- 196 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ (9 )
Ertesi gün kafeye gelen Sahra’nın içinde bir hüzün vardı. Müşteri az geliyordu böyle olunca da daha az kazanıyordu. Gerçi buna’da şükür önceden hiç yoktu. Diye düşünerek kafeye gelmişti, hemen üst kata çıkarak mutfağa girer Fatma oturmuş sigara içiyordu. Heyecanla yanına gidip
‘’Makyaj takımlarını getirdin değil mi?’’ Diye sorar Fatma gülümseyerek ‘’Getirdim’’ der. Sahra oturmadan hemen kiler odasına giderek üstünü değiştirip gelir. Fatma’ya bakarak:
Sahra, “Hadi bana makyaj yapmasını öğret!" Diye heyecanla Fatma’ya gülümser:
Fatma kalkıp çantasını alıp, içinden büyük bir cüzdan çıkararak Sahra’ya uzattı. Sahra, cüzdanı sevinçle açtı ve içindekileri masaya döktü. Fatma, cilt kremi alıp Sahra’ya uzatırken:
"Bunun adı fondöten, şimdi gir içeri, oradaki aynaya bakarak bunu yüzüne sürüp iyice yedir." Sahra, kremi alıp kiler odasına giderek, kremi yüzüne sürüp çıktı. Fatma’ya bakarak: "Olmuş mu?" diye sordu.
Fatma, Sahra’ya baktı ve başını olumlu bir şekilde salladı. Sonra ikisi de kiler odasına girdiler. Fatma, hangi malzemenin nasıl kullanılacağını anlatırken Sahra’nın yüzüne uyguladı. Odadan çıktıklarında Sahra gülerek konuştu:
"Cemre makyajı çok belirgin yapıyordu. Bu senin yaptığın daha güzel oldu sanki değil mi?" Diye Fatma’ya sordu.
Fatma umursamaz bir şekilde, "Bilmem, zevkler ve renkler farklıdır," dedi ve oturup bir sigara yaktı.
Sahra da kendine çay alarak karşısına oturdu. O sırada içeri alçak sesle şarkı mırıldanarak Mehtap girdi. Gülümseyerek kollarını açıp ve cilveli bir şekilde "Merhabaaaaa!" Dedi.
Sahra ve Fatma da “merhaba” dedi. Mehtap, kendine çay alıp gelerek yanlarına oturdu. Sahra’nın kıyafetine bakarak:
"Kız, bu kıyafet çok yakışmış," dedi ve yüzüne bakarak, "Makyajın da muhteşem olmuş. Tam işte böyle orta karar!" Diye ekledi. İçeri giren Cemre yaklaşıp:
"Nesi varmış öncekilerin?" Deyince Mehtap çekinerek Cemre’ye baktı:
"Kötü değildi, yani şey, biraz ağırdı. Bu seferki daha hafif olmuş, onu söyledim" dedi.
Cemre, Sahra’nın yüzüne bakarak:
"Kim yaptı makyajını?" Diye sordu.
Sahra korkuyla cevap veremezken, sigara içen Fatma Cemre’nin gözlerine bakarak:
"Ben yaptım," dedi.
Cemre gülümseyip:
"On numara olmuş, aferin kız!" Dedi ve Sahra’yı göstererek Fatma’ya baktı "Öğretseydin bari artık kendi yapsın, alışsın," dedi.
Fatma olur anlamında başını salladı ve çayın suyunu kontrol etmek için ocağın yanına gitti. Cemre, oturup Sahra’yı dürterek:
"Kız, kaptın bu işi! Haberlerin geliyor, faldan gidenler mutlu gidiyorlarmış,” dedikten sonra kahkaha atarak saçlarını savurur:
"Ben insanı gözünden tanırım, bu işi kıvıracağını biliyordum," diye ekledi.
Sahra bu söz üzerine “Aç köpek, fırın yıkar,” atasözünü hatırladı ve içinden mecbur kalınca insanın yapamayacağı şey olmadığına dair düşündü.
O sırada içeriye, "Fatom, bana sade bi kahve yetiştir! Kendime gelmem lazım!" Diye bağırarak Sevoş girdi.
Mehtap, Sevoş’un geldiğini görünce sandalyesini pencereye doğru çevirdi ve dışarıyı seyreder gibi davrandı. Mehtap’ın bu hareketini gören Sevoş, gıcıklık olsun diye kahkaha atarak:
"Ha, ha, hay! Bazılarının yüzünde ne gördük ki, götünden onu göreceğiz!" Cemre Sevoş’a bakıp kaşlarını çatınca Sevoş gülmeyi bırakıp ve sandalyeye oturunca Sahra’ya bakarak:
"Kız, ne haber? Nasıl gidiyor?" diye sordu.
Sahra gülümseyerek:
"İyi, şükür," dedi.
Sevoş, Sahra’ya doğru başını uzatıp:
"Endişe etme, önceleri az kazanırsın ama müşterin arttıkça kazancın da artar. Mutlu müşteri demek, yenisini getirecek demektir. Dedikten sonra omuzlarını ve başını sallayarak
‘’Ay ay ay, kıymetimi bil! Cemo beni bilir, öyle kolay kolay kimseye yardım etmem," dedi. Cemre de "Aynen," diye cevap verdi.
