- 189 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 12 )
Aradan on gün geçmişti. Sahra, kızlarıyla konuşup onları ikna ederek Fatma’nın evine taşınmışlardı. Odaları paylaşıp ev çok büyük olduğu için eksik kalan eşyaları ’da biraz nakit biraz taksitle alıp evi doldurup dayayıp döşemişlerdi. Böylece hem kira vermeyecekler hem de daha kalabalık oldukları için kendilerini güçlü hissedeceklerdi. Anlaştıkları gibi her ay belirli bir limit para ayıracaklar, bu parayla faturaları ve mutfak masrafını karşılayacaklardı. Fatma ne kadar itiraz etse de, bu masraflar için ayırılan limite Sahra daha fazla para koymak için ısrar edince sonunda kabul edilip yeni evlerinde herkes memnun ve uyumlu bir şekilde yaşamaya başlamışlardı. Sahra bazen öğrencilere bazen de yetişkinlere fal bakmaya devam ediyordu. Vakit öğlen, güneşin en dik hâliydi, mevsim artık yavaş yavaş bahara döndüğü için erik ve kayısı ağaçları çiçek açmıştı, hava ılık ve nemliydi.
Sahra, masasında oturduğu yerde karşısında oturan bayana hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyor, onu ikna etmeye çalışıyordu. Bu fal işini iyice öğrenmişti, artık insanları nasıl ikna edeceğini çok iyi biliyordu. Fal bitip fişi yazıp verirken kendinden emin bir şekilde:
"Dediğim gibi, haftaya gel yine bakalım, bir değişiklik var mı diye, olur mu tatlım?" dediğinde, karşısındaki kadın gülümseyerek:
"Tamam, geleceğim," diyerek fişi alıp kasaya gitti.
Sahra, acıkmıştı, toparlanarak yukarı çıkıp mutfağa giderek ocağın başına geçip tencerelerin kapağını açtı. İki tabak alarak yemeklerden koyup masaya oturdu. O sırada içeri giren Fatma, "Afiyet olsun" dedi ve kendi de yemeklerden alıp Sahra’nın karşısına oturdu. Yemeklerini yerlerken Sahra konuştu:
"Akşam eve giderken hatırlat da kırtasiyeye uğrayacağım, Melda’nın istediği yardımcı matematik kitabı varmış, onu alacağım. Bir de markete uğrayalım, eve meyve falan alalım, bugün senin dizin var, seversin meyve yerken televizyon izlemeyi."
Fatma, olur anlamında başını sallayarak Sahra’ya baktı.
"Bugün hiç dizi seyredesim yok, biraz erken çıkalım, olur mu?" Dediğinde Sahra şaşırdı.
"Olur, çıkalım da neden. İyi’misin bir şeye canın mı sıkkın?" Diye sordu.
Fatma, yemeğini hızlı hızlı yerken, "Bir yerde oturup çay içeriz dedim de uzun zamandır gitmiyoruz…"
Bunun üzerine Sahra elini sallayarak:
"Ay, ne gerek var? Evimizde koyarız çayımızı, kızlar da kek yaparlar, mis gibi ayağımızı uzatıp televizyon karşısında keyif yaparız!"
Fatma, Sahra’ya bakıp kaşlarını çatarak:
"Anlatmak istediğim bir şeyler var, kızlar duysun istemiyorum. Anladın mı şimdi?"
Sahra kaşlarını kaldırıp heyecanla:
"Ay, çok merak ederim şimdi, ne söyleyeceksin? Ucundan azıcık söyle!"
Fatma sinirli bir şekilde Sahra’ya bakınca, Sahra sakinleşip:
"Tamam, tamam," diyerek yemeğini yemeye devam etti.
İçeri giren Cemre, "Afiyet olsun," diyerek masaya oturdu. O sırada yemeği biten Fatma, kalkıp Cemre’nin yemeğini tabaklara koyarak masaya Cemre’nin önüne koydu. Cemre, yemeğe başlamadan Fatma’ya bakarak:
"Nasıl gidiyor, tek evli olmak?"
Sahra bu söze gülerek:
"Tek evli olmak ne ki?" Diye sordu.
Cemre gülümseyerek:
"İki evi birleştirdiniz ya, onun için tek evli diyorum!"
Bunun üzerine Sahra başını yukarı kaldırarak:
"Haaa, anladım şimdi, tek evli! Güzelmiş, bu sözü sevdim."
Fatma, yemeğini yiyen Cemre’nin yanına oturarak sorduğu soruya cevap verdi:
"Şükürler olsun, uyum sağladık, iyi gidiyor!"
