- 180 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 11 )
Sahra duygularından sıyrılmış, Fatma’nın söylediği sözlere kilitlenmişti. İçinden, "Kim Allah’ın adına konuşup yargılarsa, cezasını da belasını da çeker. En önemlisi ’de ön yargı ile kınadığınla sınanırsın. Benim gibi!" Sahra bu düşüncelerle cebelleşirken içeri giren İbrahim’in sesiyle kendine geldi.
"Abla, müşterin var, kahvesini içiyor, haberin olsun."
Sahra ayağa kalkıp İbrahim’e:
"Öğrencilerden biri mi?" diye sorunca İbrahim:
"Yok abla, bir kadın! Sana baktıracakmış. Herhâlde ilk defa geliyor, çok ürkek," dedi.
Sahra, Fatma’ya “kolay gelsin,” deyip aşağıya indi. Masasına oturup bir süre bekledikten sonra, elinde fincanı ile çekingen kırklı yaşlarda güzel yüzlü, temiz giyimli bir bayan gelip karşısına oturdu. Çekingen bir gülüşle:
"Merhaba, ismim Aslı, ilk defa fal baktıracağım, sizi kızımın arkadaşı tavsiye etti." deyip sustu.
Sahra bir süre Aslı’yı inceledi, parmağında alyans yoktu ama alyans izi vardı. Göz kenarları kırışmış, yüzü solgundu. Göz bebeklerinin ışığı sönmüş fener gibiydi. Mutsuz olduğu her hâlinden belliydi. Fincanı önüne çekerek yavaşça açtı. Bir süre inceledikten sonra:
"Neden bu kadar mutsuz ve umutsuzsun?" Diye sordu.
Aslı refleks olarak yüzük parmağını başparmağı ile ovuşturdu. Acı dolu bakışlarla Sahra’ya bakıp tam konuşacakken, Sahra:
"Kocan yüzünden değil mi?" diye sordu.
Aslı şaşkınlıkla kaşlarını kaldırmıştı.
"Doğru. Beni bu hâle getiren o," dedi ve yine sustu.
Sahra, karşısındakinin ezik bir kadın olduğunu anladı. Tahminen kocası onun bu hâlinden yararlanıp köle gibi kullanıp eziyordu.
"Neden kendini bu kadar ezdirdin hayatım? Hiç aynaya bakmıyor musun? Çok güzel bir kadınsın," dediğinde Aslı sakin bir sesle:
"Gençliğinde aşırı kıskanç biriydi. Çocuklarım küçüktü, sustum, biat edip çektim. Çocuklar büyüdü, bu sefer de kıskançlığı bitti, cimriliği başladı."
Aslının bir anda gözleri nefret ışığı ile canlandı Sahra bunu farketmişti istifini bozmadan:
"Fincanda gördüğüm kadarıyla, bu adam sadece para cimrisi değil."
Aslı doğru anlamında başını sallayınca Sahra devam etti:
"Parada cimri, sevgide cimri, ilgide cimri, sorumlulukta cimri..." devam edecekken Aslı söze girip:
"Ama kendine gelince cimri değil, bizi umursamazken kendine marka kıyafetler alır. Bana üç kuruş harçlık vermezken kendi istediği gibi para savurur."
Sahra, Aslı’yı dinledikten sonra tekrar fincana bakıp konuşmasına devam etti:
"Boşanma konusunu konuştunuz ama eyleme geçirmediniz."
Aslı:
"Evet, konuştuk. Umurunda olmadı, birkaç kere ailemin yanına küs gittim, ne aradı ne sordu. Hatta birkaç kere ağır hasta oldum, birinde de ameliyat oldum, adamın umurunda olmadı. Onun göre boşanmak değil de, ben ölürsem daha mutlu olacak. Acaba hayatında biri mi var?"
Sahra bu soruyu bekliyordu ama nasıl cevap vereceğini bilemiyordu. Var dese belki de iftira etmiş olacaktı, yok dese kadına böylesi bir adam için umut vermiş olacaktı. Derin bir iç çekerek fincana bakmaya devam edip:
"Senin adam aslında aranıyor yani istiyor ama sanırım burada gördüğüm kadarıyla çirkin bir adam. O yüzden kadınlar buna yüz vermiyor. Üstelik senin gibi güzel bir karısı varken gözünün dışarıda olmasını da anlamış değilim."
