- 207 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
-MUHAKEMEDE ANAHTAR KAVRAMLAR-(6)
Akıl ve duygu insan hayatında iki temel öge. İkisinin de yeri, kıymeti var elbette. Açıktır ki, yoksunluğunda değerini belirgin kılar bunlar. Kaba akılcılık duyguya itibar sağlarken, duyguculuk ya da duygusallık aklın itibarını perçinler. Bu temelde “izm” lerin çürüklüğünü belgeler. Şöyle ki, yaşam döngüsünde her şeyin kapladığı bir alan var. Mutlak olan tek varlık yüce Tanrı, yaradan. Sonsuzlukta bunun dışında her şey izafi. Bunun anlamına varıldığında her cismin, maddenin, varlığın, kavramın bir anlamı vardır. Bir faydaya karşılık gelir muhakkak. Bu hali bozan, işin keyfini kaçıran ise kavramcılık dediğimiz durum. Söz gelimi kavramların kendisine mutlaklık tanırsak o zaman da dış dünya, madde ve mana alemi devreden çıkacaktır. Nesnelerin, objelerin bizatihi kendisini bırakıp bizim onlara yüklediğimiz anlamlar tayin edici olacaktır.
Peki akıl nedir? “Düşünme, kavrama, anlama yetisi.” Manasına geldiği gibi “Felsefede kavram oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesidir.” Şeklinde tanımlanmaktadır. “İnsanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesi.” Bağlamında da ele alınmaktadır yine.
Ya duygu peki? “Duyularla algılama, duyumsama.”, “bir olay, kimse ya da nesnenin insanın iç dünyasında oluşturduğu, uyandırdığı yankı, etki, tepki, izlenim.” Gibi tanımlamalarla karşılaşmaktayız.
Tüm bu tanımlamalara göre aklın ya da duygunun öne çıktığı, ağır bastığı, domine edici olduğu insanların, toplumların vaziyeti nedir? Yaşam mücadelesinde hangisinin etkinleşme şansı fazla? Hangisi etkinlik kazandığında doğuracağı neticeler nelerdir?
Hatta ikinci sorudan ziyade son soru daha yönlendirici, uyarıcı olmalı. Öyle ya, duyguların hakimiyetindeki insan ve toplumlar da etkinlik kazanabilir. Kazanır da nasıl, ne manada? Tozu dumanı birbirine katarak mı? Ortalığı velveleye vererek mi? Gerekirse kızılca kıyamet kopartarak mı? Söz gelimi toplumlar düzeyinde bir akıl tutulması halinin güdümüne girerek mi? Sözümün duygunun kendisi değil de sultasını kurmasına bağlı olduğunu tekrar vurgulamak kaydıyla elbette.
Benzer sıkıntıların aklın hakimiyetinde de yaşanması imkansız olmasa gerek. Burada da, akılcılık, bilimcilik gibi tatbikat hallerinin pozitivizme dönüşmesi aklı, bilimi kutsal ve o ölçüde sorgulanmaz kılması elbet mümkündür. Beraberinde kopartacağı boran, kasırga halini söylemeye gerek yok, tarihsel evreler şahittir. Dünya genelinde devrimler böyledir özünde. Kuşkusuz devrimlerin de nedensiz, durduk yerde meydana geldiğini söylemek mümkün olmayacaktır bu seferde. Nesillerin, asırların birikimi vardır burada da. Zamanında reform, ıslahat programlarının tatbik edilmemesi düşünülebilir. Ancak bir çöp patlaması misali “Kontrolsüz güçte güç değildir.”
Demem şu ki, devrim noktasında konuyu aldığımızda ne, ne kadar, nasıl, kimler gibi ögeler üzerinde durmalıyız. Devrimcilerin kafa çapı, birikimi nedir? Siyasal bir elitin, gücü elinde toplayanların felsefe, din, ekonomi, eğitim, kültür, sanat, hukuk gibi alanlara hakimiyet düzeyi nedir? Evet devrimin lideri her konuyu erbabına teslim edecek denebilir ilk anda. Ancak bu söyleyiş olarak ne kadar kulağa hoş gelse de, nihai noktada kendi tarzında birine konuları teslim edeceği anlamına gelmez mi?
