- 174 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
Sonsuzluğun Çığlığı
Gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin sessizliği, evrenin sonsuz boşluğunda yankılanan bir sessizlikti. Yıldız tozlarının arasında süzülen uzay araçları ve keşif sondaları, insanlığın sonsuzluğa açılan pencereleriydi. Ancak, bu sessizliğin ardında kimsenin bilmediği bir gerçek yatıyordu: Sonsuzluğun derinliklerinde yankılanan bir ses, bir çığlık.
İnsanlık, kıyametin ne olduğunu bilmek için sayısız teori geliştirmişti. Meteorlar, güneş patlamaları, salgın hastalıklar, gezegenlerin hareketleri, savaşlar ve depremler. Ancak, hiçbiri gerçekten insanlığı yok edecek o nihai gücü temsil etmiyordu. Gerçek, uzayın derinliklerinde saklıydı ve bu gerçek, Kur’ân’ın "sayha" olarak bahsettiği sesin kendisiydi.
Bir gün, bilim insanları, evrenin derinliklerinden gelen bu sesi keşfetti. İlk başta, bu sadece kozmik arka plan gürültüsü olarak düşünüldü. Ancak zamanla, bu sesin, evrenin her köşesine yayılan ve karşısına çıkan her şeyi yok eden bir çığlık olduğu anlaşıldı. Ses, maddeyi ve enerjiyi yutuyor, varoluşun kendisini tüketiyordu.
Dr. Mesut Yıldız, evrenin derinliklerinde yankılanan bu sesi ilk kez keşfeden astrofizikçiydi. Derin uzay gözlemleri sırasında, normalde sessiz olan bir bölgede beklenmedik bir sinyal almıştı. Sinyalin kaynağını bulmak için daha detaylı analizler yapıldığında, bunun sıradan bir kozmik olay olmadığı anlaşılmıştı.
"Mesut, bu sinyalin kaynağını bulabildiniz mi?" diye sordu Dr. Ahmet Kılıç, Mesut’un en yakın çalışma arkadaşı.
"Sinyalin kaynağı belirsiz. Ancak bu, evrende daha önce karşılaşmadığımız bir fenomen. Bir çığlık gibi, ama sanki evrenin kendisinden geliyor," dedi Mesut, gözlerini bilgisayar ekranından ayırmadan.
Ahmet, Mesut’un söylediği sözleri düşündü. Bu yeni keşif, bildikleri tüm fizik kurallarını alt üst ediyordu. Bu sesin ne olduğunu anlamak için daha fazla araştırma yapmaları gerektiğini biliyorlardı.
Sesin kaynağını bulmak için yapılan araştırmalar derinleştikçe, bu çığlığın evrenin her köşesinde yankılandığı anlaşıldı. Sadece Dünya’da değil, evrenin her köşesinde varoluşu tehdit eden bir güçtü bu. Bu, Kur’ân’da bahsedilen ve kavimleri yok eden "sayha" idi.
İnsanlık, bu yeni tehditle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Teknoloji ve bilim bu sesin kaynağını bulmak ve onu durdurmak için yeterli değildi. Kıyamet, bir çığlık şeklinde geliyordu ve bu çığlık, insanlığın sonunu getirecek gibi görünüyordu.
İnsanlığın tarih boyunca inandığı kıyamet senaryoları göz önüne alındığında, bu yeni keşif onları tekrar düşünmeye sevk etti. Kimi zaman meteor çarpması, kimi zaman büyük savaşlar, kimi zaman da doğal afetler kıyametin habercisi olarak görülmüştü. Ancak bu seferki tehdit, tüm bu senaryolardan farklıydı. Eski medeniyetler, Maya takviminin sonunu, İskandinav mitolojisindeki Ragnarok’u, Hristiyanlıktaki Armageddon’u ve İslam’daki kıyameti birer son olarak tasvir etmişti. Ancak hiçbir medeniyet, uzayın derinliklerinden gelen bir çığlıkla karşılaşmamıştı.
Mesut ve ekibi, bu dehşet verici keşfi kamuoyuyla paylaşmaya karar verdi. Medyada geniş yer bulan bu haber, başlangıçta büyük yankı uyandırdı. Ancak zamanla, bu haber de diğer felaket haberleri gibi unutulmaya yüz tuttu. İnsanlar, gündelik hayatlarına devam ederken, bu kıyamet çığlığına kulaklarını tıkadılar.
"Mesut, insanlar bizi ciddiye almıyor," dedi Ahmet, bir gün ofiste otururken.
"Onlara gerçeği anlattık, ama inanmak istemiyorlar. Belki de bu, onların korkusuyla başa çıkma biçimidir," diye yanıtladı Mesut, çaresizlikle.
Mesut ve ekibi, bu çığlığı durdurmak için daha fazla çaba sarf ettiler. Ancak zaman geçtikçe, bu çığlığın durdurulamaz olduğunu anladılar. İnsanlık, uzay yolculuğu planları yapmıyor, kıyameti engellemek için hiçbir adım atmıyordu. Vurdumduymaz bir toplum, kendi sonunu görmezden geliyordu.
Dünya, çığlığın giderek yaklaştığı bir yer haline geldi. İnsanlar, bu sessiz tehdidi hala anlamıyordu. Sokaklar, pazarlar, evler; her yer gündelik hayatın koşuşturmacasıyla doluydu. Ancak, her şeyin sonu geliyordu.
Bir gün, çığlık dünya atmosferine ulaştı. İlk başta sadece bir uğultu olarak hissedildi. Ancak kısa sürede, bu uğultu her şeyi yutan bir ses haline dönüştü. Şehirler, dağlar, okyanuslar; her şey bu sesin içinde kayboldu. İnsanlar, korkuyla çığlık atarken, bu çığlık onların çığlıklarını boğdu.
Dr. Mesut Yıldız, son anlarında ofisinde oturuyordu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. "Başaramadık," diye fısıldadı. "Kıyamet, bir çığlıkla geldi ve biz onu durduramadık."
Sonsuzluğun sessizliği geri dönerken, dünya da bu sessizlikte kayboldu. İnsanlık, vurdumduymazlığının bedelini ödemişti. Kıyamet, bir çığlıkla gelmişti ve insanlık bu çığlığı susturmayı başaramamıştı.
Evren, yeniden sessizliğe bürünürken, insanlığın hikayesi de burada son buldu. Dünya’nın sessizliğe gömülen kalıntıları arasında, Mesut’un çaresizce söylediği son sözler yankılanıyordu: "Kıyamet geldi ve biz hiçbir şey yapamadık."