- 180 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
cemre düştü ( 10 )
Ertesi gün işe gelen Sahra, üst kata çıkarak mutfağa geçti. Mutfakta kimse yoktu. Kiler odasına girerek üstünü değiştirip, makyajını yaptıktan sonra çıkar. O sırada Fatma’nın elinde poşetlerle içeri girdiğini görünce hemen yanına gidip elindeki poşetleri alarak tezgâhın üstüne koyup Fatma’ya:
"Market alışverişi mi?" diye sordu.
Yorgun görünen Fatma, sandalyeye oturup dinlenirken:
"Markete gittim, yağ, çay, şeker falan aldım burası için" diye cevap verdi.
Sahra da karşısına oturarak neşeli bir şekilde:
"Dün seninle olanları, konuştuklarımızı kızlara anlattım. Büyük kızım, seni öyle çok takdir etti ki, sorma gitsin!"
Fatma merak edip:
"Hayırdır, neden takdir etti?"
Sahra gülümseyerek:
"Bahsettiğin ukba meselesi var ya, büyük kızım Ceyda hemen anladı, bana da anlattı."
Fatma kalkıp poşetteki erzakları çıkarırken gülümseyerek sordu:
"Ne anlattı, söyle bakayım?" dedi.
Sahra heyecanla:
“’Bazı insanlar buna, ben de dâhilmişim, yaptıkları iyilikleri cennet için, ahiret için, kabir azabı korkuları için yapıyorlar. Yapılan her işte Allah’ın rızası var mı diye düşünmüyoruz. Allah’ı, fedakâr sevgili örneğindeki gibi es geçip servetine, yani cennetine göz dikiyormuşuz’’ dedi."
Fatma gülümseyip:
"Aferin kızına! Zeki kız, maşallah sevdim onu!"
Fatma ve Sahra, aşağıdan Cemre’nin gittikçe yükselen sesini duyarak mutfaktan çıkıp merdivenin başından baktılar. Akşam görüştüğü Nilgün gelmiş, Sahra’yla görüşüp fal baktırmak için ısrar ediyordu. Cemre de buna müsaade etmeyip Sahra’nın sadece gençlere baktığını söyleyerek üst kattaki falcılara yönlendirmeye çalışıyordu. Başını kaldırıp Sahra ve Fatma’yı gören Nilgün, Sahra’yı işaret ederek:
"Bu kadın sizin falcınız değil mi?" Diye sordu.
Cemre, “evet” dediğinde “Onu istiyorum!” Diye ısrar etti.
Artık pes eden Cemre:
"Tamam, baksın ama ücreti yüksek!" dediğinde Nilgün kararlı bir şekilde:
"Ne kadar?" diye sordu.
Cemre:
"500 lira!" dedi.
Sahra ve Fatma yukardan şaşkınlıkla seyrediyorlardı:
Nilgün, Cemre’ye umursamaz bir şekilde bakarak:
"Tamam, kahvem sade olsun!" Diyerek gidip cam kenarındaki masaya oturdu.
Cemre bir süre Nilgün’ün arkasından baktıktan sonra garsona kahve için işaret ederek üst kata çıkmak için yönlendiğinde, Sahra korkusundan koşar adım mutfağa gitti. Arkasından da Fatma geldi. Sahra’ya çaktırmadan “sus” işareti yaparak tezgâhtaki poşetlerin başına geçti. Hışımla içeri giren Cemre, Sahra’ya bakarak:
"Bu manyak karıyı tanıyor musun?" Diye sordu.
Sahra kekeleyerek:
"Yo, yok tanımıyorum," dediğinde Cemre:
"Baş edebilecek misin? Kendine güveniyor musun? Bak, eğer içinden çıkamazsan Tarota çevir, bana gönder, tamam mı?" Deyince Sahra, sesi içine kaçmış gibi kısık bir sesle:
"Tamam," dedi.
Cemre’nin siniri geçmemişti. Bir bardak su alıp içtikten sonra öfkeyle:
"Orospu, sinir etti beni!" Diyerek mutfaktan çıktı.
