- 288 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 2 bölüm)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
( 2)
"Kaç aydır iş arıyorsun Seyhan?"
"Üç aydan fazla oldu sanırım."
"Temizlik, bulaşıkçılık dâhil olmak üzere her işte çalışmaya razıydın, değil mi?"
Seyhan başını öne eğerek sessizce ‘’evet’’ dedi.
"En son geldiğin noktada elinde avucunda ne varsa sattın! Bu arada hiç aklıma gelmemişti aslında iyi fikir, düğünlerde karnınızı doyurdunuz… Bilirim, açlık zor… Neyse! Yarın öbür gün ev sahibi ’Evden çıkın veya kira bedelini başka yolla öde’ diyecek, doğru mu?"
Seyhan başını sallayarak ‘’doğru’’ dedi. Cemre konuşmasını sürdürerek Seyhan’ın araya girmesine izin vermedi:
"Planın nedir? İş yok, çaresizsin ve sana gelen iş teklifini günah diye ret ediyorsun. Açlık, yokluk çeken, ayağına ayakkabı alamayan arkadaşları ile bir kafeye gidemeyen dışardaki kızlara imrenen, o kızların açlığını, yokluğunu düşünmüyor musun? Ev sahibinin kira karşılığı seni kullanacak olmasına ne demeli! Sana yazık, günah değil mi? Evine ekmek lazım, elektrik, su, doğalgaz lazım, bunların faturaları için para lazım, para! Daha ne düşünüyorsun, daha neyin hesabını yapıyorsun?"
Seyhan, başı önünde Cemre’nin haklı olduğunu düşünerek çalışmaya karar verecekti ki sonra, gören olur namusuma laf ederler, kızlarım benden utanır diye düşünüp geri vazgeçti. Cemre, Seyhan’ın çekimser kaldığını anlamıştı, gülümseyerek, konuşmasını sakin bir ses tonu ile sürdürdü:
“Seni çok iyi anlıyorum, el âlem ne der, kızlarım ne der derdindesin sen! Bak ne diyeceğim, yarın kızlarını al bizim kafeye gelip gör kızlarınla tanışalım ve size kafeyi gezdireyim, çalışanlarla tanışırsın. Emin ol, kızlarında sen de ortamı seveceksiniz. Ha şimdi dersin ki, ya bir tanıdık kafeye gelirse ne olacak!”
Cemre gülerek konuşmaya devam etti:
"Hiç tarzın olmayan bağlamadığın bir eşarp al, şöyle allı pullu olsun. Gördüğüm kadarıyla sen makyaj yapmıyorsun, bir de sana capcanlı bir makyaj, kafede giyeceğin değişik, yani tarzın olmayan bir kıyafet giyersin. Kıyafet işini hallederiz, onu ben ayarlarım. Ne diyordum, hah, son olarak ismini değiştirip, mesela Mısır’dan özel olarak getirdiğimiz falanca isimli falcı!"
Cemre gülerek Seyhan’ın omuzuna hafifçe vurarak:
"Gördüğün gibi korkacak bir şey yok."
Seyhan, Cemre’nin heyecanla anlattıklarını gülümseyerek dinledi:
"Ama unuttuğun bir şey var, ben fal bakmasını bilmem ki."
Cemre o tok sesi ile yine bir kahkaha attı:
"Korkma kız, o iş kolay, öğretiriz!"
Seyhan banktan evine gitmek için kalktığında şaşkın ve aklı karışıktı, gülümseyerek oturmakta olan Cemre’ye elini uzatıp:
"Tanıştığımıza memnun oldum, sohbet için teşekkür ediyorum."
"Korkma kız! Vallahi, kimse bedavadan ekmek vermiyor! En azından namusunla çalışırsın, kimse kılına dokunamaz. Yarın gelirsen görürsün, ekmek parası için bir sürü çalışanım var. Sonuçta bir emek vereceksin, karşılığını alacaksın, sen de kazanacaksın, ben de. Yani karşılıklı alışveriş gibi düşün."
Seyhan, ‘’İnşallah nasip bakalım,’’ diyerek gülümsedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.
Cemre arkasından bağırarak:
"Yarın bekleyeceğim seni!" dedi, el sallayıp döndü, bir sigara yakarak denizi seyretmeye devam etti.
