- 167 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KAFKA’NIN BÜYÜSÜ DEVAM EDİYOR.
Franz Kafka 20.Yüzyılın en etkili yazarıydı. İlginçtir ki bu kadar önemli biri olmasına karşın Kafka öyle her yerde anılan bir yazar değildi. Aslında ona gönderme yapılan bir satır bulabilmek nadiren mümkün oluyor. Onun yerine fikirleri ve biçemi, başka yazarlara ilham vermeyi sürdürüyor. Sonraki pek çok yazar ve sanatçı, Kafka’nın varoluşçu sorgulamalarını ve özgün görüşlerini kendi eserlerine uyarlamıştır. Böylelikle okurlar, kendi değer yargılarını gözden geçirmiş ve farklı bakış açılarıyla tanışmıştır. Yani Kafka bir bakıma okur nesillerini, kendi görüşlerini yeniden değerlendirmeye zorlamış, edebiyat yoluyla dünyaya yepyeni pencereler açmıştır.
Franz Kafka tarafından yaratılan kasvetli dünyadan bir kez olsun geçen her okur, isimsiz duygularla ayrılır bu labirentten. Peki, sizin unutamadığınız Kafka kitabı hangisi?
Yüz yıl önce kırk yaşında tüberkülozdan öldüğünde bir avuç şiir ve öykünün az tanınan yazarıydı. İyi bir yazar ve ilginç bir kişilik olmasıyla arkadaş çevresi tarafından hayranlıkla karşılanıyordu. Buna rağmen Kafka’nın eserleri, yaşadığı yıllarda pek değerli görülmemişti. Bu, muhtemelen eserlerinin büyük bir kısmının yanması ve pek azının yayımlanmasındandı. Ölümünün ardındansa dünya Kafka’yı tanımaya başladı. Ünü 20. Yüzyılın ikinci yarısında hızla yayıldı. Öyküleri tüm dünyada yayımlandı. Kırktan fazla dile çevrildi. Onun yazdığı mektuplar kitaplaştırıldı.
Mektup, iki insan arasındaki iletişimde ifadenin en sarih halini almasını sağlayan formdur. Dijital iletişim, duyguların demlenmeden çiğ ve renksiz biçimlerle karşıya geçmesine sebep oluyor. Duygular ve düşünceler anlık etkilerden kurtulduğunda kalbin sessiz odasında demlenir ve zarafetle bekler. Kafka’ya ait olan aşağıdaki mektup bu ifadelerin kanıtı gibi.
Okul Ve Üniversite Arkadaşı Oskar’a
Prag, 27 Ocak 1904
Sevgili Oscar!
Bana öylesine bir mektup yazmışsın ki, ya alır almaz cevap vermeli, ya da hiç cevap vermemeliydim. Bugün üzerinden tam on beş gün geçmiş ve ben sana hâlâ yazmamışım. Aslında bağışlanır bir suç değil ama sebeplerim vardı önce yazacaklarım üzerinde çok çok düşünülmüş şeyler olmalıydı. Çünkü bu mektubuna yazacağım cevap daha önce yazdıklarımdan önemli görünüyordu bana (Yine istediğim gibi olmadı ya, neyse); sonrada bir solukta Hebbel’in günlüğünü okumaya kalkmıştım.(1800 sayfa) Eskiden bana çok tatsız geldiği için ondan ancak küçük küçük parçalar kemirirdim. Bu sefer bütününe birden göz atmak istedim. Baştan işe şöyle oyun gibi başlamıştım ama sonunda öyle oldum ki, hani can sıkıntısıyla, şakacıktan mağarasının kapısını bir kaya ile örten, sonra da kaya parçası mağaranın içini zindana döndürüp havasına da engel olunca korkudan aklı başından giderek garip bir çabayla taşı itmeye uğraşan bir mağara adamına döndüm: kaya şimdi on kat daha ağırlaşmıştır ve adam korkudan ödü koparak, yeniden havaya ve ışığa kavuşmak için var gücünü ortaya dökmüştür. İşte ben de bu günler içinde elime kalem filan almadım. Çünkü kendi kendini, en küçük bir boşluk bırakmadan her gün yeniden yapıp yukarıya doğru yükselten ve tepesi artık dürbünle bile seçilemez olan böyle bir hayat gözden geçirilince, ondan sonra artık insanda iç huzuru filan diye bir şey kalmıyor. Ama içimizin böyle geniş yaralar alması bir yandan da iyi oluyor. Neden mi diyeceksin? Çünkü böylece insan her dişlenmeye karşı daha bir duygulu oluyor. Bana kalırsa hep böyle, insanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız. Eğer okuduğumuz kitap şakağımıza bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa okuyup da ne olacak sanki onu? Senin yazdığın gibi, bizi mutlu kılsın diye mi? Ama iki gözüm hiç kitabımız olmadan da mutlu olabilirdik. Hem bizi mutlu edecek kitapları, daha bir sıkışırsak kendimiz de yazabilirdik. Bize üzerimize bir felaket gibi çöken kitaplar gerek. Bize çok acı veren, kendimizden daha çok sevdiğimiz birinin ölümü kadar içimizi parçalayan, sanki kimsesiz ormanlara sürgün edilmişiz, bütün insanlardan uzak kalmışız gibi, intihar gibi acı veren kitaplar gerek. Bir kitap içimizdeki donmuş değerleri parçalayacak bir balta olmalıdır. Ben buna inanıyorum.
Ama sen mutlusun. Mektubunun dört başı mâmur. Bana kalırsa sen zaten kötü çevren yüzünden mutsuzdun. Bu da çok tabiî idi. Gölgede güneşlenilmez ki. Fakat mutluluğunun benim yüzümden olduğuna inanmıyorsun sen. Olsa olsa şöyle düşünüyorsun: bilgeliği kendisine gizli kalmış bir bilge, bir deliye rastlar. Görünüşte çok önemsiz şeylerden konuşur gibi onunla üç beş lâkırdı eder. Konuşma bitip de deli evine gitmek isteyince –deli bir güvercinlikte oturmaktadır- beriki onun boynuna sarılır, yüzünü gözünü öpüp bağırır: “Sağ ol, sağ ol, sağ ol! Neden? Çünkü delinin deliliği öylesine büyüktür ki, bunun yanında bilgenin bilgeliği meydana çıkmıştır.
Sana haksızlık ettim de özür dilemem gerekiyor gibi geliyor ama ettiğim haksızlığın ne olduğunu bilemiyorum.
Senin Kafka’n
Çeviren: Zahide Gökberk
Kaynak: Tercüme Dergisi, 1964, Cilt: XVI, Sayı: 77-80
FATMA LEYLȂ DENİZ
9.06.2024 Pazar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.