra, Fatma’ya:
"İşin bittiyse, bir kahve yapayım da karşılıklı keyif yapalım ne dersin?"
Fatma gülerek, "Bitti sayılır, hadi bir kahve yap da içelim."
Sahra gülerek, "Aman Fatma ya, taklit etme beni! Ne yapayım bazen Türkçeyi katlediyorum, idare et," deyince Fatma gülerek, "Şaka kız, şaka!" dedi.
İçeri Mehtap girdi. Fatma ve Sahra’nın güldüğünü görünce yanlarına yaklaşıp, "Ne güzel arkadaşsınız siz ya, imreniyorum! Maşallah!" dedi. Sonra gülerek sandalyeye oturup devam etti:
"Gerçi benim maşallah dediğim üç gün yaşıyor ama neyse!"
Sahra bu söz üzerine elindeki fincanları tezgâha koyup Mehtap’a:
"Ay o nasıl bir laf Mehtap ya! Allah korusun, Fatma artık benim bacım oldu. Nazar olmasın, dilini ısır!"
Mehtap dilini dışarı çıkarıp ısırdı ve sonra güldü.
Sahra, Mehtap’a:
"Sen de içersen kahve yapacağım," deyince Mehtap olur anlamında başını sallayıp sonra konuşmaya başladı:
“Bir süre evimde işim olmadığı için Cemre’nin evinde kaldım. Sonrasında sağ olsun, bana burada iş verdi, evimi tuttu, düzenimi kurdurdu. Hakkını hiçbir zaman ödeyemem. Bu günlere sayesinde geldim. Neyse, o dönemler Sevoş ‘ta gelir giderdi, onu dost zannederdim aman dikkat et canım onun dostluğuna arkadaşlığına güvenme. Meğer yılanmış götoş!” diyerek eliyle yılan taklidi yaptı ve elini titreterek "tıssssssssssssss" dedi.
Fatma ve Sahra güldüler. Sahra, Mehtap’a:
"O nasıl küfür ya! İlk defa duydum: ’Götoş!’ " diyerek yeniden güldü. Pişen kahveyi fincanlara koyan Sahra, Fatma’ya gel diye işaret ederek masaya koydu ve hep birlikte oturdular. Kahvelerini içerlerken Mehtap konuşmasına devam etti:
"Bu ibne var ya, nasıl bu kadar para kazanıyor biliyor musun?" Diye Sahra’ya sordu.
Sahra tam cevap verecekken, Fatma masanın altından Sahra’nın ayağına sus anlamında vurdu. Sahra elini çenesine koyarak sustu. O sırada Fatma’nın telefonu çaldı. Fatma telefonu açıp mutfaktan çıkınca, Fatma’nın çıktığını fırsat bilip Mehtap’a:
"Çok mu para kazanıyor?" diye sordu.
Mehtap elini sallayıp alaycı bir gülüşle:
"Büyü yaparsan çok kazanırsın tabii!"
Sahra bir de oturduğu yerde dik duruma gelerek, "Yanlışın var!" diye itiraz etti.
Mehtap, Sahra’ya göz kırparak, "Neresi yanlış?" diye sordu.
Sahra, "Bu kafede büyü yapmak yasak! Cemre yasaklamış! Sen yanlış biliyorsun!" diye konuşunca, Mehtap gülerek:
"Çok safsın kızım sen ya!" deyip güldü. Sahra bozulmuştu, Mehtap’ın alaycı gülmesine bir şey söyleyip kendine bulaştırmak istemediği için susup kahvesini içti.
Mehtap, Sahra’nın susmasından yararlanıp Sahra’ya bakarak parmağıyla odaların olduğu yeri işaret edip:
"O bayıldığın yılan! Yani ders aldığın ibne var ya, büyü yapıyor!" Deyip sustu. Sonra kahvesinden bir yudum alarak devam etti:
"Gelen müşteriye ’Sen de sihir var, büyü var,’ diyerek korkutup, güya büyüyü çözdürmek için Arabistan’da derin bir hoca varmış da o bozarmış, ama bunu büyük paralara bozarmış gibi yalanlarla insanları kandırıp paralarını söğüşlüyor. Ha, bir de büyü yaptırmak isteyenler oluyor. Tabii yine o da hayali Arabistanlı hocaya yaptırılıyor. Güya bu götoş büyü yapmaz, bilmez! Ama müşteriye acıdığı ve sevdiği için yardım etmek ister, o yüzden başkasına yaptırır. Yalanını sikeyim senin göt!" dedikten sonra, karşısında şaşkın şaşkın bakan Sahra’ya aldırış etmeden devam etti:
"Tabii, büyüyü başkası yaptığı için pazarlıkta yapamıyorlar. Artık müşterinin maddi gücüne göre fiyat verip Arabistanlı hocaya yaptırılıyor."
Sahra çok şaşırmıştı. Bir süre ağzı açık Mehtap’a baktı, sonra toparlanıp:
"Cemre duysa onu kovar!"
Mehtap güldü. Kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra:
"Ne diyorsun kızım ya! Cemre, bilmiyor ayağına yatıyor. Para gelsin de nereden gelirse gelsin." Sahra ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra aklına bir şey gelip,
"Tamam, uzaktan büyüyü bozdu diyelim. Ya müşteri büyü yaptırıp bunu da götürüp kocasına, sevgilisine falan, ne bileyim işte uygulamak isterse ne olacak?"
Mehtap gülümseyerek Sahra’nın gözlerine bakarak:
“O ibne çok kurnaz, hiç açık verir mi? Vermez. Bir kâğıda Arapça bir şeyler yazıp karalar veya bir mum alıp mumun üstüne iğne ile Arapça bir şeyler yazar, ha bir de deri üzerine yapılanlar var. Oooo, bu işin bir sürü yöntemi var, uydur uydur gitsin! Güya safranla veya gül sularıyla yazılıyormuş. Sarı kalem safran, gül kokulu kâğıtta gül suyuyla yazılmış muska oluyor. Tabii, bunlar pahalı işlemler, öyle az paraya yapılmaz.”
