- 216 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
KISKANÇLIK VE FESATLIK
Kıskançlık, insan ruhunun en eski ve karmaşık duygularından biridir. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri var olan bu duygu, sadece bireylerin değil, toplumların ve medeniyetlerin de kaderini şekillendirmiştir. Duygusal derinliği ve yıkıcı gücü ile kıskançlık, sevginin ve arzunun karanlık yüzü olarak bilinir. Kıskançlık, bir kişinin başkalarının sahip olduklarına duyduğu yoğun arzu ve bunun sonucunda hissettiği huzursuzluk ve öfke karışımıdır. Bu duygu, sevgiliden, arkadaştan, başarıdan ya da maddi varlıklardan doğabilir. Kıskançlık, özünde bir eksiklik hissi ve yetersizlik duygusundan kaynaklanır. Kişi, başkalarının sahip olduklarına erişemediğinde ya da bunları kaybetme korkusuyla kıskançlık duyar.
Elbette kıskançlıktan bahsedilen bir yazı da fesatlıktan bahsetmemek olmaz. Zira kıskançlık ve fesatlık iki kötü kardeştir. İkisi de kötüdür ancak hangisi daha kötü derseniz bence fesatlık kötülük konusunda kıskançlığın bir adım önündedir. Hatta daha ince düşünürsek kıskançlık fesatlığın annesidir desek daha doğru olur sanırım. Fesatlık, insan ruhunun en karanlık köşelerinde filizlenen ve oradan yayılan bir zehirdir. Bu duygu, bir kişinin başkalarının mutluluğunu, başarısını ve iyiliğini çekememesi, bunları yok etmeye ya da zarar vermeye yönelik bir istek duymasıdır. Fesatlık, kıskançlıktan doğar, ancak onun çok ötesine geçerek aktif bir kötülük arayışına dönüşür. Kıskançlık, başkalarının sahip olduklarına duyulan arzu ve huzursuzluksa, fesatlık, bu sahipliklerin başkalarına zarar verecek şekilde yok edilmesi arzusudur. Fesatlık, çoğunlukla kişinin kendi iç dünyasındaki derin eksiklikler ve yetersizliklerden beslenir. Kendini yetersiz ve değersiz hisseden birey, bu duygularla başa çıkmak yerine, başkalarının mutluluğunu ve başarısını yok etmeye çalışarak kendini daha iyi hissetmeye çalışır. Bu, bir tür kendini koruma mekanizmasıdır, ancak son derece zararlıdır. Fesat kişi, başkalarının mutluluğunu kendi mutsuzluğu olarak algılar ve bu algı, onu her türlü kötülüğü yapmaya itebilir. Fesatlık, bireyler arasında güvensizlik ve düşmanlık tohumları eker. İş yerinde, okulda, aile içinde ya da arkadaş çevresinde fesat bir kişinin varlığı, huzursuzluk ve çatışma yaratır. Bu kişi, iftira atarak, dedikodu yaparak, başkalarını manipüle ederek ve yalanlarla insanları birbirine düşürerek, çevresindeki insanların hayatlarını mahvedebilir. Fesatlık, sadece hedef alınan kişiye değil, genel anlamda tüm sosyal ortama zarar verir. Bir örnek olarak, bir iş yerinde fesatlık yapan bir kişi, başarılı bir meslektaşını küçük düşürmek ve onun önünü kesmek için iftiralar atabilir, yanlış bilgiler yayabilir ya da doğrudan sabotaj girişimlerinde bulunabilir. Bu tür davranışlar, sadece hedef alınan kişiyi değil, genel iş ortamını da zehirler, güven duygusunu zedeler ve verimliliği düşürür. Fesatlık, fesat duygusunu besleyen kişiye de büyük zararlar verir. Bu kişi, iç huzurunu kaybeder ve sürekli bir tatminsizlik içinde yaşar. Fesatlık, bireyin ruhsal sağlığını bozar ve onu depresyon, anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıklarla karşı karşıya bırakır. Fesatlık, bir yandan başkalarına zarar verirken, diğer yandan fesat kişisinin kendi iç dünyasını da tüketir. Fesat bir insan, gerçek anlamda bir mutluluğa asla ulaşamaz. Çünkü mutluluk, başkalarının başarısızlığı ve mutsuzluğu üzerine inşa edilemez. Gerçek mutluluk, sevgi, empati ve iç huzur üzerine kurulur. Fesatlık ise bu duyguların tam zıddıdır ve bu nedenle fesat bir kişi, sürekli bir huzursuzluk ve tatminsizlik içinde kalır.