Sahra, gözleri kocaman olmuş bir şekilde Fatma’ya bakarak fısıltıyla:
"Gelecek demiştin de, bu kadar çabuk geleceğini tahmin etmemiştim!"
Fatma gülerek:
"Fiyatın artıyor,” dedi.
Sahra kaşlarını kaldırıp endişeli bir sesle:
"Ne yalan söyleyeyim, kendimi pazarlıkla satılmış gibi hissettim!" Dedi ve acı acı güldü:
Fatma başı ile işaret edip:
"Hadi git masana otur! Ha sahi, sana ufak bir tiyo vereyim: Nilgün hiç evlenmedi abisinden başka kardeşi’de yok."
Sahra derin bir nefes alıp Fatma’ya öpücük atarak hızlı bir şekilde masasına gitti:
Kahvesini içip fincanı tabağına ters çeviren Nilgün, gülümseyerek Sahra’nın olduğu masaya gelip karşısına oturdu. Oldukça kısa kesilmiş saçlarını düzeltirken konuşmaya başladı:
"Ay aman aman! Ne çirkef bir patronun var! Seni istediğimi söylediğimde bana ‘neden’ diyor. Delimi ne! ‘Fal baktıracağım, koynuma almayacağım’ dedim. Beni başkalarına yönlendirip, illaki ‘tarot, remil falan baktır’ diyor. Keyfimin kâhyası mısın sen hayret bi şey! Aman neyse, boş verelim bunları, nasılsın şekerim?" Diye konuşurken Sahra yine çaktırmadan Nilgün’ü baştan aşağıya incelemeye başlamıştı bile. Sorduğu soruya cevap verirken yüzüne hüzünlü bir tavır takınarak:
"İyiyim şükür. Asıl siz nasılsınız? Akşam o şekilde gidişinize çok üzüldüm. Kendimi suçlu hissettim," dediğinde Nilgün gülerek:
"Sen bana bakma, bazen öyle durumlarım oluyor. Söylediklerin içime dokundu, o yüzden geldim," diyerek yeniden saçlarını düzeltmeye başladı:
Sahra sessizce Nilgün’ün hareketlerini seyrederken beden dili ile anlattıklarını da çözmeye başladı. Fincanı önüne çekip esrarlı bir tavırla yavaşça açtı. Bir süre içine baktıktan sonra:
"Hiç evlenmemişsin nikah görmüyorum!" Diyerek nokta atışı ile Nilgün’ün dikkatini çekti. Nilgün’ün yüzündeki şaşkınlık ifadesini gören Sahra içinden “Tamamdır, bundan sonra devamı gelir! 500 lirayı hak etmem lazım,’’ diye düşündü.
Nilgün gülerek:
"Amaaaan, kader işte!" Deyince Sahra Nilgün’e bakıp hafifçe gülümseyerek:
"Her şey kader midir?" Diye sordu.
Nilgün dudağını bükerek:
"Başka ne olabilir ki? Kaderimde evlilik olsaydı, evlenip çoluk çocuğa karışırdım. Gerçi uyku sorunum var çok uyuyamıyorum bazı geceler düşünüyorum bunu. Birazda sanırım kendi seçimim amaaan neyse olmadığı daha iyi. Benden ne eş ne de anne olur. Rahatıma düşkünüm," dedi.
Sahra, Nilgün’e bakarak konuşmasını sürdürdü:
"Bu yolu seçtiysen, demek ki seçmek verilmiş. Bunda kaderin suçu yok"
Nilgün ne söyleyeceğini bilemedi, başını öne eğip sustu. Sahra tekrar fincana bakarak İçinden Nilgün bu adamlarla her zaman gündüz görüşüyorsa muhtemelen adamlar evli diye düşündü. Düşünmeyi bırakarak sakin bir sesle fincana bakarak konuşmaya başladı:
“İçin nefret dolu, acıyla dolu. Sevgiye çok ihtiyacın var. Kuyruğunu dik tutma pahasına kimseye derdini anlatmıyorsun. Sevgililerinin evli! Onların hiçbirine de âşık değilsin. Gündüz eğlenip gece pişmanlıkla ağlayarak, kendinden nefret ediyorsun. Böyle davranarak güya ailenden kendince intikam alıyorsun.”