Sahra iyice şaşırmış, afallamıştı, kaşlarını kaldırarak:
"Gelenler istediği parayı veriyor mu?" dediğinde, Mehtap:
"Arabasını satıp verenleri biliyorum," dediğinde Sahra gayri ihtiyari "Aaaaaa" dedi. Mehtap gülerek, "Senin hayattan haberin yok! Buraya genelde bitmiş, tükenmiş, çaresiz insanlar gelir. Geleceklerini, sonlarını bilmek isterler, ne kadar kandırırsan o kadar kazanırsın. Eğer kurnaz ve akıllıysan, zevkine fal baktıranı bile yolarsın."
Sahra, Mehtap’a bakarak:
"Büyü dinimizde yasak, büyük günah bunu bilmiyorlar mı?"
Mehtap:
"Bilmez olur mu, her gâvurluğu bilir! O ibnenin hep savunup söylediği şey, büyüyü insanlara melekler öğretti der’’
Sahra heyecanla:
"Tamam, melekler öğretti ama insanlara faydalı şeyler için öğrettiler, karı koca arasındaki muhabbet, hastalık iyileştirme, sara, bayılma, delilik gibi durumlarda şifa için yani. Ama insanlar ileri gidip, bunu kötü amaçlar için yapmaya başlayınca Allah’ta yasakladı, hatta ayet indirdi büyü ve sihrin yasaklandığına dair."
Mehtap:
"Onu bunu bilmem, büyüyü cinlerle yâda kuran ayetlerini tersten ya da tuvalette yazanlar bile oluyormuş. Ama seninkinin onu yapmaya götü yemez, korkar. Ama yapanlar var biliyorum."
Sahra, Mehtap’a bakarak:
"Sen nereden biliyorsun? Tüm ayrıntılarıyla biliyorsun!"
Mehtap gülümseyip elini yine yılan işareti yaparak:
"O yılanla bir zamanlar kankaydım!" dedi.
Sahra’nın duydukları karşısında midesi bulanmıştı, birden Sevoş ve Cemre’den tiksindi, kendini sorgulayarak, "Ne işim var benim burada?" diye düşünüp kaçıp evine gitmek istedi. O sırada Fatma telefon konuşmasını bitirip mutfağa girdiğinde, Mehtap’ın keyifle kahvesini içtiğini, Sahra’nın ise tükenmiş, boş boş bakar hâlini görünce bir şeyler olduğunu anlamıştı. Kahve fincanını eline alıp, soğumuş olan kahveyi bir dikişte bitirerek, ocakta pişen yemeğin yanına gitti. Mehtap, kahvesini bitirip Sahra’ya teşekkür ettikten sonra mutfaktan çıkıp odasına doğru gidince Fatma kapıya bakıp, Mehtap’ın gittiğinden emin olduktan sonra gidip Sahra’nın yanına oturarak, "Ne anlattı bu şimdi?" Diye sordu. Uykudan uyanır gibi Fatma’ya boş boş bakan Sahra:
"Sevoş, insanları kandırıp büyü yapıyormuş. Gelen müşteriler büyü parasını verebilmek için arabasını bile satan varmış. Hani büyü yasaktı? Cemre’de para için görmezden geliyormuş. Fatma ne işimiz var bizim burada?"
Fatma kalkıp bir bardak su alıp Sahra’ya verirken, "İç şunu, topla kendini!" Diye sert konuştu. Sahra’nın karşısına oturup gözlerine bakarak devam etti:
“O kadın, ne kadar etten kemikten, ne kadar çiğ et, ne kadar dünya kokuyordu. Fark etmedin mi?”
Sahra birden kendine gelip Fatma’ya sitem ederek, "Ay Fatma, ben ne diyorum sen ne diyorsun? Ne eti, ne kemiği? Anlamıyorum seni!"
Fatma, Sahra’nın elini tutup gözlerine bakarak, "Cemre en zor zamanlarında onun elinden tutup ayağa kaldırdı bu biiir! O ibne dediği Sevoş’la türkü barlarda gezmeler, doğum günleri, tatiller falan hesabı Sevoş öderken Sevoş iyiydi, bu da iki! Artık aralarında ne geçtiyse bilemem, Sevoş’la küstüler. Bir zamanlar can ciğer kanka olduğu birinin arkasından belki sırlarını, belki de iftira atarak konuşup gıybet etmesi hiç hoşuma gitmedi. İşte böyle nankör, iftiracı ve gıybet eden insanlar için etten kemiktensin bozuk et kokuyorsun denir. Gıybet ve iftira bir insanın etini yemek gibidir. Belki kokuyu burnunla almazsın ama insanın ruhu kokmuş et kokar. Şimdi anladın mı ne demek istediğimi?"
Sahra anladım anlamında başını sallayarak üzgün bir sesle konuştu:
"Eğer büyü yapılıyorsa bizim kazancımızda haram oluyor değil mi?" diye sorunca Fatma arkasına yaslanarak, "Ak koyun akbacak, kara koyun karabacak! Herkes yaptığından sorumludur," der. Sahra ikna olmamıştı, başını sağa sola sallayarak, "Paramızın bereketi olmaz günahı da cabası!" deyince Fatma kaşlarını kaldırarak sinirli bir şekilde konuştu:
"Suizan etme! Gözünle görmediğin bir şey hakkında yorum yapma! Biliyorsun iftira büyük günah, bu günahı işleyenler için ayet bile indirilmiş. Eski dost yeni düşman Meltem’in söylediklerine inanıp önyargılı davranma! Gözünle görüp şahit oldun mu?"