Aslı dudak bükerek:
"Tahmin etmiştim zaten! Bir kadın olmuş olsaydı hem üzülürdüm hem de kolaylıkla boşanırız diye sevinirdim," dedikten sonra birkaç saniye düşündü, sonra Sahra’ya bakarak:
"Acaba büyü falan mı yapılmış? Biraz ondan şüpheleniyorum," deyince Sahra heyecanla:
"Hayır," dedi ve devam etti:
"Büyü falan yok, ancak üstünüzde, hanenizde nazar çok. Bol bol içme suyunuza Ayetel Kürsi, Nas Felak okuyup üfle ailece onu için, kırk gün içinde geçer," dediğinde Aslı hemen telefonunu alıp Sahra’nın söylediklerini yazarak not etti.
Sahra fincana bakıp gizemli bir şekilde konuşmasına devam etti:
"Hayatım, fincanda kocan çocukların net görünüyor ama sen yoksun."
Aslı korkarak heyecanla sordu:
"Ölecek miyim yoksa?" Diye sorunca Sahra gülecek gibi oldu ama toparlanıp ciddi bir tavır takınarak:
"Ne ölmesi be! Allah korusun! O kadar pasif, sessiz, köle gibisin ki adam seni görmüyor. Yani robotik hizmetçi gibisin. Bunu sen fark etmiyorsun ama bilinçaltın fark ediyor, o yüzden durmadan hastalanıp ’ben varım, buradayım’ diye bağırıyor."
Aslı şaşırmıştı:
"Nasıl yani?" diye sorunca Sahra gözlerinin içine bakarak:
"Adama hiç itiraz etmemişsin, gerçi gençliğinde biraz etmişsin ama sonra dayağını yiyip oturmuşsun. Hır gür çıkmasın, çocuklar üzülmesin diye bir süre sonra itirazı da kesip susmuşsun. Artık onu karşına alıp güzelce konuşman lazım! Hakkını araman ben de varım, sen bekâr değilsin biz evliyiz demen lazım!"
Aslı başını öne eğip biraz düşündükten sonra:
"Bunu dediğimde adam şok olup beni kapının önüne koyarsa ne yapacağım?" Diye sordu.
"Koyarsa koysun! Boşanır, bir işe girer, çalışır, üstüne de eşinden nafaka alırsın," dedi.
Aslı, başını sağa sola sallayarak:
"Olur tabi! Emek verip adamı ev bark sahibi yapayım, her türlü çilesini ben çekeyim, sonra da bırakıp gideyim hı hı tabi olur. Adalet mi bu?" Dedi sinirle.
Sahra, Aslı’nın haklı olduğu yanları da var diye içinden geçirerek:
"Şimdiye kadar kocan için yaptıklarını düşün. Var olduğunu kanıtlamak için davranışlarını değiştirsen," diye önerdi Sahra, ancak Aslı araya girerek:
"Denemediğim bir şey kalmadı! Aile terapisine bile gidelim dedim, kabul etmiyor!"
Sahra şaşırmıştı, daha ne söyleyeceğini bilemiyordu. Ne söylese denedim, olmadı diyordu. Fincana bakıp daha ne söyleyebilirdiki. Sonra aklına bir hile geldi.
"Bak sana özel olarak başka bir şey yapacağım. Kıymetini bil, kimseye yapmam bunu," diyerek fincanın üstüne tabağını koydu. Gözlerini kapayarak güya bir şeyler okuyor gibi yapıp okuyup, okuyup, fincana doğru üfledi. Karşısında oturan Aslı korkmuş, sandalyesini biraz geri çekerek Sahra’yı seyrediyordu. Sahra yavaşça gözlerini açtığında Aslı’ya sert bir şekilde baktı. Aslı iyice korkmuştu, Sahra esrarengiz bir şekilde kalın bir ses tonu ile konuştu:
"Şimdi sadece bir soru soracaksın! Üç yıl içinde olmasını beklediğin ve çok istediğin bir soru olsun. İçinden Eüzü Besmele çekerek sorunu sor," dedi.
Aslı korkudan sesi titreyerek kararsız kaldı, sonra kendini zorlayarak:
"Kocam ölecek mi?" Diye sorunca Sahra içinden ‘yok artık soruya bak’ diye geçirdi. Bu soru karşısında bir an tedirginlik yaşasa da artık oyuna başlamıştı devam etmek zorundaydı. Hemen toparlanıp gözlerini kapatarak bir süre yine dualar okuyor gibi yaptı, sonra da ellerini titreterek fincanın üstünde daire çizer gibi hareket ettirdikten sonra gözlerini yavaşça açıp baktı. Karşısında Aslı yoktu. Sağa sola baktı ama Aslı yoktu. Ayağa kalkıp kapıya doğru giderken kasada duran kız:
"Sahra abla!" diye seslendi. Dönüp baktığında elinde paralarla duran kasiyer kızı gördü.
