- 190 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 7 )
Bir saat sonra İbrahim yanına gelerek kısık bir sesle:
“Abla, iki liseli kız geldi. Fal baktıracaklar, şimdi kahvelerini vereceğim. Onlarla biraz sohbet ettim. Sarışın olanı sevgilisinden ayrılmış, üzgün; diğeri sınav kaygısı var, bilgin olsun.
Sahra tamam anlamında başını sallayıp ilk müşterisini heyecan ve endişeyle beklemeye başladı. Kahvelerini içip fincanı ters çevirerek tabağa kapatan kızlardan sarışın olanı, gelip çekinerek:
“Mısırlı Sahra sizsiniz değil mi?” diye sordu.
Sahra “evet” dediğinde kız karşısındaki sandalyeye oturdu. Sahra, Sevoş’un dediği gibi egolu ve esrarengiz bir tavır takınarak fincanı önüne doğru çekti ve bir süre bekledi. Heyecanla karşısında oturan kıza bakmadan fincanı açtı. Bir süre içine baktıktan sonra:
“Çok üzgünsün, yüreğin kabarmış. Acı çekiyorsun, bir ayrılık olmuş,” deyince kız gözlerini koca koca açarak:
“Evet, nasıl bildiniz? Aynen öyle, içim çok yanıyor,” dedi.
Sahra ipin ucunu yakalamıştı. Bu yolda ilerleyecekti. Ama kızın bu hâline de üzülmüştü. Aynı yaşta olan kızı aklına geldi sonra Melda’nın arkadaşları ve aşkları aklına geldi. Bir anne olarak kıza nasihat etse yanlış anlayacak yâda nasihate ihtiyacım yok deyip masadan kalkacaktı. Takındığı egolu tavrı bırakarak kıza gülümsedi. Sanki fincanda görüyormuş gibi konuşmaya başladı:
“Bak kızım, bu çocuk seni çok üzmüş. Zaten devam etmiş olsaydınız ileride yine ayrılacaktınız. Çünkü onun karakteri ile senin karakterin çok farklı. Uyumsuzdunuz, bunu sen de biliyorsun.” diyerek kızın tepkilerini ölçmek için yüzüne baktı.
Kız şaşkınlık ve merakla Sahra’ya baktı. Sahra, doğru yolda olduğunu anlayıp devam etti:
“Sen aslında çok zeki bir kızsın, sanırım üniversiteye hazırlanıyorsun.”
Kız üzgün bir hâlde:
“Evet.”
Sahra konuşmasına devam etti:
“Fincanda gördüğüm kadarıyla oğlan sana dönsün, ayaklarına kapanıp yalvarsın istiyorsun. Gururun kırılmış, hiç yüzünden seni bırakmış.”
Kız ağlamaklı bir şekilde konuşarak:
“Aynen öyle yaptı! Ortada sebep yokken ‘bitti’ diye mesaj attı, sonra da beni engelledi.”
Sahra fincana bakmaya devam ederek:
“Siz birkaç kez daha ayrılıp barışmışsınız.”
Kız, kaşlarını kaldırarak Sahra’ya hayranlıkla bakarak:
“Evet, dört kez ayrılıp barıştık. Hatta en son ayrılığımız geçen haftaydı.”
Sahra gülümseyerek:
“Bak kızım, yat kalk bu çocuktan ayrıldığına şükret! Göreceksin, ileride anlayacaksın! İyi ki ayrılmışım diyeceksin. Acını içinde yaşa, artık bu ilişkiye bir daha şans verme. Bu ilişki seni geriletir. Çok akıllı bir kızsın, derslerine odaklanırsan iyi bir yer kazanacaksın. İşte o zaman göreceksin! O zaman bu aptal çocuk seninle barışmak için gelecek ama sen onu istemeyeceksin.”
Kız sevinç ve heyecanla Sahra’nın gözlerine bakarak "Gerçekten mi?" Deyince Sahra, ilk kez fala bakmanın heyecanıyla kalbi küt küt atıyordu ama çaktırmamaya çalışarak büyük bir ciddiyetle ekledi, "Görüp, yaşayacaksın! İyi bir yer kazandığında o salak oğlan kapında köpek olmak isteyecek ama sen onu asla istemeyeceksin."