Cemre, Fatma’ya bakıp tabağını yıkayan Sahra’yı işaret ederek:
"Kalbinde kötülük yok, saf temiz kızları da öyle! İyi bir karar verdin, valla gıpta ettim, aferin sana!" Dedi.
Cemre, yemeğini yerken içeriye Ali girdi. Ali gülümseyip "Afiyet olsun," dedi ve tencerenin kapağını açtıktan sonra tekrar yüzünü buruşturdu.
"Sevmem bu yemeği!" dedi ve kendine çay alarak Cemre’nin karşısına oturdu.
Cemre, yemeğini yerken Ali’ye bakıp:
"Ev yemeği işte, neden beğenmiyorsun anlamıyorum!" Dediğinde Ali umursamaz bir şekilde:
"Her yemeği yiyemiyorum, midem sorun yaratıyor."
Sahra gülerek elinde çayla masaya oturdu ve Ali’ye dönerek:
"Allah seni alan kadına yardım etsin! Her şeyi beğenmiyorsun!"
Cemre, Ali’ye bakıp:
"Evlilik falan düşündüğü yok. Bakalım nasip, kısmet!" Dediğinde Ali gülümseyerek:
"Kısmette, insanın dili dişi bağlanır, olacak olan olur. Kısmet olunan şeyi’de zaten Allah sevdirir. Ben şimdilik hâlimden memnunum. Başkasının benden beklediğini değil, yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum şimdilik."
Fatma, Ali’ye doğru eğilerek:
"Burada bir ayrıntı var, biliyorsun, istersen olur, istemezsen olmaz," dediğinde Ali çayından bir yudum alarak iç çeker:
"Kaçtığım tüm savaşların yaralarını taşıyorum hâlen! Önce iyileşmem gerek."
Sahra, Ali’nin söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Ali’ye bakarak:
"Valla Ali Bey, siz konuşunca anlamakta zorlanıyorum. Şifre uzmanı gerekiyor, anlamak için." Ali gülümseyerek Sahra’ya bakar:
"Boş ver Sahra, yorma o güzel kafanı benim için," diyerek ayağa kalktı ve kendine yeniden çay doldurarak odasına doğru gitti.
Yemeğini bitiren Cemre, ellerini silerken, Fatma yanına yaklaşıp:
"Bugün Sahra ile ben biraz erken çıkacağız, biraz işimiz var, olur değil mi?" Dedi.
Cemre, soran gözlerle Fatma’ya bakarak:
"Hayırdır, ne işi? Bir sıkıntı yok değil mi?" diye sorunca Fatma:
"Yok, aman Allah korusun, her şey çok iyi şükürler olsun!" Dedi ve Cemre’ye eğilerek kulağına bir şeyler fısıldadı.
Cemre kaşlarını kaldırarak:
"Hımmm, anladım," dedi ve masadan kalkıp mutfaktan çıkarken:
"Tamam, işiniz bitince çıkın," dedi.
Sahra, Fatma’ya bakarak:
"Ne oldu ki? Fısır fısır konuştunuz da!"
Fatma, Sahra’ya:
"Meraklı Melahat, dur biraz, akşam konuşacağız, öğrenirsin."
Sahra iyice meraklanmıştı ama yapacak bir şey yoktu, mecburen akşamı bekleyecekti. Masayı silip sandalyeleri düzenledikten sonra kendine yeniden çay koyup eline alarak, aşağıya inmek için giderken koridora doğru baktığında Cemre’nin tedirgin bir şekilde iki numaralı odanın kapısını yavaşça açıp içeri girdiğini gördü. Merdivenin başında durup beklemeye başladı. Bu iki numaralı oda acayip ilgisini çekiyor, çok merak ediyordu. Çaktırmadan kime sorduysa cevap alamamıştı. Hatta her şeyi bilen İbrahim bile o odada ne olduğunu bilmiyordu. Aradan bir süre geçtikten sonra odanın kapı kilit sesi duyuldu. Sahra, çaktırmadan yan gözüyle baktı. Cemre sessizce odadan çıkıp kapıyı kilitlerken Sahra’nın onu gözetlediğini fark etmişti. Sinirlenerek, Sahra’ya doğru bakıp elini kaldırıp öfkeyle:
"Beni mi gözetliyorsun?" Diye bağırdı.
Sahra’nın korkudan yüreği ağzına gelmişti, kekeleyerek:
"Hayır, asla! Ne gözetlemesi, aşağıyı seyrediyordum!"
