- 134 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AKILLI DELİ
"AKILLI DELİ" adlı oyun; Sea Wall’in "Dalgakıran" ve Gogol’un; "Bir delinin hatıra defteri" gibi oyunların ötesinde hayal gücü zorlanarak ele alınmıştır. Oyunu, yazar gerçek ve gerçeküstücü düşünceleri sentezleyerek, farklı bir bakış açısı ve şiirsel bir dille işlemiş olup, oyunun baş karakteri, zor şartlar altında Üniversiteyi bitirdikten sonra, yüksek lisans yaparak, bir okula atanacağını ve kendisi gibi zor şartlarda okuyan çocuklara yardım edeceğini düşünür. Ne var ki öğretmen adayı için, işler yolunda gitmez!
Ataması yapılmayınca, özel bir şirkette bekçi olarak işe başlar.
Görev tanımı yapılmayan bekçi, neyi beklediğini bilmeden, sadece başkalarının beklentilerini yerine getirmek için mücadele ederken, kendi yaşamını, kendi mutluluğunu gözardı eder!
Oyunda Tanrı bir yönetmen olarak görülür ve yönetmenin adaletsizliği, siyaset ve çevresindeki insanlar sorgulanır.
Farkındalık yaratmak adına şiirsel bir dil ve örneklerle anlatır!
Tek kişilik monolog
DEKOR:
Maket barıyer.
Güvenlik kulübesi (Maket veya resim)
Minik bir masa, sandalye ve birkaç kitap.
KOSTUM:
Siyah takım elbise ve bekçi şapkası.
TİRAT
[Oyuncu sahneye girer. Görev yerini kontrol etmeye başlar]
Sahne hazır...
Dekor, mizansen, koreografi, replikler yerli yerinde...
Her şey muhteşem...
İkircilikli bakışlarla; yönetmen ve senarist; sonraki perdeyi tasarlamakta...
Hangi perde olacak canım?
Ötelemeden gelecek zamanı, hınca hıç tıkıştırarak öngörmüş ihaneti!..
Ceza ya da ödül olarak verilecek cennet ve cehennemi?
Seyirci mi?
Ormanlar yakmayı düstur edinmiş seyirci öfkeli...
Ola ki replik kaçırsam, ola ki müptezel bir aşk yaşasam, panik hali...
Hemen perdeler kapansın!..
Aksi halde aforoz ederler beni...
Mübarek sahnede doğmuş sanki...
İktidarına tükürdüğümün herifi...
Sanki senarist benim...
Görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni ben, koreograf benimdir sanki...
Tahammülüm kalmadı!..
Yeter artık...
Bir an önce yaşamı dizayn et ki, riyalı alkışlar eşliğinde halkı uyandıralım!..
Eee alkış nerde?
Yaşamı yeniden dizayn etmenin ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz?..
Ne?..
Hayır mı?..
Öyle ya, göstereni olmayınca nerden bileceksiniz?..
Tamam tamam anladım...
Sizler de, benim gibi baskılanmış, susturulmuş olmalısınız!..
Kim diye sormayın, üzülüyorum vallahi...
Bir insan bu kadar mı kopuk yaşar hayattan?..
Kim susturacak hemen söyleyeyim; evde anne babamız, okulda öğretmenleriniz, sokakta siyasi baskılar, güçlü olanlar, arsızlar, hırsızlar... En çok da, kendini geliştirmeye kapatmış olan bağnaz kültürünüz susturmuş...
Bakın şu arka tarafta annesinin kucağında oturan çocuk mesela; bana birşeyler soracak olsa, annesi öyle bir cimcikliyor ki, acıdan haykırsa, salon yıkılacak...
Hiçbir zaman kendimizi ifade etmemize izin verilmedi, verilmiyor yanılıyor muyum?..
Niye sustunuz?..
Tabi aslında cevap vermemekte, bir cevaptır...
Yani bir anlamda özgür değiliz...
Yani yorum yapma yetisi elinden alınmış bireyler, kendilerini susmaya mahkûm ederler...
Biri benim özgürlüğümü kimse elimden alamaz mı dedi?..
Güleyim bari...
Siz esareti boynumuza geçirilen bir tasma mı sanıyorsunuz?..
Yok be kardeşim, insan kendisini ifade etmekten yoksun ise, tasmasız da olsa esirdir!
Oysa karşıdakine verilen özgürlük, aslında ona yüklenen sorumluluktur!..
Anlıyorum…
Sizlerde de durum farklı değil...