Kız ellerini dua eder gibi açıp, "İnşallah ablacım, inşallah! O dönmek istediğinde onu güzelce azarlayıp “Geçti Borun Pazarı, yürüüüüü, diyeceğim! Sonra da sana gelip anlatacağım nasıl onu şutladığımı! Birlikte güleriz artık." Dedikten sonra gülmeye başladı Sahra’da kızı iyice gazlamak adına güldü. Sonra gülmeyi kesip ciddi bir tavırla fincanı kıza göstererek konuşmasına devam etti:
"İntikam sıkıntılı bir süreçtir. Onun için ne yapıyoruz? Bol bol test çözüp ders çalışacak, onun kazanamayacağı bir yeri, bölümü kazanıp ilk darbeyi vuracaksın! Sonrası artık senin vicdanına kalmış," diyerek fincanı tabağına koydu ve masada bulunan küçük kâğıt parçasına önce adını sonra ödenecek tutarı yazıp kızın eline verdi. Kız, fişi alıp masadan kalktı, teşekkür edip kasaya parasını ödedi.
Onu gören diğer kız, elindeki ters çevrilmiş fincanı ile Sahra’nın yanına gelip karşısına oturdu. Sahra, kıza bir süre bakarak gözlemlemeye başladı. Yüzü stresten sivilceyle dolmuş, çekingen, ürkek bir kızdı. Melda’nın bir arkadaşı vardı, onu hatırladı. Derslerine odaklanamıyordu, dersi kafası almıyordu, onun da stresten yüzü sivilceyle dolmuştu.
Kıza gülümseyerek fincanı açtı. Fincana bir süre ciddi bir tavırla baktıktan sonra, "Öğrencisin ve sınava hazırlanıyorsun’’ deyince. Kız sevinçle, "Evet, bildin!" deyip gözlerini koca koca açtı sonra sakinleşip, "Yoksa arkadaşım mı söyledi?" diye şüpheci konuşunca Sahra tavrını hiç bozmadan
"Hayır, arkadaşının başka dertleri vardı. Senden konuşacak zamanımız olmadı hiç," diyerek, ciddi bir tavır takınarak devam etti:
"Fincanda bir sürü endişe görüyorum. Okulu fazla sevmiyorsun, dersleri kafan almıyor, yani odaklanamıyorsun.
Kız heyecanlanıp gözlerini koca koca açarak,
"Evet, doğru. Abim tıp okuyor, ablam mühendis oldu. Benim de iyi bir yeri kazanmam lazım. Sıkıldım, valla sıkıldım Hocam! Ders çalışmaktan nefret ediyorum! Okumak istemiyorum! Ama bunu anlatamıyorum. Bazen nefes alamadığımı hissediyorum. Bazen de ölmek istiyorum."
Sahra bu son sözü duyunca dehşete düşmüştü. Sakin olmaya çalışarak kıza,
" Seni anlıyorum fincanda da zaten görünüyor kızım!’’ Diyerek kızın gözlerine şefkatle baktıktan sonra tekrar fincana dönüp konuşmasını sürdürür.
‘’İçine kapanık ve çok duygusal biri olduğun için bunu ailenle paylaşamıyorsun. Seni anlamadıklarını düşünüyorsun. Bak şurada gözyaşı var sık sık ağlıyorsun. Üzerinde çok baskı olduğunu hissediyorsun. Seni teselli edecek sevgilinde yok, bu yüzden diğer kızlara imreniyorsun hatta onları kıskanıyorsun. Kimsenin seni sevmediğini düşünüyorsun. Ama yanılıyorsun! Bak, burada görüyorum, ailen seni seviyor," dediğinde kız alaycı bir gülüşle,
"Benim evde yaşadığımdan bile haberleri yok! Ne sevmesinden bahsediyorsun?"
Sahra sesini biraz yükseltip kıza bakarak:
"Sen görünmez olursan, kimse seni görmez! Okuldan gelince sessizce yemeğini yiyip odana kapanıp kimseyle konuşmuyorsun. Güya ders yapıyorsun ama yapmıyorsun. Çünkü odaklanamıyorsun. Kendini mahkûm gibi odana hapsetmişsin. Annenle kız kardeşin seninle konuşmak istiyor ama sen kimseye yüz vermeyip kendini onlardan uzak tutuyorsun."