Nilgün sesini çıkarmadan başı önünde dinlemeye devam ediyordu:
"Yaşın daha gençken âşık olmuşsun. Onunla evlenip çocuk yapmak, evinin kadını olmak istemişsin ama ailen evlenmene karşı çıkıp, izin vermemişler. O çocuk sana ’kaçalım’ dediğinde abin ve babandan korkup kaçmamışsın." Deyip Nilgün’e baktığında başı önünde dinlerken gözyaşlarının yere doğru damladığını gördü. Bu sessiz içli içli ağlamasına üzüldü, masanın çekmecesinden bir peçete çıkarıp uzatırken:
"Yüzüme bak tatlım!" Diye şefkatle konuştu:
Nilgün başını kaldırıp baktığında gözyaşları daha çok akmaya başladı. Fincanı masaya bırakan Sahra, uzanıp Nilgün’ün elini tutarak, şefkat dolu bir ses tonuyla:
"Fincan çok şeyler söylüyor tatlım. Bu hayattan memnun değilsin, hayatını düzene sokmak istiyorsun. Sokamıyorsun! Hiçbir şey seni mutlu etmiyor. En önemlisi de çocuk gibi saklambaç oynuyorsun," deyince Nilgün zoraki gülümseyip, ‘’Saklambaç mı?’’ Diye sordu.
Sahra kendinden emin konuştu:
"Evet, saklambaç oynuyorsun. İçindeki acılardan mutluymuş gibi, güçlüymüş gibi hep mış gibi, gibi yani. Daha ne kadar dayanırsın bilemiyorum ama bildiğim bir şey var, bir gün o acılardan biri yâda bir kaçı ortaya çıkıp, ’sobeee’ deyip seni sobeleyecek! Kendini o kadar yalnız bırakmışsın ki sobelendiğinde, sen bile sana yardım edemeyeceksin."
Nilgün, "Anlıyorum," gibi başını sallayıp derin bir iç geçirerek sordu:
"Geleceğimde mutluluk yok mu?"
Sahra, Nilgün’ün elini sıkarak:
"Az önce seçimden bahsettik. Bu hayat senin kaderin değil tatlım! İstersen kaderini değiştirebileceğini biliyorsun değil mi?"
Nilgün gözyaşlarını silerken Sahra’ya sordu:
"Evet, yaşadığım mutsuzluk geçmişin bana kestiği adisyon anlıyorum! Bu saatten sonra hesap nasıl ödenecek peki? nasıl olacak o iş?"
Sahra arkasına yaslanarak:
"Kangren olan organını keserek!" Bu söz üzerine Nilgün’ün yüzünde acı bir gülümseme belirdi:
"Ruhumu nasıl kesip atabilirim? Öyle kolay mı?"
Sahra, Nilgün’e doğru başını uzatarak:
"Kendine acımayı bırakarak işe başla! Başlamak için geç değil! Bi silkelenip kendine gel! Önce bedenindeki hasarı tamir etmek için kolları sıva! Zaten arkasından ruhundaki yaralarda iyileşmeye başlayacaktır."
Nilgün merak ve telaşla sordu:
"Nasıl olacak? Büyü mü? Sihir mi? Ne gerekiyorsa yap! Parası önemli değil! Artık mutlu, huzurlu olmak istiyorum!"
Sahra bu sözlere üzülmüştü, içinden demek ki bazı kötü niyetliler, böyle acılı insanların acısından yararlanıp, büyü adı altında işlemler yapıp paralarını alarak sömürüyorlar diye geçirdi.