Sahra minnet dolu bir ses tonuyla:
"Allah razı olsun!" Deyince Sevoş gülerek:
"Aklıma bir şey geldi ama neyyyyyse! Dost var düşman var, konuşmayım baaari!" Diyerek gülerek sustu.
Bu sözü üstüne alınan Mehtap, Sahra’ya doğru hafifçe başını çevirerek:
"Ayyyyy birden başıma gereksiz biri yüzünden ağrı girdi!" Diyerek oturduğu yerden kalktı ve kapıya doğru giderken Sevoş yüksek sesle şarkı söylemeye başladı:
"Biz Heybeli’de her geceeee, Mehtap’a çıkardıııık! Mehtap’a çıkardık!"
Mehtap, Sevoş’u duymamazlıktan gelip hiçbir şey söylemeden odasına gitti. Sevoş’un bu hareketinden rahatsız olan Cemre, Sevoş’a ters ters bakarak:
"Ne istiyorsun şu kadından?" Dedi.
Sevoş omzunu silkerek:
"Gıcık oluyorum! Sevmiyorum, o sinsi orospuyu!" Sonra Sahra’yı işaret ederek ekledi: "Bu karı salak malak ama kanım ısındı, bak onu seviyorum!"
Sahra bu söz üzerine gülmeye başladı, onun güldüğünü gören herkes güldü. O sırada içeriye giren İbrahim, herkesi gülerken görünce:
"Allah muhabbetinizi arttırsın!" diyerek Cemre’ye baktı ve ekledi:
"Cemre abla, Zeki abi geldi!"
Cemre ayağa kalkıp gidecekken İbrahim’in saçını okşayarak:
"Sahra ablan için biraz daha sıkı çalış olur mu? Müşterisi artarsa senin de aşağıya inmene gerek kalmaz. Hadi göreyim seni," dedi ve mutfaktan çıktı.
İbrahim kendine çay alıp oturdu. Fatma’ya bakarak:
"Abla ya, bu sefer ben de gitsem mi? Zeki abi sende gel diyor, ha ne dersin?"
Fatma, İbrahim’in yanına gelip oturarak:
"Oğlum, işine gücüne bak! Zeki Bey, senin arkadaşın değil! Barınağa gidiyorlar gezmeye gitmiyorlar ki! Nasıl olsa her ay gidiyorlar sınavlardan sonra gidersin derslerine odaklan. Şu sınavı kazanıp iyi bir işe girip, evlenmene bak! Yaşın genç, daha çok gezersin!"
İbrahim bu sözler üzerine sessiz kalıp çayını içerken, Sahra, Zeki Bey’in kim olduğunu merak etti ama bunu Fatma’ya soramadı. En iyisi aşağıya inince İbrahim’e sorarım diye düşündü. İbrahim hızlı hızlı çayını içip aşağıya indiğinde, Sahra da sandalyesini pencereden yana çevirip dışarıdaki telaşlı insanları seyretmeye başladı. Fatma gelip yanına sessizce oturdu. Sahra, sokağa bakmaya devam ederek hüzünlü bir şekilde konuştu:
"Daha birkaç gün önce ben de bu sokaktan geçmiştim. Günlerce iş arayıp bulamamıştım. Yine o gün de akşama kadar iş baktım. Öylesine yorgun ve umutsuzdum ki acıktığımı bile unutmuştum. Bu kafenin önüne gelip durdum, ’Şu kafeye girsem içeride bir simit yiyip çay içsem, iş var mı diye sorsam’ diye düşündüm. İçeri göz attığımda çalışanları gördüm, hepsi gençti. ’Beni almazlar’ diye vazgeçtim.”
Derin bir iç çekerek devam etti:
"Aşağıya doğru giderken bir an kendimi yola atayım, arabalar çarpsın da öleyim, dedim. Kızlarım aklıma geldi, yapamadım. Deniz kenarına gittim, içimden deli gibi ağlamak geliyordu, kendimi tutarak içimden dua ettim. Öyle bir iç çekmişim ki oturduğum bankın yan tarafında meğer Cemre oturuyormuş, yanıma sokulup benimle konuştu. Onunla konuşurken kendimi tutamadım, ağladım."
Gözleri dolmuştu, bir süre sustu. Sonra kendini toparlayarak zoraki bir gülüşle Fatma’ya bakarak:
"Sonuç olarak, buradayım!" dedi ve ellerini açarak konuşmasını sürdürdü:
"Hiç anlamadığım bir iş, hiç görmediğim değişik insanlar, alışık olmadığım bir çevre, demek ki bunları yaşamam gerekiyormuş" diyerek derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Sessizce oturan Fatma’ya bakarak gülümseyip:
"İnsan alışıyor. Bak, kaç gün oldu alışmaya başladım bile!" Dedi ve acı acı güldü.
Fatma:
" Seninki öğrenilmiş çaresizlik, yani alışmak zorunda olduğun için alışıyorsun." Dedi.
Bu söz üzerine Sahra, başka bir şey söylemek istemedi, geri yerine oturdu ve sustu. İkisi de tekrar sokaktan geçen insanları seyretmeye başladılar. Sessizliği Fatma bozarak sakin bir sesle konuştu:
"Size sahip çıkacak hiç mi kimsen yok?"
