- 147 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Rüzgarın Tokadı
Evimden onbeş bin km uzakta okyanusun kenarında çok yüksek bir kayanın tepesinde tek başıma oturuyordum. Güneş, aynı tüm umutlarım gibi neredeyse battı batacaktı.
Akşamın serin rüzgarı görebileceğim en sert öğretmen gibi ardarda tokatlayıp duruyor, onu görmezden geldikçe daha şiddetli vuruyordu. Sanki canımı yakarsa, beni ayaklandırabileceğine dair büyük bir inanca sahipti. Bir ara gözümden akan yaşları, benim silmeme bile müsade etmeden kendi hiddetiyle kayalara uçurarak savurdu. Çok inançlı, istikrarlı ve güçlüydü. Ona odaklanmamı başarmıştı. Dünyanın yükünü sırtımdan almış ve aklımı ona kilitlemişti. Deli rüzgar sert zulmüne ne kadar tahammül edeceğimi sınıyor, sabır gösterdikçe kendi gücünden şüphe edip hiddetleniyor hatta bu sabrımın sebebini anlayamadığı için nedenini merak edip, dört bir yandan daha şiddetli saldırıyordu.
Oysa herşeyin açıklaması ne kadar da basitti. Ben onun için orada değildim, istese de istemese de birazdan çekip gidecektim. İnsanın sadece bir süreliğine uğradığı yaşam gibi...
Sonra "ya öyle değilse, bana başka birşey anlatmak istiyorsa" diye bir kez daha düşündüm, başka bir açıklama daha keşfettim. Sert rüzgar bana "kalk" diyordu "benim doğam bu, durmam ve yıkarım seni, sabır gücün var diye sabır göstermek zorunda değilsin haydi kalk git".
Bu benim için büyük bir kalkış ve uyanıştı. "Var" diye kurban ettiğim şeylere bir kez daha bakmak için ayağa kalktım. Aslında "yok" olan şeylerin, gerçekte "var" olan şeyleri tüketmesine ne kadar çok müsade ettiğimin farkına vardım. Rüzgarın uyandıran soğuk tokadı, gözyaşlarımı sert bir kayaya çarptığında herşeyi anlamaya başlamıştım. Yeri gelince savurduğunu düşündüğün sert bir rüzgardı seni olman gereken yere ulaştıran ve bir kaya ile gözyaşı bile birbirine değebiliyordu ama ne yazık ki bazen insanlar asla ama asla birleşemiyordu.