"Abla, senin müşteri fal parasını verip aceleyle koşarak gitti."
Sahra şaşırmıştı.
"Allah Allah neden gitti ki? Bir şey söylemedi mi?" diye sorunca kız, “hayır,” anlamında başını sallayıp parayı kasaya koydu. Sahra masasına gidip 500 liralık fiş yazıp kasaya verdi. Sonra gelip masasına oturup fincana bakarak düşünmeye başladı. Ya gözlerini açtığında Aslı orada olmuş olsaydı, ona ne söyleyecekti ki? Ne kadar salakça bir hareket! Şimdi bunu Fatma duysa yüzüme karşı ne salaksın derdi kadın haklı! Derin bir nefes alıp elini savurarak güler “ Üç yıl içinde olacak bir şey sor dedim hemen olacak demedim ki amaaaan akışa göre bir şeyler uydururdum artık üç yıl içinde olursa olur olmazsa unutur giderdi zaten” diyerek kendini savunmaya çalışıyordu. İnsanlar, fallardan ne çok şeyler bekliyorlardı. Geleceği bilmek istiyorlar, başkalarının ne zaman öleceğini merak ediyor ama ben ne zaman öleceğim diye soran olmuyordu. Bir gün ansızın öleceklerini bildikleri hâlde, gelecekten para, mal, mülk, aşk, sevgi beklentisi içine girip, ne zaman olacak diye soruyorlardı. Ve istediklerinin olması için gerekirse büyü yaptırmak isteyen veya Üstümüzde büyü var, nazar var, kem göz var o yüzden olmuyor, diyen insanlara da hayret edip şaşırıyordu.
Bu duruma her ne kadar şaşırmış olsa da, alışmaya da başlamıştı. İstemediği, sevmeyerek yaptığı bu işe alışıyor olması iyi mi kötü mü tam sorgulayacakken vazgeçti. Defterini açıp, baktığı falı ve kazancını yazdı, iyi dedi içinden. Akşama kadar kim bilir kaç müşteri daha gelecekti. Böyle giderse kazancı daha iyi olup, Fatma’ya olan borcunu ödeyecek, geçim sıkıntısı da yaşamayacaktı.
Bir süre daha maddi anlamda toparlanıncaya kadar başka iş aramayı askıya almaya karar verdi. Böyle iyi kazanırsa, ev sahibi de kirayı arttırırsa arttırsın, artık iyi kazandığı için rahatlıkla ödeyebilirdi.
Aslı’ya yaptığı oyun tekrar aklına gelip kendi kendine güldü. Kendini taklit ederek "Eüzü Besmele çekerek sorunu sorrrr!" Dedi ve tekrar gülmeye başladı. Bir süre güldükten sonra toparlanıp fincanı alarak mutfağa gitti. Fatma oturmuş sigara içiyordu. İçeri girip elindeki fincanı yıkayıp sessizce yanına oturdu. O sırada Ali gülümseyerek mutfağa girdi:
"Fatma Sultan, yemek hazırsa ben yesem olur mu? Bugün çok yoğundum, erken geldim, kahvaltı yapamadım," dedi.
Fatma umursamaz bir şekilde ocaktaki tencereyi işaret edip:
"Yemek hazır, isteyen yiyebilir," dedi.
Ali ocağın yanına gidip kendine yemek alırken, Sahra da kalkıp kendine yemek aldı. Ali’nin karşısına oturup yemeğini yerken Sahra, Ali’ye bakarak:
"Ali Bey, siz tam olarak ne iş yapıyorsunuz? Yani nasıl fal bakıyorsunuz?"
Ali, gülümseyip:
"Ben fal bakmıyorum," dedi.
Sahra bir süre yemeğinden yedikten sonra yeniden sordu:
"Nasıl yani, falcı değil misiniz?"
Ali başını hayır anlamında sallayıp:
"Ben yaşam koçuyum," dedi.
Sahra yaşam koçunu duymuştu ama sanki o işi psikologlar yapıyor diye hatırlıyordu. Merak edip sordu:
"Yaşam koçluğunu psikologlar yapıyor diye biliyordum."