Sizler susabilirsiniz…
Ama ben susmayacağım...
Nasıl olsa bir ayağım çukurda...
Yani ben umudumu kestim, ben gidiciyim...
Bu hayat sizin…
Nasıl yaşamak isterseniz, öyle yaşarsınız!..
Allah gecinden mi versin?..
Bir hoşsunuz vallahi...
Yahu "bostana giren domuzu duayla kovmak mümkün mü?..
Allah gecinden versinmiş, güleyim bari...
Siz beni dert etmeyin…
Yargılanıp idam edilmiş olsam da, bir anlam ifade etmez artık!..
Hem ceza vererek, benim gibi birini kendilerine neden yük etsinler ki?..
Sahi ne diyordum?
İnsanda akıl bırakmıyorsunuz ki!..
Şeey...
Evet evet hatırladım...
Yaşamlarımızı dizayn eden o yetersizlerden bahsediyordum!..
Üstelik de, bu dizaynı biz değil, bizim seçerek iktidara getirdiklerimiz yapıyor...
Kendi yaşam tarzlarını baz alarak, bizim yaşamlarımızı dizayn etmeye çalışırlar!..
Şunu yiyecek, bunu yemeyeceksin…
Şunu giyecek, bunu giymeyeceksin…
Şöyle sevişecek, böyle sevişmeyeceksin…
Sizden en az üç çocuk yapmanızı istiyorum!..
Bak bak hele; bir de emrivaki yapıyor...
Daha az yapanı oyarım haberiniz olsun!.. der gibi...
Nerdeyse yatak odalarımızı, hatta sevişme pozisyonlarımızı bile dizayn edecek!..
Bu yüzden hiçbirimiz, kendimizi yaşamayız...
Yani bizim libidomuz yükseldiği için değil, onlarınki uyandığı için sevişeceğiz!..
Siz, üçüncü sırada oturan…
Size diyorum, size; ne öyle bıyık altından, kıs kıs gülüyorsunuz?..
Bakın, görüyor musunuz?..
En güzel örnek işte…
Gülüşlerimize bile kelepçe vurulmuş…
Şöyle bir ağızlar dolusu kahkaha savurmayı bile ayıp sayıyoruz…
Tamam kardeşim sen ayıp saymıyorsum...
Lafım sana değildi zaten, özür dilerim…
İşte böyle, ille de birileri çıkacak, benim konuşmamı provake edecek!
Yazık ya, vallahi yazık…
Hadi hep birlikte, inadına inadına, başkaldırırcasına kahkaha savuralım ne dersiniz?..
Hele bir gülmeyen olsun karışmam...
Tamam tamam, bu kadar yeter...
Abartmayın isyerseniz...
Bu ne böyle karı gibi kahkaha atmalar...
Karı gibi mi dedim?..
Çok ayıp çok!..
Tam da burada replik sizden gelmeliydi...
Ne mi diyecektiniz?..
Ne olacak be kadın; karı senin anandır. diye, kol gibi giydirecektin lafı!..
O kadarda değil, hadi biraz ciddi olalım...
Konumuza geri dönelim…
Sakın ha benim düştüğüm hataya sizler düşmeyin...
Ola ki adamın dediğine uyar da, üç çocuk peydahlarsanız, birisi o’nun gibi hırsız olur, birisi şu’nun gibi arsız, ötekisi de bu’nun gibi kaderini yaşar ve ömür boyu neyi beklediğini bilmeden bekçilik yapar durur benden söylemesi!
Ola ki beklerken tökezleyip düşseniz, yaşamlarımızı dizayn eden siyasileri yanımızda görmeyiz...
Aslında düşmek kötü bir şey de değil...
Düşmek; insana nasıl ayağa kalkacağını öğretir!..
Bu düşmeler bir de kendimizden kaynaklı olsa, dert değil…
Ne var ki, yaşamlarımızı şekillendirmeye çalışan, kendine yetersiz siyasilerin, bizim yaşamlarımıza müdahale etmeleri sonucu düşeriz!..
Bu yüzden her düştüğümüzde kendimizi yalnız bulur ve ayağa kalkmakta zorlanırız!..
İnanın düşme konusunda, benim de sizlerden hiçbir farkım yoktur...
Öyle ki, hayatımda, bütün olumsuzluklar, takılan çelmeler doğduğum ilk günden itibaren başladı...
Tabi tabi, benden önce de, babamın yaşamını dizayn etmişlerdi!..
Yarın da çocuklarımın yaşamını dizayn edecrkler!..