***
Ertesi gün öğlen güneş ilkbahar havasındaymış gibi gökyüzünde parlarken, bir önceki kalabalık sokak daha sakindi. Sokağın başından dükkânlara baka baka yürüyen Seyhan ve iki kızı Cemre’nin tarif ettiği kafeye doğru yürüyorlardı. Yaşı küçük olan kız, etrafına hayran hayran bakıp, ablasını dürterek:
"Çok güzel mağazalar var burada abla, sen daha önce buraya hiç geldin mi? Ben bu sokağa ilk defa geldim,” deyince büyük kız, mağazalara bakarak soğuk bir şekilde konuştu:
"Biliyorum bu sokağı, burada restoranlar ve kafeler var. Dedikten sonra kardeşini dürterek sinirli bir şekilde
’’Öyle görmemişler gibi sağa sola bakma, dikkat çekiyoruz!"
Yaşı küçük olan kız, Seyhan’a yaklaşıp koluna girerek:
"Anne, ya becermezsen o zaman seni işten atar mı?" diye endişeli konuşunca ablası sesini yükselterek kardeşine baktı:
"Salak salak konuşma! Atarsa atsın! Ben iş bulurum, daha ölmedik!"
Seyhan kızlarını durdurup kenara çekerek sakince:
"Hayır! Sakın! İkiniz de okuyacaksınız! Ben çalışır sizi okuturum, evimize ekmek getiririm!" diyerek parmağını kızlarına doğru sallar. Sonra hüzünlü bir ifadeyle “Keşke okusaydım da elim ekmek tutsaydı, babanın eline bakmasaydım. Bugün bu hâllerde olmazdık,” dedi.
Büyük kız endişeyle:
“Tamam, anladım! Ya bir gören olursa ne hâle geliriz biliyorsun değil mi anne?”
Seyhan başını öne eğdi, derin bir iç geçirerek gülümsedi:
“Bize para lazım! Denemem lazım kızım, denemem lazım. Başarmam lazım! Kaç aydır iş aradım, bulabildim mi? Yok! Millet ancak akıl veriyor ama ekmek veren yok. Bunu yaşamadık mı? Endişe etmeyin, namusu ile çalışanı Allah korur.”
Kafenin önüne gelmişlerdi. Seyhan derin bir nefes çekerek içeri girdi. Kızlar da arkasından girdiler. Kapıda karşılayan garson kıza, Cemre’yle görüşmek istediğini söyledi. Kız, Seyhan ve kızlarını bir masaya oturtup Cemre’yi çağırmaya gitti. Garson kız gidince Seyhan ve kızları etrafı seyretmeye başladılar. Yaklaşık yirmi masa ve her masada genç ve orta yaşta çay, kahve içen veya pasta yiyen insanlarla doluydu. Renk renk boyanmış duvarlarda yapay çiçekler asılıydı. Her masanın üstünde küçük bir vazo içinde yapay leylak çiçeği, yanında da yanan mum vardı. Kimi cam önünde bir şeyler içip etrafı seyrederken kimi’de yanındaki ile sohbet ediyordu. Bazıları arka kuytu masalarda derin muhabbete dalmış, birkaç genç de arka masalarda sevgilisiyle cilveleşiyordu. Ortam sakin ve görsel olarak güzeldi. Seyhan, büyük kızının gözlerine bakarak:
“Nasıl beğendin mi? Ortam sıcak. İyi bir yere benziyor. Zaten Cemre, ‘Benim kafem elit bir kafedir,’ demişti. Doğru söylemiş, ben beğendim.”
O sırada Cemre’nin o tok sesi duyuldu. Dönüp baktıklarında Cemre üzerindeki rengârenk kıyafeti, şıkır şıkır kolye ve bilezikleri ile siyah saçlarını savurarak kollarını açmış bir hâlde "Hele bakın kim gelmiş" diyerek yanlarına doğru geliyordu. Cemre’yi gören yaşı küçük kız hayret ve şaşkınlıkla gözlerini koca koca açmış bir hâlde "Anne bu kim?" dedi. O sırada Cemre, Seyhan’a sarılarak "Safa gelmiş hoş gelmiş" diye yüksek sesle konuşmasına devam etti. Cemre’nin böyle bağırarak konuşmasına kafede bulunan kimse aldırış etmemiş hatta kısa bir bakış attıktan sonra sohbetlerine devam etmişlerdi. Cemre, Seyhan’a sarılırken kızlara doğru bakarak:
“Kız, bu güzel kızlar senin mi?” diye sordu.