Nilgün’e bakarak gülümser:
"Bu kafede kimse büyü, sihir yapmaz. Ben zaten hiç yapmam. Aynı zamanda çok büyük günahtır. Senin kurtuluşun falla büyüyle olmaz! Gideceğin yer iyi bir psikolog veya psikiyatr! Ona tüm geçmişini saklamadan anlatman lazım. Onlar benim gibi fincanda görmezler, senin ayrıntılı anlatmanı isterler doğru tedavi için öylede olması gerekiyor zaten. Uygun gördüğü tedavi şekliyle ilaçlı yâda ilaçsız hem bedenen hem’de ruhen rahatlayacaksın. Bu arada uykularında düzene girip mantığın çalışmaya başlayınca keşke daha önce tedavi olsaydım oh be dünya varmış diyeceksin emin ol"
Nilgün bu tavsiyeden memnun olmamıştı. Dudağını bükerek:
"Onlar da hemen ilaç yazıyorlar. Ortalıkta saf saf gezemem!"
Sahra gülümseyerek yeniden Nilgün’ün elini tutup gözlerine bakarak:
"Bana ister inan, ister inanma ama fincanda gördüm, seni bir psikolog toparlıyor arkası aydınlık. Valla paşa paşa gideceksin! Ne demişler, ‘tecavüz kaçınılmazsa …’ Yani anladın sen onu!" Deyince ikisi de güldü.
Nilgün, Sahra’ya bakıp:
"Falda çok şey gördün ama söylemiyorsun değil mi?" Diye çocukça bir ifadeyle sordu.
Sahra gülümseyip:
"Sana söz anlatacağım ama şimdi değil. Sadece şunu söyleyim aydınlık bir başlangıç var bu başlangıç, profesyonel bir yardım almanla başlıyor. Hemen tedavini başlatıyorsun ve iki ay sonra görüşüyoruz. İşte o zaman fincanda gördüklerimi anlatacağım, hem de ücretsiz, söz!" Diyerek fişi adını ve alacağı parayı yazıp Nilgün’e verdi. Daha sonra fısıltı ile eğilip, "Beni habersiz bırakma, Fatma’ya durumunu bildir. O bana söyler, olur mu canım?"
Nilgün kalkarken fısıltı ile "Fal sever bir sürü kişi tanıyorum, onları sana yönlendireyim mi? Patronun bir şey der mi?"
Sahra gülerek, "Bugün senin gösterdiğin performansı gösterirlerse elimden kimse alamaz."
İkisi de güldüler. Nilgün kasaya gidip parasını ödedikten sonra Sahra’ya el sallayarak öpücük atıp gitti.
Kendine çay almak için mutfağa giden Sahra, yemek yapan Fatma’nın yanına sokulup kısık bir sesle, "Şükür iyi geçti. Psikoloğa yönlendirdim. Dinleyip de gider ve psikoloğun söylediklerini uygularsa onun için iyi olur. Normal hayata döner"
Fatma, "Tahmin etmiştim zaten. Teşekkür ederim canım." Dedi ve işine devam etti.
Kendine çay alan Sahra, masasına gitmek için mutfaktan çıktığında, Cemre’nin iki numaralı odaya yavaşça girdiğini görünce merak edip, merdivenin başında beklemeye başladı. Bir süre sonra odanın kapısı açılınca telaşlanıp güya çayını yudumluyormuş gibi yaparak, çaktırmadan Cemre’yi gözetledi. Cemre yine yavaşça kapıyı örtüp kilitlerken Sahra’yı gördü gelmesini işaret ederek yanına çağırdı. Sahra, içinden acaba onu gözetlediğimi gördü mü diye endişe ederek Cemre’nin odasına peşinden gitti. Cemre masasına oturup Sahra’ya da oturmasını söyledi.
"Geldin geleli çok yol kat ettin. Bu işi kaptın. Artık gençlerle birlikte normal müşteride alsak mı sana? Bak ‘500 lira’ dedim, karı baktırdı gitti. İbrahim’in dediğine göre kadın faldan etkilenip ağlamış. Ne yalan söyleyeyim, sevindim."
Sahra içinden bir oh çekip onu gözetlediğini fark etmemiş diye düşünüp sevindi. Cemre konuşmasına devam etti:
"Fiyat öğrencilere yine 100 lira olsun, diğerlerine 500 diyelim, olur mu?"