Sahra başını sallayarak kısık sesle “olmadım” deyince Fatma konuşmasına devam ederek:
"Bak olmadın. Görüp şahit olmadığın bir şey için doğruluğuna inanıp buğz ettiğinde bile günaha giriyorsun!" dedikten sonra Sahra’nın kolundan tutup konuşmasına devam etti:
"Sakın Mehtap’ın anlattıklarını kimseye anlatma duyulursa eğer, o sıyrılır çıkar işin içinden. Göt altına sen girersin! Konuşma, karışma tamam mı? Bak ben Sevoş’u kayırıp savunmuyorum yanlış anlama! Ben sadece görüp şahit olduklarımdan mesulüm, sen de öyle! Herkesin günahı kendine, bir de insanların ayıbını gizleyene de sevap var, bunu da ayrıca sonra konuşuruz seninle," diyerek Sahra’nın gözlerine baktı.
Sahra başını öne eğip, “Tamam, kimseye söylemem,” dedikten sonra yerinden kalkıp aşağıya gitmek için kapıya doğru giderken Fatma, Sahra’ya seslendi:
"Bu akşam da erken çıkalım olur mu?"
Sahra merak edip ‘’Neden?” diye sorunca Fatma heyecanla:
"Az önce taaa eskilerden çocukluk arkadaşım aradı. Cezaevinde bir kadın vardı altlı üstlü yatardık. Benden altı ay sonra o da içerden çıktı. O çocuklarının yanına gitti. Arada bir, yani kandillerde, bayramda telefonda konuşuyorduk. Meğer o kadın, bu arayan arkadaşımın komşusuymuş, oradan buradan konuştuklarında benden bahsetmiş. Çocukluk arkadaşım da sevinerek telefonumu ondan almış. ‘İş çıkışı buluşalım sohbet ederiz,’ dedi." Sahra’nın yanına yaklaşıp gülümseyerek:
"İllaki sen de gel demiyorum. Gelirsen sana da değişiklik olur, kafan dağılır ne dersin?" deyince Sahra, zoraki gülümseyerek, “Olur, gelirim,” dedi.
Fatma gülümseyip, "Tamam, o zaman ben Cemre’yle konuşurum erkenden çıkarız."
"Sahra, başını olur anlamında sallayarak mutfaktan çıkıp aşağıya inecekken Cemre’nin iki numaralı odaya girdiğini gördü. Başını çevirip bakmadan merdivenleri indi ve masasına oturdu. Sahra duyduklarının şokunu atamamıştı, öğle yemeğinde bile konuşmadan yemeğini yedi ve aşağıya indi. Sahra’nın bu sessiz durgun hali diğer falcıların dikkatini çekmişti ancak kimse üstüne gidip sormadı. Belki de sorsalardı, anlatmazdı, ama ağlayabilirdi. Çünkü böyle bir yerde, böyle insanlarla çalışmak kendine acımasına ve hayatını sorgulamasına neden olmuştu. Karar vermişti. En kısa zamanda internetten bakarak kendine düzgün başka bir iş arayacaktı.
Hava kararmaya başladığında Fatma, telefonla Sahra’yı aradı ve hesabını kesip yukarı gelerek üstünü değiştirmesini söyledi. Yukarı çıkan Sahra, üstünü değiştirip makyajını sildikten sonra mutfağı toparlayan Fatma’yı beklemek için pencerenin kenarındaki sandalyeye oturdu. Fatma’nın işi bitince birlikte kafeden çıktılar. Fatma, Sahra’nın koluna girerek sevinçle konuştu:
"Bu arkadaşım var ya, aynı mahalledeydik. O zaman ben dokuz veya on yaşlarındaydım, o sanırım benden birkaç yaş büyüktü ya da daha iri olduğu için öyle zannediyordum, bilmiyorum. Çok güzel bir kızdı. Ben de yanında karaböcük gibiydim. Sonra biz taşındık, hayat meşgalesi falan, birbirimizi kaybettik. Valla çok heyecanlıyım, uzun zaman sonra ilk defa göreceğim. Acaba nasıl, yine güzel mi? Kaç çocuğu oldu? Mutlu mu? Falan işte, çok merak ediyorum!"
Sahra, Fatma’nın heyecanla anlattıklarını sessizce dinledi. Bu durum, Fatma’nın dikkatini çekti. Birden durup karşısına geçti. Sahra’nın yüzüne bakarak:
"Hâlâ kendine gelemedin mi?" dediğinde, Sahra zoraki gülümseyerek:
"Ya Sevoş’la Cemre beni çok şaşırttı. Sanki bir bataklığın içine düşmüş gibi hissediyorum. Başka bir iş baksam iyi olacak gibi geliyor," dedi.
Bunun üzerine Fatma, yeniden Sahra’nın koluna girip yürürken konuştu:
"Delisin sen deliiii!" dedi ve devam etti:
"Kafana bu kadar takma kuzu ya! Ne hayatlar var bir bilsen. İnsanlar hep sevdiği işler mi yapıyor sanıyorsun! Artık işi bırak, bazı insanlar, sevmedikleri insanlarla aynı evde yaşamak zorunda kalıyor. Öyle çok örnekler anlatırım ki sana, aklın şaşar!"
Sahra üzgün bir şekilde:
"Doğru ama ne bileyim işte, üfff!" dedi.
Bunun üzerine Fatma elini sallayarak:
"Amaaan işte, hepimiz dünya telaşı içinde yaşayıp uyanacağımız günü bekliyoruz. Onun için bugün son gününmüş gibi yaşa! Takma şu dünyanın etten kemikten olan insanlarını."
Sahra, bu söze gülümseyerek Fatma’yı koluyla dürtüp:
"Ya Allah aşkına, bazı insanlara lakaplar takıp makamlar veriyorsun et makamı, kemik makamı diye. Peki diğerleri hangi makamda?"