Fesatlık, insan ruhunun en yıkıcı duygularından biridir ve bu duygu hem bireye hem de çevresine büyük zararlar verir. Fesatlık, kıskançlıktan doğar ve aktif bir kötülük arayışına dönüşerek, başkalarının mutluluğunu ve başarısını yok etmeye çalışır. Ancak, fesatlıkla başa çıkmak ve bu duyguyu dönüştürmek mümkündür. İç huzuru ve gerçek mutluluğu bulmak, başkalarının mutluluğunu gölgelemekle değil, kendi iç dünyamızı aydınlatmakla mümkündür. Fesatlıktan arınmış bir yaşam, daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşamdır.
Kıskançlık ve fesatlık, insan ruhunun en karanlık derinliklerinden doğan, bireyi ve çevresini tüketen iki zehirli duygu. Bu duyguların pençesine düşen bir insan hem kendine hem de başkalarına büyük zararlar verebilir. Kıskanç ve fesat bir insanın, her türlü kötülüğü yapabilecek kapasitede olması ve asla gerçek bireysel mutluluğa ulaşamayacak olması, insan doğasının trajik bir gerçeğidir. Kıskançlık, bir başkasının sahip olduklarına duyulan derin arzu ve bu arzunun sonucunda hissedilen öfke ve huzursuzluk karışımıdır. Fesatlık ise, kıskançlığın bir adım ötesine geçer ve başkasının iyiliğini istememe, onun zarar görmesini dileme noktasına gelir. Kıskanç ve fesat bir insan, başkalarının mutluluğunu kendi mutsuzluğu olarak algılar ve bu nedenle başkalarına zarar vermekten çekinmez. Bu duygular, çoğu zaman yetersizlik ve değersizlik hissinden kaynaklanır. Kendi iç dünyasında tatmin olmayan birey, başkalarının sahip olduklarını ya da başardıklarını bir tehdit olarak görür. Bu tehdit algısı, onu her türlü kötülüğü yapmaya sevk eder. Başkalarının mutluluğunu gölgelemek, başarılarını engellemek ya da onları küçük düşürmek, bu kişinin kendi iç huzurunu sağlama çabasının bir parçasıdır.
Kıskanç ve fesat bir insan, bu zehirli duygularla hareket ettiği sürece asla gerçek bireysel mutluluğa ulaşamaz. Çünkü mutluluk, başkalarının başarısızlığı üzerine inşa edilebilecek bir yapı değildir. Mutluluk, iç huzur, tatmin ve sevgi temelleri üzerine kurulur. Başkalarına zarar vermekten haz duyan biri, kendi iç dünyasında sürekli bir huzursuzluk ve tatminsizlik yaşar. Bu kişiler, kıskançlık ve fesatlık duygularını besleyerek kendi ruhlarını da zehirler. Sürekli bir rekabet ve düşmanlık içinde olmak, kişinin ruhsal sağlığını bozar. Depresyon, anksiyete ve diğer psikolojik rahatsızlıklar, bu tür duyguların sürekli yaşanmasının sonucunda ortaya çıkabilir. Kıskanç ve fesat bir insan, kendini değersiz ve yetersiz hissederken, başkalarının mutluluğunu ve başarısını gölgelemekle uğraştığı için kendi hayatını da anlamlı kılacak hedefler belirleyemez.
Kıskançlık ve fesatlık duygularının üstesinden gelmek, uzun ve zorlu bir süreçtir. Bu duyguların kaynağını anlamak ve kabul etmek, ilk adımdır. Kendi yetersizliklerini ve eksikliklerini kabul ederek, bunları iyileştirmek için çaba sarf etmek gereklidir. Kendi hayatına odaklanmak ve başkalarının hayatlarını bir tehdit olarak görmek yerine bir ilham kaynağı olarak kabul etmek, bu duyguların azalmasına yardımcı olabilir. Ayrıca, kıskanç ve fesat bir insan, kendi duygusal zekasını geliştirmeli ve empati yeteneğini artırmalıdır. Empati, başkalarının duygularını ve ihtiyaçlarını anlamayı sağlar ve bu da bireyin kendi kıskançlık ve fesatlık duygularıyla başa çıkmasına yardımcı olur. Bu duyguların yerine sevgi, anlayış ve destek duygularını koymak, bireyin ruhsal sağlığını ve genel mutluluğunu artırır. Kıskançlık ve fesatlık, insan ruhunun en yıkıcı duygularından ikisidir. Bu duyguların pençesine düşen bir insan, her türlü kötülüğü yapabilecek kapasitededir ve bu süreçte hem kendine hem de çevresine büyük zararlar verir. Ancak, bu duyguların farkına varmak ve bunlarla başa çıkmak mümkündür. İç huzuru ve gerçek mutluluğu bulmak, başkalarının mutluluğunu gölgelemekle değil, kendi iç dünyamızı aydınlatmakla mümkündür. Kıskançlık ve fesatlıktan arınmış bir yaşam, daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşamdır.