Cemre bu söze inanmamıştı:
"Bok mu var aşağıda? Neyi seyrediyorsun! Siktir git, masana otur!"
Cemre’nin sesini duyan Fatma telaşla mutfaktan çıkıp neler olduğunu anlamak için hem Sahra’ya hem de Cemre’ye bakıyordu. Sahra koşar adım merdivenlerden inip masasına oturdu.
Çok korkmuştu, merdivene doğru bakarak Cemre’nin öfkeyle inip yanına geleceğini düşünürken kalbi küt küt atıyordu. Gözetlediği için pişman olmuş, kendine kızıp dizine vuruyordu. Kendi kendine konuşarak:
"Ne merak ediyorsun ki? Sana ne! Şimdi işten atarsa ne olacak? En kötüsü de Fatma ağzıma edecek. Merakın yüzünden hem işinden hem de evinden olacaksın,” diye pişmanlıkla bir yandan dizlerine vuruyor bir yandan da merdivenlere bakıp Cemre gelecek diye korkuyordu.
Aradan birkaç saat geçmiş, gelen bir öğrencinin falına kendini veremeden hızlı bir şekilde bakıp göndermişti. Susamıştı, mutfağa gidip su içmeye korkuyordu. Ya Cemre ile karşılaşırsa ya Fatma kızarsa diye korkudan gidemiyordu.
İbrahim’in bir müşteri ile yukarı çıktığını gören Sahra, peşlerinden gitmek için ayağa kalktı, sonra geri vazgeçerek oturdu. Bir süre oturduktan sonra su içme isteği ağır basınca içinden dualar ederek yukarıya mutfağa gitti. İçeri girip hemen bir bardak su alıp sandalyeye oturup su içerken Fatma yanına gelip elini beline koyarak Sahra’nın su içmesini beklerdi ve sonra:
"Sana ne demiştim?" Dedi.
Sahra çekinerek kısık bir sesle:
"Ne demiştin ki?" Diye cevap verdi.
Fatma yanına oturup gözlerine bakarak:
"Kimsenin ne yaptığını merak etme, bu merak insanın başını belaya koyar, demedim mi?"
Sahra yere bakıp çekinerek konuştu:
"Merdivenin başında çayımı içip aşağıyı seyrediyordum, kapının sesini duyunca refleks olarak baktım, o da huylanıp kızdı. Benim bir suçum yok ki," diyerek kendini savundu.
Fatma arkasına yaslanıp:
"Ah ah! Her huyun iyide, şu merak huyun var ya, dellendiriyor beni! Cemre çok kızgın, onu gözetlediğini düşünüyor. Bir şeyler söyleyip ikna ettim gibi. Çabuk hazırlan, çıkalım, bugün gözüne gözükme!" Dediğinde Sahra, "Tamam," diyerek hemen aceleyle kiler odasına gidip makyajını silerek üstünü değiştirip çıktı. Ve Fatma’ya bakarak:
"Hazırım, hadi beni görmeden çabucak gidelim!" Dedi.
Fatma, Sahra’ya bakıp başını sağa sola sallayarak kendi kendine söylenip, dolaptan çantasını aldıktan sonra birlikte çıktılar.
Daha önce oturdukları deniz kenarındaki küçük kafeye gittiler. Garsona çay ve pasta sipariş verip bir süre sustular. Fatma sakinleşmişti, denize bakarak:
"Yüzmeyi bilmem ama denizin kokusu ve dalga sesleri beni benden alıyor. İçimde ne kadar endişe, keder varsa hepsini alıyor sanki!"
Sahra denize bakıp derin bir nefes alarak kokusunu içine çekerken öksürmeye başladı. Bir süre öksürdükten sonra Fatma’ya dönüp:
"Denizin kokusu bana alerji yaptı," deyince ve ikisi de güldü.
Fatma:
"Tüm duygusallığın içine ettin yani, bravo sana!" Diyerek alkışladı.
Sahra utandı ama aldırış etmedi, pastadan koca bir dilim alıp yerken:
"Cemre çok mu kızdı?" Diye sordu.
Fatma çantasından sigarasını çıkarıp bir tane yaktıktan sonra:
"Bazı insanların yaraları ve hassas noktaları vardır," dedi ve devam etti:
"O odada artık ne varsa, sakın bana sorma! Cemre’nin yarası var orada! O yüzden söylemez, merak eden herkese saldırır. Bir daha karışma, gözetleme! Bir sürü insan var, kimse merak etmiyor bir tek sen takıldın o odaya! Meraklısın, meraklı! Bak, ikimiz de işimizden oluruz, Cemre acımaz, kapının önüne ikimizi de koyar. Ona göre aklını başına al, tamam mı?"