Seyhan gülümseyerek büyük kızını gösterip:
“Evet, benim kızlarım. Bunun adı Ceyda, büyük kızım üniversiteye gidiyor, birinci sınıfta. İnşallah bitince bilgisayar mühendisi olacak. Öbür kızım Melda, o da lise ikinci sınıf ablası.”
“Ay, bunlar ne tatlı şeyler hiç sana benzemiyorlar, herhâlde babalarına çekmişler. Rahmetli yakışıklı adammış demek ki!” diyerek güldü ve Seyhan’ın kolundan tutup "Hadi gel, üst kata çıkalım" diyerek ayağa kalkması için çekti.
Hep birlikte merdivenlere doğru yürüyüp üst kata çıktılar. Üst katta altı tane kapısında numaralar yazan odalardan biri açıldı, bir kadınla erkek konuşarak çıktılar. Erkek olanı cilveli cilveli konuşuyor, kadın da onu hayranlıkla dinliyordu.
“Merak etme bebeğim, o herif seni terk ettiğine pişman olacak! Söylediklerimi unutma, bak göreceksin, bir ay içinde kapında köpek olacak köpek!”
Kadın sevinçle adama sarılarak:
“Ay, İnşallah, eğer gelirse dile benden ne dilersen Sevoş’um,” dedikten sonra merdivenlerden inip gitti.
Cemre, Sevoş’a gülerek:
“Kız, getiremediniz şu herifi kapıya.”
“Aman sorma şekerim, karı kafayı takmış, illaki gelecek diyor. Dur bakalım, şu bir ay geçsin. Gelmezse, artık başka taktik uygulayacağım,” dedikten sonra dönüp Cemre’nin yanındaki Seyhan ve kızlarına bakarak:
“Kim bunlar ayol, ilk defa görüyorum müşteri mi?”
Cemre gülerek peşinden gelmeleri için işaret etti. Hep birlikte bir numaralı odaya girdiler. Oda renk renk tüylerle süslenmişti. Her köşede kocaman biblolar ve canlı çiçekler vardı. Ortada bir masa, masanın üstünde çeşitli resimler olan birkaç deste kart, kalemler, kâğıtlar ve küçük birkaç tane biblo vardı. Masanın önünde ise iki sandalye ve arka duvarda kırmızı bir kanepe duruyordu. Seyhan ve Sevoş masanın önündeki sandalyeye otururlarken kızlar da kanepeye oturdu. Masanın öbür tarafına geçip oturan Cemre gülümseyerek "Ne içersiniz kızlar?" diye sordu. Kızlar ürkek bir sesle teşekkür edip bir şey istemediklerini söylediler. Cemre, Sevoş’a dönüp, "Ya içim rahat etmedi, bize kahve, çay, kola falan bir şeyler söylesene şuradan," dedi.
Oturduğu sandalyeden kalkan Sevoş, kapının önünden bağırarak koridora doğru, "İboooo!” diye bağırdı. Ses çıkmayınca "İbooooo! Boyun devrilsin İbo!" dedi.
Cemre, Sevoş’un bu hareketinden kızların ürktüğünü fark edince Sevoş’a bağırdı:
"Ne öyle öküz gibi bağırıyorsun? Deli bu ya!" dedi ve güldü.
O sırada İbrahim gelmişti, kapının önünde duran Sevoş’a bakmadan odaya başını uzatıp:
"Buyur abla, beni mi çağırdın?"
Cemre’ye fırsat vermeden Sevoş cevap verdi:
"Ben çağırdım, geri zekâlı!"
İbrahim, Sevoş’a bakıp gülerek:
"Biliyorum! Burada olduğunu görünce Cemre ablamın çağırdığını anladım, o yüzden," dedi.
Cemre, Seyhan ve kızlara dönüp ne içmek istediklerini sordu. Kızlar fısıltılı bir sesle "Gerek yok, zahmet etmeyin," dediler. Cemre, İbrahim’e dönerek, "İbom, bize üç orta, iki kola, kolanın yanına biraz atıştırmalık pasta, kurabiye falan kap getir, hadi!"