Sahra daha çok para kazanacağı için sevinmişti, gülümseyerek, "olur sen nasıl uygun görürsen"
Cemre, "Tabii sen üst katın sistemini bilmiyorsun, anlatayım: Şimdi herkesin belli daimi gelen müşterisi olur, yani istediği falcının ismi ile gelir. Öyle olunca kimse kimsenin müşterisini alamaz, alırsa olay çıkar, buna dikkat etmen lazım. İsim söylemeden rast gele gelen müşterileri de sırayla alırız. Anladın değil mi?"
Sahra anladım anlamında başını sallayınca, Cemre konuşmasına devam eder:
"Kim kimin müşterisi, kim öylesine gelmiş, bunları aşağıda duran İbrahim bilir ve ona göre alıp getirir. Bunun dışında bir sıkıntı yok, değil mi?" Dediğinde Sahra gülerek:
"Yok, daha ne olsun! Gençler dışında baktıklarımdan daha çok kazanacağım, bundan iyisi Şam’da kayısı,” deyip güldü. O sırada kapı tıklatarak içeriye kırk dokuz, elli yaşlarında saçı sakalı kırlaşmış uzun boylu güler yüzlü bir erkek girdi. Sahra geleni müşteri zannederek gitmek için ayağa kalktı. Adam, Sahra’nın oturmasını işaret ederek:
"Rahatsız olmayın, bir şey söyleyip çıkacağım," dedi. Ve Cemre’ye bakarak:
"Bu akşam gidelim mi?" diye sordu. Cemre biraz düşünüp, "Olabilir," diye cevap verdi.
Adam, "O zaman saat sekiz diyelim mi?" Deyince Cemre başını sallayıp "Olur," deyince adam gülümseyerek hoşça kal anlamında elini kaldırıp odadan çıktı. Cemre Sahra’ya dönüp "Bu benim ortağım Zeki," dedi.
Sahra kaşlarını kaldırıp, "İlk defa görüyorum, hiç gelmez mi buraya?" Diye sorunca Cemre umursamaz bir tavırla, "Yok, gelmez burası bana emanet," dedi.
Sahra gülümseyip Cemre’ye bakarak, "Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum," deyince Cemre acı bir gülüşle, "Boş ver, bilmediğin daha iyi! Anlatmaya değer güzel bir hikâyem yok," dedi.
Sahra odadan çıkmak için ayağa kalktığında gülümseyerek Cemre’ye bakıp, "Akşama gezmelere gideceksiniz sanırım," diye merakla sordu:
Cemre umursamaz bir şekilde, "Gezmek denilirse! Aslında bunu biz gündüz yapıyorduk, bu sefer Zeki’nin işi çıktığı için geç saate kaldık," dedi Sahra gülerek, "Hava soğuk, üstüne kalın bir şey al, üşütme!" Dedi.
Cemre, Sahra’nın nereye gideceklerini merak ettiğini anlayıp, "Biz Zeki ile her ay hayvan barınağına mama alıp götürürüz," dedi.
Sahra bunu duyunca gözlerini koca koca açarak, "Aaaaa, ne kadar güzel bir fikir! Mama yardımı yapmak büyük sevap ya!" dedi.
Kapı açıldı ve Sevoş kırıtarak içeri girdi. Yüzü asık bir şekilde Sahra’ya birkaç saniye bakıp Cemre’ye dönerek:
"Konuşmanız varsa çıkayım," dedi.
Sahra gülümseyip "Yok, yok ben çıkıyordum zaten," dedi. Sevoş sandalyeye otururken "Cemo, ben de gelsem olur mu?" Diye konuşmaya başladı.
Sahra mutfağa gelip elindeki çay bardağını yıkarken yemek yapan Fatma’ya bakarak, "Biliyor musun, Cemre ve Zeki Bey akşama hayvan barınaklarına mama götürmek için gideceklermiş. Ne güzel ya, çok şaşırdım!" dedi.
Fatma işini yapmaya devam ederek, "Niye şaşırıyorsun ki, eşcinsellerin de kalbi var."
