- 150 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-BİR LONGOZ’UN PENCERESİNDEN GÖRÜNEN DÜNYA-
Voleybolumuz, kadın voleybolu özelinde “biz voleybol ülkesiyiz” sloganına layık çizgide gelişme gösteriyor, göstermekte. Öyle ki, başarı skalası itibarıyla spor branşları içerisinde zirve yapmakta.
Bu duruma birden gelinmedi elbette. Son yirmi yılda çıtamız yükseldi, yükselmekte. İki bin üçde milli takımımız düzeyinde Avrupa ikinciliği ile başlayan süreçte kulüp takımlarımızın da uluslararası çizgide yükseliş trendi yakaladığı muhakkak. Başta Vakıfbank olmak üzere Fenerbahçe ve Eczacıbaşı takımı da yıllar içerisinde bu orkestraya katılmış bulunmakta. Tüm bu evrelerde dünya voleybolunun en önemli oyuncularının, en büyük yıldızlarının giderek artarak kulüplerimizin formasını giydiği görülmekte. Hani futbolda olsa Messi, Ronaldo, Mbappe, Haaland, İbrahimoviç, Muhammed Salah, İniesta, Di Maria, Cannavaro tipli sporcuların süper ligde oynadıklarını dört büyüklere transfer yaptıklarını düşünsenize.
Şöyle ki, çılgın bir futbol tutkusuyla kararmış bakış açımızla toplumumuzun bu muhakeme ve mukayeseye sahip olması o kadar zor ki. Bir yanda en kaliteli dünya yıldızları neredeyse çerez parasına sultanlar ligine transfer yapmakta, öte yandan astronomik paralarla vasati ecnebi oyuncular süper ligi arşınlamakta. Futbolumuz diğer yandan hakem müessesesi ve kulüplerarası münasebetlerin yozlaştığı bir dünyaya kapı aralarken, statlarda ise testosteron yüklü bulutları yurdumuz semalarına davet edercesine fanatik bir atmosfer oluşturmaktadır. Efendim, tribünlerde siz Charlize Theron misali hanımları, genç kızları sıralasanız heyhat.
Halbuki futbolun aksine olarak voleybol ince ince dokuyup nakşederek meydana getirdiği kültürel bir aura oluşturmakta, bir Van Allen kuşağıyla emsal çevrelenmektedir. Bir salon sporu olarak bu gerek tribünlere aksetmekte, gerekse oyuncular arasında ışıldamak suretiyle varlığını duyurmaktadır. Oyuncuların birbirleriyle münasebetleri de enteresandır. Her sayıda sayıyı kazanan ve kaybeden takım oyuncuları ortada toplanıp sıcak bir temas aralığı sağlamakta, bu şekilde moral motivasyonu yüksek tutmakta, uçan yaban kazları misali oluşturdukları sinerjiyle birbirlerine yükseklik kazandırmakta ve dahi oyundan koparak yaban kızlarına dönüşmemektedirler.
Ne ki, içten içe negatif bir damar açılmakta ve sisteme kirli kan pompalamakta inceden. Bu ülkemizde toplumsal, kültürel, siyasal çizgide nesillere yayılan ideolojik politik sertleşmeye bağlı şekillenmekte ve cereyan etmektedir. Beraberinde ise pek çok alan gibi voleybol dünyamızı da tesiri altına almaktadır. Açıkçası klasik etki tepki, ifrat tefrit mekanizması işlemekte ve ağını örmektedir usulca ve usulsüzce.
Düşünsenize Milli takımımızın yaşadığı, yaşattığı zaferlerin uluslararası arenada kazanılan başarıların uyandırdığı, uyandırması beklenen saf bir milli duygu pırıltısıyla ve sevinç hissiyle toplumumuzda yankılanması beklenirken, hani bir başka ülkede, ecnebi memleketlerde olsa bu şekilde tezahür edecekken, lehte ya da aleyhte türlü spekülasyonlara, manipülasyonlara konu olmaktadır.
Şu kadar ki, madalyonun iki yüzü misali hamasi yaklaşımlar, komplikasyonları derken vaziyet adeta toplumsal bir duygu durum bozukluğu halini almakta, farklı toplum kesimleri arasında met cezir manzaraları oluşturmakta, tsunamiler meydana getirmektedir.
