- 355 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
CEMRE DÜŞTÜ ( 1 bölüm)
CEMRE DÜŞTÜ
Yazar: Nurten Atıcı Gökalp
Tür: Roman ( 1 )
Yüksek binaların, restoran ve kafelerin bulunduğu cadde, yine işten çıkan yorgun insan güruhuna şahitlik ediyordu. Kimi bineceği otobüsü yakalamak için koşarken, kimi yanındaki arkadaşıyla iş yerindeki arkadaşının dedikodusunu yaparak yürüyordu. Kimi ise telefonu kulağında, "Ne alınacak?" diye bağıra bağıra konuşuyordu. Yorgunluğu yüzüne vurmuş insanlar, mutsuz ve sessizce yürüyordu.
Kalabalığın içinde başı önünde, tüm mutsuzluğu ve yorgunluğu yüzünden okunan bir kadın daha yavaş yavaş yürüyerek gelip bulvarın önünde durdu. Yoldan gelip geçen telaşlı arabalara ve insanlara bakmaya başladı. Sanki görmüyor, öylesine boş boş bakıyordu. Umutsuz bakan gözlerinden yaşadığı çileleri gösteren yüzündeki çizgilere doğru iki damla gözyaşı aktı. İçinden, "Neden böyle oluyor, neden hiç yüzüm gülmüyor?" diye geçirdi. Yola kendini atsa, acaba bir araba ona çarpıp öldürür mü diye düşünüyordu. Korna çalarak geçen bir arabanın sesiyle kendine geldi. "Yok, yok," dedi içinden, "Bunlar çok yavaş gidiyor, beni öldürmez, sakat bırakır. Allah korusun, bir de sakat kalıp aman aman tövbe, tövbe," diyerek yanındaki ağaca üç kere vurdu. Toparlanıp karşıya geçti, o kadar yorulmuştu ki, deniz kenarına konulan banklardan birine yığılır gibi oturdu ve derin bir iç çekti. Bankın öbür ucunda oturan bayan hafifçe dönüp baktı, sonra başını çevirip denizi seyretmeye devam etti. Kadının bakmasından biraz utanmıştı, ama aldırış etmeyip martıları seyretmeye başladı. Kendi kendine, "Kurdun kuşun kısmetini veren Allah, bizim mi unutacak, tövbe, tövbe," bu sözü sesli söylediği için yanda oturan kadın erkeksi ve tok bir sesle:
"Efendim, bir şey mi söylediniz?" dedi.
Utandı, gülümsemeye çalışarak:
"Yok, kendi kendime konuşuyorum işte," dedi.
Tok sesli kadın, kahkaha atarak yaklaştı, omuzunu dürterek:
"Kendi kendine konuşana bizim oralarda deli derler kız!" dedi ve çantasından sigara paketini çıkartıp uzattı.
"İçer misiniz, şöyle denize karşı bir sigara?"
Kadın paketi iterek isteksizce gülümseyerek:
"Yok, ben içmiyorum. Sağ ol," dedi.
Bir süre denizi seyrettiler, sonra tok sesli kadın:
"Benim adım Cemre, seninki ne?"
Çekinerek, biraz da neden ismimi merak ediyor ki diye içten içe kızarak yavaşça:
"Seyhan," dedi.
Cemre gülümseyerek elini ona uzattı.
"Memnun oldum, suratsız Seyhan," dedi ve güldü.
Seyhan, Cemre’nin kaslı parmaklarıyla ojeli uzun tırnaklarını görünce bir an elini uzatmak istemedi, içinden, "Kadına ayıp olur, deliye benziyor, kendime bulaştırmayım bari" diyerek elini uzatıp tokalaştı.
Tokalaşırken bacak bacak üstüne atan Cemre’nin ayakları dikkatini çekti. Sonra yüzüne dikkatlice baktığında içinden "Tövbe Yarabbi, herhâlde erkek yaratıyordun, son anda vazgeçtin!" diye düşünüp içinden gülmek geldi sonra kendini tuttu.
Cemre gülümseyerek sakin bir ses tonuyla:
"Bacım, senin bir derdin var belli! Öyle bir iç çektin ki, ağzından ateş çıktı zannettim."