Sahra, Fatma’nın yanına yaklaşıp fısıltıyla, "Zeki Bey de eşcinsel mi?" Diye sordu.
Fatma sert bir şekilde Sahra’ya bakınca Sahra eli ile işaret edip:
“Tamam, Ay sormadım say.’’ Diyerek geri çekildi ve devam etti:
"Neyse, tamam, biliyorum, onlar hakkında yanlış fikirlerim vardı ama tanıdıkça fikrim değişiyor. Ayrıca her koyun kendi bacağından asılır bana ne! Beni ilgilendirmez. Mesela Cemre’nin hayatını öğrenmeyi çok isterdim." Deyince Fatma elinde ağaç kaşık olduğu halde Sahra’ya dönüp bakmaya başladı. Fatma’nın kendine baktığını gören Sahra hemen sustu ve yutkundu O sırada içeri şarkı söyleyerek giren Sevoş, Sahra’ya bakıp dudağını bükerek:
"Ay şu uyuz karıda falcı olup bizimle birlikte sıraya girmiş! Ay İnanamıyorum, kendimi tokatlamak istiyorum," diyerek elini yüzüne doğru götürürken mırıldandı:
"Canım kendim kıyamam sana!" Dedikten sonra Fatma’ya bakıp sevimli bir gülücükle:
"Kendi yerime Sahra’yı tokatlayabilir miyim?" Dediğinde Sahra bir adım geri çekilerek
"Ay, neden beni tokatlıyorsun ki hayret bişey! Kendini tokatla!"
Sevoş suratını asıp:
"Nemrut karı, sevincimi kursağımda koydun! Konuşma bi kahve yap da karşılıklı içip kutlayalım bunu, hah hah haaay" diyerek kahkaha attı:
Sahra üç kahve yaptı. Birlikte oturup kahvelerini içerken içeriye İbrahim girdi:
"Afiyet olsun kızlar!" Dedikten sonra, "İki müşteri var, birisi Ali abinin müşterisi çakrası açılacakmış, öbürü de Mehtap’ın" deyip su içerken Sevoş oturduğu yerden kendi kendine söylendi:
"Bu herifte kendine yaşam koçuyum diyerek parayı kırıyor! Hıııh, bunu kurbanda kesmek vacip oldu!" Diyerek kahkaha attı:
İbrahim suyunu içtikten sonra Sevoş’a dönüp:
"Abla, sen de müşterim az diye şikâyet edersen Allah çarpar söyleyeyim."
Sevoş gülümseyip cilveli cilveli:
"Ablan kurban olsun sana! Gel bi yanak alayım da işim rast gitsin," dediğinde İbrahim gülümseyip hızla mutfaktan çıktı.
Sahra, Sevoş’a bakıp:
"Kaç senedir buradasın?" diye sordu.
Sevoş,
"Biz Cemre ile yıllar öncesinden arkadaşız. Az kaçmadık, az saklanmadık, hep yanında ben vardım. Yani en iyi dostu benim."
Sahra merakla sordu.
"Neden kaçıp saklandınız ki?"
Sevoş bu sorudan rahatsız olmuştu, öksürerek konuyu değiştirmek istedi. Fatma’ya bakarak:
"Kız Fato, akşam ben de gideceğim barınağa, uzun zamandır gitmiyordum, biraz mama da ben alayım, hayır işlemiş olurum."
Fatma masadan kalkarken cevap verir:
"İyi olur, gidin," deyip yemeğin başına geçti.
Sahra sorduğu soruya cevap alamadığı için içi şişmişti:
Fatma, "Kimsenin özelini sorma, merak etme!" demişti ama dayanamadı. Sevoş’a dönüp:
"Ya Sevoş’um, valla içim şişti! Cidden merak ettim, neden kaçıp saklanıyordunuz?"
Sevoş derin bir nefes alıp Sahra’ya bakarak:
"Bak kimseye söyleme bir sır vereceğim Cemre, önemli birinin çocuğunu öldürdü, polis arıyordu onu. Onun için kaçıp saklanıyorduk."