Kız sustu. Sahra bunu fırsat bilip, sakin ve sevgi dolu konuşarak kızın eline dokundu:
"Seni gerçekten anlıyorum kızım! Ama biliyorsun, derdini söylemeyen derman bulamaz. Bana bu söylediklerini annene anlat. Ondan çekiniyorsan ablana anlat. Ama mutlaka çok geç kalmadan anlat. Önünde Üniversite sınavları var, onun için geç kalma! Bu derse odaklanma sorunu yaşayanlar için yardımcı olacak doktorlar var, ilaçlar var ve bu yardımı alan senin gibi bu sorunu yaşayan bir sürü genç aileleriyle birlikte sınavlar öncesinde bu sorunu hallediyorlar bunu unutma annenle bu durumu konuş olur mu tatlım?" Kız başını önde kısık bir sesle ‘’tamam’’ diyerek başını sallar. Sahra arkasına yaslanıp konuşmasına kaldığı yerden devam etti:
"Fincanda aşk görünüyor, hem de çok güzel bir aşk! Bu aşkın sonu evlilik olabilir."
Kız birden heyecanla gözlerini koca koca açıp Sahra’ya bakarak, "Kim!" diye sordu.
Sahra esrarengiz bir tavırla yine fincana bakıp kaşlarını çatarak, "Hımmmm!" dedi ve devam etti:
"Bu aşk şimdi olmayacak. Sonraki senelerde gibi görünüyor’’ deyince kız dudağını büküp
"Ölme eşeğim ölme diyorsun yani?" Dedi.
Sahra da gülümseyerek, "Ben fincanda gördüğümü söylerim, ister inanır, ister inanmazsın. Çaba gösterip ders çalışırsan sınavda başarılı olursun güzel bir geleceğin olur. Yok, çalışmam böyle iyi deyip götünü devirip yatarsan, ne başarın olur ne de aşkın! Hatırlatırım, yatarak bir şeyler üreten tek canlı tavuktur güzelim." Dedikten sonra fincanı tabağına koyup yana doğru itti.
Bu sözler üzerine ikisi de güldü. Sahra, fişini yazıp uzatırken kıza gülümseyerek:
"Kararı sen vereceksin! Tavuk mu olmak istiyorsun? Yoksa mesleği ve aşkı olan başarılı bir kız mı? Bunun kararını bir an evvel vermelisin, önünde gireceğin sınavların var ona göre!"
Fişini alan kız kasaya gidip parasını öderken diğer kız da yanına geldi. İbrahim, kızların yanına yaklaşarak bir şeyler konuştu. Kızlar, Sahra’ya bakarak gülüşerek konuştular. Sahra, bu gülüşmelerden rahatsız olmuştu içinden, "Eyvah, beğenmediler herhâlde," deyip endişelendi. Kızları kafe kapısından uğurlayan İbrahim gülerek Sahra’nın yanına gelip:
"Abla, kızlar seni çok beğenmiş! Her şeyimizi bildi dediler. Ben de okulda herkese Sahra ablamızı tavsiye edin dedim. Hadi bakalım, iyi başladın. Şimdi ben yine aşağıya ineyim de sana müşteri getireyim," diyerek Sahra’nın yanından ayrıldı.
Sahra, bu sözleri duyunca sevindi, özgüveni yerine gelmişti. "Bu işi kıvıracağım galiba," diye içinden geçirip mutfağa kendine çay almaya gitti. Fatma, öğlen yemeği için tencerede soğan kavuruyordu.
"Kolay gelsin Fatma Sultan," diye neşeyle yanına yaklaştı. Fatma bu sözden hoşlanmıştı, işine devam ederken, "Nasıl gitti, müşteri geldi mi?" diye sorunca Sahra heyecanla, "Evet, hem de iki kıza baktım, İbrahim’in söylediğine göre çok beğenmişler!" diyerek elini çırparak sevincini gösterdi.
Fatma gülerek konuştu, "Allah bir kuluna ekmek verecekse eğer, diğer kullarını ona gönderir. Merak etme, inşallah her şey daha iyi, daha güzel olacak."
Sahra yemek yapan Fatma’nın arkasından sarılarak, "Sana çok kanım ısındı, abla gibisin teşekkür ederim!"
Fatma bu sarılmadan rahatsız olup, "Dur, yemek yapıyorum!" diyerek Sahra’yı itti.