Tarihin sayfalarına baktığımızda, kıskançlığın nelere mal olduğunu görmek mümkündür. Antik Yunan mitolojisinde, kıskançlık tanrıçaların bile savaşlar çıkarmasına neden olmuştur. Paris’in Afrodit’i seçmesiyle başlayan Truva Savaşı, Hera ve Athena’nın kıskançlık krizlerinin bir sonucudur. Shakespeare’in ünlü tragedyası "Othello"da, kıskançlığın insanları nasıl deliliğe ve cinayete sürükleyebileceği trajik bir şekilde anlatılır. Othello’nun Desdemona’ya olan körü körüne kıskançlığı, onun hem kendi hayatını hem de sevdiği kadının hayatını mahvetmesine neden olur.
Kıskançlık, yalnızca başkalarına değil, bu duyguyu taşıyan kişiye de büyük zararlar verir. İlk olarak, kıskançlık bireyin iç huzurunu bozar. Kıskanç bir kişi, sürekli bir başkasının hayatına odaklanarak kendi yaşamının güzelliklerini göz ardı eder. Bu, kişinin kendi potansiyelini gerçekleştirmesine engel olur ve onu sürekli bir tatminsizlik içinde yaşatır. Kıskançlık aynı zamanda ilişkileri de zehirler. Bir dostluk ya da aşk ilişkisi içinde kıskançlık başladığında, güvensizlik ve paranoya devreye girer. Kıskanç kişi, karşısındaki kişinin her hareketini şüpheyle değerlendirir ve bu durum ilişkiyi yıpratır. Bu güvensizlik, zamanla karşı tarafı da yıpratır ve ilişkinin sonlanmasına neden olabilir.
Toplumsal düzeyde kıskançlık, sosyal huzuru ve adaleti de tehdit eder. Bir toplumda kıskançlık yaygınlaştığında, bireyler arasındaki rekabet artar ve dayanışma duygusu zayıflar. Bu, toplumsal çatışmaların ve bölünmelerin artmasına yol açabilir. Kıskançlık aynı zamanda sosyal hiyerarşilerin pekişmesine ve eşitsizliklerin derinleşmesine neden olur.
Kıskançlık, insan doğasının bir parçası olarak kabul edilse de, bu duygunun üstesinden gelmek mümkündür. İlk adım, kıskançlığın kaynağını anlamak ve bu duygunun neden ortaya çıktığını sorgulamaktır. Kişi, kendi eksikliklerini ve yetersizliklerini kabul ederek, bunları iyileştirmeye çalışmalıdır. Özellikle sevgi ve güven ilişkilerinde açık iletişim büyük önem taşır. Kıskançlık hisseden kişi, duygularını açıkça ifade etmeli ve karşısındaki kişiyle dürüstçe konuşmalıdır. Bu, yanlış anlaşılmaların önüne geçer ve ilişkinin güçlenmesine yardımcı olur. Kendi hayatına odaklanmak ve başkalarının başarılarını bir tehdit olarak görmek yerine bir ilham kaynağı olarak kabul etmek de kıskançlığın azalmasına yardımcı olabilir. Kişi, kendi hedeflerine ve değerlerine odaklanarak, başkalarının hayatlarına değil kendi yaşam yolculuğuna önem vermelidir.