Ali yemeğinden bir kaşık daha alarak cevap verdi:
"Hayır, eğitimini alan herkes yapabilir," dedi.
Sahra yine soru sormaya çekinerek yemeğini yemeye devam etti.
Ali hızlı hızlı yediği için yemeğini bitirmiş, tabağını evyenin içine koymuştu. Sandalyeye oturup sigara yakınca Sahra merak ettiği soruyu sormaya karar verdi:
"Yaşam koçu olarak ne yapılıyor? Yanlış anlama, bilmediğimden soruyorum."
Ali arkasına yaslanarak:
"Akıl satıyorum," dedi.
Sahra anlamamıştı ama daha fazla soru sormaktan kaçınarak aptal durumuna düşmek istemedi. Yemeğini yedikten sonra tabağını alıp evyeye götürüp yıkayıp koydu. Fatma Ali’ye dönüp yemeği beğenip beğenmediğini sorduğunda Ali gülümseyerek:
"Ellerine sağlık, yemekler çok güzel oluyor ama ben biraz seçiciyim, öyle her yemeği yiyemiyorum."
Sahra bir şey söyleyecek oldu ama Ali ona bakarak söze girdi:
"Şimdi diyeceksin ki, şükretmek lazım, onu bulamayanlarda var," dedikten sonra bir kahkaha attı.
Sahra ve Fatma da gülerken içeriye Nehir girdi, kapının önünde durup gülümseyerek:
"Ne güzel gülüyorsunuz, söyleyin de ben de güleyim," diyerek ocağın yanına gitti. Ocaktaki tencereyi açıp yemeğe baktı, dudak kıvırdı, beğenmemişti. Kendine çay alıp bir parça ekmek kopararak masaya oturup yemeye başladı. Bunun üzerine Fatma:
"Öksüz gibi kuru ekmek yeme, mis gibi yemek var orada! O kadar emek verip yapıyorum, yemiyorsunuz," dediğinde Nehir sitemli bir şekilde:
"Hep aynı yemekleri yemekten sıkıldım," dedikten sonra Fatma’ya bakarak, "Dolapta peynir falan var mı?" diye sordu. Fatma "Var" dediğinde kalkıp peynir tabağını alıp getirip, ekmek içine koyarak yemeye başladı. Ali sigarasını bitirip giderken aklına bir şey düşmüş gibi Nehir’e dönüp:
"Sahi Nehir, senin gönderdiğin bir kadın vardı ya, hani panikatak olan."
Nehir, Ali’ye bakarak evet anlamında başını sallayınca Ali:
"O, bu hafta gelecekti, gelmedi. Haberin var mı, neden gelmedi?"
Nehir ekmeğini ısırırken kaşlarını kaldırıp eli ile bilmiyorum işareti yaptı. Ali başını sallayarak mutfaktan çıkarken, Sevoş mutfağa geldi. Ali ile kapıda karşılaşınca cilveli cilveli:
"Kader bizi yine karşılaştırdı, bu tesadüf olamaz değil mi?" Diyerek gülümsedi.
Ali Sevoş’a bakıp gülerek:
"Aynı iş yerinde çalışıyoruz, o yüzden olmasın?" Diyerek mutfaktan çıktı.
Sevoş bozulmuştu, arkasından sinirli bir bakış attıktan sonra:
"Öküz, öküz!" Dedi. "Ay, salak karılar, bu herifte ne bulur anlamıyorum!" Dediğinde, Nehir gülerek:
"Sen de olmayanı!"
Sevoş, Nehir’e bakarak yanına yaklaştı:
"Benim yürüyüşüm yeter tatlım! Aşkla yürüyen dünyayı taşır, aşksız yürüyen ceset taşır, aynı senin gibi!"
Nehir çayından bir yudum alıp alaycı bir şekilde konuştu:
"Fukara tesellisi, ne yaparsın, mecbur böyle teselli olacaksın sen de!"
Fatma, ortamın gerildiğini anlayınca Sevoş’un kolundan tutup:
"Bak, sevdiğin yemeği yaptım. Geçen gün ‘canım çok istedi’ demiştin ya, senin için yaptım, gel bak!" diyerek Sevoş’u tencerenin başına götürdü ve kapağını açtı.
Sevoş sevdiği yemeği görünce sevinip el çırparak:
"Ay Fatooo, teşekkür ederim! Kız, benden önce ölürsen, yemin olsun, arkandan Fatihâlar okuyacağım! Hatta hocalar tutup hatim okutacağım, söz," dedi.
