- 258 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Bekleme Odası Melakolisi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İnsan hayatı her zaman olmasada, çoğu zaman hüzünlere ve üzüntülerle geçer. İstese de istemese de hüzün ve üzüntülerden gelen acılarla bir geçiş dönemi yaşar. Bu hüzünlü anlara ne kadar denk gelirse, bir o kadar da acılarla atbaşı bir hayat akar gider bizimle … Buna çoğunlukla engel olmak kendi elimizde değildir. Çevresel etkenler, içinde yaşadığımız koşulların bize dayattığı sayısız faktörlerin etkileyiciliğinden günlük yaşamı yönlendiren ve bu günlük yaşamı bizim istediğimiz rotanın dışına çeken ana tema olarak bize yön verir.
Bu sebeple mevsimler geçişler kadar, içimizde ki o kara delikler git git gide büyür. Ve o zaman toplumun bundan etkilenen kısmı bir karamsarlık hali, keyifsizlik gözle görülür bir biçimde karşımızda insan siluetine bürünerek gözümüzün önüne dikiliverir. Bu karamsarlık ve melankolik anlar kimi insanların ruh hallerini de etkiler ve onlara iki boyutlu bir etki yapar. Bu ruh haliyle bazılarımız oturup bir şeyer üretme ve yaratma peşine düşerken kimimizde bir boşvermişlik atmosferinde dolaşarak nihilist bir tavır sergileriz. Bazılarımız de sırt çantamızı kaptığımız gibi ver elini ve düş yollara ilkesiyle kaçarız böyle traumaları atlatmak için. Bu konunun bazı üretenleri ise bazen karşımıza kalıcı eserler bırakarak göçüp gidiyorlar bu dünyadan.
Bu yüzden seviyoruz ya da ben çok seviyorum, melankolinin tarihe iz bırakan ve yazın dünyasında kendi yaratıcılıklarıyla bizlere bir cümle, bir yazı pasajı, bir metin, bir şiir, bir deneme, bir makale ya da bir kitap bırakarak bu konuda mükemmel eserler veren yazım ustalarımızı: Sylvia Plath, Nilgün Marmara’mız, Oğuz Atay, Sebahattin Ali, Stefan Zweig, John Fanta ve hüzünün ustası, Dünya Edebiyatı’nın bu konuda en tepesinde oturan devi F. Kafka şu anda aklıma gelenlerden sadece bir kaçıdır. Elbette daha başka ustalarda vardır bu konuda yazılar yazmış ve şaheserler vermiş ustalarımız olarak. Ama benim için F. Kafka bu konuda yeri doldurulmayan en büyük ustadır. Onun hayata bir türlü başlayamayışı, bir deha olarak kendi yolunu şaşırışı şaşıştırılışı aslından çevrenin anlayışsız bakışları arasında seyrededilen bir nehir akışı gibidir. Ve ustam F. Kafka kendini şöyle betimliyor bir cümlesinde: „Güzel bir yarayla geldim dünyaya, varım yoğum buydu. Hayat hep böyle hissettirdi bana, sebebini fazla insan bilmez ama…“ Kafka gibi hayata yenik başlama fikri hep bir yerlerde taze kaldı ve hiçbir zaman yaşlanmadı. Böyle dehaların hayatla dalga geçişidir aslında melankoli, insanların tükenmişliğini, bekleme salonu olarak gördüğümüz ve gerçekten yaşadığımı hayat aslında bekleme salonundan başka bir şey değildir. Bu bekleme salonunda uzun süre kalmak ve mal gibi yaşamak aslında bir artılar serüveni değildir kesinlikle … çaresizlik, içine düşlen durum, acı gerçekleri herkes yaşar, ama onu görmek ise yetmez. Onu yaşamak ve hissederek yaşamak, empati kurarak yaşamak ise anlayış kapasitemizi genişleten tek yoldur. Bazen eğitim bile kesinlikle yetersiz kalır, empati denen hislerden yoksun olrak büyütülerek eğitilmiş isek. Kabul görmeyiş, dış fiziki görünüşün bir kusur olarak algılanması, bunun yüze vurulması, hastalıklı olma durumu, sürekli kendini ıspat etme zahmeti süreç içinde taşınmaz bir yük olur omuzlarda, omuzlarımızda. Bu sebeple ruhta açılan yaralarla başbaşa kalarak yanlızlığın tercih edilmesi başlı başına derin bir ıstıraptır. Yine kısa bir cümleyle devam etmek gerekirse Kafka’ya uzanmak ve ondan almak gerek bir cümle; „İnsan kendi çukurunu ne kadar derin kazarsa, sessizlik o kadar büyür.” Bu anlarda atarız havluyu, bu anlarda bırakırız savaş vermeyi, bu anlarda keşfederiz kenimizi, bu anda yıkarız içimizde ki bariyerleri ve bu anlarda sabote ederiz çevreyi onların kirinden pasından arınmak için kendimizle başbaşa kalarak ve güzel bir yanlızlık keşfederiz ustaca kendi varoluşumuza imkan veren şartalrı yaratmak için. Bu şartlarda çoğalır üretici başarılarımız. „Çok yalnız olmam gerekiyor. Tüm başarılarım, salt yalnızlığımın ürünüdür.