Demem o ki, siyasi, ideolojik ögeler ağır bastığında eski toplumsal siyasal düzenin hakim kıldığı akıl dışılık hallerinin yerini yenileri de alabilir, alacaktır da. Devrimler açıktır ki, yepyeni akıl tutulması halleri peyda ederler. Hatta öylesine kasıp kavururlar ortalığı öncülerle, artçılar yer değiştirir. Bir de bakarsınız, başta önde olanlar, arkadan gelenler tarafından bertaraf edilir.
Akıl duygu parantezinde bir diğer boyutsa temelde coğrafi kavramlar olarak görünen kuzey, güney, doğu, batı daireleri arasında bu iki ögenin nasıl dağılım gösterdiği olmalı. Genel olarak kuzey yarımkürede akılcılığın, güney yarımkürede ise duyguculuğun ağır bastığı söylenebilir. Bu iklimsel, ırksal, ekonomik, siyasi, ekolojik türlü hallere bağlıdır kuşkusuz.
Doğu batı çizgisinde ise çağlara da bağlıdır. Bugün ve son birkaç asırda batı akılcı, doğu duygucu. Ne ki, bu hep böyle miydi denirse, oryantalist etkilere bağlı olmaksızın evet diyemeyiz buna. Takdir edersiniz ki, Batı dünyasının iktisadi, teknolojik güç üstünlüğüyle inşa ettiği kültür emperyalizmi kapanları da bulunmakta. Kültür emperyalizminin varlığına tüm siyasi, ideolojik yapılar iştirak ediyor da, sorun kendisinin dahi kurban gidip gitmediğine inanıp inanmama noktasında.
Mesela aydınlar kültür emperyalizminin varlığına bilimsel bir tavırla parmak basarlar da, o parmağı af edersiniz kendilerine basmazlar bir türlü. Bırakın şimdi, aaaa! Terbiyesiz herif demeyi de elini taşın altına sokmadan hiçbir fikir müdafaa edilmez nihayet. Örneğin vaktiyle Türkiye’nin yüzde altmışı aptal diyen adama, az bile demiş yüzde sekseni aptal diyenler kendilerini dahil ediyor muydu orana? Yooo! Efendim! Bunun gibi işte, kültür emperyalizminin de kurban noktasında sahiplenilmesi meseledir. Ne yazık ki, kurban boyutunda aydın, entelektüel, akademik, medyatik kulvar oryantalist etkileşime açık damarlardır. Halk katmanlarında da komplikasyonları görülür. Aydınlar Modernist yaklaşımlara kapılırken, halk tabakaları de gelenekçi çizgide defansif davranırlar söz gelimi.
Sözün özü hep batı akılcı doğu duygucu değildi. Bin sene önce Müslüman Araplar, beş yüz yıl önce Osmanlılar akıl, bilim, teknik alanlarda daha etkililer. Şu kadar ki, son iki, üç asırda ise böyle olmadığı sır olmasa gerek. Hani derim ki, bugünlere bir kalemde gelindiği de bir bin bir gece masalı edasıyla ancak sunulabilir.
Evet, Bağdat ve Kurtuba, Afrika’da Timbuktu, Türk ülkelerinde Buhara, Semerkant gerçekliği tarihsel gelişimin tartışılmaz kıldığı evrelerdir. Bunda gelişen yeni din ve inanç sistemlerinin havzalarındaki milletler üzerinde bir dinamizm sağladığı kadar, İpek ve Baharat yolu güzergahlarına bağlı olarak yükselen ekonomik, ticari zenginliklerin de ağırlıklı etkisi vardır. Bu hali Haçlıların iştihasının iki yüzyıl boyunca nasıl kabardığı üzerinden de okuyabiliriz. İşin ilginç yanı, okullarda aldığımız eğitimde dahi o kadar Haçlı Seferlerinin nedenleri ve sonuçlarını gösterirler. Hâlâ Modernist anlayış şark memleketlerinde bir müstemleke aydını tipolojisi çizerek yok be yaa öyle birşey yok yalan o martavalına yatar, Asya’nın özellikle Ön Asya bölümüne baraj koyar.