Seyhan yine iç çekerek sustu, konuşmak istemiyordu. Cemre koluna dokunup şefkatle konuşmasını sürdürdü:
"Biliyor musun, insan tanımadığı birine derdini anlatınca kendini daha iyi hissediyor. Kendimden biliyorum bunu."
Seyhan içinden "Doğru” dedi.
Şimdiye kadar kimseyle dertleşmemişti. Ne yaşadıysa içinde yaşamıştı. Ne derdini anlatacak güvendiği bir dostu ne de ailesi olmuştu.
"Dokuz ay önce eşim vefat etti" diyerek söze girdi.
Cemre üzgün bir surat ifadesiyle elini tutarak:
"Ay, başın sağ olsun bacım! Genç öldü sanırım! Nasıl öldü, kaza falan mı?"
Seyhan yere bakmaya devam ederek cevap verdi:
"Hayır, kalp krizi. Çok içki içerdi. Gece yattı, sabah kalkamadı."
Cemre üzülmüştü. Seyhan’ın ellerini sıkarak:
"Çok mu seviyordun kocanı? Çocuğun var mı?"
Seyhan acı bir tebessümle:
"Sevgi mi? Biz görücü usulü evlendik, sevgi aşk onu bilmem, ama içse de o benim kocamdı. İyi kötü yaşayıp gidiyorduk." dedikten sonra sustu. Derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti:
"Evet, iki kızım var. Biri 19 yaşında üniversiteye gidiyor, öbürü 17 yaşında lise ikinci sınıfta."
Cemre:
"Allah bağışlasın, Rabbim onlara ve sana uzun ömürler versin inşallah!" dedikten sonra âmin diyerek ellerini yüzüne sürdü.
Seyhan da âmin diyerek konuşmasına devam etti:
"İlk aylarda kızlarımla birbirimizin yarasını sarıp iyi kötü idare ettik. Ama hayat devam ediyor." Gözlerinden yaşlar akarken sessizce içli içli ağlamaya başladı. Çantasından bir mendil çıkarıp önce burnunu sonra ince ince akan gözyaşlarını silerken konuşmasını sürdürdü:
"Ev kira, kızların okulu var, eve ekmek için para lazım. Elimizde avucumuzda ne varsa sattık. Sonra alyansım, küpelerim; kızlarımın kolyeleri, hatta gümüş yüzüklerimizi bile tek tek satıp bitirdik."
Sessizlik çökmüştü. Cemre merakla Seyhan’ın yüzüne bakıyor, sözünü kesmek istemiyordu. Seyhan, Cemre’ye bakıp konuşmasını sürdürdü.
"Bizim mahallede çok düğün salonu var. Hafta sonu geldiğinde sevinirdik, yemekli düğünlere sanki akrabalarıymış gibi çaktırmadan giderdik. Kızlar hem halay çekip eğlenirlerdi hem de karnımızı doyururduk."
Seyhan sustu, yeniden gözyaşları akmaya başladı, acı acı gülümseyerek konuşmasını sürdürdü.
“Biliyorum, utanç verici ama karnımız açtı. İyi ki düğün sahibi ‘Siz kimsiniz, kimin akrabasısınız?’ demiyordu, deseydi, rezil olurduk. Bazı garsonlar, artık bizi tanımaya başlamıştı, ama onlar da Allah razı olsun, gördüklerinde ses çıkarmıyorlardı.
Yutkundu ve derin bir nefes aldı, derin bir oflama gibiydi nefes alışı Seyhan’ın:
"Kocam yaşıyorken durumumuz iyiydi. İyi maaş alıyordu. O ölünce!" dedi ve yine sustu. Bir süre denize doğru boş boş bakarak "Yokluk çok kötü, çooook!" dedi ve devam etti:
"Elimden bir şey gelmiyor ki! Hiç işe gitmedim! Kocam ölünce birkaç kere evlere temizliğe gittim, üç beş kuruş kazandım şükür. Ama onun da devamı yok, herkesin evine aldığı güvendiği yardımcı kadınları var, ancak onlar hastalanır veya bir işleri çıkarsa yerlerine gidiyordum."