Fatma gülerek:
"Tövbe tövbe, ne ölümü aklına gelene bak ya teşekkür etmen yeterli!"
Nehir, bu sırada tam bir şey söyleyecekti ki, Fatma ona sert bir şekilde bakıp kaşlarını kaldırarak susmasını işaret etti. Nehir masadan kalkıp bardağını evyeye koyarken:
"Bugün akşama kadar yoğunum Fatmacım, müşterim çok da. Maşallah diyelim, bazı kıskanç fesat insanların gözü değmesin!" Diyerek Sevoş’a bakıp tahtaya vurur. Sevoş, ta Nehir’e gözlerini kısıp sinirli bir bakış attıktan sonra arkasını dönüp Sahra’nın yanına doğru yürürken:
"Hah, hah, haaay! Arkasında yüz köpek havlamayan kurda, kurt demezler, şekerim!" Dedikten sonra Sahra’nın yanına oturur.
Telaşlanan Fatma, tabağı alıp Sevoş için yemek koyarken kapının yanında bir süre ne cevap vereceğini düşünen Nehir, verecek bir cevap bulamayınca sinirli bir şekilde eliyle saçlarını düzeltip:
"Senin gibilerle muhatap olmam!" Dedi ve mutfaktan çıktı:
Fatma, Sevoş’un yemeğini önüne koyarken söylendi:
"Çatma şuna diyorum, sen de az değilsin Sevoş! Burada ikiniz de ekmeğiniz için çalışıyorsunuz. Ne gerek var böyle itişmeye!" Dediğinde Sevoş, Fatma’ya kapıyı işaret ederek:
"O karı var ya, bu kötü kalplilikle asla mutlu olamaz. Boşuna kendini acındırmasın. Sanki bilmiyorum, o sevgilisi var ya, ona köpek muamelesi yapıyor, valla az bile yapıyor aferin ona. ‘Kuluna zulmetmez, haşa Hüdası, kulun çektiği kendi belası,’ demiş biri, artık kim dediyse işte! Güzel demiş, severim bu lafı,” dedikten sonra yemeğini büyük bir iştahla yemeye başladı.
Sahra, az önce olanları düşünüp gülmeye başladı, Sevoş’a dönüp:
"Senin düşmanın olmak mı, Allah korusun! Ne laflar var sen de, yanlış anlama da fenasın, fena!" dediğinde Sevoş, bir taraftan yemeğini yerken, bir taraftan Sahra’ya laf yetiştirmeye çalışarak:
"Zayıf olursan, ezilirsin, bunu sakın unutma! Şu dünyada rahat yaşamak istiyorsan, ya arsız olacaksın ya da gamsız. Sana dokunanın ağzına sıçacaksın!" Dedi ve sustu elindeki ekmeğe bakarak kaşlarını çatıp sesini yükseltti:
"Tövbe, tövbe, elimde ekmekle küfür ediyorum! Senin yüzünden, lanet karı! Konuşturma beni!" Diyerek Sahra’ya kızdı.
Sahra elini ağzına götürüp:
"Ay, benim ne suçum var! Ne dedim ki?"
Fatma Sevoş’un karşısındaki sandalyeye oturup Sevoş’a bakarak:
"Gelip geçici şu dünyayı fazla ciddiye almamanı tavsiye ederim. Bir ayette Allah diyor ki: ‘’Dünya hayatı aldatıcı menfaatten başka bir şey değildir. Bilin ki şu iğreti dünya hayatı bir oyundan ve eğlenceden ibarettir. Mallarınız ve evlatlarınızla çoğalma yarışından başka bir şey değildir. Bunu ah bir bilseydiniz!’’ Bak, Allah bile yarattığı dünya için böyle diyor. Gerek var mı kalp kırıp kul hakkına girmeye?" Dediğinde, Sevoş savunmaya geçer gibi heyecanla konuştu:
"Dünyayı ciddiye almıyorum ki zaten! Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, umurumda değil! Ben sadece bana dokunana dokunuyorum. Valla, Fatom, kimse umurumda değil. Öleceğim güne kadar, tabii Allah geçinden versin! Rabbim beni korusun Âmin! İstediğim gibi yaşamak istiyorum! Ondan sonrası cehennemse de ne yapalım en azından bu dünyada cennetimi yaşamış olurum" dedikten sonra bir süre sustu. Boş boş duvara doğru bakarak kısık sesle:
"Bu hayatı ben mi istedim! Şu boktan hayatım içinde insanca yaşamak istiyorum, hakkım değil mi? Buna hakkım yok mu?" Dediğinde, gözleri doldu ve yutkundu. Kaşığı elinden bırakarak peçeteyle ağzını sildi, yere bakarak yavaşça kalktı. Sessizce mutfaktan çıkıp odasına gitti. Fatma, şaşkınlık ve üzüntüyle arkasından bakakaldı.