İbrahim, söylenenleri getirmeye giderken Sevoş gelip Seyhan’ın karşısındaki sandalyeye oturdu. Cemre’ye bakarak göz kırptı ve "Hayırdır, ne iş?" diye sordu.
Cemre gülerek, "Yeni falcımız," dedi.
Sevoş gözlerini kocaman açarak, "Aaaaa! Bu karı mı?" diyerek şaşkınlığını gösterdi. Sonra dudak bükerek, "Pek bi ürkek ya!" dedi.
Seyhan utanmıştı. Böyle bir duruma mecbur kaldığı için içinden sövüp sayıyordu. Bir yanı "Arkana bile bakmadan git," diyor, bir yanı "Dur, otur, sanki iş mi var," diyordu. İç sesi "Bir dene, olmazsa ayrılırsın," sanki sözleşme yapacak hâlleri yok ya. Aklına geldi ya, sözleşme yapılıyor, imza attırıp kendilerine bağlıyorlarsa eyvah! Telaşla sordu:
"Sözleşme falan yapılmıyor değil mi? Yani, bir kâğıt falan imzalamayacağım değil mi?" dediğinde Cemre ve Sevoş birbirine bakıp kahkaha patlattılar:
Sevoş biraz sakinleşince:
"Tabii, illaki sözleşme olacak hayatım! İmzanı atarsın, sonrasını konuşuruz," dedi:
Yine kahkahalarla gülmeye başladılar. Seyhan ve kızları göz göze geldiler korkmuşlardı. Seyhan birden ayağa kalkıp, "Bize müsaade, gidelim," dedi:
Cemre yerinden kalkıp, oturmaları için işaret ederek:
"Şaka be, şaka! Burası pavyon mu kız! Etrafına bak, burası bir kafe! Altı üstü üç beş kuruş kazanmak için kıytırık bir falcı olacaksın. Merak etme, seni kons olarak almıyoruz. Allah iyiliğini versin, gülmekten karnım ağrıdı."
Yeniden gülmeye başladılar, bu sefer Seyhan ve kızlar da gülüyordu:
Kahveler içildi, kurabiyeler yenildi, havadan sudan sohbetler edildikten sonra Cemre, Seyhan ve kızlara sordu:
"Eee, nasıl ortamı beğendiniz mi? Çalışmayı düşünüyor musun Seyhan’ım?"
Seyhan, kızlarına bakarak utangaç bir tavırla konuştu:
"Keşke temizlik, mutfak, bulaşık işi olsaydı. Fal bakmak ne bileyim, hiç anlamadığım bir iş."
Sevoş gülerek ekledi:
"Hayatım, biz de bu işi anamızın karnında öğrenmedik. İllaki bir el veren oldu, biz de sonradan öğrendik. Şimdi mesela ben günde en az bin lira kazanıyorum ama benim fişim pahalı, yani uzman falcıyım, o yüzden fazla kazanıyorum. Haftada bir gün, bazen iki gün izinliyim, sabah on gibi gelip akşam iş ne zaman biterse o zaman giderim. Buradan akşam yaklaşık yedi veya sekiz gibi çıkmış oluruz yani."
Cemre gülerek Seyhan’a baktı:
"Bak canım, aşağının temizliğini garsonlar yapar. Bu katın temizliğini, öğlen yemeğini, çayı ve kahveleri mutfaktaki senin gibi dul bir bayan var, o yapar. O da ekmek derdinde şimdi, onu çıkarıp seni alırsam, onun ekmeği ile oynamış olurum. Bunu istemezsin herhâlde," dediğinde Seyhan başını sallayarak:
"Yok, yok, kimsenin ekmeği ile oynayıp ahını alamam!"
Cemre başını Seyhan’a doğru yaklaştırarak devam etti:
"Sana söz, mutfakçı kadın kendi isteği ile işten ayrılırsa seni onun yerine alırım. Valla, söz! Şimdi ne yapıyoruz, başlayacak mısın?"
Seyhan kızlarına baktı, kızlar başlarını öne eğip ses çıkarmadılar. Seyhan derin bir iç çekerek: "Tamam, madem kaderimde bu da var, yaşayıp görelim!"