Söz gelimi son dönemin popüler kavramlarından biri filenin sultanları olmakta. Tıpkı iki binlerin başlarında on iki dev adam kavramının dillendirilmesi, ya da sonraları potanın perileri, filenin efeleri söylemlerinin yaygınlık kazanması misali medyatik bir yönlendirmeye bağlı olmaktadır. Öyle ki, yıllar içerisinde kazanılan başarılarla da perçinlenerek toplumsal alanda tutmuş bulunmaktadır.
Bir yönüyle aldığımda sorgulanmaya müsaittir. Farklı toplum kesimlerinde başarı gösteren nice kadından ayrı bir üst sınıf misali hal almaktadır zannımca da. Profesyonel dünyada bu tarz yaklaşımların ticari getirisi üzerinde durulabilir elbette. Malum kapitalist sistemde şekilleniyor yeryüzünde ilişkiler, kurumsal hüviyet kazanıyor. Kaldı ki, geçtiğimiz yıl kazanılan Avrupa ve Milletler ligi şampiyonlukları da yenir yutulur başarılar değil hani. Hemen tüm spor alemi tatilde, deniz deryada iken koca yaz yoğun bir program ve sökün eden başarılar sultan kılmaz mıydı ışıl ışıl sporcu kızlarımızı?
Ne var ki, bir doyumsuzluk mu peyda olmakta alttan alttan? Geçende bir etkinlikte bir milli sporcu kızımız bize sultanlar denmesinden ziyade Atatürk’ün kızları denilmesi daha ziyade hoşuma gider demekte. Sosyal medyada da yankılanıyor. Filenin Sultanları tabiri önceki jenerasyonun iki bin üçte kazandığı Avrupa şampiyonluğuna bağlı medyatik çizgide geliştirilen bir kavramdır. Demem şu ki, sporcuların talebine bağlı olmamakta. Şimdi bir nesil boyunca kökleşmiş, daha ciddi başarılarla da perçinlenmişken bize öyle değil de şöyle hitap edin ya da edilse denilmesi hayret-i mucip değil mi?
Neden Atatürk’ün kızları peki? Büyük Atatürk’ün ülkemiz hatta cihan tarihindeki yeri belli değil mi? Değil ki böyle psikolojik sıkıntı, takıntı makamında çalan söylemler geliştiriliyor. Soralım öyleyse kadın basketbol milli takımımız yıllar önce Avrupa şampiyonu olduğunda Atamızın kızları dendi mi onlara? Gün geçmiyor ki cevher yumurtlamak istidadındayız demek.
Daha önce de ifade etmeye çalıştığım gibi devrim ya da inkılap kavramlarının millet kavramı üzerinden okunması esas olmalıydı. Dünya üzerinde yaşanmış devrim tecrübesi de buna işaret etmekte. Fransız, Rus, Çin devrimi gibi. O devrimlerinde yapıcı liderleri, önderleri var oysa. Ne çare ki, eğitim sistemimizden gelen aksaklıklar var burada. Devrim/İnkılap tarihi derslerinde hep Atatürk devrimleri diye okuduk kuşaklar boyu. Demem o ki, Türk devrimi ya da inkılabı şeklinde okumadık. Lider kültü üzerinden işledik, kadim millet çizgisinde vermedik. İster istemez şuuraltı komplikasyonları oluşturmakta kanımca da.
Bunun gibi kadın milli takımımızın başarılarının kadınımız, Türk kadını hatta Cumhuriyet kadını şeklinde nitelendirilmeye layık olduğu şüphesizdir. Kadınımızın sesini dünyaya duyurduğumuz için gururluyuz, Türk kadınının istediğinde neler yapabileceğini bir kez daha kanıtladığımız için kıvanç duyuyoruz gibi.
Hani derim ki, meseleyi Atatürkçülük, Kemalizm çizgisine oturtmaksa yirmi yılı aşkın iktidar muhalefet zıddiyetine bağlı okumak dışında bir köy görünmüyor bana. Ulusalcılığın bir ulu salcılığa dönüştüğünü görüyorum açıkça. Bunda hükûmetimizin yıllar boyu takındığı üslubun rolü olmadı mı? İşte ülkede ne yapıldıysa biz yaptık. Yalan mı makamında çalan, yüzyıldır bir ağaç dikildi mi, iğneden ipliğe ne yapıldı diyen, iki yüz yıllık batılılaşma tarihimizi dahi yüzyıla indirgeyen yaklaşımlar rol oynamadı mı? Onlarda elbette daha önceki devirlerin, darbe dönemlerinin, daha önceleri tek parti döneminin bakiyesi idi. Ha bire borç çıkartıyoruz birbirimize anlayacağınız.