Yine derin bir nefes alıp acı dolu bir sesle:
"Günlerdir çarşı pazar gezip iş arıyorum. Kimi ‘yaşın büyük’ diyor, kimi ‘başın kapalı’ diyor, kimi ise ’hem işimi yap hem beni mutlu et’ diyor. Bugünde yine gezdim, iş yok. İyice umudum bitti. Bir ara kendimi arabaların altına atıp öleyim dedim! Kızlarım aklıma geldi, yapamadım."
Gözlerinden yine yaşlar boşaldı. Sesi titreyerek Cemre’ye bakıp konuşmasını sürdürdü:
"Ne yapmalıyım söyle! Sen de kadınsın, ekmek parası için illaki birinin oynaşımı olayım?"
Cemre üzülmüştü, başını öne eğip içinden "Ne yazık ki düzen hiç değişmedi, güya Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutladık ama bakınca Türkiye bir adım bile ileri gitmedi, zengin çok zengin fakir daha da fakir" diye geçirdi. Sonra sinirli bir şekilde sigarasından derin bir nefes çekti ve izmariti yere atıp ayağıyla ezerek:
"Şimdi ağzımı öyle bir bozacağım ki, böyle yaşamaya, böyle adaletsizliğe!" dedi ve sustu. Başını önüne eğip derin bir iç çekerek, "Neyse" dedi.
Cemre, Seyhan’a bakıp:
"Senin anan, baban, kardeşlerin falan yok mu?" diye sordu.
Seyhan yüzünde acı bir gülüşle Cemre’ye bakarak:
"Babam öleli çok oldu. Annem ve kardeşlerim var. Daha doğrusu, kocam yaşıyorken varlardı. Kocam ölüp cenaze merasimi bitince hepsi evine çekildi. Daha da kimse başını uzatıp onca zamandır ne yiyip ne içiyorlar ne hâldeler diye bakıp, arayan soran olmadı. Kimsenin umurunda olmadık yani! Ben de Allah’a havale ettim, sustum. Anlayacağın, benim için onlar da eşimle birlikte öldüler."
Cemre denize doğru dönüp bir süre denizi seyrettikten sonra öfkeyle:
"Anladım, tüm yakınların onlara muhtaç olursunuz, bir şey istersiniz diye sizi görmezden gelmişler. İnsanoğlu çiğ süt emmiş, ne diyeyim, seni çok iyi anlıyorum. Ben de yaşadım o toplu ölümleri!"
Bir süre ikisi de sessizce denizin dalga seslerini ve o sese karışan martı seslerini dinlediler. İçli içli ağlayan Seyhan gözyaşlarını silerek eşarbını düzeltti ve Cemre’ye bakıp:
"Başını ağrıttım, kusura bakma. Bana müsaade, tanıştığıma memnun oldum." diyerek ayağa kalktı.
Cemre, Seyhan’ın kolundan tutup tekrar oturması için onu banka doğru çekerken:
"Dur hele bir şey diyeceğim, hemen gitme!"
Seyhan saatine bakıp "Geç oldu, gideyim artık," diye kolunu Cemre’nin elinden kurtarmaya çalışıyordu. Cemre, Seyhan’ın tedirgin oluşunu fark edip elini çekerek gülümsedi:
"Dur kız, ne acelen var? Evde bekleyen herifin yok, beşikte ağlayan bebeğin yok. Dur bi hele, iş konuşacağım seninle!"
İş kelimesi Seyhan’ı frenlemişti. Heyecanla sordu:
“İş mi? Ne işi? Nasıl bir iş? Nerede?”
Cemre gülerek:
"Bir dur bacım, sakin ol! Bu bildiğin işlerden değil."
Seyhan heyecanlanmıştı. Hızlı hızlı konuşmasını sürdürüyordu:
"Ne iş olsa yaparım, anlattığım gibi temizliğe de gittim. Kadın temizliğimi çok beğenmişti ama diğer kadın hakkımda kötü şeyler söylemiş, yani günahım yokken ayağımı kaydırdı! Bulaşıkçılıkta yaparım, yeter ki evime ekmek götürebileyim, muhannete muhtaç olmadan yaşayalım, fazlasından gözüm yok!"
Cemre eliyle dur işareti yaparak Seyhan’ı susturdu. arka tarafı işaret ederek:
"Bak, dinle şu arkamızdaki yol var ya! İşte o yolu takip edersen, iki yüz metre ileride ’İki Katlı Kuantum’ isminde bir kafe var, gördün mü hiç?"