Fatma, dönüp Sahra’nın gözlerine bakıp:
"Hiçlik makamında," dedikten sonra yürümeye devam eder:
"Hiçlik makamında olan insanın ev, araba, makam mevki, para, saygınlık, itibar daha sayayım mı? Yani nefsin isteği şeylere düşkünlüğü olmaz. Bırak onları, dünya umurunda olmaz. Çünkü bilir bu dünya ruhunun tekâmülü yani olgunlaşıp öğrenmesi için okul gibi imtihan dünyasıdır. Derin bir uykunun içinde rüyada olduğunu bilir. Bir gün ahirete uyandığımızda tüm servetinin bu rüya âleminde kalacağını da bilir. İşte bunu bilen hiçlik makamındaki insanın kimseden beklentisi de olmaz. Yani ne teşekkür ne hizmet ne de minnet beklemez. Yaptığı her şeyi, istediği ve olması gerektiği için yapar. En önemlisi de yaptığı her işte Allah’ın rızasını arar!"
Sahra, Fatma’nın âdeta bağıra bağıra söylediklerini bir süre düşündükten sonra:
"Beklentiyi kesmek çok zor, insan iyi bir şey yapınca karşısındakinin bunu bilip en azından bir teşekkür etmesini bekler. Herkesin hakkı değil mi bu?" Dediğinde Fatma, Sahra’ya doğru eğilip:
" Söylediklerimi anlamamışsın bunu daha sonra seninle tekrar konuşuruz. Karşılık bekleme konusuna gelince bak Beklenti suçlamayı getirir. Suçlama öfkeyi getirir. Öfke kini getirir. Kin seni bitirir!" deyince Sahra bu sözden çok etkilenmişti birden durdu. Kaldırımın kenarındaki binanın duvarına yaslanıp parmaklarına bakıp Fatma’nın söylediklerini tekrar ederek konuşmaya başladı:
"Birincisi, beklenti suçlamayı getirir, doğru, teşekkür etmedi diye karşımdakini suçlarım. İkincisi, Suçlama öfkeyi getirir, o da doğru, bir teşekkür bile etmedi nankör diye kızıp öfkelenirim. Öfke kini getirir, şimdi karşımdakine güzel bir şey yapmışım, o da teşekkür bile etmedi kızıyorum ya, işte sonra ona kin tutarım. Sana, bir daha asla iyilik yapmayacağım, adi, şerefsiz, nankör Allah belanı versin falan deyip iyicene kinlenip intikam duygusuyla boğuşurum."
Fatma, Sahra’nın sözünü kesip gülerek işaret parmağı ile Sahra’nın göğsüne vurarak:
"Kin seni bitirir! Karşındakine bir iyilik yapıp minnet duymasını istiyorsan o iyiliği yapma! Çünkü sen ona yaptığın iyiliği Allah için değil, karşındaki seni pohpohlasın ve minnet duysun diye yaptın! Böylece nefsin için yaptığın bu güzelliğin, iyi niyetini ve sevabını kirletip yok ettin tebrik ederim! sende artık etten ve kemikten olup dünya kokmaya başladın. O kişiye kinlenerek arkasından bir de atıp tuttuysan, yandın! Hem kendinin hem de karşındakinin etini yerken, o kişi belki de o anda osura osura uyuyordur ve senin bu durumundan haberi bile yoktur. Ha bir de başına kakıp intikam almaya kalktıysan, yaptığın iyiliğin içine iyice sıçıp bir sıvamış olursun, katmerli bir kul hakkı ve günahı ile tahtalıköye gidersin. Senin Allah’ın kim nefsin mi? Yaaaa bak, beklenti seni nerelere götürdü, anlatabildim mi canım?"
Sahra’nın bir saat önceki karamsarlığı gitmiş, şimdi ise Fatma’nın söyledikleri beyninde dönüyordu. İçinden “Meğer ne kadar cahilmişim!” diye düşünerek Fatma’nın koluna girip “Hadi gidelim,” dedi.
Fatma, arkadaşına Sahra ile her zaman gittiği kafenin adresini vermişti. Kafeye geldiklerinde deniz kenarı manzaralı boş bir masa bulup oturdular. Fatma, arkadaşını görebilmek için etrafına bakınırken Sahra eğilip:
"Bakıyorsun da gördüğünde tanıyabilecek misin? Aradan kaç sene geçmiş," dedi.
Fatma, etrafına bakınmaya devam ederken ileride birkaç masada tek oturan iki bayan gördü ama arkadaşı olup olmadığına emin olamadığından yanlarına gelen garsona her zamanki gibi çay ve yaş pasta siparişlerini verdi. Garson giderken bir kadına çarpıp özür dilerken Fatma sesi tanır gibi olup dönüp baktığında kadın da ona baktı. Birbirlerine bir süre baktıktan sonra Fatma:
"Nazlı?" diye seslendi.
Kadın gülerek Fatma’ya doğru gelip:
"Fatma," der demez, Fatma ayağa kalkıp birbirlerine sarıldılar. Gülerek birbirlerine bakıp bir kez daha sarıldılar. Nazlı, Fatma’nın karşısına oturup ellerinden tuttu. Bir süre birbirlerine bakıp karşılıklı güldüler. Fatma gülümseyerek:
"Yıllar geçmiş!" dedikten sonra aklına Sahra geldi Sahra’yı işaret ederek:
"Sahra, hem iş hem de ev arkadaşım," diye onu tanıştırdı:
Sahra, elini gülümseyerek uzatıp:
"Memnun oldum, ne güzel, yıllar sonra birbirinizi buldunuz!" dedi.
Nazlı ve Fatma yılların verdiği özlem ve heyecanla çocukluk günlerinden konuşmaya başladılar.