Sahra yere bakarak:
"Yok!" dedi ve sessizliğe gömüldü. Bir süre sonra Fatma’ya bakıp tekrar konuşmaya başladı:
"İlgilenenler, akraba dediğim abaza erkekler, onlarında amaçları belli. Eşlerinin ise umurlarında bile olmadım. Çünkü bir şey isterim, bir ihtiyacım olur diye benden uzak durdular bir de sanki erkek arıyormuşum gibi, kocalarını benden kıskandılar! Sanki kocam ölünce ortalıkta özgür, rahat rahat gezip erkek arayan kadınmışım gibi görmeye başladılar yardımcı olmalarını geçtim gibi laf söz etmek için her hareketimi gözetlediler. Amaaan anlatacak çok şey varda neyse boşver"
Fatma gözlerini kıstı ve masaya eliyle hafifçe vurarak:
"Deve diz çökünce bıçaklar çoğalırmış!" Deyince Sahra, Fatma’ya dönüp gülümseyerek:
"Aman boş ver, geçti gitti! Kahve yapayım mı? Karşılıklı içeriz, orta olsun mu?"
Fatma gülümseyip elini savurarak: "Olsun bee!" Der
***
Üç ay geçmişti. Hiç izin kullanmadan çalışan Sahra’nın gençler arasında ünü yayılmış, oldukça sevilip, müşteri sayısı artmıştı. Her gün öğlene doğru gelen Sahra, bazen yemek bile yiyemeden akşama kadar fal bakıp evine tükenmiş hâlde gidiyordu. İşi artık öyle bir duruma gelmişti ki çocuklarının iyi yönde değiştiğini gören anneler hatta babalar da Sahra ile tanışıp fal baktırmak için gelmekteydi. Cemre, bundan rahatsız olup ufaktan kıskanmaya başlayan diğer falcıları sakinleştirip, çıkabilecek bir kargaşaya engel olmak adına, gençlere Sahra bakarken ailelerini de diğer falcılara yönlendiriyordu. Böylece herkes memnun olmuş, konuşmalar da kesilmişti.
Sahra, Cemre’nin odasının kapısını tıklattı ve içeri girdi. Tırnaklarına oje süren Cemre, Sahra’ya bakarak göz kırpıp:
"Bir sıkıntı yok değil mi?" Dedi.
Sahra gülümseyerek karşısına oturup:
"Aman Allah korusun, yok! Sadece yarın için izin istiyorum, kaç aydır deli gibi çalıştım, kızlarımla biraz vakit geçireyim istedim."
Cemre ojesini sürerken:
"Olur, gelme dinlen," dedi.
Sahra çekinerek konuşmasını sürdürdü:
"Artık haftada bir gün izinli olsam, evime, çocuklara vakit ayırsam olur mu?" Bu sözü çekinerek söylerken Cemre’nin gözlerine baktı. Cemre bir süre cevap vermedi. Ojesini sürmeyi bitirip tırnaklarına üfleyerek konuştu:
"Bak hayatım, burada herkes izin kullanır. Paraya ihtiyacın olduğu için çalıştın. Bu çalışma sana da yaradı, bana da" dedi ve tırnaklarına bakarak konuşmaya devam etti:
"Tamam, yarın izinli ol ve her hafta aynı gün izinli ol, bunu müşterin de bilsin ki ona göre gelsinler."
Sahra sevinerek kapıya doğru yürüyüp odadan çıkacakken, Cemre ekledi:
"Sahra, dur bir şey soracağım! Sana verdiğim tarot kartlarını ezberledin mi?"
Sahra ne söyleyeceğini bilemez bir hâlde utanarak, "Valla, evime o kadar yorgun gidiyorum ki mecalim kalmıyor. Birkaç kez elime alıp çalıştım ama sabahına geri unuttum."
Cemre başını sallayarak:
"Yani diyorsun ki kahve falından hiç çıkmayım! Tarot bakıp daha büyük paralar kazanmayım! Böyle ergen çocuklarla fallaşıp kazandığım azıcık para yeterli diyorsun, öyle mi?"
Sahra bocalayıp kekeleyerek:
"Yok, öyle demiyorum da! Yani diyorum ki, şu haftalık izinleri kullanayım biraz kendime geleyim. Tarot için yine çalışırım. Zaten resimler ve isimleri aklımda, sadece anlamlarını bilmiyorum. Onları da en kısa zamanda ezberlerim."
Cemre’nin yüzü gülmüştü. Tırnaklarına bakmaya devam ederek:
"Tarot bir ilimdir. O resimli 78 kartı okuyabilmek için his gereklidir. Bilgi ve bilgelik gerektirir. Onu okuyana kâhin denir. Bak bana, Tarot ilmini bildiğim ve kâhinliğim olduğu için, daha çok kazanıyorum. Yoksa bu dükkân nasıl döner?" Deyince, Sahra ürktü ve içinden bir de kâhin mi olacağım diye geçirdi. Cemre’ye bakıp:
"Tamam, en kısa zamanda ezberleyeceğim." Dedi ve odadan çıktı.