Bir sonraki gün, torunlarımın!..
Nasıl mı?..
Bu kadar saf olmayın...
Nasıl olacak canım!..
Mesela; babam siyaset yapmak isteseydi, izin verirler miydi?..
Gerçi babam da istemezdi ya!..
Çünkü siyaset yalanı haramı çok sever...
Babamsa, asla!..
Çünkü siyaset denilen illet öyle bir hastalıktır ki, tıpkı bir zıkkım gibi…
Siyasetten kazandığını bir türlü sağlık ve afiyetle yeme imkânın olmaz...
Geçmişte yaşanan örnekleri çoktur!..
Ne var ki, o zehir zıkkım lokmalar siyasilere bal gibi gelir!..
Çünkü siyasiler, Kobra yılanı gibidir; zehri de, panzehiri de bünyesinde barındırır!..
Dahası, siyaset; kalıtsal yolla geçen kronik bir hastalık gibidir!..
Şöyle bir arkanıza yaslanın ve geçmişte yaşananları hatırlayın…
Demokrasinin duayenlerine(!) bakın...
Mesela; Admond Wanderes öldükten sonra, kalıtsal hastalık gibi, oğlu Adolf Wanderes siyasete atıldı!..
Alfanson Türdeşov öldü, oğlu Turdayev Türdeşov, Arment Türdeşov, kızı, Aymond Türdeşov siyasete atıldı...
Turgenyev davulof öldü, yerine, davulcu, zurnacı, kim varsa cümbür cemaat siyasete atıldı!..
Necaratti Erbasyan öldü, kalıtsal hastalık ya, doğal olarak Fideliko Erbasyan siyasete atıldı!
Artık yaşım kemale erdi…
Şimdi düşünüyorum da, bu hayat, bana öğretirken ne çok şey borçlandı...
Bir ömür dediğimiz zaman dilimi kadar kocaman bir yaşam borcu var bu hayatın bana...
Bir ömür daha yaşasam, bana olan borcunu ödeyebilmesi mümkün değil…
Neden mi?..
Neden olabilir ki?..
Lanet olası iyi olma hali…
Daima her şeye, herkese iyi olmak, iyi görünmek, en iyisi olmak, hatta mükemmel olmak için, dikte edilenleri yapmaya zorlandım!..
İş yerinde; paydaşlarıma, mesai arkadaşlarıma, evde; eşime, anne-babama, kardeşlerime,
okulda; sınıf arkadaşlarıma, öğretmenlerime iyi olmak zorunlu ve asli görevim gibiydi!..
Siz bayım...
Ya siz hanımefendi; hedefe birinciliği koymak ve bunun için mücadele etmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz?..
Yok yok, bildiğinizi sanmıyorum!..
Beni anlamış olsanız, şu an isyana kalkışırdınız!..
Kiminiz dejavu yaşar, geçmişe giderdiniz,
kiminiz hıçkıra hıçkıra ağlardınız!..
Arsız, hırsız, şerefsiz olanlar kahkahalarla gülerdi...
Ama şu anda, duygularınız alınmışçasına; "ben nerede hata yaptım" diye, bir iç hesaplaşma yaptığınızı hissediyorum!..
Boşverin kendinize işkence çektirmeyin...
Bunu vakti zamanında yapmalıydınız ki yarınlara umutla bakasınız!..
Şimdi eşeği alan Üsküdar’ı geçeli çok oldu!..
At’ı binenler mi?..
At, üstündekinin yük olduğunu fark edince, tepe taklak yere attı!..
Ben de Ailede; anne-babamın,
dışarıda; komşuların,
okulda; öğretmenlerimin, sınıf arkadaşlarımın,
işyerinde; patronumun, paydaşlarımın, iş arkadaşlarımın,
kısaca beni tanıyan herkesin gözünde en mükemmel insan olmak için çabaladım durdum...
Böyle bir emek sarfetmek herkesin harcı değil...
Ama ben, bunun için hep mücadele ettim…
Belli ki sizin de benim gibi, birey olma şansınız elinizden alınmış...
Şimdi, sizin adınıza yazılmış bir rolü oynuyorsunuz...
Ben, sefalet içinde, yarı zamanlı işlerde çalışıp, bir kitap alabilecek paraya sahip olamadan okuyup üniversiteyi bitirdim!..
Sahi siz bir öğrencinin kitap alamamasının ne demek olduğunu biliyor musunuz?..
Tabi ya...
Kusuruma bakmayın sizlerin kitap okumadığını bir anda unuttum...