Sahra, onlara sessizce bakıp sohbetlerini dinlerken, Nazlı’yı incelemeye başladı. Nazlı, yaş olarak Fatma’dan daha büyük gösteriyordu, belki de yaşı büyüktü. Yüzünde derin bir yara izi ile birlikte, cildinde çektiği acıları gösteren derin çizgiler vardı. Sesi çok sigara içtiğinden olsa gerek boğuk ve erkeksi idi. Bir yerde okumuştu, bazı kadınlar hayatta erkek gibi sert ve dik durmak zorunda olduklarından bilinçaltının uyguladığı bir savunma sistemi ile ses kalınlaşır diye okumuştu. O yüzden Nazlı sert ve tok bir sesle konuşuyordu. Nazlı, sohbet esnasında bazen kahkaha atarak gülse de, Sahra bu gülüşün kalbi ile gülmediğini, gülmeyi unutan acılı birinin gülüşü olduğunu anlamıştı. Kıyafeti düzgün ve şıktı. Ellerini sürekli sallayarak konuşması âdeta karşısındakini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. Demek ki bu kadın yıllarca kendini anlatıp inandıramamış ve hep eleştirilmiş. Sahra bunları düşünürken garsonun gelmesi ile kendine geldi. Çayları ve pastayı masaya koyan garsona bir daha çay ve pasta siparişi verdiler. Garson gittikten sonra, Sahra eski çocukluk günlerinden bahsedip gülen Fatma ve Nazlı’ya aldırış etmeden çayını ve pastasını yemeye başladı. Bir süre sonra, Nazlı Sahra’ya dönerek:
"Senin de başını şişirdik, birbirimizi yıllardır görmüyorduk, birikmiş, anlatılacak bir sürü hikâyemiz var," dediğinde, Sahra:
"Hikâyeleri çok severim. Rahat olun sohbetinizi edin" diyerek Nazlının elinden tuttu:
Fatma, Nazlı’ya bakarak merakla:
"Biz gittikten sonra ne oldu? Anlatsana!" dediğinde, Nazlı’nın bütün neşesi kaçmıştı. Gelen garson masaya pasta ve çayı koyup gittiğinde, Nazlı çantasından bir sigara çıkarttı, Fatma’ya da uzattı. "Siz gittikten sonra benim de çocukluğum gitti. O zamanlar ben 13 yaşındaydım, sen benden küçüktün."
Sahra bu sözü duyunca içinden, "Helal olsun bana, iyi tahmin etmişim," deyip sevindi:
Fatma kaşlarını kaldırıp:
"Aynı yaşta olduğumuzu düşünüyordum," deyince Nazlı gülerek:
"Ben de öyle zannediyordum. Ne bileyim yavrum, doğum tarihi, kimlik falan bilmezdik ki! Biliyorsun, beni okula bile kız çocuğu, gözü açılmasın diye göndermediler. Siz okula giderken benim içim giderdi," dedikten sonra boşluğa bakarak sözlerine devam etti:
"Biliyorsun, babam öveydi. Bir gün anneme dedi ki artık kızın 13 yaşına geldi, sandalyeye oturunca ayağı yere değiyor. Memeli, mencikli koskoca kız oldu. İsteyenleri var, verelim, yurdu, yuvası olsun artık. Annem de, yaşı küçük falan diye hiç itiraz etmedi, sanki o da babam gibi benden kurtulmak istiyordu."
Nazlı hüzünlenmişti, peş peşe sigarasını içine çekerken aynı hüzünle devam etti:
"Meğer çok isteyenim varmış. Yaşım küçüktü ama büyük gösteriyordum ve çok güzeldim." Fatma bu söz üzerine söze girip Sahra’ya bakarak heyecanla:
"Doğru söylüyor, o kadar güzeldi ki, hepimiz onun gibi olmak isterdik, hele bir saçları vardı," dedi ve sustu.
Nazlı’ya bakarak:
"Yaranı deşiyorsa, istersen anlatma!" Dediğinde, Nazlı:
"Yok, Fatmacım, ben zaten yürüyen yarayım, deşilmek acıtmıyor artık!"
Fatma ve Sahra’nın bu söz üzerine içleri acıdı ama susarak daha da merakla konuşmanın devamını beklediler. Çayından bir yudum alan Nazlı, yüzünde acı bir gülüşle:
"Babam beni maddi durumu iyi, memur diye hafif engeli olan birlikte içki içtiği bir arkadaşına verdi. Yangından mal kaçırır gibi apar topar evlendirildim. Yaşım küçük olduğu için resmi nikâh olmadı, hoca nikâhıyla beni postaladılar. Ne koca biliyorum ne yemek yapmayı biliyorum. Çocuğum yahu, çocuk!" Dediğinde gözleri dolmuştu, uzaklara bakıp iç çekerek konuşmasına devam etti:
"Aklım dışarıda oynayan çocuklarda kalıyordu, hatta bazen çıkıp onlarla oynadığım bile oluyordu," dediğinde gülerek başını sağa sola salladı. Sonra tekrar hüzünlenip:
"Akşam olup kocam eve geldiğinde dünyam kararıyordu. Eve gelmesini istemiyordum, bana dokunmasını hiç istemiyordum."
Fatma ve Sahra hayretler içinde Nazlı’yı dinlerken Fatma dayanamayıp sinirle:
"Bir anne, on üç yaşındaki çocuğunu nasıl kocaya verir ya! Annen ileri görüşlü gibi görünüyordu, böyle bir acımasızlığı ve cahilliği anlayamıyorum. Bir de on üç yaşındaki çocuktan o herif nasıl karılık bekler, buna da hiç inanamıyorum! Dedikten sonra sakinleşip:
‘’Canım benim, çok üzüldüm, nasıl dayandın tüm bunlara?" Dediğinde, Nazlı, Fatma’nın yüzüne bakarak:
"Ne bileyim, kocamı sevmiyordum ama bunun kötü bir şey olduğunun farkında değildim. Zannediyordum ki herkes böyle evleniyor, herkes benim gibi! Kocam arada bir eve sarhoş gelirdi bana bakıp içinden hangi duygu geçiyorsa artık, küfürler edip hakaretler yağdırırdı. Derdi ki ben olmasam seni kim alırdı, dua et ki ben aldım, yoksa o babalığının elinde kalsan orospu olurdun, satarlardı seni diyerek gözümü korkuturdu."
Nazlı derin bir nefes alarak konuşmasını sürdürdü:
"Ben de korkup biat ederdim, ne söylerse yapardım. Şikâyet etmeye hakkım yoktu. Çünkü duvakla geldim ancak o evden kefenle çıkardım. Hatta birkaç kere kocamın dayağını yediğimde dayanamayıp hap içip intihar girişiminde bulundum, her seferinde ya komşular ya da eşim tarafından hastaneye götürülüp kurtarıldım. Kocamdan kurtulmak için kefen giymeye razıydım, ama ona bile izin vermediler. Ölemedim bile!"