Müşkül şu ki, ulusalcı laik seçkincilik çok partili dönemde popülizme dönüşmekte, her iki yapılanmada yıllar yılı dinsel yönde şube açtığı gibi, İslamcı popülizmde yeni nesilde ırkçılık ve deizmi körüklemekte. De izm de, çokta duydum denirse hafife alınır biline.
Önceki bahse dönersek, Atatürk’ün kızları evet. Milli takım tüm ülkenin takımı hanımlar beyler! Sağcı solcu, Türk Kürt, Alevi Sünni, Müslüman gayrı Müslim. Atatürkçü düşünce derneği ya da Çağdaş yaşamı destekleme derneği değil ki ülkenin ulusal takımı. Bir başarı kazanıldığında yobazlara inat gibi sloganlar milli birlik beraberlik kavramlarının dokusunu parçalamaya ancak yaramaz mı? Burada eğer hükûmete posta koymak değilse, duygusal çıkışlar hiçte romantik, ormantik, aromatik netice doğurmuyor sosyal psikoloji sarmallarında. Karşılıklı etkileşim dairesinde militan yetiştirmekte sistem.
Örneğin baldırı çıplaklar tabiri çıkmakta karşımıza. Soralım mı hep beraber? Sistemin, kapitalist modernist sistemin zaaflarını, aksaklıklarını, tartışmalı yanlarını bireylere, gruplara yüklemek, giydirmek hakkaniyetli mi? Mahalle baskısı anlayışını Allah’ın kanunları diye empoze etmeye devam mı? Mümin olmak yerine fasık olmayı mı yeğleyeceğiz? Sırbistan’ı yenerek Avrupa şampiyonu olunuyor, sevinemedim diyor kimi insanım sosyal medyada. Yahu bu Sırbistan ülke bazında daha dün ne katliamlar yapan ülke değil mi? Ben mi yanlış hatırlıyorum. Sporcularına değil sözüm. Bazıları yıllardır ülkemizde forma giymekte sırasında. Ammaa! Her şeyin haddi hududu var birader. Lafa geldi mi vatan millet Sakarya, giydiren giydirene, allayan pullayana maşallah, ardından gelsin cazır cuzur mu?
Nihayet başlıkta vurguladığım longoz da neyin nesi leyn diyenlere binlerce selam olsun. “Longoz (su basar) tipi ormanlık alanı; çoğunlukla yağış miktarının yüksek olduğu ilkbahar-kış mevsiminde tabanı sularla kaplanan ormanlık alandır.” Şeklinde tanımlanır. Sözün özü, üstü temaşa zevki veren koruluk alan, altı batak. Aman ha!
L.T.
YORUMLAR
Bizler Türk Toplumu olarak bir takım şeyleri abartmayı çok seviyoruz. Hani diyor ya Atatürk ''Ben sporcunun zeki çevik ve ahlaklısını severim.'' diye, baz almak lazım bunu zaman zaman. Hiç bir sporcunun cinsel tercihi ne bizi ne de kimseleri ilgilendirmez, bunun için, sporcunun açıklama yapması da gayrı ahlaki bir durum aslında... İçinde sakla kardeşim ne tür bir cinsel tercihin varsa... Netice de bu sporcuların geriden gelen ve ileride milli takıma yükselebilecek değerli kardeşleri, yıldız ve genç takımlarda voleybolcularımız var... Voleybolun bir güzelliği de sporcuların birbirlerine faul yapma şansının olmaması futbol ve basketbolda ki gibi, bu nedenle çatışmalarda yok denecek kadar azdır... Bu gün belki dünya bir numarasıyız, yarın iki ya da üç, beş numaraya düşeriz, akıllı olmak ve hamaset ile hareket etmemek lazım. Spor dostluk ve kardeşlik olarak devam etsin. Her başarıyı Atatürk'ü araya sokarak yüceltmemek, başarısızlıklarda da yerin dibine geçmemek, ifrat ve tefrite düşmemek lazım diye düşünüyorum... Güzel anlamlı bir yazı kutlarım...
levent taner
Sizin katılım ve katkınız daha bir anlam ve güzellik uyandırmakta
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Selam ve saygılarımla.