Kendi masasına doğru giderken odasından Sevoş’un sesi geldi. Birilerine bağırıp küfürler ediyordu. Merak edip kapıyı çaldı ve başını içeri uzattı. Odada Sevoş’tan başka kimse yoktu, telefonla konuşuyordu. Sahra’yı görünce gel diye işaret edip birkaç küfür daha ettikten sonra telefonu kapattı. Sandalyeye oturan Sahra, Sevoş’a bakarak:
"Hayırdır, kim kızdırdı seni Sevoş ‘um?" diye sordu.
Sevoş elini sallayarak:
"Aman boş ver denyonun biri!" Masanın üstündeki tütsüyü yakarken, Sahra’ya bakıp, "Kız, sesim aşağıya kadar geldi mi?" Diye sorunca, Sahra gülerek, Cemre’nin odasına yarın için izin istemeye gittiğini anlattı. Sevoş yerine otururken, "Ay kız, sen hiç izin kullanmadın değil mi?" Dediğinde, Sahra gülümseyip, "Müşteri toplamam lazımdı, müşteri demek para demek, biliyorsun." Sevoş gülerek uzanıp Sahra’nın koluna hafif bir çimdik atar, "Kız, baya bir müşterin var! Damlaya damlaya göl olur demiştim sana aferin, azmettin, yılmadın. Valla gözüme girdin. Ne demişler, ‘Azimle sıçan, duvarı delermiş! Ha ha haaay!" diyerek kendi söylediğine yine kendi güldü.
Sahra düşünceli bir tavırla Sevoş’a bakıp, "Sevoş, ben bu tarot olayını hiç anlamıyorum! Cemre bana ‘resimlerin anlamlarını ezberle’ dedi ama nasıl olacak bilemiyorum. O iş bana zor gibi geliyor," dediğinde, Sevoş gülerek elini sallar,
"Amaaaan, taktığın şeye bak! Tarotta zaten resimler durumu anlatıyor. Müşterinin derdine göre konuşursun. Bunu dert edecek bir şey yok, zor değil kız!" Sahra kaşlarını çatarak,
"Ama Cemre, Tarot işi bilgelik ister, medyumluk kâhinlik ister, dedi. Ben kâhin değilim ki!" Dediğinde:
Sevoş gülerek Sahra’ya bakar, "Biz kâhin miyiz kız?" Diye sordu. Sahra dudağını büküp ’’Bilmem’’ deyince Sevoş konuşmasına devam etti:
"Ay kıııız ne safsın! Aramızda kalsın, burada kimse kâhin değil. Herkes birilerinden bir şeyler öğrenip, para kazanmak için kahve, kart, mart bir şeyler yapar."
Sahra şaşkınlıkla, "Ama Cemre kâhin olduğunu söyledi!" Deyince Sevoş kahkaha ile gülmeye başlar. Gülerken elini poposuna vurup, "Kıçımın kâhini!" Diyerek gülmesine devam eder:
Sahra şaşkınlıkla, "Ay kime inanacağımı şaşırdım valla!" deyip iç çekti.
Sevoş gülerek, "Bu camiada kimseye inanma zaten! Biz paramızı söylediğimiz tahminlere göre kazanıyoruz. Hani hava durumu sunan sunucular olur ya, onun gibi. Tutarsa çok kazanırız, tutmazsa bir daha gelmezler. Durum bu şekerim."
Sahra kafasını kaşıyarak konuştu, "Anlıyorum, paramızı yalan söyleyerek kazanıyoruz."
Sevoş kaşlarını kaldırıp sesini yükselterek, "Kız beni götünle mi dinliyorsun? Buraya gelen mühendisleri, doktorları görmedin mi! Bir anlamda müşterinin derdini dinleyen psikolog görevini yapıyoruz. Hastane yok. Özele gidip tonla para ödemek yok. İlaç yok. Hangi insan psikoloğa bu paraya gidip mutlu, umutlu çıkıyor?"
Sahra bu benzetmeyi beğenmemişti, "Abarttın sen de ha!" dedi ve kalktı.
Sevoş oturduğu yerden Sahra’ya bakarak sesini yükseltir:
"Dünkü falcı hem bu sistemden para kazanıyor hem’de sistemi beğenmiyor! Peki, ne işin var burada?”
Bu söz kurşun gibi gelmişti. Bir an durup içinden “Ne işim var benim burada!” diye tekrar etti. Sonra odadan çıkıp mutfağa gitti. Aklı karmakarışıktı, düşünceli bir şekilde sandalyeye oturdu. Onun bu dalgınlığını fark eden Fatma yanına yaklaşıp neyi olduğunu sordu. Bir süre konuşmayan Sahra, kendini toparlayıp Fatma’ya bakarak, "Yok, bir şey sadece başım ağrıyor," dedi, gülümsedi ve devam etti: ‘’Yarın izinliyim.’’ Fatma bu sözü duyunca gülerek, "Yarın ben de izin almıştım aynı güne denk gelmişiz," diyerek Sahra’nın yanına oturdu. Yüzüne endişeyle bakarak, "Senin bir sıkıntın var. Söyle ne oldu? Biri bir şey mi söyledi?" deyince Sahra, Fatma’nın yüzüne bakarak, "Fatma, yarın madem ikimiz de izinliyiz, bana gelsene! Biraz dertleşiriz ne dersin?" Dediğinde Fatma, "Yarın işlerim var, biraz uzayabilir. Sen evinde kızlarınla vakit geçir, işim bitince alo derim sana. Erken olursa gelirim, geç olursa dışarıda buluşuruz olur mu?" Dedi. Sahra olur anlamında başını sallayıp oturduğu yerden kalkarak, düşünceli bir şekilde aşağıya inip masasına oturdu.