Sahra başını sallayıp pişmanlık içinde:
‘’Tamam, daha olmaz,’’ deyip pastasını yemeye devam etti.
Fatma sigarasından derin bir nefes çektikten sonra:
"Eşimle bizim güzel bir hayatımız vardı," diye söze başladı.
Sahra, Fatma’nın böyle konuşmasına şaşırıp hemen elindeki çatalı bırakarak Fatma’yı pürdikkat dinlemeye başladı. Çünkü Fatma’nın hayatını çok merak ediyordu, belki de ondan bahsedecekti. Fatma denizi seyrederek konuşmasına devam etti:
"Eşimin çok iyi bir işi vardı. Para yönünden hiç sıkıntımız yoktu ama çocuğumuz olmuyordu. Doktordu, tahlildi, ilaçtı derken sonuçlar çıkmıştı. Eşimin küçükken geçirdiği bir hastalık yüzünden spermleri ölü olduğundan çocuğumuz olmuyordu. Çok üzüldük, ama elimizden bir şey gelmiyordu. Artık yaşımız geldiğinde ileride evlatlık alırız diye karar vermiştik, hem de kız evlat istiyorduk… Neyse, eşim kendini işine verdi. Ben çalışmıyordum, eşim beni çalışıyor göstererek sigortamı yatırıyordu. Zaten bana yaptığı en büyük iyilik de bu oldu, sayesinde bugün emekliyim. O işe gittiğinde ben de komşularla günlerde, kurslarda, yardım derneklerinde faaliyetler gösterip günlerimi geçiriyordum.”
Fatma bir süre susup çayını içti. Sahra meraklanmıştı, ama "Hadi devam et," diyemiyordu. Fatma sakin bir şekilde konuşmasına devam etti:
"Karşı komşumuz vardı, çok iyi anlaşırdık. Karı koca, bir de dokuz yaşında kızları vardı," deyip yine sustu. Bir süre sustuktan sonra Sahra’ya acı acı bakıp:
"Bunları anlatmam benim için o kadar zor ki, bunu anlayamazsın! Aynı evi paylaşıyoruz aramızda sır olmasın bilmen gerekiyor diye anlatıyorum." Deyip sigarasını söndürdü. Bir süre sessiz kalıp denizi seyrettikten sonra yeniden sigara yakıp konuşmasına devam etti:
"Biz de ileride yuvadan kız evlat almayı hayal ettiğimiz için onların kızı olan Zeynep’i çok seviyorduk, âdeta onunla alacağımız kız çocuğu için alıştırma yapıp anne baba olmayı öğreniyorduk. Hediyeler falan alıp çocuğu âdeta şımartıyorduk. Tabii bu durumdan anne babası memnundu. Kızın babası işçi, evine bağlı bir ataerkil bir erkekti, çocuğu kız olduğu için çocuğuna biraz soğuk davranıp otorite kurmaya çalışıyordu. Erkek olsaydı eminim daha sevgi dolu olurdu… Neyse, kız da babasından görmediği ilgi ve sevgiyi eşimden gördüğü için onu baba gibi seviyor, kucağına oturup nazlanıyor, şımarıp cilve yapıyordu. Annesi Nalan, genç, güzel, hayat dolu bir kadındı. Ne zaman bize gelse veya onlara gitsek, eşime ayrı bir ihtimam gösteriyor, âdeta kuşlar gibi cıvıl cıvıl oluyordu. Onun bu davranışlarını görüp hafiften kıskanıp, içimi bir kurt kemiriyor ama konduramıyordum. Böyle düşündüğüm için kendime kızıp benim kalbim fesat diyordum."
Fatma sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra tekrar susarak denize doğru dalıp gitti. Sahra merakla hikâyenin nereye varacağını bekliyordu. Bir şey söylemeye çekinerek, çayını içip pastadan yemeye başladı etti. Bir süre sonra Fatma tekrar konuşmaya başladı. Sahra, çayını çatalını masaya bırakarak yine Fatma’nın söyleyeceklerine odaklandı.