Fatma ve Sahra nefeslerini tutmuş, üzüntülü bir bakışla Nazlı’yı dinliyorlardı. Fatma dayanamayıp Nazlı’nın elinden tutarak:
"Canım benim ya! Küçücük yaşında neler çekmişsin de haberim yok. İnanır mısın Valla içim yandı," dediğinde, Sahra’da elini kalbine koyarak Nazlı’ya bakıp aynı sözleri söyledi.
Nazlı acı bir gülüşle:
"Daha hikâyenin can alıcı bölümüne gelmedik." Dediğinde Fatma kaşlarını kaldırarak:
"Daha da kötüsü mü var?" Diye sorunca Nazlı, Fatma’nın gözlerine acı bir gülüşle bakarak sigarasından bir nefes daha çekerek konuşmasına devam etti:
"Neyse, iyi kötü evliliğim gidiyordu. Aradan on sene geçmişti, yirmi üç yaşına gelmiştim. Yaşımla birlikte artık daha güzel ve alımlı bir kadındım. Bir de dünyalar güzeli bir kızım olmuştu. Tüm sevgimi çocuğuma vererek mutluluğu onda arıyordum. Çaresizlikten yaşadığım hayatı kabul edip alışmaya bile başlamıştım. Ama eşimle beni gören konu komşu, beni eşime layık görmeyip arada bir dalga geçerek Bununla nasıl yatağa giriyorsun gibi laflar ediyorlardı. Onlar yetmez gibi, kocaları ’da layık görmeyip güya kendileri daha iyi bir erkeklermiş gibi ufaktan asılıyorlardı. Hatta eşimin ve benim akrabalarım bile eşimi hor görüp neden onunla evli kalmaya devam ettiğimi sorguluyorlardı. Bazen aklım karışıyordu, yaşım yirmi üç, o yaş bile çocuk yaşı, ergen yaşı!" Dedikten sonra yine derin bir nefes alıp denize doğru bakarak konuşmasını sürdürdü:
"Kendime üzülüp, acıyordum, herkesin kocası genç, el ele gezip gülüşüyorlar, benimki sık sık içip eve geldiğinde tecavüz eder gibi benimle birlikte oluyor, sonra hakaretler edip arkasını dönüp uyuyordu. Dudak dudağa bile öpüşmeyi bilmiyordum ya! Kimseye de soramıyordum, merak ediyordum, acaba dudak dudağa öpüşürken dişler birbirine değiyor mu diye?"
Fatma bir sigara daha yaktı, iç çekerek derin bir "of" çekti.
Sahra ise Nazlı’ya acı dolu gözlerle bakarak dinliyordu. Nazlı çayından bir yudum aldı ve konuşmasını sürdürdü:
"Yakın bir akrabamızın oğlu vardı, ismi Vural’dı. Vural uzun boylu, yakışıklı, ağzı iyi laf yapan, eğlenceli biriydi. Eşinden boşanmış ve benden on yaş büyüktü. Bir gün evli olan ablamın evine gittiğimde o da oradaydı. Konuştuk, sohbet ettik, o gün çok gülüp eğlenmiştik. Bu sohbet edip gülmelerimiz çok hoşuma gitmişti, uzun zamandır böyle gülmemiştim. Eve döneceğim zaman benden, o zamanlar cep telefonu yoktu, evimin telefonunu istedi. Sonra da bana kendi numarasını verdi, gülerek dedi ki: ’Sıkılırsan eşin seni üzerse beni ara, dertleşir, sohbet ederiz.”
Fatma, sohbetin nereye gittiğini anlayıp panikle:
"Sakın ha! Aramadın değil mi?" Dediğinde Nazlı gülümseyerek Fatma’ya bakıp:
"Keşke bu sözü bana ablam deseydi! Demedi sessiz kaldı. Vural’la her gün konuşuyorduk, bunu ablam da biliyordu. Her konuştuğumuzu ablamla paylaşıp anlatıyordum."
Fatma sinirlenip:
"Ablan ne diyordu peki?"
"Hiç, sadece dinliyordu. Yanlış doğru falan demiyordu. Neyse, uzatmayım, bu böyle bir zaman sürdü. Bir gün Vural, beni sevdiğini söyledi. Öyle güzel sohbetler ediyorduk ki ister istemez bende onu sevmiştim, ilk aşkımdı Vural! Öl dese ölecek durumdaydım. Bir gün bana bu adamın kahrını çekmek zorunda değilsin, çocuğunu bırak gel, kaçalım, yeni bir hayat kuralım, sonra da çocuğunu yanımıza alırız dedi. Önce cesaret edemedim, ama sevdiğim adamla, ilk aşkımla yuva kurma fikri çok hoşuma gitmişti, ama kızıma kıyamadığım için kararsızdım. Bir süre bu kararsızlığım devam etti. Bir akşam yemek tuzlu olmuş diye yediğim dayak, karar vermemi kolaylaştırdı. Hastaneye gidiyorum diyerek çocuğumu ablama bırakıp Vural’la kaçtık."
Fatma istemsizce "aaaaa" dedi, sonra toparlanıp:
"Ya neyse! En azından sevdiğin adam, peki, ilerleyen zaman içinde kızını yanına aldın mı?" Diye sorduğunda Nazlı gülmeye başladı. Nazlı böyle gülünce Fatma ve Sahra da güldü. Bir süre güldükten sonra Nazlı aniden susup Fatma’ya bakarak:
"Otobüse bindik, denizi olan bir şehre gittik. Vakit gece yarısı olmuştu. Oradan taksiye binip, kale gibi duvarlarla çevrili evlerin olduğu bir eve geldik. Vural, kapıyı açan erkekle konuşmak istediğini söyleyip beni bir odaya koydu. Bir süre sonra, ben odada heyecan ve güzel hayallerle Vural’ı beklerken o kapıyı açan erkek içeri girip soğuk bir şekilde: ’Hoş geldin tatlım, sen artık benim malımsın! Vural seni yüz elli liraya sattı dediğinde anlayamadım. Birden kötü hissedip gitmek istediğimde gidemeyeceğimi ve artık orada hayat kadınlığı yapacağımı birkaç sert darbe ile güzelce anlattı. Kaçmamızın daha ilk günü gençliğim, hayallerim, umudum, bütün güzel düşüncelerim bir genelevde yüz elli lira ’ya satılmıştı."