***
Fatma deniz kenarındaki otantik bir kafede oturmuş çayını içerken karşıdan el sallayan Sahra’yı görüp ayağa kalktı. Yanına gelen Sahra’ya sarılıp öperken, "Ya kusura bakma seni de buraya kadar getirttim. Valla işim uzun sürdü, şimdi senin eve gelirsem mayışır kalırdım."
Sahra gülerek, "Ya ne olacak biz de kalırdın. Ne güzel olurdu vallahi!"
Fatma yorgun bir tavırla, "Yok, kızım ya! Öyle yorgunum ki duş alıp kıyafet değiştirmem lazım."
Sahra gülerek, "Uydururduk benim kıyafetlerimden bir şeyler," dediğinde Fatma elini sallayarak, "Boş ver sen bunları, başka zaman gelip kalırım, bu gün olmaz. Eeee sen neler yaptın izin gününde? Dinlendin mi? Tadını çıkardın mı?"
Sahra heyecanla:
Evet, iyi geldi, kızlarla sinemaya gittik, dışarıda yemek yedik. Konuşup muhabbet ettik. Yani hepimize iyi geldi. Fatma arkasına yaslanarak çayından bir yudum alıp:
"Oh, iyi sevindim!" dedi. Gelen garsona bir çay bir de yaş pasta sipariş verdiler. Bir süre denizi seyredip sustular. Sessizliği Fatma bozarak:
"Bir sıkıntın mı var senin?" diye sordu.
Sahra utangaç bir sesle:
"Hangisinden başlasam bilemedim," deyip güldü:
Fatma, Sahra’ya bakmaya devam ederken, Sahra:
"Ben izin günlerimde iş bakacağım," deyince Fatma meraklanıp:
"Neden ki? Artık iyi kazanıyorsun," dedi.
Sahra boynunu büküp:
"Tamam, daha iyi kazanıyorum. Ama yaptığım işten memnun değilim. Sigortası olan düzgün bir iş olsun istiyorum. Yani makyajlı, allı pullu kıyafetlerle saklanarak çalışmak istemiyorum. Bu beni rahatsız ediyor. Kocam varken abdestinde namazında elinden kuran düşmeyen bir kadındım. Para için hem günah olan fal bakıp üstüne de yalan söylüyorum. Ne bileyim, Cemre gibi Sevoş gibilerinden hep çekindim. Onların Lut Kavminden olduğunu düşünüp ‘günahkârlar’ derdim. Yanlış mı düşünüyorum, Fatma’cım? Haksız mıyım?" diyerek Fatma’dan onay almayı bekledi:
O sırada garson çay ve pastayı getirip masaya koyup gitti. Sahra hemen çatalı alıp pastadan yemeye başladı. Fatma’nın kendini izlediğini görüp, utanarak arkasına yaslanıp, Önünde duran çayı alıp bir yudum alarak, sessizce Fatma’ya baktı. Fatma da ona bakıyordu, sakince konuştu:
"Unutma ki sana Lut Kavminden biri, iş, aş ekmek verdi!"
Sahra bu sözü hiç beklemiyordu. Utanarak gözlerini Fatma’dan kaçırıp masaya baktı. Sonra derin bir nefes alıp Fatma’nın gözlerine bakarak boynunu büküp yeniden konuştu:
"Haklısın, Allah razı olsun. Ama biliyorsun, kafedeki durumları, küfürler, kıskançlıklar ne bileyim işte…"
Fatma sakince Sahra’ya bakmaya devam ederek bir süre konuşmadı sonra soğuk bir ses tonu ile:
"İnsan kınadığıyla sınanır!" Dedi:
Bu söz Sahra’ya tokat gibi çarpmıştı. Ne söyleyeceğini bilemedi çok utanmıştı başını öne eğdi. Bir süre sessizlik oldu ikiside konuşmuyordu. Fatma sakin bir ses tonu ile sessizliği bozarak:
"İş bulamadığında, ‘kızlarım olmasaydı, kendimi öldürecektim’ dedin. Hemen pes edip, ölümü düşündün. Hatta nerdeyse bu düşünceyi gerçekleşiyordun peki bu günah değil mi?"
Sahra cevap veremedi, önüne bakıyordu. Fatma konuşmasını Sahra’ya bakarak sürdürdü:
"Ev sahibinin her ay kira karşılığı, seninle yatmak isteyip bunu dile getirmesi günah değil mi? Fatma bir sigara yakıp derin bir nefes çektikten sonra Sahra’ya bakarak devam eder.