"O gün kurstaydım, içimi bir sıkıntı sarıyor, yerimde duramıyordum. Hocaya rahatsızlandığımı, eve gitmek istediğimi söyleyerek kurstan çıktım. Eve gitmeden kendime gelmek için biraz parkta dolaştım. Yok, içimdeki sıkıntı gitmiyordu. En iyisi eve gideyim, duş alırsam belki sıkıntım gider diye düşünüp eve geldim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde yatak odasından bir ağlama sesi geliyordu. Sonra eşimin sesini duydum, ‘sus’ diye bağırıyordu. Neler oluyor diye aceleyle ayakkabımı çıkarıp odaya doğru koştum, odanın kapısını açtığımda içerde onları gördüm," deyip yine sustu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sahra kaşlarını kaldırmış sinirle:
"Vay kaltak kadın, tahmin etmiştim!" Dediğinde Fatma masadan peçete alıp gözyaşlarını sildikten sonra sözlerine devam etti:
"İkisi de çırılçıplaktı. Kıza arkasından sarılmış, heyecanla boynunu öpüyordu. Kız korkudan belki de acıdan ağlıyordu."
Fatma ağlamamaya çalışıp kendini zor tutuyordu Sahra şaşkınlıkla sordu:
"Kız mı? Kim? Hangi kız?" Diye sorunca.
Fatma gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya devam ederken boğuk bir sesle konuşmaya çalıştı:
"Zeynep, küçücük, daha dokuz yaşında! Kocamın kollarında ağlayarak bırakması için ona yalvarıyordu."
Sahra şok olmuştu. Eli ile ağzını kapatıp ne söyleyeceğini bilemezken birden midesi bulanıp yere doğru birkaç kere öğürdü. Gözlerini koca koca açarak karşısında sessizce ağlayan Fatma’ya baktı. Nutku tutulmuştu konuşamıyordu. Sonra sandalyesini yanına yaklaştırıp koluna sarılarak başını Fatma’nın omzuna koydu. İkiside konuşmadan bir süre denizi seyredip sessizce ağladılar. Sonra Sahra, toparlanıp Fatma’nın saçlarını okşayarak, "Tamam, anladım ben! Gerisini anlatma, daha fazla üzülme! Hadi lavaboya gidip bir yüzünü yıkayıp kendine gel, hadi" diyerek Fatma’yı zorlayarak lavaboya gönderdi.
Fatma lavaboya gidince, anlattıklarını düşünerek kendi kendine konuştu:
"Vay be, kıyamet alametleri bunlar! Annem hep derdi, ’Kızım, kimse öz babanız öz abiniz değil, erkeklere ona göre davranın.’ Kadın haklıymış! Gerçi özler de yapıyor, duyuyoruz, oğluna, kızına hatta hayvanlara. Tövbe tövbe, başımıza taş yağsa yeridir vallahi! Çok dikkatli olmak gerekiyor, senin kalbin temiz olabilir ama karşındaki yanlış anlayabiliyor. Al işte, zavallı kız, babası gibi görmüş, yaklaşmış, adam şerefsiz çıkmış! Allah’ım yardım et, insanlar iyice azdı, ne çocuk diyorlar ne hayvan diyorlar! Ne olacak hâlimiz? Git gide dünya kötüye gidiyor. Yardım et Allah’ım!"
O sırada Fatma gelip oturarak bir sigara yaktı. Gelen garson bardakları alıp yeniden çay getirip bıraktı. Sahra konuyu dağıtmak adına gülümseyerek, "Pasta güzelmiş, sen de ye hadi!" dedi.
Fatma pastaya doğru bakıp gülümseyerek, "Ben yaş pasta sevmem ki! Senin için sipariş vermiştim," dedi.
Sahra çok duygulanmıştı, Fatma’ya sevgi ile bakarak, "Ne kadar iyi bir insansın sen ya! Çocuğun olmamış ama anne gibisin! Hem bana hem kızlarıma anne gibisin valla! Yüreğindeki yarayı artık gördüm, seni nasıl sarıp sarmalarım, derdine nasıl ilaç olurum bilemiyorum ama bildiğim bir şey var, ne olursa olsun, hani demiştin ya, iyi günde kötü günde hep yanındayım. Unutma, yalnız değilsin! Olan olmuş, bitmiş gitmiş. Unutmaya çalış!" Dedikten sonra çekinerek kısık bir sesle "Ama son bir soru sorup bu konuyu ölünceye kadar bir daha açmayacağım."
Fatma, Sahra’ya bakıp, "Ne soracağını tahmin ediyorum ama yine de sor," dedi.
Sahra, Fatma’yı kızdırmaktan korkarak, "Sanırım o gün kocanı öldürdün! Ya çocuk ne oldu, buna şahit oldu mu? İnşallah o anı görüp yaşamamıştır! Ben o çocuğu merak ediyorum?"