Sahra çok şaşırmış, şok olmuştu, elini ağzına götürüp hayretler içinde Sevoş’a bakarak:
"Ayyyyy, çok üzüldüm! Hapis yattı mı?"
Sevoş başını sallayarak ağlamaklı bir sesle:
"Hı hı, ağırlaştırılmış müebbet yedi," deyip kendini tutamayıp gülmeye başladı.
Sahra şaşırmıştı, Sevoş’un gülmesi devam edince dalga geçtiğini anlayıp suratını asarak:
"Aşk olsun!" dedi.
Sevoş’un gülmesi bitince Sahra’ya bakarak:
"Kız, sen salak mısın yoksa salak numarası mı yapıyorsun?"
Sahra bozulmuştu, ses çıkarmadan kahvesini içip bitirerek kalkıp fincanı yıkamaya başladı. Sevoş, Sahra’nın eteğinden çekerek oturmasını söyledi. Sahra küs bir tavırla gelip sandalyeye oturdu.
"Aslında uzun hikâye, kısaca anlatayım: Cemre, tahmin etmişsindir, önceden Cemil isminde bir erkekti. Cemil 12 yaşındayken annesi ölünce babası bir sene sonra yeniden evlenir. Evlendiği kadın yanında bir taygeldi ile gelmiş yani 12 yaşında kızı ile gelmiş. Özetle, kadın kızını Cemil’den kıskanıp onu evde istememiş. Cemili sokağa atmışlar. Böylece Cemil, bizim Cemre olmuş! Cemre olduğunu duyan baba biraz da üvey annenin dolduruşu ile beline silahını alıp Cemre’yi aramaya başlayınca. Her seferinde bulacakken o kaçar, adam kovalar. İşte o günlerde yanındaydım, işte durum bu."
Sahra çok üzülmüştü. Tam yorum yapacaktı ki Fatma çaktırmadan susmasını işaret etti.
Sahra üzülmüştü. 12 yaşında bir çocuk, kim bilir sokaklarda neler yaşadı? Yaşayabileceklerini bir an hayal etti, yüreği kaldırmadı.
Sevoş, Sahra’nın üzüldüğünü anlamıştı, boşluğa doğru bakarak:
“Ön yargılı olmamak lazım, herkes güzel ve sorunsuz bir hayat ister. Dedikten sonra susup derin bir nefes alan Sevoş birden ayağa kalkıp:
"Ay ay ay, kokmuş karı! İçimi darladın! Çekil önümden, çekil!" diyerek Sahra’yı iteleyip mutfaktan çıktı.
Fatma, Sahra’nın şaşkın hâline bakıp güldü. Fatma’nın güldüğünü gören Sahra da gülmeye başladı. Bir süre güldükten sonra ciddileşip:
"Çok üzüldüm, çok!" Deyip Fatma’ya baktı ve devam etti:
"12 yaşında bir çocuk ya! Vicdansız, merhametsiz kadın! Biliyor musun, Fatma’cığım, baba ölünce değil de anne ölünce yetim olunuyor. Gerçi benim annem yaşıyorken yetimdim, o da ayrı bir hikâye," dedikten sonra biraz sustu ve devam etti:
"İnsanlar, neler yaşıyor da haberimiz olmuyor. Sevoş’un dediği gibi, kimseye önyargılı olmamak lazım."
Fatma acı bir gülüşle Sahra’ya bakarak:
"Tüm olanlara, olaylara Allah’ın gözüyle bakmak lazım!"
Sahra bu sözü ilk kez duyuyordu, sorar gibi Fatma’nın yüzüne bakınca Fatma:
"Kalp gözüyle bakmalı, onu anlatmaya çalıştım. Yani merhamet ederek, olayın sebebini, ilerisini, gerisini düşünerek bakarsan, önyargılı olmazsın. Beşer şaşar, bir kuluz! Eleştirmek, yargılamak bize mi kaldı. Bazen de kendimizi Allah zannedip, kimini cennete, kimini de cehenneme koyuyoruz. Hem ön yargılarımızla hem de Allah adına konuşarak günah işliyoruz da haberimiz bile olmuyor."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.