Kıskançlıktan bahsetmişken elbette insanlık tarihinin ilk kıskançlık hikayesi olan Habil ile Kabil’in hikayesinden bahsetmemek olmaz. Habil ile Kabil, Adem ile Havva’nın iki oğludur. Habil, çobanlık yaparken, Kabil çiftçilikle uğraşmaktadır. Her iki kardeş de Yaratıcı’ya birer kurban sunar. Habil, sürüsünün en iyi kuzularından birini kurban ederken, Kabil tarlalarının ürünlerinden sunar. Yaratıcı, Habil’in kurbanını kabul eder, fakat Kabil’in kurbanını reddeder. Bu durum, Kabil’in içinde büyük bir kıskançlık ve öfke uyandırır. Yaratıcı’nın Habil’in kurbanını kabul etmesi ve Kabil’in kurbanını reddetmesi, Kabil’in kıskançlık duygularını tetikler. Kabil, kardeşi Habil’in Yaratıcı tarafından kabul edilmesini hazmedemez. Bu kıskançlık, zamanla fesatlığa dönüşür. Kabil, sadece Habil’i kıskanmakla kalmaz, aynı zamanda onun yok olmasını ister. Kendi başarısızlığı ve yetersizliğiyle yüzleşmek yerine, Habil’in başarı ve kabulünü ortadan kaldırarak kendi iç huzurunu sağlamaya çalışır. Kıskançlık ve fesatlıkla dolup taşan Kabil, sonunda kardeşi Habil’i öldürmeye karar verir. Kardeşini tarlaya çağırır ve orada onu öldürür. Bu korkunç cinayet, kıskançlık ve fesatlığın ne kadar yıkıcı olabileceğini gösterir. Kabil, kıskançlık ve fesatlıkla hareket ederek sadece kardeşinin hayatını sonlandırmakla kalmaz, aynı zamanda kendi ruhunu da karanlığa gömer. Yaratıcı, Kabil’e kardeşinin nerede olduğunu sorduğunda, Kabil “Ben kardeşimin bekçisi miyim?” diyerek yanıt verir. Ancak Yaratıcı Kabil’in suçunu bilir ve onu lanetler. Kabil, bu lanet sonucunda yeryüzünde sürgün hayatı yaşamak zorunda kalır. Ayrıca bundan sonra işlenecek tüm cinayetlerin günahı da Kabil’e yüklenir. Kabil’in hayatı, işlediği cinayet ve bu cinayetin sonuçları nedeniyle bir trajediye dönüşür. Habil ile Kabil’in hikayesi, kıskançlık ve fesatlığın insan hayatında nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini açıkça gösterir. Kıskançlık, Kabil’in gözlerini kör eder ve onu kardeşine karşı acımasız bir şekilde harekete geçirir. Fesatlık, Kabil’i en kötü suçu işlemeye yönlendirir: cinayet. Bu hikâye, kıskançlık ve fesatlığın insanı nasıl tüketebileceğini ve sonunda hem kendisine hem de çevresine büyük zararlar verebileceğini öğretir.
Semavi dinlerin hepsinde kıskançlık ve fesatlık günah olarak tanımlanmış ve yasaklanmıştır. Yahudilik, kıskançlığı ve fesatlığı ahlaki ve ruhsal bir tehlike olarak görür. Tevrat’ta kıskançlık ve fesatlıkla ilgili birçok hikaye ve öğreti bulunur. En bilinen örneklerden biri, Kabil ile Habil’in yukarıda bahsettiğimiz hikayesidir. Yahudilikte kıskançlık, “ayin hara” (kötü göz) olarak adlandırılır ve başkalarının mutluluğunu kıskanmayı ve onların sahip olduklarına göz dikmeyi ifade eder. Bu, kişinin kendi ruhsal sağlığını ve toplumsal uyumu bozduğu için şiddetle kınanır. Tevrat, başkalarının başarısını kıskanmak yerine, kendi yeteneklerini geliştirmeyi ve Tanrı’nın takdirine güvenmeyi öğretir.
Hristiyanlık, kıskançlığı ve fesatlığı günah olarak kabul eder ve bu duyguların insanın Tanrı ile olan ilişkisini zedelediğini vurgular. İncil’de, kıskançlık ve fesatlıkla ilgili birçok öğreti ve hikâye yer alır. Pavlus’un Galatyalılar’a Mektubu’nda (Galatyalılar 5:19-21), kıskançlık ve fesatlık, “etin işleri” olarak tanımlanır ve bunların Tanrı’nın Krallığı’na girmeyi engelleyen davranışlar olduğu belirtilir. Yeni Ahit’te kıskançlık ve fesatlık, sevgisizlik ve bencilliğin bir sonucu olarak görülür. Hristiyanlık, bireyleri bu duygularla başa çıkmaları için sevgi, alçakgönüllülük ve özveriyi teşvik eder. Mesih’in öğretileri, başkalarını yargılamadan sevmeyi ve onlara yardım etmeyi öğütler. Bu, kıskançlık ve fesatlığın üstesinden gelmenin bir yolu olarak görülür.