Fatma derin bir iç çekerek:
"Ben odaya girince eşim panik olup zaten kızı bırakmıştı. Kız elbiselerini toplayıp ağlayarak kendi evlerine kaçtı. Çekmecede eşimin ruhsatlı silahı vardı, aslında kullanmayı da bilmiyordum. Eşim üstünü telaşla giyinirken çekmeceden silahı alıp sadece tetiğe bastım, içindeki tüm kurşunları üstüne boşalttım, sonra da polisi aradım."
Sahra derin bir nefes alarak, "Oh iyi yapmışsın, yağlarım eridi, şerefsiz karaktersiz adam geberip gitmiş!"
Fatma acı acı gülerek, "Eşimi çok seviyordum, çok güveniyordum. En çokta beni bu yıktı!" Dediğinde, Sahra ettiği küfürleri toparlamaya çalışarak, "Özür dilerim, küfür ettim ama!" deyince, Fatma, Sahra’nın sözünü keserek konuşmasını sürdürdü:
"O karaktersiz şerefsizi, Nalan’la yakalamayı beklerken!" Dedi, devamını getiremedi, derin bir nefes alarak:
“Neyse, çocuk ne oldu diye sorarsan Zeynep’i çocuk yuvasına almışlar, önceleri tedavi etmek için çocuk psikiyatrları falan ilgilenmişler. Sonrasında ne oldu bilemiyorum ama en büyük yarayı o kız aldı. Hayatı boyunca bu olayı unutamayacak. Nalan ise… Yani annesi!” dedi ve sigarasından bir nefes alarak acı bir gülüşle, "Nalan bu olaydan sonra eşi ile arası bozulup boşanmışlar. Sonra ne yaptı biliyor musun? Mahkemede beni suçlayıp eşimin yasını tuttu. Meğer benden çok seviyormuş ölen eşimi!"
Sahra yine şaşırmıştı, yutkunarak,
"Dayanamayacağım, kusura bakma, küfür edeceğim! Çocuğuna sahip olmayan adi şıllık, orospu, kaltak!" diye küfür etti.
Fatma Sahra’ya bakıp, "Bu kadar mı?" diye sorunca, Sahra çekinerek başını sallar, "Ne?" diye sorar Fatma ciddi bir ses tonu ile "Küfürlerin bu kadar mı?" Sahra dudağını büküp ellerini açarak, "Başka küfür bilmiyorum ki!" Sahra’nın bu sözü ikisini de güldürmüştü.
***
Bir sonraki gün, kafeye birlikte gelen Sahra ve Fatma üst kata çıktılar. Sahra kiler odasına giderken, Fatma ocağa çay suyu koyup mutfağı toparladı. O sırada içeri giren İbrahim gülümseyerek, "Günaydın abla!" dediğinde, Fatma, İbrahim’e çantasından para çıkarıp vererek, "Bugün simit peynir yiyelim, hadi alda gel oğlum!"
İbrahim gidince, Fatma da üst kattaki odaların masalarının tozunu alıp silerken, kıyafetini değiştirmiş olan Sahra da ona yardım etmek için yerleri küçük yer silme arabası ile paspas etti. İşleri bitince mutfağa gelip çayı demledikten sonra simitleri getirip masada oturan İbrahim’le sohbet ettiler. Fatma İbrahim’e bakarak, "Hayat nasıl gidiyor?" Diye sorunca İbrahim omuz silkerek,
"Valla abla, elimden geleni yapıyorum. Tek derdim KPSS’yi kazanmak. İyi bir puan aldığımda işe girebilmek. Hatta işe girebilmek için de torpil bulmak. İşte öyle böyle yuvarlanıp gidiyoruz. Dua edin, olur mu? Sahi dua deyince aklıma geldi dün bir rüya gördüm memur olmuşum masa başı bir işim varmış o kadar mutluydum ki kendi kendime diyorum ki hafta sonu kafeye gidip ziyaret edeyim özlemişim sizi anlamı neki abla?"