Fatma ve Sahra elleri ağızlarında büyük bir şaşkınlıkla Nazlı’ya bakıyorlardı. Hiçbir şey söyleyemediler. Fatma’nın tüyleri diken diken olmuştu, birden ürpererek:
"Toprak başıma! Tüylerim ayağa kalktı, kafayı yiyeceğim!" Dedi ve Sahra da kolunu gösterip, “Aynen ben de öyle oldum!” Deyince Nazlı, ikisine de acı acı bakıp, konuşmasına devam etti:
"Bundan sonrasını kısa geçeceğim, genelevdeki hayatımı ya da orada çalışan kadınları anlatsam, demek ki yüreğiniz hiç kaldırmazmış onun için onları anlatmayacağım. İnanın orada öyle dramlar var ki, kimse o işi keyfine isteyerek yapmıyor! Hepsi benim gibi birilerinin kurbanı ya da mecbur kaldığı için oradaydılar. Neyse, o paranın borcu bitinceye kadar genelevde birkaç yıl çalıştım. Borç bitince Vural geldi. Vuralı görünce saldırıp ettiğim küfürleri tahmin edersiniz. Ama adamın öyle kanı bozuk ki, aldırış etmiyordu. Tek söylediği şey, seni kocandan kurtardım, kendin geldin şimdi yine benimle gelmek zorundasın! Okuma yazmam yok, gidecek kapımda olmadığı için mecbur yine peşine takıldım. Bu sefer de beni alıp Doğu Anadolu’nun bir şehrinde daha çok para veren başka bir geneleve sattı."
Nazlı tekrar bir sigara yakıp derin bir nefes alarak:
"Oradaki genelevde çalışırken öyle ünlü olmuştum ki, Güzeller güzeli Nilüfer gelmiş diyorlardı. O camia içinde ismimde değişmişti. Namımı duyan geliyordu. Fiyatım yüksek olmasına rağmen kapıda kuyruklar oluyordu, kimi sırf görmek için, parası çok olan da birlikte olmak için geliyordu. Meşhur olup çok para kazanmaya başlayınca Şerefsiz Vural sık sık gelmeye başladı. Bir gün bir müşterime durumu anlattığımda bana Vural’ı polise şikâyet etmemi söyledi, bu hiç aklıma gelmemişti. Bir gün izin alıp evden çıkarak gidip karakola, beni satıyor diye şikâyette bulundum. Neyse, polis Vural’ı bulup hapse atınca, bende pezevengin borcunu ödemek için çalışmaya devam ettim. Vural’la yapılan sözleşmenin günü bitince gidecek bir yerim olmadığı için, bu sefer de para biriktirmek adına kendim için çalışmaya devam ettim. Birkaç sene çalıştıktan sonra baya para biriktirmiştim. Bu arada, Vural’ın cezası bitip hapisten çıkınca yanıma gelerek yine sahibim olmak istedi. Ama artık gözüm açılmış bir iyi bir orospu olmuştum. Bu sefer kendimi ona yedirmedim, üstüne yürüyüp kovdum, öldürecektim, elimden zor aldılar."
Fatma ve Sahra çok etkilenmişlerdi sessizce Nazlı’yı dinliyorlardı. Nazlı derin bir iç çekerek:
"Sonra Türkiye’de sıkıyönetim oldu. Tabii, durum böyle olunca asker genelevleri kapattı. Bana sordular, ‘Borcun var mı?’ Diye, ben de yok dedim, senetsiz çalışıyordum zaten pezevengim yoktu. Askerler, senet sepet koymadılar, herkesin evraklarını yırtıp, hepimizi ayrı ayrı otobüslere bindirerek memleketimize gönderdiler."
Sahra merak edip Nazlı’yı dürterek sordu:
"Sahi bu arada kızın ne oldu? Haber alabildin mi?"
Nazlı gülümseyip:
"Eşim kızımı ablamdan almış. Ben gittikten sonra günlerce ağlamış. Eşim de ısrarla beni eve getirmek için aramış, soruşturmuş, bulamayınca artık eşi dostu araya girerek gıyaben beni boşatıp, hemen birini bulup evlendirmişler. Kızıma o kadın bakıp büyütmüş. Şimdi şükürler olsun, kızım evli ve çok mutlu" dediğinde onca dramın içinde tek sevindirici olay bu olduğu için Fatma ve Sahra ‘’oh!’’ Deyip arkalarına yaslandılar. O sırada garsona yeniden çay siparişi verdiler. Gelen çaylarını içip bir süre konuşmadan denizi seyrettiler. Sessizliği Fatma bozup Nazlı’ya bakarak:
"Valla sormaya çekiniyorum, başka bir dram daha çıkacak diye! Memleketine döndüğünde neler oldu onu merak ettim?"
Nazlı derin bir nefes alıp:
"Artık şalvarımı giymiştim" dediğinde Sahra heyecanlanıp:
“Ay, şalvarı ben de çok severim!” Diyerek ellerini çırptı:
Nazlı Sahra’ya bakıp gülümseyerek:
“Önce hamama gidersin gusül alıp tövbe namazı kılarsın sonrada şalvarını giyip orospuluğu bırakırsın yani genelev raconudur bu."