Cemre, “hayırlı olsun” dedikten sonra Sevoş’a dönüp:
"Sevoş, sana üç gün veriyorum, cumaya kadar eğitimlerini ver, hafta sonu işe başlamış olsun, tamam mı?"
Sevoş ayağa kalkıp kırıtarak yürürken, "Aaaay, ay, bu iş yine bana patladı. Eğitimci Sevoş iş başında," diyerek odadan çıktı.
Cemre ayağa kalkıp:
"Kızlar, kusura bakmayın, müşterim geldi beni bekliyor, sizi uğurlayım," diyerek kızlara sarılıp öptü. Seyhan’a sarılırken, "Endişe etme, ben insanları gözünden tanırım. Sen çok zeki, akıllı bir kadınsın. Başaracaksın, buranın ortamına da alışırsın, merak etme! Yarın öğlene doğru gel, İbrahim’e sor, Sevoş boşsa odasına girip eğitimini al, olur mu bir tanem?"
Seyhan, olur anlamında başını sallayarak kızlarıyla birlikte odadan çıktı.
***
Ertesi gün Seyhan, kafeye doğru yürürken iç sesiyle Allah’la konuşuyordu:
"Allah’ım, biliyorsun iş bulamadım. Ne yapsaydım, kötü yola mı düşseydim? Yokluk, yalnızlık, kimsesizlik çok zor, biliyorsun, neler çektiğimizi. Fal bakmak günah ama ne yapayım, söyle, ne yapayım, affet beni Allah’ım, affet! Çocuklarım için, Allah’ım, affet!"
Kafeye gelmişti, onu kapıda karşılayan garson kız gülümseyerek:
"Hayırlı olsun abla," deyince içinden, "Ne çabuk duyulmuş, burada çalışacağım Allah’ım, inşallah bir akrabaya denk gelmem," diyerek üst kata çıktı. Üst kattaki mutfağı bulup içeri girdi. Mutfakta çalışan kadın ters ters bakarak:
"Buraya gelmek yasak," dedi.
Seyhan bir adım geri çekilerek, "Pardon," deyip İbrahim’i nerede bulacağını sordu. Kadın, soran gözlerle ona bakınca devam etti:
“Şey, yani Sevoş’un odasına gideceğimde müsait mi bi baksın diyecektim.”
Kadın koridora doğru baktı, kimseyi göremeyince mutfak masasının yanındaki sandalyeyi göstererek, "Otur birazdan gelir," dedikten sonra arkasını dönüp ocaktaki yemeği karıştırdı. O sırada mutfağın kapısına çarparak içeriye kısa kahverengi saçlı, kumral, spor giyimli otuzlu yaşlarda genç bir kadın girdi. Kadın, küfürler edip Seyhan’ın yanındaki sandalyeye oturdu. Cebinden bir sigara çıkarıp yakarak mutfakçı kadınla konuşmaya başladı:
"İçine sıçarım böyle işin!"
Mutfakçı kadın tencerenin kapağını kapatıp kadına döndü:
"Ne oldu yine?" diye sorunca, kadın sigarasından derin bir nefes çektikten sonra:
"Benimki yine kudurdu, geberesice! Müşterim gelecek, yoğunum diyorum, iki dakika dışarıda yemek yiyelim diyor. Hayret bir şey ya! ‘Git kendin ye zıkkımlan’ dedim, bir sürü küfür işittim! Şimdide param yok, birazdan geleceğim, aşağıya in, bana para ver diyor, geberesice!"
Mutfakçı kadın endişe ederek:
"Aman ha, sakın kafeye girmesin! Lanet herifin parasını git dışarıda ver! Geçen seferki gibi olmasın! Biliyorsun, Cemre çok sinirlenmişti. Valla işinden olursun, söylemedi deme!"
Kadın sigarasını içerken yanında oturan Seyhan’a doğru baktı. Mutfakçı kadına Seyhan’ı işaret ederek, "Kim bu?" dedi.
Mutfakçı kadın da bilmiyorum gibi işaret ederek, "Herhâlde Sevoş’un müşterisi," dedi.