‘’O arayıp bulduğun işte, iş yeri sahibinin hem yemek, temizlik yapacaksın hem de benle yatacaksın demesi günah! Akraba dediğin abi ya da kardeş gibi gördüğün abazaların sana bir poşet market erzakı için koynuna girmek istemeleri günah! Anan, kardeşlerin ve yakın akrabaların senin kimsesizliğini, yokluk çektiğini görmezden gelmeleri’ de büyük günah? Daha sayayım mı? Allah Maun Suresinde dulu yetimi kula emanet edip haklarını koruyun demişti! Kim korudu seni ve çocuklarını? Kim ekmek verdi sana? O Allah hepimizin Allah’ı değil mi?" Deyip susarak sigarasından bir nefes daha çeker:
‘’Bak kuzu sen saf temiz birisin! Kafeye gelip Cemre’nin ayaklarına kapanıp illaki beni işe al diye yalvarmadın! Şunu unutma insan hayatında, nasip kısmet dediğimiz yaşanması gereken olaylar vardır. Hoşumuza gitmese de öğrenmemiz gerek şeyler olduğu için yaşarız onları. Çalıp çırpmıyorsun, insanları yoldan da çıkarmıyorsun, namusunla paranı kazanıyorsun Allah seni biliyor ve görüyor herkesin günahı kendine. Sen yeter’ki kendini o camiada bozma dik dur! Kör bakma gör, belki de bu iş senin imtihanın! Allah büyük senin için belirlediği mutlaka bir planı vardır yaşayıp göreceksin. Görelim neyler neylerse güzel eyler.
İkisi de susmuş, üzerine ay ışığı vurmuş sakin sakin dalgalanan denizi seyrediyorlardı. O sırada, bir kadının neşeli çığlığını duyup o yöne baktıklarında kollarını açıp kendilerine doğru hızlı adımlarla gelen balıketli, uzun boylu, orta yaşlarındaki kadını gördüler. Kadın, sevinç içinde gelip Fatma’nın boynuna sarılıp yanaklarından öptü.
"Ayyyy, kaç sene oldu görüşmeyeli!" Deyip Fatma’ya yeniden sarıldı.
“Buradan geçiyordum, gördüm ama emin olamadım, geri döndüm, bir daha iyice baktım, senin olduğunu anladım, Fatma’cım!”
Fatma şaşırmıştı, oturmasını işaret ederek:
"Nilgün, çok şaşırdım ya!" Diyerek Sahra’ya bakıp:
"Eşim ölmeden önce aynı mahallede otururduk" diyerek Sahra ve Nilgün’ü tanıştırdı. Fatma ve Nilgün onca zaman neler yaptıklarından bahsedip birbirlerinin telefon numaralarını alırlarken, Sahra da Fatma’nın söylediklerini beyninde tekrar tekrar döndürüp düşünürken dalıp gitti. O sırada Fatma, Sahra’yı gösterip:
"Bak, bu arkadaşım Mısır’dan geldi. İsmi Sahra!" Dediğinde:
Sahra kendine gelerek başını kaldırıp baktı. Fatma gülümseyerek:
"Doktor ayağına geldi!" Deyip Nilgün’e göz kırparak güldü. Nilgün anlamamış gözlerle gülümseyerek Fatma’ya bakarken, Fatma devam etti:
"Bizim kafede kahve falı bakıyor. Yakında randevulu çalışacak. Anlayacağın o kadar çok fal baktıran oluyor ki, sorma!"
Sahra utanarak gülümsedi. Nilgün Sahra’ya bakıp, "Türkçe biliyor mu?" Diye sorunca Fatma gülerek:
"Annesi Türk olduğu için çok iyi biliyor," diye cevap verdi.
Nilgün sevinmişti, hemen garsona işaret edip kahve istedi. Sahra’ya bakarak:
"Hayatım, ben öyle kahvede üç vakte kadar malın mülkün paran olacak şeyler görmeni istemiyorum. Zaten hepsi var, ihtiyacım yok. Benim sevgililerim var hem de üç tane! Onlar arasında kararsızım o niyetle içeceğim kahvemi, onlara bak olur mu? Hangisi daha iyi onu söyle bana."
Sahra şaşırmıştı, aynı zamanda Fatma da şaşırmıştı. Nilgün’ün kolunu tutarak:
"Kız, millet birini bulamazken sen üçünü nasıl buldun? Üçünü de seviyor musun?" Deyince kadın şuh bir kahkaha atarak:
"Ben bulurum! Ama seviyor musun diye sorarsan bilmiyorum. Aman aşk sevgi bize mi kalmış neyse, boş ver onu, bunu! Biri sevdalım, öbürü belalım, diğeri de paralı," dedi ve Fatma’ya göz kırptı.
Sahra şaşırmış, ağzı açık kalmıştı. Fatma da hayretler içinde Nilgün’e bakarak:
"Yedi Kocalı Hürmüz!" deyip güldü ve devam etti:
"Nasıl buluşuyorsun üçüyle de?"
Kadın gülerek:
"Evimde buluşuyorum," dedi.
Fatma’nın aklı almamıştı, "Nasıl yani?" diye sorunca Sahra da merak edip pür dikkat dinledi.
"Hayatım, paraya ihtiyacım olduğunda paralı olanı çağırıyorum, ona yemek falan yedirip gönlünü edip harçlığımı alıp gönderiyorum. Sevgiye, ilgiye ihtiyacım olunca da sevdalımı çağırıyorum. Belalım ise arada bir gelir, market alışverişi yapar, kolye, yüzük falan alıp gelir, gider."
Fatma ve Sahra hayretle Nilgün’e bakıyorlardı. Fatma:
"Kız, apartmanda kimse görmüyor mu? Laf söz olur, atarlar seni apartmandan!"