Sahra gülerek kendine çay alıp neşeyle mutfaktan çıkıp aşağıya indi. Masasına geçince önünde duran defteri alıp ilk sayfanın köşesine önce tarih attı ve alt sayfaya "İLK MÜŞTERİM: İKİ ÖĞRENCİ KIZ - 200 TL." diye yazdı. “İyi” dedi içinden, "Şimdilik 200 lira yarısı benim yani 100 lira kazandım, bakalım akşama kadar kaç müşteri gelecek, kaç lira kazanacağım. Allah’ım yardım et, hadi hayırlısı!" diyerek çayını yudumlarken birden panik oldu. "Ben fal bakmak için Allah’tan mı yardım diledim? Yaptığım iş zaten günah, bir de yardım et Allah’ım diyorum, tövbe tövbe Allah’ım affet, yanlışlıkla söyledim affet Allah’ım!" Birden neşesi kaçmıştı. İçinden düşünmeye ve Allah’la konuşmaya başladı. "Biliyorsun Allah’ım, iş bulamadım! İş olsaydı fal bakmazdım, biliyorsun! Yokluk derdine yanlış şeyler yapmayım diye falcılık yapıyorum. Bildiğimden değil! Gaybı ancak sen bilirsin, ben bilmem! Lütfen bu işim için günah yazma, beni affet! Âmin!" diyerek elini yüzüne sürdü.
İbrahim ara ara aşağıya inip çıksa da başka müşteri gelmemiş, Sahra da beklemekten sıkılmıştı. Üstelikte çok acıkmıştı kalkıp yukarıya mutfağa çıktı. Mutfakta Ali ve Nehir masada yemek yiyorlardı. Sahra, "Afiyet olsun!" Dedikten sonra dolaptan tabak alıp ocaktaki tencerenin kapağını açtı. Bulgur pilavı vardı, diğer tencerenin kapağını açınca kuru fasulyeyi gördü içinden sevindi, çünkü en sevdiği ikili yemekti. Tabağına pilav ve kuru fasulyeyi karışık koyup masaya oturdu. Masanın ortasında salatalık turşusunu görünce içinden bir kez daha sevindi. O sırada Nehir, Sahra’ya bakıp Ali’yi kolu ile dürtüp alaycı bir dille gülerek:
"Kız ne olmuş sana! Cemre mi yaptı makyajını? Saklanmak istediğini anladım da, makyaj berbat olmuş yaaa!"
Sahra bir an bocaladı makyaj yaptırdığı için pişmanlık yaşayarak ne tepki vereceğini bilemedi Ali ile Mehtaba bakıp çok mu kötü duruyor diye sormak hatta kalkıp aynaya bakmak istedi. Sonra midesinin gurultusu baskın gelince vazgeçerek kaşığı eline alıp yemek yemeye başladı. O sırada Ali yemeğini yerken göz ucuyla Sahra’ya bakıp, "Yooo, çok güzel olmuş, ben beğendim," dediğinde biraz rahatlamıştı yemeğini yerken arkasından Fatma gelip elini omuzuna koyarak, "Yok, yok, güzel olmuş!" deyince içi iyice rahatlayıp omuzuna koyduğu elini tutup gülümseyerek teşekkür etti.
Nehir, kendisini desteklemeyen Ali’ye bakıp, "Sen ne anlarsın makyajdan Allah, Allah!" deyince Ali gülümseyerek Nehir’e bakar, "Şimdi kötü mötü diyerek neden kadının moralini bozuyorsun? Tamam, abartılı ama Cemre böyle yapmışsa, bildiği vardır elbet. Karışmamak lazım," dedi.
Nehir sandalyesini geriye doğru çekerek bir sigara yakıp, "Aman, bana ne! Ne yaparsa yapsın! Bugün zaten az iş yaptım, canım sıkkın!"
Ali gülerek Nehir’e bakar:
"Allah gözünü doyursun!" diyerek masadan kalktı. O sırada mutfağa Cemre geldi, Ali’ye bakıp, "Senin deli geldi!" dedi ve göz kırparak, "Gönder şunu bana! Yoksa akıllanmayacak!"
Ali elini boşver anlamında savurarak mutfaktan çıkıp odasına doğru gitti. Cemre, masaya oturup Sahra’ya baktı, karışan göz makyajını peçeteyle düzelttikten sonra, "İki kişiye bakmışsın, seni beğenmişler tebrik ederim, hemen kaptın olayı," derken Fatma, Cemre’nin yemeğini önüne koydu. Cemre konuşmasına devam etti:
"İbo yemeğini yesin, yine aşağıya inecek, akşama çok var, merak etme! Yine gelenler olur."
Sahra gülümsedi ve yemeğini yemeye devam etti. Nehir, sigarasını söndürüp “Afiyet olsun,” dedi ve mutfaktan çıkacakken Cemre arkasına dönerek Nehir’e seslendi:
"Nehir, dün müşterini azarlamışsın, adam çok sinirlenmiş!" deyince Nehir, birden sesini yükselterek, "Bir de sinirlenmiş mi sapık! Sen biliyor musun o herif hasta! Hem de ruh hastası! Bana ne teklif etti biliyor musun?"