Seyhan bu durumdan rahatsız olmuştu, zoraki gülümseyerek:
"Müşteri değilim. Cemre beni falcı olarak işe aldı. Sevoş’ta biraz eğitecek beni," dedi.
Genç kadın ve mutfakçı kadın, Seyhan’a bakıp baştan aşağıya onu süzdüler. Seyhan utanarak başını öne eğdi. Genç kadın, Seyhan’ın koluna dokunarak teyit etmesini ister gibi, "Yani şimdi sen falcı mı olacaksın? Hem de böyle tesettürlüyken!"
Seyhan daha çok utanmıştı, ne yapıyorum ben diye içinden geçirdi, acaba çıkıp gitsem mi diye düşünürken Sevoş bir şarkı mırıldanarak mutfağa girdi, Seyhan’ı görünce:
"Aaaaaa, öğrencim gelmiş!" diye ellerini çırptı.
Genç kadın gülerek:
"Ay inanmıyorum, dünyanın çivisi iyicene çıkmış da haberim yok! Tesettürlü bir kadın fal bakmak için kafeye geliyor, daha da beteri onu eğitecek olan kişiye bak!"
Sevoş sinirlenmiş, yüzü gerilmişti:
"Onu eğitecek kişi kimmiş? Söyle bakalım kimmiş?"
Genç kadın bir an sustu, ayağa kalktı, kapıya doğru yürürken:
"Sensin işte ayol! Keşke ben eğitseydim diyecektim,” dedikten sonra kahkaha atarak odasına gitti.
Sevoş raftan iki bardak alıp çay koyduktan sonra birini Seyhan’a verirken, "Gel şekerim, odama gidelim," diyerek mutfaktan çıktı.
Sevoş önde, Seyhan arkada odaya doğru giderlerken Sevoş oda numaralarını göstererek:
"Bak hayatım, biliyorsun, bir numaralı oda Cemre ablanın odası, iki numaralı oda yasaklı oda, sakın orayı merak dahi etme, Cemre’yle papaz olursun! Zaten kilitlidir. Üç numaraları oda, mutfakta gördüğün Nehir kaşarının odası, dört numaralı oda benim güzel odam, beş numaralı oda, yakışıklı, karizmatik Ali Bey’in odası. Altı numaralı odada nankör Mehtap’ın odası, tamam mı tatlım, ilk dersin bu!"
Sevoş’un odasına girdiklerinde Seyhan’ın ilk gözüne çarpan, duvarlardaki eski Yeşilçam filmlerinin afişleriydi. Nerdeyse tüm duvarları çeşitli afişlerle kaplamıştı. Duvardan duvara olan pencerenin önü ise küçüklü büyüklü bebek biblolarıyla doluydu. Ortada mor renkli bir masa ve masanın üstünde çeşitli biblolar, tüylü kalemler, defter ve dört âdet desteler halinde üzerlerinde çeşitli resimlerin olduğu kartlar vardı. Masanın önündeki mor kumaşlı sandalyelerden birine oturdu. İçeride ağır bir tütsü kokusu varken Sevoş masasındaki tütsüyü çakmakla yeniden yakarak sandalyesine oturdu.
"Odaları sana neden gösterdim biliyor musun? Sen kendi işini yap, kimsenin odasına gitme! Saf birine benziyorsun, harcanırsın. Buradaki falcıların her söylediğine inanma ve bir de sakın laf taşıma! Kimseye de bulaşma! Benden sana kardeş nasihati tamam mı?" dedi Sevoş.
Seyhan, tamam anlamında başını salladı. Sonra merakla sordu:
"O yasaklı oda ne odası? Neden yasak? Kimse giremiyor mu, yoksa sadece ben mi giremeyeceğim?"
Sevoş başını Seyhan’a doğru uzatarak cevapladı:
"Bir nasihat daha ekleyeyim, bacım! İnsanın başına iki şeyden bela gelir. Birisi merak, diğeri… Neyse, ben iyi bir eğitimciyim, ağzımı bozmayacağım, anladın sen onu!"
Seyhan, devamını anlamıştı, ama yasaklı oda olayını anlamamıştı. Kendi kendine, "Neyse, daha ilk günden bu kadar meraklı olmayım," dedi.