Fatma, İbrahim’in kolunu sıvazlayarak, "Hayır olsun şu sıralar aklın fikrin sınavda olduğu için görmüşte olabilirsin ama güzel bir rüya’’ İbrahim kafasını kaşıyarak ‘’yani kazanacak mıyım?’’ Diye sorunca Fatma gülümseyip
‘’Bir gün adamın biri o zamanın erenlerinden birine gelip şeyhim demiş ne kadar ibadet edersem edeyim Peygamber efendimizi rüyamda göremiyorum ne yapmam lazım demiş. Şeyhte akşam yatmadan önce bir avuç tuz ye su içmeden yat yarın gel anlat demiş adam sevinerek tamam deyip evine gitmiş. Ertesi gün adam şeyhin yanına gidip huzura çıkmış. Şeyh sormuş ne gördün rüyanda adam mahcup bir şekilde sabaha kadar pınarlardan su içtim Peygamber efendimizi göremedim demiş. Şeyh gülerek demiş ki sen geceden tuz yediğin için suya yandın, sabaha kadar rüyanda su gördün eğer Allah’ın Resulüne yanmış olsaydın sabaha kadar Peygamberimizi görürdün demiş. İşte İbom sen şimdi sınav için yanıyorsun o yüzden böyle rüyalar görmen normal. Dilerim Allahtan rüyan haberci rüya olup gerçek çıksın’’ İbrahim ellerini açıp ‘’İnşallah’’ Dediğinde Fatma İbrahim’in gözlerine bakarak ‘’İnşallah deme!" Dedi Fatma’nın bu sözüne İbrahim’de Sahra’da şaşırmıştı. İkisi de soran gözlerle Fatma’ya bakınca,
"İnşallah demenin anlamı Allah isterse olur anlamına gelir. Ama sen olsun diye istiyorsan, o zaman net olacaksın! Edilen duaya Âmin diyerek yani Âmin ’in meali olan istiyorum duamı kabul et Allah’ım deyip mühürleyeceksin! ‘İnşallah’ diyerek olsa da olur, olmasa da olur, Rabbim bilir demeyeceksin."
İbrahim gülerek kafasını kaşır:
"Bir yaşıma daha girdim! Bunu bilmiyordum,” diye Sahra’ya baktı. Sahra cevap veremedi bilmiyordum anlamında ellerini açıp ‘’Bende yeni öğrendim’ ’diyerek kalkıp masaya peynir ve zeytin koydu, simitleri paketinden çıkarıp çaydan kendilerine birer bardak çay alıp kahvaltılarını yaptılar.
İbrahim aşağıya inince, Sahra ve Fatma pencerenin kenarına oturdular. Bu sırada içeriye Cemre girdi. Sahra, Cemre’yi görünce korkudan pencereye doğru iyice yaklaşıp görmemiş gibi dışarıyı seyretmeye devam etti. Cemre, Sahra’nın korktuğunu fark edince yanına yaklaşıp:
"Götünden korkan dikene oturmaz, yüzüme bak!" deyince Sahra çekinerek ayağa kalktı ve Cemre’nin yüzüne bakıp titrek bir sesle:
"Özür dilerim, seni gözetlemek için bakmamıştım. Orada durup çay içiyordum." dedi.
Cemre bir süre daha sert baktıktan sonra birden gülümseyerek:
"Tamam, tamam korkma, sorun yok! Dün çok sinirliydim, sana patladım." Diyerek sandalyeye oturunca Sahra da oturdu. Fatma, Cemre’ye bakarak:
"Hayırdır, kime sinirlendin?" dediğinde Cemre bir sigara yakıp eliyle sokağı göstererek:
"Hani birkaç kere gelmişti başımın belası Ayhan piçi var ya!"
Fatma hatırlamıştı:
"Evet, hatırladım, uyuşturucu bağımlısı olan. Ama sen ona uzaklaştırma almıştın."
Cemre sinirle devam etti:
"Aldım, kafeye gelemiyor ama dışarıda arabama notlar yazıp koyuyor. İyicene kafayı yemiş ya! Bak, görürsün, bir gün ya o beni öldürecek ya da ben onu!"
Fatma panikleyip tahtaya vurarak:
"Aman Allah korusun, o nasıl söz ya! Polise söyle ne bileyim bir şeyler yapsınlar!"
Cemre gülerek Fatma’ya baktı:
"Polis vukuat işlemediği sürece bir şey yapmıyor canım! Bir de beni kadın olarak görmedikleri için ekstra bir şey yapmıyorlar diye düşünüyorum."
Fatma gelip karşısına oturarak:
"Hiç öyle şey olur mu? Herkese eşit davranıyorlardır. Adalet var hukuk var. Sen öyle algılıyorsun."
Cemre acı acı gülerek:
"Boşver Fatma, az mı polislik oldum, bilirim. Birinde adam benle yattı, sonra da zorla paramı aldı, polise şikâyet edince adam, onun parasını çaldığımı söyledi. Yani bana değil, ona inandılar. Hem param gitti hem de borçlu çıktım.