Sahra ise eli çenesinde kapıya doğru bakarak sakince konuştu:
"Ama seçmek var. Sen seçtin bu hayatı, tıpkı benim de şikâyet ettiğim bu hayatı seçtiğim gibi…"
Fatma bu seferde Sahra’ya şaşkın şaşkın baktı. Sahra oturduğu yerden kalkıp aşağıya inmek için mutfaktan çıkarken herkesin farklı bir imtihan içinde olduğunu düşünüyordu.
***
Akşam olmuştu. Sahra, gelen iki öğrenci gencin falına da baktıktan sonra işler kesilmişti, başka gelen olmamıştı. Yukarıya çıkıp üstünü değiştirip, eve gitmeyi düşünerek mutfağa girdi. Fatma da gitmek için hazırlanıyordu. Sahra’yı görünce:
"Sen de çıkıyorsun galiba, değil mi?" Diye gülümseyince Sahra’da gülümseyip ‘’evet’’ dedi:
Sahra bir bardak su alıp içerken içeri Sevoş girdi. Sandalyede oturmuş su içen Sahra’nın omzuna vurarak:
"Kız, gidiyor musun?" Deyince Sahra’nın su genzine kaçıp, öksürürken:
"Su içene yılan bile dokunmaz bilmiyor musun?" Diye sitem etti.
Sevoş gülerek Sahra’ya bakıp:
"O kibar yılanlar eskide kaldı, şekerim! Zamane yılanları tuttuklarını sokuyorlar," diyerek kahkaha ile gülmesine devam etti:
Sahra ayağa kalkıp Sevoş’a bakarak.
"İyisin değil mi? Aklım sen de kaldı!" Deyince, Sevoş Sahra’ya yaklaşıp gözlerine bakarak:
"Zaten az aklın var, onu da bana verme! Bak, alırım, vermem! Sonra da, salak salak ortalarda gezersin!" Deyip yeniden kahkaha attı.
Sahra, Sevoş’un keyfi yerine gelmiş olduğunu anlamıştı. Kiler odasına girerek makyajını silerek üstünü değiştirip çıktığında, pencerenin önündeki sandalyede oturan Sevoş, Sahra’ya bakıp dudak büktü:
"Ayyyy, kız, ne kadar çirkin olduğunu unutmuşum! Makyajla bir şeye benziyorsun bari" deyip oturduğu yerden kalkarak Sahra’nın yanına yaklaştı. Yüzüne bir süre daha bakındıktan sonra, utanarak başını öne eğen Sahra’ya yaklaşıp omuzunu tutar:
"Olsun kız, çirkinler de Allah’ın kulu, hem Allah çirkin bahtı versin demezler mi?" Dedikten sonra güldü ve Sahra’nın yanağını sıktı.
"Oyyyy, şaka, şaka! Valla seviyorum seni kız!"
Sahra gülümseyip kapıya doğru yürürken el salladı.
"Hadi, ben kaçtım, yarın görüşürüz," dedikten sonra Sevoş gülerek:
‘’Allah kahretmesin seni emi kaçma Allah’ın emriyle git kız’’ Deyince ikiside gülerler:
***
Ertesi gün kafeye gelen Sahra, üst kata çıkıp üstünü değiştirip makyajını yaptıktan sonra ocağa çayı koyup sandalyeye oturarak dışarıyı seyretmeye başladı. O sırada, işe gelen Fatma, Sahra’nın düşünceli bir şekilde oturduğunu görünce:
"Günaydın, erkencisin bugün," dedi.
Sahra hafifçe gülümseyerek kısık bir sesle, "Günaydın" dedi.
Fatma, çantasını alt dolaba koyduktan sonra gelip Sahra’nın yanına oturup merak ve endişeyle sordu.
"Hayırdır, bir şey mi oldu? Ne bu hâlin? Kızlar da falan bir sorun yoktur inşallah?" Dedi.
Sahra üzgün bir şekilde yere bakarak:
"Ev sahibi evden çıkmamızı istiyor."
