- 196 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
SELAM OLSUN
Uzunca bir süredir ve dahi gençlik yıllarından itibaren nihayeti bulan sahatlık, esenlik, barış, güven gibi sözcükler dile gelmez, hayat bulamaz oldu nedense. Oysa, birbirimizle ilk karşılaşmamızın temel eylemi, niyeti, duygusu, düşünüşü “selam” dı. Hangi kültüre ait olursa olsun, beynelmilel bir anlam da içeren şu “selam” sözcüğü kim veya kimlerce rafa kaldırılır oldu bilmem ve fakat selamın faziletlerinin kendinin geriye çekilmesiyle birlikte ortaya çıkan manzarayı tıpkı sizler gibi derinliğine ve içten içe de tükenerek yaşamaktayım.
Birin çoğul olana, gelenin oturana, birbirlerini görenlerin de sıra ya da öncelik gözetmeksizin ve içten gelen bir edayla selamlaşması, resmî çatı altında daha farklı şekilde de icra ediliyorsa da, aynı sıcaklığı, samimiyeti, kale almayı, saygı ve sevgi beslemeyi çağrıştırmakta, hissettirmektedir. Bu bir sıradan rutin değil iken, sanki eslilerden kalma ve sıradanlaşmış bir kültürel öge gibi algılanmaya başlanması, günümüzde geldiğimiz noktanın da ta kendisidir. Selamı almak veya karşılığında mukabelede bulmak için cebimizin dolu olması, makamımızın verdiği güven, karşı tarafla bir samimiyet geçmişimizin bulunmasına ihtiyaç yoktu zaten. Selamın özünde var olan, bu samimiyetin başlangını ateşlemek, insanları birbirine daha bir güvenle bakar, görür, yorumlar kılabılmekti. Ne kadar derin anlamları vardı bu selamın. İçini her geçen gün adeta oymakta olan ve sözüm ona modern kültürel nosyonlar, onun yerini dolduramadıkları gibi, olanca çirkinlik ve tuhaflıklarıyla insanları birbirine karşı şüpheyle bakan, kale almaktan öteleyen, görmeyen, duymayan ve hatta yok varsayan bir yere doğru taşıdı, taşımaya da devam ediyor ne yazık.
Hiç tanımadığını bir toplumun içine girerken vereceğimiz selam, bizim farkındalıkla algılanan özne olmamıza, dikkatlerin üzerimize çekilmesine, toplumun dışındaki insanların da varlığına dair farklı bir duygu ve düşünüşü de doğurur. Bu esnada kullanılan sözcükler, nezaketli ifadeler, kendimizin kabul görmesini sağladığı gibi, karşı tarafın da bizi daha doğru algılamasına, anlamak üzere bizi dinleme moduna geçmesine ve kısaca bizleri kabullerine vesile olur elbette. Bazen küçük bir mimik, jest, el yordamıyla karşı tarafı dikkate aldığımızı gösteren davranış, duruş, sözlerden daha tesirli duyguların uyanmasına da vesile olur. Zîra, beden dilinin ortaya koyduğu güç, söz dilinden daha öte anlamları taşıyabilmektedir. Bedenle de ortaya konulan selamlama anlamındaki küçük seramoniler, toplumu, onun değerlerini, yarına dair umutlarını da paylaşabilmenin yolunu açmaktadır. Bu manadan bakılınca, selamlama, insanlar ve veya kültürler arasındaki iletişimin sihirli anahtarı gibidir, dersek abartı yapmış olmayız.
Bir karşılama, varlığını kabul etme, var olduğunun farkındalığı ve güne, ana içinde art niyet taşımayan bakışla bakmak, esenlik dileklerini hayata geçirmek anlamları da barındıran selamlaşma, pozitif kazanımlarıyla hayatımıza renk katan, onu renklendiren, güzellik duygularının kapılarını aralarken de kendi iç dünyamızda da gerginliklerimizden kurtuluşun bir ritüeli, olmazsa olmazıdır esasında.
Selamlaşma ve onun faziletlerine dair çokça hadis ve ayet mevcuttur. Bunları da bir irdelemek gerekir konunun önemi bakımından. Bir hadiste şöyle denmektedir:
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız. ” (Müslim, Îmân 93)
Başka bir hadiste de şöyle dile getirilir bu konu:
Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir. ” (Ebû Dâvûd, Edeb 133) Bu hadisleri çoğaltmak elbette mümkün. Konuya bir de kutsal kitabımızdan ayetlerle bakarsak şunları görürüz:
Kur’ân-ı Hakîm’de, “Allah kullarını Dârüs-Selâm’a (selam yurdu cennet) davet ediyor ve O, dilediğini doğru yola iletir.” (Yunus, 25) buyuruluyor.
Cennet-ı A’lâ denilen cennetin; “Rabları katında onlara selamet yurdu vardır” (En’am, 54) mealindeki ayette cennetin en yüksek katına ‘Daru’s-Selam’ denilmiştir. Zira esas selamet oradadır.