Cemre sigarasını içerken konuşmasını sürdürdü:
"Zaten bizim gibilerin kaderidir bu! Toplumda cinsel tercihlerimiz için suçlanır, aşağılanırız. Oysa o kadar çok gizli eşcinsel var ki! Ortada, erkeğim veya kadınım diye geziyorlar, fark eden yok."
Cemre elini sallayarak devam etti:
"Eşcinsel öyle bürokratlar, iş adamları hatta siyasetçileri bilirim ki, duysanız ağzınız açık kalır. Kendilerini sakladıkları için kimse bilmiyor. Bir konuşsam yer yerinden oynar!" Dedikten sonra sustu. O sırada Sahra çay getirip Cemre’nin önüne koydu. Çayından bir yudum alan Cemre sinirli bir şekilde konuşmasını sürdürdü:
"Aç kalmamak için sokağa düşmemek için çalışmak istersin, iş vermezler. Sanki bulaşıcı bir hastalık taşıyormuşuz gibi yanlarında, yörelerinde görmek istemezler. İş yok, ekmek yok, bokmu yiyelim sokaktaki hayvanlar bile sahipleniliyor karnı doyuruluyor bizi yokluğa açlığa mahkûm ediyorlar. Birde kiralık ev vermezler, her yerde oturamayız, apartmandaki komşu hatta mahalle bizi istemez. Ne yapacağız? Nasıl yaşayacağız? Biz insan değil miyiz? Yaşam hakkımız yok mu? Ama o tutucu namuslu piçlere seks teklif et, koşarak gelirler. Hani kötüydük, yavşak! Hani vebalıydık, orospu çocuğu!" Cemre iyice sinirlenmişti, sesini dahada yükselterek:
"Fuhuş yapmaya mecbur kalıyoruz! Tüm günahlarımız onların boynuna olsun İnşallah! Beter olsunlar İnşallah!" diye bağırınca Fatma kalkıp bir bardak su getirip:
"Al şunu, iç, sakinleş! Aşağıdan duyacak millet"
Cemre suyu içtikten sonra biraz sakinleşmişti, çayını ve sigarasını içerek sakin bir ses tonuyla yeniden konuşmaya başladı. Eliyle aşağı katı işaret ederek:
"Şu çalışanlar var ya, onlar kendiliğinden gelmedi, hepsini ben topladım. İçlerinde, bilmiyorsunuz ama eşcinseller var, cezasını çekmiş tövbe etmiş mahkûmlar var. Ben o beğenmedikleri trans Cemre! İş bulamayıp intiharın eşiğine gelmiş insanları toplayıp ekmek verdim, kucak açtım. Ne olursa olsun onlara insan gözüyle baktım."
Cemre derin bir iç çekerek Fatma’ya bakıp:
"O kadar doluyum ki Fatma, böğüre böğüre ağlamak istiyorum."
O sırada gözlerinden iki damla yaş süzülen Cemre, gözyaşını elinin tersiyle silip sigarasından bir nefes daha çekerek:
"Neyse ya, konuşturmayın beni. Dün siz ne yaptınız?" Diye sordu.
Fatma gülümseyerek, "Dertleştik," Dedi.
Cemre "İyi geldi mi?" diye sorunca Fatma başını sallayarak, "Valla bana çok iyi geldi, yaramı kanatıp içimi döktüm en azından hafifledim!" Dediğinde Sahra üzgün bir sesle konuşur:
"Bana hiç iyi gelmedi, sabaha kadar uyuyamadım," dedi.
Cemre gülümseyip "Kafenin adını keşke dertliler hanı koysaydım. Çok yakışırdı. Baksana, herkes dertli!" deyip kahkaha attı.
Bir süre güldükten sonra Cemre’nin yüzünde bir hüzün belirir "Gülüyoruz ağlanacak hâlimize," diyerek ayağa kalkıp Sahra’nın başına hafifçe vurarak, "Bir daha beni gözetleme, yolarım seni," dedi ve gülerek mutfaktan çıktı.
Sahra endişeli gözlerle Fatma’ya:
"Kız çok korktum, valla iyi ki çok kızmadı. Aman aman, bir daha ne merak ederim ne de bakarım," deyip kendine çay aldı.
Fatma:
"Bence de kork! Çünkü yarası büyük olanın öfkesi de büyük olur. Kimseye bulaşma, kimin büyük yaraları var bilmez, baltayı taşa vurmuş olursun."
Sahra çayını içtikten sonra masayı topladı, aşağıya inerek müşteri beklemeye başladı. Birkaç saat sonra İbrahim, Sahra’nın yanına gelerek müşterisi olduğunu söyledi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.