Cemre bakmaya devam ederek sordu: "Ne teklif etti?"
"Güya telepatik gücü çok kuvvetliymiş, şimdi, bir otele gideyim sen burada otururken seni hayal edip sex yapayım, sen bunu hissedeceksin! Merak etme, paranı veririm," dedi şerefsiz sapık! Keşke iyice bi dövseydim, ah, ah!”
Cemre gülmemeye çalışarak, "Sen ne cevap verdin?"
"Ne söyleyeceğim, sıçtım ağzına! Orospu muyum ben! Onu dövmediğime dua etsin, şerefsiz!" diyerek bir elini yumruk yapıp diğer eline vururken Cemre’ye dönüp sordu:
"Bunu sana kim yetiştirdi?" Bu soruya kimse cevap vermedi. O sırada İbrahim mutfağa girerken kollarını açıp: "Merhaba güzellikler!" dedi.
Burnundan soluyan Nehir, İbrahim’i görünce başını salladı ve ona doğru yürüyüp omuzu ile vurup geçerek, "Yavşak!" dedi. Ve mutfaktan çıkıp odasına gitti. İbrahim, Nehir’in arkasından şaşkın şaşkın bakarak:
"Ne oldu buna, gözümüz aydın sonunda delirdi!" Dedikten sonra dolaptan tabak alıp kendine yemek koyup masaya oturdu. Herkes sessizce yemeğini yerken Sevoş telefonla konuşarak mutfağa girdi.
"Gel hayatım, senin için tüm müşterilerimi ekerim! İstediğin saatte gel, beklerim seni! Tamam. Tamam. Bekliyor olacağım, hadi baaaay!" diyerek telefonu kapattı ve kendine yemek alarak masaya oturdu.
Cemre yemeğini bitirmiş kalkarken, "Yine kimi öptün benden habersiz?"
Sevoş işveli işveli gülerek, "Ay şu doktor karı var ya, o gelecek! Onun da derdi bitmiyor. Asistanı ayrı dert! Başhekimi ayrı dert!"
O sırada Sahra hayret edip kaşlarını kaldırarak, "Doktor mu?" diye sordu.
Sevoş kahkaha atarak, "Niye kız, onlar insan değil mi? Avukat müşterim bile var. Bize her meslekten gelirler, uzmanlaşınca sen de görürsün."
Cemre gülümseyip Sevoş’un omzunu okşayıp “Afiyet olsun,” dedikten sonra mutfaktan çıktı.
İçeriye aksayarak Mehtap girdi ve Fatma’ya gülümseyerek ocağın yanına gitti:
"Yemek bitmedi değil mi?" Dedikten sonra tencerenin kapağını açtı dolaptan tabak alarak kendine yemek koydu. Masaya oturunca turşuyu görür görmez sevinerek "Ayyyyy, turşuuuuu!" deyince Sevoş hafif bir ses tonu ile "Aynı senin gibi" dedi.
Mehtap, Sevoş’un ne söylediğini anlayamamıştı kaşlarını çatarak Sevoş’a bakıp:
"Pardon, bir şey mi söyledin?" Deyince Sevoş duymamazlıktan gelip yemeğini yemeye devam ederken, Mehtap Sevoş’a bir süre daha baktı sonra başını sağa sola sallayıp derin bir nefes aldı gülümseyerek Sahra’ya:
"Kız, ne tatlı olmuşsun! Baya bi güzelmişsin yani! Makyaj yakışmış," deyip gülümsedi.
Sevoş, Sahra’ya bakıp, "Hıh aman, şahtı şahbaz oldu!" Deyince Sahra elindeki kaşığı bırakıp gülmeye başlar:
"Valla aynen, ben de aynada kendimi görünce içimden öyle dedim!" Deyip birbirlerine bakarak kahkahalarla güldüler. İbrahim de yemek yemeği bırakıp onlara katıldı. Sevoş başını uzatıp Sahranın kıyafetine bakarak elini sallar:
"Kız, Allah kahretmesin seni! Bu kıyafetle de kaşar gibi olmuşsun, sakın böyle sokağa çıkma, götürürler seni!" dediğinde, yeniden gülmeye başladılar. Fatma gülmemeye çalışarak ikisine bakıyordu.