“Selamün aleyküm, amellerinize karşılık olarak girin cennete.” (Nahl, 32)
“Emin olarak selam ile oraya giriniz.” (Hicr, 46)
“Cennetin kapıcıları onlara: ‘Selamün aleyküm, ak pak olarak geldiniz. Artık ebedi olarak kalmak üzere girin buraya’ derler.” (Zümer, 73)
Selam yurduna erişmek her müminin en nihai gayesidir. “Allah, orada müminleri selamlar”, (Yasin, 58) “melekler müminleri selamlar”, (Ra’d, 24) “müminler de birbirlerini selamla karşılarlar.” (İbrahim, 23) Burada da selamdan, selam yurdundan ve ebedi esenliğin yolunun da zeminin de selamla ilişkilerinden oldukça açık şekilde söz edilmektedir. Günümüzde barışa, kardeşliğe, ayrım yapmadan, ötekileştirmeden, sadece insan öznesi olmaktan kaynaklanan değerlerin, davranış ve tutumların hayat bulabilmesinde belli ki ilk ve olmazsa olmaz adım “selam” olarak karşımızda durmaktadır.
Farklı bir kente, beldeye ve veya farklı bir kültürün içine şu veya bu sebepten ötürü dahil olduğumuzda da ilk ve temel seramonilerin selamlaşmayla başladığını ve yine onunla bittiğini yaşamış, tecrübe de etmişizdir. Güzel bir şekilde karşılandığımızda ve uğurlandığımızda hissettiklerimiz, bizi çoğu önyargıdan uzak tutmu, kendimizi ifade edebilme ve karşıdakilerini de anlayabilme şansı yakalamışızdır. İletişim süreçlerine olağan dışı bir renk ve kalite, estetik katmakta olan selamlaşma seramonileri, adeta günümüzü daha moralli, daha motiveli yaşamamızda da rol oynamaktadır. Bu rutinin, insanlar arasındaki buzları erittiği, onları birbirine yaklaştırdığı ve daha kabul edilebilir bir insanî zemini ortaya koyduğuna şüphe yoktur.
Bilhassa iş hayatımızda selamlaşmaya dair sorun yaşamadığımız ve görüşleri ne olursa olsun bu ritüeli icaradan kaçınmayan insanların hizmet verdikleri yerlerde işler ne kadar da güzel ve akıcı şekilde yürür. Böylesi bir zeminde çalışıyor olmanın verdiği haz, mesleki icramıza da bir şekilde yansıyarak kurum kültürünün oluşması ve gelişiminde de kendini bir şekilde gösterir. Her bir ferdin kendi kabuğunda yaşadığı ve diğerlerini görmezden geldiği yerlerde kimse hizmet vermeyi tercih etmez sanırım. Hayatında esenlik rüzgârının estiğini hissedebilenler, aile dışındaki diğer toplumsal kurumları veya grupları da diğer aileleri gibi görür ve hayattan da feyiz alırlar elbette. Burada şunu söylemek de gerekir ki, sadece insanî ilişkiler anlamındaki güzellikten ötürü yıllarını böylesi bir zeminde tecrübe edebilenler, ayrılış faksında büyük bir duygusal yıpranışı da yaşarlar. Oradan kopmak istememek anlamındaki bu duygusal durum, çoğu insan için sadece hayal olabilir. Mesele güzel bir başlangıç ve süreç sonunda da güzel bir final ise, biz onun adına “selam” demeliyiz kanımca.
Farklı coğrafyaların farklı kültürlerinde kendilerine özgü selamlaşma ritüelleri olsa da her birinin hizmet ettiği şey aynıdır aslında. Bir sıcak karşılama ve uğurlamanın oldukça derin izler bırakabildiğini de bir kenara koyarsak, yaşadığımız süreçlerde her ne yapıyorsak yapalım bu fasılların başı ve sonundaki selamlaşmalar daima akılda kalanlardır değil mi? Samimice dile gelen sözler, art niyetsiz ve içtenlikle bakış, tebessüm ne kadar da büyük bir şeydir şu yeryüzünde. Çölde vahayı bulmak, zorda kalmış ve umutsuzken uzanan bir elle yeniden ayağa kalkmak, her yıkımın ardından kendini toparlayacak gücü bulmak gibi çokça derinliğiyle, selamlaşma hayatımızın vazgeçilmezi olmak durumundadır. Bu vesile ile metni okuma fırsatı bulan her okurumuz da en kalbi saygı ve selamlarımı sunmak isterim. Selam, selametin yolu, ilk basamağı, geçici ve sonrasında da daimi hayatın zemini ve hatta ta kendisidir. Selamınız dilden , yürekten eksik olmasın. Selamınız karşılık bulmasa da bu görevi yerine getiren, manevi hazzın müsebbibi olun, diyorum. En kalbi saygı ve selamlarımla.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.