Kadın cilveli bir edayla:
"Aşkım, bizim apartmandakilerin hepsi çalışıyor. Ben de onlarla zaten gündüz görüşüyordum, gece gelmiyorlar."
Fatma gülerek:
"Hadi biri seni özledi, geleceği tuttu, içeride diğeri var, ne olacak?”
“Olmaz mı? Oldu kaç kere! İçerdekini abim gelmiş olabilir diye yatak odasına sokup kapıyı kapatıyorum, sonra dış kapıyı açıp fısıltı ile abim İçeride sakın içeri girme diyorum. Artık rakı, erzak falan ne getirdiyse elinden alıp gönderiyorum. Sonra da içerdekini çıkarıp, "Zile yanlış basmışlar!" Diyorum. Fatma:
"Kız manyak, âlemsin yaaa!" Diyerek kahkahalarla güldü. Sonra sakinleşip Nilgün’e endişeli bir ses tonuyla:
"Hadi gerçekten abin gelirse ne olacak?"
Nilgün birden ciddileşip denize doğru bakarak:
"Abimi yıllardır görmüyorum, ölümü, sağ mı, onu bile bilmiyorum," dedi.
Fatma, Nilgün’ün üzüldüğünü görünce gülerek:
"Pes yani, korkak kız, korkusuz olmuş inanamıyorum!" Diyerek yine kahkaha attı.
Nilgün de ona eşlik edip gülerken, Sahra Nilgün’ü incelemeye başladı. Bir insan çok gülüyor ve umursamaz davranıyorsa içinde çok acısı vardır. Bunu kendinden biliyordu. Nilgün’e bakarken, onda biraz kendini biraz da karşı komşusunu görmüştü. Kıyafetini, dudak çevresi çizgilerini, göz çevresi çizgilerini, saçının rengini, elini kolunu sallayış şeklini incelemeye ve içinden yorumlamaya başladı. Bunları düşünürken Nilgün çevirdiği fincanı Sahra’nın önüne itip gülümseyerek:
"Neyse hâlim, çıksın falım!" Dedi.
Sahra fincanı kendine doğru iyice çekerek elini üstüne koyup fincanın soğuyup soğumadığını kontrol ettikten sonra fincanı açıp içine baktı. Nilgün heyecanla sandalyesini masaya iyice yaklaştırıp, Sahra’ya doğru eğilerek söyleyeceklerini dinlemeye hazırlanırken, Fatma’da arkasına yaslanmış, ellerini koynuna sokup ikisini de seyretmeye başladı:
Sahra sakince konuşur:
"Geçmişte büyük bir acı yaşamışsın. Depresyona girip hasta olacak kadar çok üzülmüşsün." Dediğinde Nilgün şaşkınlıkla geri çekilip dikleşti. Sahra konuşmasını fincana bakarak sürdürdü:
"Oldukça neşeli, hayat dolu, gamsız biri gibi görünüyorsun. Ama asla öyle değilsin! Yalnız kaldığında yatağında ağlayan bir kadın görüyorum burada."
O sırada Nilgün, Fatma’nın yüzüne şaşkınlıkla bakmaya devam ederken gözleri doldu. Sahra onun etkilendiğini anlamıştı ve devam etti:
"Cesur gibi görünsen de aslında korkuyorsun. Yalnız kalmaktan, yalnız ölmekten çok korkuyorsun," dediğinde Nilgün ayağa kalkıp gitmek için geriye bir iki adım attı, sonra vazgeçerek geri dönüp oturdu. Fatma ve Sahra Nilgün’ün bu davranışına baktılar ama seslerini de çıkarmadılar. Sahra fincana bakıp konuşmasına devam etti:
"İçinde büyümeyen bir çocuk var. Babandan sevgi görmemişsin, annen seninle ilgilenmemiş, erkek diye tüm ilgini abine vermiş." Deyince Nilgün oturduğu yerden hızla yeniden ayağa kalktı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Elinin tersi ile hızla yaşları silerek, çantasını alıp hiçbir şey söylemeden yanlarından hızlı adımlarla uzaklaşıp gitti. Nilgün gittikten sonra Sahra ve Fatma bir şey konuşmadan bir süre sustular. Fatma, Sahra’ya bakarak:
"Bak, tıpkı o gençlere yaptığın gibi, Nilgün’ün yüreğine de bir tohum attın," dedi.
Sahra bu sözün iyi mi, kötü mü, eleştiri mi olduğunu anlayamamıştı. Hiçbir şey söylemeden Soran gözlerle Fatma’nın gözlerine bakınca Fatma sesini yükseltip:
"Yani diyorum ki, Nilgün çok etkilendi, kalbinden bıçakladın onu!"
Sahra birden panik olmuştu.
"Eyvah, arkadaşını üzdüm mü yoksa? Özür dilerim!" Fatma panikleyen Sahra’nın hâline bakıp gülerek eliyle sus işareti yapıp:
"Kötü bir şey yapmadın! Benim bir arkadaş olarak yapmam ve söylemem gereken şeyleri sen söyledin," dedi.
Sahra rahatlamıştı. Fatma Sahra’ya bakarak göz kırptı ve başını sallayarak:
"Şurada ayaküstü fal baktın! Vallahi sen bu işi kaptın!"