Seyhan yola doğru bakıp biraz düşündükten sonra Cemre’ye dönüp:
"Evet, bugün önünden geçtim, hatta içeriye girip iş var mı diye soracaktım, hayır denir diye vazgeçtim. Çünkü çalışanları gördüm, hepsi gençti."
Cemre gülümseyerek:
"İşte o gördüğün kafenin yarı ortağı benim!" diyerek Seyhan’ın elinden tuttu. Seyhan, hazine bulmuş gibi sevinerek Cemre’nin elini tuttu:
"Allah razı olsun, bana iş mi vereceksin orada?" diye Cemre’nin gözlerine sevinçle baktı.
Cemre:
"Evet, iş vereceğim, ama senin dediğin gibi bulaşık temizlik işi değil."
Seyhan’ın aklı karışmıştı, hemen ellerini çekerek yüzünü astı:
"Eğer bana yapamayacağım namussuz bir iş vereceksen, ben çalışmam, Allah korusun!"
Cemre kahkaha atarak konuştu:
"Kız, sen o düşündüğün namussuz işi beceremezsin! O potansiyel sen de yok!" Şaşkın ve soru işaretleriyle dolu kendisine bakan Seyhan’a gülümseyerek:
"Kafede fal bakacaksın," dedi.
Seyhan elini ağzına götürüp ‘’aboooooov’’ dedi ve güldü:
"Ben fal bakmasını bilmem ki, hem gaybı Allah’tan başkası bilemez!"
Cemre ciddi bir tavır takınarak:
"Tabii canım, ben de biliyorum, gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Biz orada bir anlamda insanların dertlerini dinleyip umut dağıtıyoruz. Yani psikologlar gibi, anladın mı? Anlayacağın, küçük paralara ilaçsız kolay tedavi!"
Cemre gülmeye başladı:
"Bir görsen, zengini fakiri gelip kocasını, kaynanasını, çocuğunu, hatta sevgilisini anlatırlar. Sonra da kahve fincanından ya da tarot kartlarından neler olacak diye medet beklerler. Biz de onları doğru bir şekilde yönlendiririz."
Seyhan kaşlarını kaldırıp Cemreye bakarak:
“Bacım falda günah! Günahını anlatan ayet bile var, bilmiyor musun?”
Cemre ciddi bir tavırla cevap verdi:
"Tabii ki biliyorum günah! Bizimki fal adı altında amme hizmeti! İnsanlar, psikoloğa gitmeyip kısa yoldan bize geliyorlar, umut dünyası işte. Hem dertlerini dinliyoruz, sohbet ediyoruz, bazılar ile aramızda güçlü bağlar oluşup arkadaş bile oluyoruz. İlaçsız terapi gibi, dert dinleme ve akıl verme tedavisi bizimki! Günahına gelince, Allah’ım affetsin! İnan ki kahve fincanında görünen şekillerle kimsenin hayatı düzelmez! Allah isterse her şeyi yapar, bizim ne haddimize onun işine karışmak. Biz sadece insanlara mutlu olmaları için umut aşılarız, o kadar!"
Seyhan şaşırmıştı:
"Ben falcıları böyle bilmezdim. Ne yalan söyleyeyim, şaşırdım. Para için insanları kandırıp, bir sürü yalan söyleyen, hatta büyüler yapan kişiler olarak bilirdim."
Cemre ciddiyetini koruyarak:
"Evet, böyle yerler ve böyle kişiler de var. Ama ben böyle işlere müsaade etmiyorum, yanımda çalışanlar beni iyi tanır. Falcılarım yanlış bir şey yapıp, şikâyet gelirse kafeden kovulur. Bizim yerimiz kaliteli insanların geldiği kaliteli bir kafedir. Biz de yanlış olmaz."
Seyhan düşüncelere daldı. Cemre’nin teklifini kabul etse, akrabalardan biri görse, kötü yola düşmüş falcı olmuş derler, üstelik günahı da cabası. Kararını verdi, kabul etmeyecekti. Tam bunu söyleyecekken Cemre konuşmasına izin vermeden söze girdi:
"Kaç aydır iş arıyorsun Seyhan?"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.