Fatma, Sahra’ya bakarak:
"Hani, kirayı arttıracaktı? Siz de oturmaya devam edecektiniz,"
Sahra, Fatma’ya bakıp üzgün ve bıkkın bir şekilde konuştu:
"Akşam kapıda karşıladı beni," dedi ve yutkundu. Fatma bu konuşmanın nereye doğru gittiğini tahmin ederek “eeee’’ diye sordu. Sahra, Fatma’ya bakıp:
"Teklif ettiği şeyi benden alamayacağını anladı, sırf kötülük olsun diye bizi evden çıkartmak istiyor. Hem de on beş gün içinde! Güya bu süreçte ev bulamam zorda kalınca da teklifini kabul ederim diye düşünüyor şerefsiz!" dedi.
Fatma çok üzülmüştü sesini yükselterek:
"Çıkaramaz, mahkemeye vermesi lazım, kiracının da hakları var," dedi.
Sahra, Fatma’ya üzgün gözlerle bakıp:
"Ev sahibi, eşimin samimi arkadaşıydı, o yüzden kira kontratı yapmayıp, istediğiniz kadar oturun demişti."
Fatma yumruğunu sıkarak:
"Vay karaktersiz şeref yoksunu! Birde ölen kocanın arkadaşı mıydı o namussuz? Dünya batsın artık! Böyle insanlar yüzünden bu bir âlemde yaşamak istemiyorum,” dedikten sonra Sahra’ya dönerek:
"Eeee ne olacak? Ne yapmayı düşünüyorsunuz?"
Sahra tekrar boynunu bükerek:
"Cemre ile konuşacağım. Akşam erken çıkıp ev bakacağım artık! İnşallah tez vakitte bulurum da şerefsizin evinden çıkarım."
Fatma, Sahra’nın elini tutarak:
"Kızlar ne diyor bu işe?" diye sorunca Sahra:
"Ne desinler, çok üzüldüler, dersleri zaten ağırdı, bir de ev arama, taşınma işi çıkınca iyice mahvolacaklar."
Fatma başını sallayarak:
"Allah büyük, sıkma canını! Rabbim bir kapı açar elbet, üzülme, tamam mı? Sen şimdilik Cemre’ye bir şey söyleme. Aklıma bir şey geldi, biraz düşüneyim, kafamda otursun, sana haber veririm. Sen şimdi aşağıya git, işine bak!" Dedi ve kalkıp ocağın yanına gitti.
Sahra bir süre daha sokağı seyrettikten sonra kalkıp aşağıya indi, masasına gidip telefonunu eline alarak kiralık evlere bakmaya başladı. Birkaç saat sonra, internetten bulduğu birkaç evi Fatma’ya göstermek ve kendine çay almak için mutfağa giden Sahra, karşısında Fatma’nın gülen bakışları ile karşılaştı. Oysa Fatma, kolay gülen biri değildi. Sahra:
"Hayırdır Fatma, neden öyle bakıyorsun? Sanırım iyi bir şey olmuş, demi? Anlat hadi ne oldu?" Fatma, Sahra’nın kolundan çekerek masaya doğru götürdü ve onu sandalyeye oturttu. Kendi de karşısına geçip neşeli bir şekilde Sahra’ya bakarak:
"Senin ev işi eğer sen de kabul edersen çözülecek İnşallah!"
Sahra bir an sevinç çığlığı atmak istedi elini ağzına kapatıp, vazgeçerek kalkıp Fatma’ya sarılmak istedi. Fatma otur diye işaret edince yerine oturdu.
"Ev mi buldun bize? Ayyyy çok teşekkür ederim!"
Fatma, Sahra’yı sakinleştirmek için omuzundan tutarak:
"Dur bir dinle! Kısaca söyleyeceğim, benim evim çok büyük, birlikte oturalım mı?"
Sahra birden sakinleşmiş, konuşmadan Fatma’nın yüzüne boş boş bakıyordu.
Fatma, Sahra’nın gözlerine bakarak sakince konuştu:
"Bak canım, hapse girdiğimde zaten bir evim vardı. Kapısı on sene kilitli kaldı. İçerden çıktığımda ilk iş olarak eşyalarıyla birlikte evi satmak oldu. Evi satınca yeniden ev almak istemedim, iki sene boyunca pansiyonda kaldım. Hani geçenlerde akşam buluşmuş, evinize gelememiştim, işim var demiştim ya."