Sahra mahcup bir şekilde gülümseyerek:
“Benim nasıl baktığımı biliyorsun! Benimki fal değil ki! Sevoş’un dediğini yapıyorum sadece karşımdakini gözlemleyip yorum yapıyorum. Bir yanlışı varsa düzeltmesi için yardımcı oluyorum. Yoksa fal mal bilmem ben.
Fatma sakin bir sesle:
"Yani insanları fal adı altında yapmaları gereken doğruları gösterip yönlendiriyorsun değil mi?" Sahra evet anlamında başını sallayınca Fatma konuşmasına devam etti:
"Bu günah mı?" Diye sordu.
Sahra bu soru karşısında şaşırmıştı. Ne cevap vereceğini bilemedi, biraz duraksadı, düşündü, sonra çekinerek cevap verdi:
"Günah olmamalı!" Dedi.
Fatma derin bir nefes alarak:
"Tamam, haftaya izin gününde iş bak, şansın yaver giderde sigortalı maaşlı iyi bir iş bulursan kafeden çıkıp, orada çalışırsın. Kimse sana neden gidiyorsun demez. Ayrıca bunu söylemeye kimsenin de hakkı yok. Nasip kısmet bakalım" dedikten sonra parmağı ile Nilgün’ün gittiği yönü işaret ederek konuşmasını sürdürdü:
"Az önce fal baktığın Nilgün var ya, işte onun yarasını deştin! Her iddiasına girerim, birkaç gün sonra kafeye gelip sana fal baktırmak isteyecektir. Tabii Cemre onu sana verirse! Doğal olarak vermek istemeyecek, kendine veya diğerlerine paslayacaktır." Dedikten sonra sigara yakan Fatma, sigaradan derin bir nefes çekerek devam etti:
"Diyelim ki onu sen alamadın, diğerlerine gitti. Ne olacak? Falına bakacaklar çünkü paralı müşteri kaçırmazlar. Artık nasıl bakılırsa vicdanlarına kalmış! Peki, sana gelirse ne olacak? Senin sistemini ve taktiğini biliyorum. Nilgün’de gördüğün acıyı deşerek kangrene doğru giden kalbini pansuman yapıp yarasını saracaksın. Başka ne olacak? Nilgün daha sağlıklı düşünmeye başlayacak, belki de onu bir psikoloğa yönlendireceksin!" Fatma garsonu çağırarak birer çay daha getirmesini söyleyip konuşmasına devam etti:
"Nerede kalmıştık? Ha tamam hatırladım. Sonuç olarak topluma kazandırdığın Nilgün’den bol bol dua alacaksın. Belki de Nilgün’ün duası o çok istediğin cennete girmene sebep olacaktır."
Fatma’nın bu son sözü Sahra’nın, “Cennet hakkında neden öyle söyledi ki? Yoksa dinsiz mi?’’ diye düşünüp sorgulamasına neden oldu. Fatma’ya çekinerek sordu:
"Herkes cennete gitmek ister! Sen de istemez misin?" Deyince Fatma gülümseyerek:
"Tabii, her Müslüman gibi ben de gitmek isterim. Anlatmak istediğimi anlamadın ki! İnsanların çoğu ukba (Ukba yolun sonu, ahiret, cennet) peşinde. Bak kuzu şöyle düşün, mesela sevgilin var ilk defa onun evine gidiyorsun, üstelik bu sevgili sana her türlü maddi manevi her türlü yardımı yapmış, çok fedakâr biri. Seni kapıda karşılayan o sevgiliyi görmezden gelerek, şahane görünüşlü villasına girmek için hamlede bulunursan ayıp olmaz mı? O sevgili bu duruma üzülmez mi?"
Sahra’ya kal gelmişti, cevap veremiyordu. Bu konuşmanın nereye varacağını da merak ediyordu. Fatma konuşmasını sürdürdü:
"Sevgili senin bu hâlini görüp, ‘beni değil, servetimi sevmiş!’ Demez mi? Hani eski Türk filmlerinde zengin oğlan der ki: ’Beni param için değil, ben olduğum için sevecek birini istiyorum!’"
Sahra’nın aklı iyice karışmıştı. Cennetten nasıl Türk filmlerine geldik, “Ne alaka?” Diyerek düşüp kafasını kaşıyıp Fatma’ya baktı.
"Yani şimdi ne yapayım bilemedim!" Diyen Sahra’nın aklının karıştığını anlayan Fatma gülümseyerek:
“Neyse hikâyeyi boş ver. Fallarına bu şekilde bakmaya devam et demek istemiştim! Hiçbir şey sebepsiz değildir, ayrıca Allah istemedikçe olmaz kaza ve kader diye bir şey var. Nasibinde varsa istediğin gibi bir iş bulursun, nasip yoksa kafeye devam, bu kadar basit yani.”
Sahra, Fatma’dan başka iş için onay alması içini rahatlamış, fakat aynı zamanda anlattığı hikâye ile ne söylemek istediğini anlayamamıştı. Eve gittiğinde bu konuşmaları tekrar düşünüp analiz etmeye karar verdi. Biraz daha oturup havadan sudan konuştuktan sonra Fatma, saate bakıp kalkmaları gerektiğini söyleyerek garsondan hesabı istedi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.