Sevoş, çayından bir yudum aldıktan sonra masanın yan tarafında duran içilip ters çevrilmiş kahve fincanını eline alıp Seyhan’ın önüne doğru itti.
"Hadi bakalım, ilk dersimize başlayalım. Bu kahveyi ben içtim, şimdi karşındakini, yani beni gözlemle ve fincanı aç, benim falıma bak," dedi.
Seyhan’ın elleri titremeye başladı, nasıl yapacaktı ki? Çekinerek, "Şeyyy," dedi.
Sevoş, anlamıştı.
"Ya üfff! Sen hiç komşuna sohbet olsun diye fal baktırmadın mı?" dedi.
Seyhan gülümseyerek:
"Alt komşum sık sık bize gelirdi, kahve içerdik. O çok meraklı, fal baktırmaya! Kendi de bana bakardı, işte arada bir tuttuğu olurdu," dedi.
Sevoş, fincanı biraz daha iterek, "Hah, işte onun gibi bak! Görüyormuş gibi bak, uydur bir şeyler," dedi.
Seyhan, Sevoş’un samimiyetine güvenerek fincanı açtı, içini inceledi. Fincanın içi karman çorman bir sürü şekillerle doluydu. Acaba ne desem ki, ne söylesem ki diye içinden geçirirken, aklına Sevoş’un karşındakini “gözlemle” dediği geldi. Sevoş’a bakıp incelemeye başladı. Sevoş, kırklı yaşlarda, uzun iri yapılıydı. Omzuna kadar uzun siyah saçlarını arkadan bağlamış, üzerine çiçekli bir gömlekle bordo renkli bir pantolon giymişti. Gömleğin yakasını göbeğine kadar açtığı için, boğazındaki altın zincir kolye ışıl ışıl parlıyordu. Sevoş’un gay olduğunu davranışlarından zaten anlamıştı. İlk kez gay bir erkek görüyordu. Acaba ismi neydi, neden ona Sevoş diyorlardı? Kendini toparlayıp bu düşünceleri bırakarak fincana bakmaya devam etti, ne söyleyeceğini bilemiyordu. Yine düşünceleri karışmıştı, insan neden erkekken böyle olup böyle davranır ki? Tekrar kendini toparlayıp düşünmeyi bırakarak konuşmaya çalıştı:
"Üç vakte kadar bir kapı açılıyor size," dedi ve sustu.
Bu suskunluk uzun sürünce Sevoş bağırdı:
"Ne bakıyorsun fincanın içine? İçinden cin çıkıp sana benimi anlatacak?"
Seyhan utanmıştı, fincanı masaya koyarak başını önüne eğdi. Sevoş onun bu hâline üzülmüştü:
"Ay tamam tamam! Başını öyle aç kalmış sokak köpeği gibi eğme! Kıyamam sana! Bak şimdi beni izle, senin falına bakacağım."
Sevoş fincanı eline alıp içine bakarken yüzünde bir soğuk, esrarlı bir hava oluşurken, "Ooooooo sen çok darbe yemişsin, yazık sanaaaa! Üzüldüm kız! Sevgi görmemişsin, içinde büyük bir sevgi açlığı var. Kocanda sevmemiş seni! Ama o herifi ya boşadın veya öldü. Kaç çocuğun var çünkü senin anne olduğunu hissediyorum. Şu sıra acayip bir yokluk çekiyorsun! Çok dertlisin, hayatım, bak bak görüyor musun, yüreğin kabarmış," dedi ve fincanı Seyhan’a gösterdi.
Seyhan şaşırmıştı ve kendini kaptırmıştı. Fincanın içine bakarak:
"Evet, nasıl da kabarmış yüreğim. Doğru söylüyorsun," dedi.
Sevoş gülerek:
"Ah safoşum ah! Daha çok şeyler söylerim de şimdi sırası değil! Neyse dersimize dönelim," dedi ve devam etti:
"Fal baktırmaya gelen insanı önce çaktırmadan inceleyeceksin. Yani kıyafetini, yüzündeki çizgileri, taktığı takıları falan inceleyeceksin. Bakışlar, gözler çok şeyler anlatır. Bak, hiç dertleşmedik, seni Cemre’nin odasında gördüm, o da bana hakkında bir şey söylemedi. Peki, nasıl bildim bunları?" diye sordu.