“ Bu yüzden insan çağdaşları tarafından dışlanır ve bir Nilgün Marmara oluverir birden. Haline acınacak insanlar bekler anlayışı N. Marmara’nın eşinin ona sergilediği tavır gibi. Bu yüzden gülmez yüzler bekleme odalarında ve melankolik karamasarlık efendi ve güvenilir bir sığınacak liman olur hayatlara ve hayattan kaçarak hayat yaşayanlara … Nasıl ki, İngliz filolojisini, İngliz diline „Kafkaseque“ kelimesini armağan etmişse bizim dilimize de binlerce Nilgün Marmaralar’ı „Marmarasque“ olarak eklemesi gerek. Binlercesi derin yanlızlıklarında intiharlara sürüklendirilmiş, öldürülmüş, dışlanmış, yok sayılmış ve kol kırılır, yen içinde kalır diyerek gerçekler hasıraltı edilmiştir ne yazık ki. Bu, öyle değerli insanları sadece duygusal bir canlı, hisleri zengin birileri olarak görmek ise onlara hakaret olur. Oysa bunlar içlerinde derin hayatları gizleyen ve fırtınalar kopan her şeyi anlayışla karşılayan ama hayatlarında hiçbir zaman anlayış görmeyen dehalar olarak bilmek bizler için birer erdemdir. Böyle dahiler hayatlarının merkezlerini bilimi, edebiyatı, sanatı, yaratıcılığı, seyhati koyarlar. Bunların önüne geçen her şeyi ret ederler. Evliliklere, sıradan ilişkilere, akraba ilişkilerine, aile içinde ki geleneklere, ritüellere, düğünlere, toplantılara mesafeli dururlar. Yine usatamız F. Kafka’dan bir cümle alarak durumu netleştirmek için soruna çözüm ararsak, şu cümle karşımızda tapu gibi durur: „Edebiyatla ilişkisiz her şeyden nefret ediyorum. Onunla bununla konuşmak sıkıyor beni. Onunla bununla dolaşmak sıkıyor beni. Akrabaların acı ve sevinçleri ruhumun derinliklerine kadar beni sıkıntıya boğuyor. Konuşmalar, düşündüğüm her şeyin önemini, ciddiliğini ve gerçekliğini silip götürüyor. Bağlanmaktan, karşı tarafa akıştan korku. Çünkü o zaman asla yalnız kalamayacağım demektir.“ Ustamız Kafka, düşündüğü her şeyin ancak ve ancak arınmış bir içsel yanlızlıkla başarabileceğinden emindir. Bu sebepledir ki, insan deha olmasa bile sığınacak liman arar bir limandan kurtulmak ve demir atmak için. Bu acı çekiştir mevzilenmiş hayata karşı direncin gücüyle. „Yerleşik yabancılığın acısını hissediyorum“ diyen N. Marmara, aslında içinde yaşadığı hayatın çevresini saran sipirallerin sıkıcı ve anlayışsız hallerini yatırmıştır ameliyat masasına ve bunlardan kurtulmanın yolunu seçmiştir ölüme giderken. „Burada daha ne kadar öleceğim, gökyüzüyle yeryüzü arasında bulutu haraca kestiğiniz bu yerde“ diye sormuştu ve ardından eklemişti; „sizi sevmekte ölüyorum bayım.“ Derken ise Marmaramız, bize, Marmara’dan Okyanuslara kadar akan bir hayatın içinde yüreğe yoldaş bir insan arayışını sürdürüyordu. Bu yüzden isyankardı bu küçük ve dar kafalı çevresine karşı ve biliyordu ki, bu „bekleme odası’nda“ ötekilerle, anlayışsızlarla, bencillerle, kazanma ve biriktirme hırsıyla büyülenmiş, tüketim ve tatil çılgınlığıyla kafaları ütülenmişlerden kurtulmak için, melankolinin onu ölüme sürükleyeceğini. Bu yüzden seviyordu şiirlerini kendi sessizliğine eşlik ettikleri ve ona derinden saygı ve anlayış gösterdikleri için. Onlardı, kendi edebi dünyasında edebiyat yaratan ve buradan beslenen.