Yüce dinimiz İslamiyet, kıskançlık ve fesatlığı, iman ve ahlakın zıddı olarak değerlendirir. Kur’an-ı Kerim’de, kıskançlık ve fesatlıkla ilgili birçok ayet ve öğüt bulunur. Örneğin, Yusuf Suresi’nde, Yusuf’un kardeşlerinin ona karşı duyduğu kıskançlık, onları onu kuyuya atmaya sevk eder. Bu hikâye, kıskançlığın aile içi ilişkileri bile nasıl bozabileceğini gösterir. İslam’da kıskançlık “haset” olarak adlandırılır ve büyük günahlardan biri olarak kabul edilir. Hadislerde, haset eden kişinin kendi hayatını da zorlaştırdığı ve Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı belirtilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Birbirinize haset etmeyin” buyurarak, bu duygunun toplumsal huzuru bozduğunu vurgulamıştır. İslamiyet, kıskançlık ve fesatlığın üstesinden gelmek için sabır, şükür ve başkalarına dua etmeyi öğütler.
Semavi olmayan dinlerden birisi olan Budizm, kıskançlık ve fesatlığı, zihinsel ve duygusal acının kaynakları olarak görür. Bu duygular, bireyin “dukkha” yani ıstırap çekmesine neden olur. Budizm, bu tür negatif duyguların üstesinden gelmek için farkındalık ve meditasyon pratiklerini önerir. Budizm’de, kıskançlık ve fesatlık, cehaletin bir ürünü olarak kabul edilir. Birey, başkalarının sahip olduklarını kıskanarak kendi iç huzurunu bozar. Budist öğretiler, kıskançlık ve fesatlığın üstesinden gelmek için metta (sevgi dolu nezaket) ve karuna (şefkat) pratiğini teşvik eder. Bu, başkalarının mutluluğuna sevinmeyi ve onların iyiliği için dua etmeyi içerir. Birey, bu şekilde kendi zihin ve ruh sağlığını korur ve içsel huzura ulaşır.
Kıskançlık, insan ruhunun karanlık bir yanıdır, ancak bu duyguyu tanımak ve kontrol altına almak mümkündür. Tarih boyunca birçok trajediye ve çatışmaya neden olan kıskançlık, bireylerin iç huzurunu ve toplumsal barışı tehdit eder. Ancak, kendini tanıma ve açık iletişimle bu yıkıcı duygunun üstesinden gelmek mümkündür. Kıskançlık, yıkıcı bir güçten ziyade, kişisel gelişim ve olgunlaşma için bir fırsat olarak görülmelidir. Bu şekilde, kıskançlık duygusunu dönüştürmek ve daha sağlıklı, huzurlu bir yaşam sürmek mümkün olur. Fesatlık ise, insan ruhunun en yıkıcı duygularından biridir ve bu duygu hem bireye hem de çevresine büyük zararlar verir. Fesatlık, kıskançlıktan doğar ve aktif bir kötülük arayışına dönüşerek, başkalarının mutluluğunu ve başarısını yok etmeye çalışır. Ancak, fesatlıkla başa çıkmak ve bu duyguyu dönüştürmek mümkündür. İç huzuru ve gerçek mutluluğu bulmak, başkalarının mutluluğunu gölgelemekle değil, kendi iç dünyamızı aydınlatmakla mümkündür. Fesatlıktan arınmış bir yaşam, daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşamdır.
YORUMLAR
Kıskançlık ve haset duygusu hem insanları hem de toplumları içten içe kemiren fitneye yol açan zaman zaman, Kutsal Kitabımız Kur'an da hoş görülmeyen bir duygu davranış kalıbıdır... Bunların karşılığı ki kaderin ve Rahmanın yazdıklarına rıza göstermektir... Müslüman her zaman düşünecek Rabbim maddi ya da manevi olarak ne yazdıysa başımıza o gelecektir... Kutlarım güzel bir yazıydı...