"Bilmem, iyi bir falcı olduğun içindir," dedi Seyhan.
Sevoş kahkaha atarak gülerek:
"Kız, sen inançlı bir insansın! Gaybı Allah’tan başkası bilemez diye bir söz duymadın mı?" diye sordu.
Seyhan birden kendine geldi, içini bir ürperti kapladı, utanarak konuştu:
"Evet, bu söz Kuran’ın iki ayetinde geçiyor, biliyorum."
Sevoş gülerek:
"Bak, ben de bilemezmişim, değil mi! Aramızda kalsın! İyi bir falcı değilim, sadece iyi bir gözlemciyim ama bunu kimseye söylemem, kıymetini bil. Kızlarının hatırına, senin saflığına, anladığım kadarıyla muhtaç durumda olduğun için bu tüyoları veriyorum,” diyerek yüzünü buruşturdu ve devam etti:
"Ne geldiyse başıma, şu merhametimden geldi, işte bu yüzden Cemre seni bana teslim etti. Bu dersler aramızda sır olarak kalmalı! Ne konuştuğumuzu kimse bilmeyecek! Tamam mı? Valla duyarsam gözünün yaşına bakmam, yolarım seni!"
Seyhan hem utanmış hem de korkmuştu, başını önüne eğip tamam anlamında salladı. Seyhan kendine acımış, üzülmüştü. Sevoş, onun bu hâlini görünce uzanıp Seyhan’ı dürterek:
"Kız, hadi üzülme! Orospuluk yapacağına, namusunla ekmeğini kazanacaksın. Allah senin kalbini biliyor, niyetini biliyor, üzülme. Ay yeter, bu kadar demagoji, hadi, derse dönelim. Söylediğim gibi, iyi bir gözlemci olacaksın. Gelen müşterinin kılık kıyafeti, saçları, yüzündeki kırışıklar, elleri, ses tonu, konuşma şekli sana kendini anlatır zaten! Biraz da fincan soğurken sohbet ediyormuş gibi yapıp, nereli olduğu, nerede oturduğu, evlimi, bekâr mı diye çaktırmadan bazı bilgileri de alırsın. Çözersin müşterinin derdini. Fincanda görüp söylediklerin aslında gözlemlediklerindir. Bazen de yanılırsın, onun da tüyosu nedir biliyor musun?" diye sordu.
Seyhan can kulağı ile onu dinliyordu, Sevoş’un sorusunu düşündü, cevap veremedi, başını bilmiyorum anlamında salladı.
"Fal bakarken karşındakinin yüzüne sık sık bak. Söylediğin şeylere verdiği tepkileri gözlemle. Bilemediğini anladığında konuyu değiştir, bildiğini gördüğünde o konu üzerinden yürü! Ha bir de hızlı konuş, manipüle et, karşındaki ambale olsun!" dedi.
Seyhan şaşırmıştı:
"Onu nasıl yapacağım?" diye sordu.
"Allah canını almasın, kız emi!" diye gülerek:
"Zaten bilsen şaşardım! Bilmiş olsaydın kocan seni böyle ezemezdi. Yüzün bu kadar kırışık, gözlerinde acı olmazdı! Nerde kalmıştık bak, yapacağın şey önce iyi bir falcıymışsın gibi havalı ve kibirli davranacaksın. Müşteri ile mümkünse arkadaş olma, yoksa başın dertten kurtulmaz. Önce gözlem, bu çok önemli! Sonra gözlerinin içine baka baka konuşacaksın, sözlerin kanunmuş gibi kekelemeden seri konuşup inandıracaksın. Sonra da biraz iltifatla pohpohlama ile götlerini kaldırıp yollayacaksın. Bu kadar basit yani," dedi.
Seyhan, “Acaba tüm bunları yapabilecek miyim? Zor işmiş falcılık,” diye düşündü içinden. O sırada İbrahim kapıyı tıklatıp başını içeri uzatarak:
"Sevoş müşterin bekliyor, haber vereyim dedim," diye söyledi.
Sevoş İbrahim’e gülümseyerek:
"Yolla gelsin aşkım!" dedi.
İbrahim Seyhan’ı işaret edip:
"Abla dışarıda beklesin mi, ne yapayım?" diye sordu.