Sahra kısık bir sesle “hatırladım” deyince Fatma konuşmasına devam etti:
"İşte o gün sabah tapuya gitmiştim, yani bir ev aldım."
Sahra bu anlatılanları dinlerken bir yandan da nasıl olurunu, olmazını düşünüyordu. Fatma gülümseyerek konuşmasını sürdürdü:
"Kısaca anlatayım: Şimdiye kadar bazı tamir, onarım işleri vardı, o işleri yaptırdım. En son badana boya derken ev oturulur hâle geldi."
Sahra zoraki gülümseyip Fatma’nın elinden tuttu.
"Allah razı olsun bacım, güle güle otur, sağlıkla sıhhatle otur! Teklifin için minnettarım Allah razı olsun ama ev, ev üstüne olmaz biliyorsun. Ayrıca biz üç kişiyiz, sen tek başına. Tek yaşamaya alışmışsındır. Olmaz, teşekkür ederim. İyiyken kötü oluruz, zor olur yani olmaz. Hem bak birkaç tane kiralık ev buldum" diyerek cep telefonunu açıp bulduğu evleri göstermek istedi.
Fatma, Sahra’nın elindeki telefonu alıp masanın üstüne koyarak:
"İçerden çıktığımda evimle birlikte tüm anılarımı da sattım, kurtuldum. Yeniden neden ev almak istemedim biliyor musun?"
Sahra soran gözlerle Fatma’ya baktı:
"Tek başımayım çocuk yok, eş yok, kimle oturacağım koca evde diye düşündüm. Bir gün grip oldum, pansiyonda tek başına iki gün yattım. Çok kötü geçiyordu, öleceğim zannettim. O sırada ne kadar yalnız olduğumu fark edip düşündüm. Bir çorba yapanın yok, ilaç verenin, hatta hastaneye götürenin yok. Ölsem bir hafta sonra cenazemi polis kaldırır diye düşündüm. İki gün yatıp, iyileşmeden işe geldim, hiç değilse yolda düşsem elbet biri ambulans çağırır, işe geldiğimde düşsem buradakiler götürür diye düşündüm" Fatma’nın sesi titreyip gözleri dolarak:
"Yalnız kalmak istemiyorum! O yüzden hala pansiyonda kalıyorum. Yalnızlık öyle kötü ki, bunu anlayamazsın. Eski günlerin aklına geliyor, sonrada duvarlar üstüne üstüne yürüyor. En önemlisi’de yalnız ölmek istemiyorum!"
Sahra anlamaya başlamıştı. Fatma üzgün bir ses tonu ile konuşmasını sürdürdü:
"Tamirat ve badana boya işi bitti. Ev çok büyük, eşya yok içi boş. Yalnız, hüzünlü koca bir ev. Tek başına gitmek istemiyorum. Kiraya vermeye de kıyamadım öylece boş boş yatmasın ben diyorum ki, gelirseniz senin eşyalar evi doldurur, doldurmazsa da eksikleri alırız. Odaları paylaşıp her ay belli bir limit para koyarız, o parayla faturaları ve market alışverişlerini ortak alırız. Benimde bir ailem olmuş olur birlikte yaşar, yaşlanır gideriz ne dersin?" Dediğinde Sahra’nın içine bir umut doğmuştu Fatma’nın elinden tutarak:
"Canım, ortak diyorsun da biz üç kişiyiz. Sen teksin, eğer karar verirsek tüm bunları konuşmamız lazım."
Fatma, bu sözlere sevinmişti, Sahra’nın ellerini sıkarak:
"Yeter ki he deyin! O işler kolay, halledilir. Benim kimsem yok ki, kim için kazanıyorum, kendim için. Bundan sonra iki kızım, bir bacım için güzel bir amacım olur. Sen akşam kızlarla konuşup onları ikna et olur mu, en kısa zamanda da şu şerefsizin evinden çıkıp yeni hayatımızı, yeni yuvamızı kurup aile olalım."
Fatma, sevinçle Sahra’nın elinden tutup:
"Çok güzel olacak, ben insanları çok iyi tanırım. Sen kalbi temiz bir insansın, çocuklarını az gördüm ama eminim kızların da senin gibidir. Birbirimize dayanıp can yoldaşı oluruz iyi günde, kötü günde hep birlikte…"
Sahra, elini ağzına götürüp gülerek:
"Karıkoca yemini gibi oldu!" Deyince ve ikisi de kahkaha ile güler:
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.