Belediye başkanları ın kitap yaktığını da!..
Ama şunu bir türlü unutamıyorum!..
Benim hayatımın tam ortasında, her zaman ve her şeyi mutlaka mahveden birileri ya da birşeyler vardı ve tek sebebi de özgürlükçü olmayan yasaklardı!..
Hangi yasaklar olacak canım, ister yazılı olsun ister örf adet hukuku?..
Toplum baskısı mesela, ben istememiş olsam bile, iyi olmak, mükemmel olmak, ille de ve ısrarla birilerine kendimi beğendirmek gibi!
Merak etmeyin, üniversiteyi yarıda bırakmadım.
Okudum ve üsten ders alarak vaktinden önce bitirdim...
Hatta Yüksek Lisans bile yaptım...
İkinci sırada oturan hanımefendi; sizi duydum…
Darısı benim oğlumun da başına dediniz?..
Öyle iç geçirmenize gerek yok…
Bırekın oğlunuz Üniversiteyi bitirip mutsuz yaşamasın…
Mutlu olacaksa gitsin, torna tesviyeyi, kalıpçılığı öğrensin…
Ben okudum da ne oldum?..
Size söyleyeyim…
Beceriksiz bir bekçi!..
Evet evet Üniversiteyi bitirmiş, beceriksiz bir bekçi!..
Gülmeyin lütfen!..
Bekçi de ekmeğini helalinden kazanıp, birey olma şansını yakalayabilir!..
Sanki sizler her istediğinizi yapıp, her istediğinizi olabildiniz mi?..
Neyse konuyu dağıtmayalım!..
Bekçilik serüvenimi anlatayım…
İşyerinin girişindeki kulübede zincirlenmiş bir köpek gibi, bariyer indirip, bariyer kaldırarak beklemeyi kaderim diye algıladım...
Üstelik de neyi beklediğimi bilmeden beklemek gibi…
Mesela; sevilmeyi bekledim,
saygı görmeyi bekledim,
birey olduğumun fark edilmesini bekledim,
aşık olmayı bekledim,
evlenip çoluk çocuğa karışmayı bekledim,
yuva kurmayı bekledim, bekledim işte bekledim bekledim bekledim!..
Ve bir gün geç de olsa aşık oldum...
Meğer insanı ne çok yoruyormuş bu aşk!..
Bu konuya girip de kabuk bağlamış yaralarınızı kanatmayayım!..
Bakın bakın, şurada oturan gençlere…
Aşk deyince nasıl da kumrular gibi birbirlerine sokuldular!..
Biliyor musunuz?..
Hayatın beni bu kadar yok edeceğini bilseydim, doğduğum gün her şeyden vazgeçerdim...
Aşk dahil!..
Ama kaderim beni hiçbir zaman yalnız ve rahat bırakmadı!..
Üstelik de kaybedecek bir şeyim olmamasına rağmen...
Bu benim kaderim dedim, yaptığım her şeye ciddiyetle sarıldım…
Dünyaya gözlerimi açtığımdan beri kader benim en sadık dostum oldu...
Elimi asla bırakmadı...
Bu yüzden kim benden ne istediyse, o oldum!..
Herkes için; iyi oldum, mükemmel oldum, mutlu ettim ama hiçbir zaman mutlu olamadım!..
Onlar için, her şeyden vazgeçip, onların istediği hizmetçi, eğlence aracı, yaşamsal gereksinimlerini temin edecek bir ırgat, bir hamal, bir eş, bir baba oldum!
Meğer onlar için her şey olmaya çalışırken, kendimden vazgeçmiş, kendimi unutmuşum!..
Lanet olası bu dünyada; yalnızlığım, özlemlerim, aşklarım...
Hak ettiğim ne varsa hiçbiri gerçekleşmedi!..
Şimdi, şu anda sefalet, yoksulluk ve yalnızlığımla karşınızda sizi eğlendiriyorum...
Kısaca hayata hapsolmuş bir bekçiyim işte…
Üstelik de neyi beklediğini bilmeyen bir bekçi…
Ama siz beklemeyin olur mu?..
Neyi beklediğinizi bilmiyorsanız hiç beklemeyin, çekin gidin!..
Çünkü neyi beklediğini bilmeden beklemek kadar kötü bir bekleyiş yok!...
Onlar istiyor diye İYİ bile olmayın!..
Siz, siz olun, hayatınızı dolu dolu yaşayın!..
Şimdilik hoşçakalın!..
Efkan ÖTGÜN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.