O sırada Mehtap kaşığını masaya sertçe koyup, ciddi bir tavırla "Konuştuklarınız hiç komik değil!" deyince Sevoş, Mehtap’a bakarak, "Niye gocundun? Bir yerine mi dokundu?" deyince herkes sustu, ortalık buz kesilmişti. İbrahim kaşığı alıp yemeğini hızlı hızlı yerken, Fatma evyedeki bulaşıkların başına geçti.
Sahra bir an ne yapacağını bilemedi, hemen önündeki tabağı alıp Fatma’nın yanına gitti. Sevoş’la Mehtap âdeta ölümüne saldıracak boğalar gibi, birbirlerine bakıyorlardı. Mehtap sessizliği bozarak sinirli bir şekilde, "Kimse benim bir yerime dokunamaz! Amaaaa, ben öyle bir dokunurum ki, dokunduğumun feleği şaşar!" deyince Sevoş ayağa kalkıp elini beline koyarak, "Hah haaay! Bir dene istersen!"
İbrahim panikle yemek yemeyi bırakarak ayağa kalktı. Mehtap’la Sevoş’a bakarak, "Cemre ablam duymasın! Ne olur sakin olun! Bir şey yok, şaka sadece şaka! Bu kadar ciddiye almayın!" Diyerek Sevoş’la Mehtabı sakinleştirmeye çalışıyordu. O sırada Sevoş elindeki peçeteyi sıkıp buruşturarak masaya fırlatıp: "İştahım gitti, yiyemeyeceğim!" derken Mehtap kısık bir sesle, "Zıkkım ye!" dedi.
Sevoş aniden dönerek, "Ne dedin sen?" diye bağırınca İbrahim’le Sahra telaşla yanına gidip Sevoş’un koluna girerek, "Yok, sana bir şey demedi. Fatma’dan bir şey istedi." diyerek onu mutfaktan çıkardılar. Âdeta sürüklercesine odasına götürüp sandalyesine oturttular. İbrahim telaşla gülümsemeye çalışarak, "Size bir çay getireyim," diyerek odadan çıkarken Sevoş sinirle söylenmeye devam ediyordu Sahra’da masadaki defteri alıp Sevoş’un sakinleşmesi için yüzüne doğru yelpazeliyordu:
"Topal! Kendini bi bok zannediyor. Lan sen iyi bir karı olsaydın kocan kızınla birlikte sokağa atmazdı!"
Sahra şaşırmıştı, Sevoş’a bakarak,
“Nasıl yani, kocası kızıyla Mehtap’ı sokağa mı atmış?’’ diye sorunca Sevoş sinirle, "Evet, adam bunun aklının dibini anlamış, 15 yaşındaki kızı ile gecenin yarısı sokağa atmış."
Sahra üzülmüştü, bir insan nasıl böyle vicdansız olur diye içinden geçirirken Sevoş konuşmaya devam etti, "Cemre’nin mahallesinde oturuyorlarmış. Cemre gece işten dönerken bunları sokakta ağlarken görmüş, evinde getirip misafir etmiş. Sonra bu karıyı bir işe soktu. Tabii bu manyaklığı yüzünden o işten atıldı. Böyle devam ederse yakında Cemre de şutlar bunu!"
O sırada kapı açıldı, İbrahim iki çay getirip verirken Sahra’ya bakıp:
"Abla, ben aşağıya iniyorum. Sen çayını iç, müşteri gelirse haber veririm," deyip odadan çıktı. Sevoş çayını içerken biraz sakinleşmişti. Sahra’nın kafasında Mehtap hakkında bir sürü soru vardı. Sevoş’a bakıp sakince sordu, "Sonra ne olmuş? Yani işten kovulunca?"
Sevoş yeniden sinirlenip Sahra’ya bağırdı: "Sen de ne meraklı çıktın ha! Çok merak ediyorsan git kendine sor!" Deyince Sevoş’un hiddetinden korkan Sahra susup çayını yudumladı
Sahra akşama doğru iki öğrenciye daha fal bakmış, başka gelen olmamıştı. Artık gitme zamanı diye mutfağa gitti. Fatma daha erken gittiği için önceden gösterdiği küçük erzak odasına girip üstündeki kıyafetleri çıkararak valize koydu. Sonra kendi kıyafetlerini giyip banyoya giderek yüzündeki makyajı yıkayarak temizleyip eşarbını başına örttü. Diğer falcılarda gitmişlerdi, belki müşteri gelir diye bu saate kalmıştı ama başka gelen olmamıştı. Bundan sonra daha erken çıkmaya karar vererek Cemrenin verdiği kıyafetlerin olduğu valizi alıp evinin yolunu tuttu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.