Yine Kafka bir başka tümcelerinde: „Ben bütün dünyaya kırgınım ve bu kırgınlık hiçbir zaman son bulmayacak“, o sevdiği kadına bile bu durumunu şu sözlerle dile getiriyor: „Ve öyle görünüyor ki biz aynı şeyleri yazıp duruyoruz. Ben hasta olup olmadığını soruyorum, sonra sen bunun hakkında yazıyorsun, ölmek istiyorum, sen de istiyorsun, pul istiyorum ve sonra sen de pul istiyorsun, bazen küçük bir çocuk gibi senin omuzlarında ağlamak istiyorum ve sonra sen de küçük bir kız gibi benim omuzlarımda ağlamak istiyorsun. Ve bazen, on kere, bin kere ve hep seninle birlikte olmak istiyorum ve sen de aynı şeyleri söylüyorsun. Yeter, yeter. Son söz olarak Milena’ya şöyle diyor; „Seni hiç görmesem bile, sen benimsin“.
Aslında her insan bir Kafka gibidir. Bilinçli, kendini geliştirmek ve yerinde durmak istiyorsa son nefesine kadar kendisiyle olan savaşı hiç bitmez. Savaşmak N. Marmara’nın kısa yaşamında gönül koyduğu insanlardan anlayış yerine anlayışlız beklediğinin bilinciyle harekt etmesi; „burada daha ne kadar öleceğim, gökyüzüyle yeryüzü arasında bulutu haraca kestiğiniz bu yerde“ diye sormuş ve ardından eklemişti; „sizi sevmekte ölüyorum bayım.“ Derken aslında yaşayan ölülerin dünyasında yaşamanın bir karamsarlık ve melankolinin kendisi olduğunun bilinciyle noktalamıştır hayatını. Her bilinçli, duyarlı, anlayışlı, empatisi ve sempatisiyle yaşayan gönüllerde bir Kafka yatar yeri doldurulmayacak olan. Arıyoruz, sohbet etmek, sorgulamak, anlamak ve anlayış göstermek için feda ettiğimiz hayatları doldurmak için. Bu özlem bitmeyen bir özlemdir ve minnetle boyun eğeceğimiz melankolinin ve hüzünün değişmez efendisidir zihnimize yer eden.
Bugün hüzünlüm, değerli arkadaşım ve 24 yıllık dost insan Karlo Beer arkadaşımı kaybettiğim için. Evet, her gidiş bir kalışın hikayesidir bekleme odasının melankolik havasını yudumlarken. Sen de yaşadın ve geçtin bu dünyadan, hem de en zor olanından ve son nefesine kadar yorulmaz bir mücadele vererek geçtin ve bende de izler bıraktın.
İzlerin hayata karıştı ve orada kaldı, ebedi uykun huzurla dolsun ve sonsuzluk ışığın hiç solmasın değerli arkadaşım.
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - 04.06.2024
YORUMLAR
Hasan Hüseyin Arslan
Muhteşem idi.
İlgi ve beğeni ile okudum.
Yerini layığı ile hak etmiş müthiş bir paylaşım.
İçten tebrik selam saygılarımla çok değerli yazarım...