Sahra utanıp başını önüne eğerek “Ha, bilmiyordum!” Dediğinde Fatma, Sahra’ya ters ters bakıp başını sağa sola salladı:
Nazlı masaya vurarak:
"Şalvar güzeldir ama Allah bu şekilde giydirmesin!"
Fatma endişeli gözlerle Nazlı’ya bakıp:
"Eh, artık memlekete dönüp tövbeni ettin, her şey geçmişte kalıp düzeldi değil mi?"
Nazlı acı acı gülerek Fatma’ya:
"O iş öyle kolay olmadı! Memlekete gittiğimde kimse yüzüme bile bakmadı. Bakanlar ise akraba dediğim azgın erkeklerdi, kimi açıkça söyledi, kimi üstü kapalı. Benimle yatmak istiyorlardı, yani amaçları buydu. Karıları ve diğer akrabalarım ise, yokmuşum gibi davrandılar. Hatta gördüklerinde saklandılar yâda görmezden geldiler. Onlara göre ben, yuvalar yıkan erkek delisi bir orospuydum. Otelde kalıyordum, bir gün ablamın evine gittim. Özlemiştim, dertleşip ağlaşmak istedim. Beni gördüğüne hiç sevinmedi, hatta ona ihtiyacım olur da para falan isterim diye içtiği sigarasını bile benden sakladı. Özetle, o da yüzüme bakmadı. Keşke Vural şerefsizi ile konuştuğumu söylediğimde ablalık yapıp, yol gösterseydi. Kızsaydı, dövseydi, engel olsaydı! Bunu isteseydi, yapardı, bana sözünü geçirirdi ama yapmadı. O da el gibi, diğerleri gibi, geri durup düşüşümü seyretti."
Nazlı bir süre susup uzaklara doğru düşünceli baktı. Sonra yeniden sakince konuşmaya başladı:
"Neyse, yalnız olduğumu iyice anlamıştım. Ama orası memleketim, doğduğum yerdi. Kaçıp gitmedim, hemen bir ev tutup içini dayayıp döşedim. Bir de butik tarzında giyim mağazası açıp başına oturdum. Allah yürü kulum dedi, işlerim açıldıkça açıldı. Müşteriler, sattığım malları seviyor, geldikçe geliyorlardı. Oldukça iyi kazanıyordum hatta birkaç şube bile açtım, bir sürü çalışanım vardı, iş yerimden ekmek yiyen! Mağazalar işliyordu. Âdeta para akıyordu. En güzel, en elit bir semtten evimi ’de almıştım. Kapımda şoförüm, evimde yardımcı kadınım vardı, daha ne olsun, bir elim yağ, bir elim bal!.. Kaderin cilvesine bak, adımı orospu Nazlı diye ananlar, beni gördüğünde saklanıp görmezden gelenler, hatta evine koymayanlar bile yavaş yavaş etrafımda toplanmaya başladılar. Arttıkça arttılar, samimi olduk. Hepsi ile yeniden akraba olduk. Kiminin teyzesi, kiminin halası, kiminin sırdaşı, kiminin de kuzeniydim artık."
Nazlı, gülerek konuşurken birden ciddileşip Fatma ve Sahra’ya bakıp:
"Yıllarca tanımadığım erkekler çaresizliğimden yararlanıp, gözyaşlarım içime akarken parayla ırzıma geçtiler."
Nazlı ağlamaklı olmuştu, parmağı ile uzakları işaret ederek:
"Artık görüyordum bazı şeyleri! Gözüm çoktan açılmıştı! Onların menfaate dayalı akrabalıklarını görüyordum! Bende kadınlı erkekli onların üstünden paramla geçtim. Ben ağlayarak etimi sattım, onlar ruhlarını, karakterlerini! Benimki mecburiyet, çaresizlik, sahipsizlikti ama onlar insanlıklarını isteyerek gönüllü sattılar! Orospu dedikleri, haram dedikleri kadının parası için her türlü cilveyi yaptılar!
Nazlı elini sallayıp güldü:
‘’Para ne kadar güzel bir şey ya! İnsanın namusunu temizliyor, geçmişteki hatalarını, günahlarını temizliyor üstüne birde itibar kazandırıyor!"
Fatma kaşlarını kaldırıp boynunu büktü ve cevap veremedi. Sahra montunun fermuarını kapatarak:
"Hava çok soğuk!" diyerek konuyu biraz olsun dağıtmaya çalıştı. Fatma, garsonu çağırıp bir çay siparişi daha verip Nazlı’ya dönerek:
"Çok çekmişsin inan, içim yandı. Artık bu saatten sonra yapacak bir şey yok, boş ver geçmişi! Şimdi nasılsın, iyi misin?"
Nazlı:
"Şimdi daha iyiyim, hamdolsun! O günler geçti gitti, amaan boş verdim. Artık arkama bakmıyorum. Sonrasında dükkânların hepsini devrettim, elime geçen parayı bankaya yatırıp, memleketten ayrılıp bu şehir’e taşındım, ev aldım kendimi emekli ettim üç beş kuruş kenara parada koydum daha ne olsun. Sonra kızımın eşi tayin istedi, onlar da geldiler, yakınımda oturuyorlar, iki tane çocukları var, torun sevip ilgilenerek onlarla tazeleniyorum."
Sahra heyecanla:
"Siz, malı mülkü satınca akrabalarınız ne yaptı, engel olmadılar mı?" Diye sorunca Nazlı, Sahra’ya bakıp gülümseyerek:
"Tabii ki olmaz mı kaç takla attılar beni caydırmak için. Ama kimseyi dinlemedim. Taşınıp buraya geldikten bir süre sonra benimle bağlarını kestiler, duyduğuma göre yine eskisi gibi adımı orospu Nazlı diye anıyorlarmış. Para gitti, saygı bitti!" Diyerek kahkaha attı. Elini sallayarak:
"Çokta umurumda değil, ben göreceklerimi gördüm, yaşayacaklarımı yeterince yaşadım. Benim hayatım, hem onlara hem bana imtihandı. Artık kim kazandı bilemiyorum, Allah bilir."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.