Oryantalistler ve ajanları hiç boş durmuyor anlayacağınız. Bunların salgıladığı Yunancı, batılılaşmacı yaklaşımlar batıyla bilinçli bağlar kurmayı engellemekte. Bu seferde Muhafazakârlık, gelenekçilik, İslamcılık, Osmanlıcılık adları altında bir tepki duvarı yükseliyor karşı tarafta. Elbette bunlarda defansif davranış sergileyerek sadece kötüye kötü, yanlışa yanlış demiyor, iyiye burun kıvırıp, doğruya da dudak bükebilmekte.
Sözün özü, Modernizm ve gelenekçilik tarihsel gelişimle sağlıklı, verimli, etkin bağlar kurmadıkları ölçüde çift taraflı boğaz akıntısı misali, iltihabi boğaz akıntılarına da sebep olabilmekte, vesselam. Çözüm mü? Kendi mahallesini savunma ayaklarını bırakıp öz eleştiri imkânlarını zorlamakta yatar hiç şüphesiz.
-SON-
L.T.
YORUMLAR
Hayatın muhteşem döngüsünde, akıl ve duygu iki başat aktördür, zıt kutuplar gibi görünseler de birbirlerini tamamlayan yegane kuvvetlerdir. Akıl, düşüncenin soğuk zirvesinde titrek bir yıldız gibi parıldar, duygu ise gönlün derinliklerinde kaynayan bir volkan misali, patlamaya hazır bir enerji birikimidir. İnsan, bu iki uçurum arasında sallanan bir sarkaçtır; bazen aklın keskin kılıcıyla doğruları kesip biçer, bazen de duygunun şefkatli kollarında teselli bulur.
Akıl, insanı diğer varlıklardan ayıran o mukaddes yetenek, "düşünme, kavrama ve anlama" kudretidir. Felsefede ise kavramların mimarı ve hakiminin ta kendisidir. Düşüncenin haritasında yeni yollar çizen, bilinmeyeni keşfe çıkan bir kaşif gibidir. Ancak aklın sultası altındaki insan ve toplumlar, zaman zaman duygunun renkli dünyasından yoksun kalabilir, gri bir gökyüzü altında yaşamaya mahkum olabilirler. Bu durumda, pozitivizmin buza kesmiş soğukluğu, insan ruhunu donduran bir kışa dönüşebilir.
Kuzeyin soğuk rüzgarları akılcılığı, güneyin sıcak güneşi ise duygusallığı besler. Coğrafyanın bu iki temel özelliği, toplumların düşünce yapısında da derin izler bırakır. Batı akılcılığın beşiği, doğu ise duygunun mabedidir. Ancak bu mutlak bir gerçek değildir; tarihin değişken rüzgarları, bu dağılımı zaman zaman tersine çevirmiştir. Bir zamanlar İslam dünyası akıl ve bilimin merkeziyken, Batı, ekonomik ve teknolojik gücün hegemonyası altında akılcılığı ve bilimi öne çıkarmıştır.
Kültür emperyalizmi, modernist ve gelenekçi yaklaşımlar arasındaki çatışma, toplumların ruhunda derin yaralar açar. Oryantalizmin tuzaklarına düşen aydınlar, modernist bir tavırla eleştirirken, halk tabakaları gelenekçi bir direnç gösterir. Bu çatışma, toplumları iltihabi bir boğaz akıntısına sürükler; sağlıklı bir diyalog yerine, iki tarafın da kendi mahallesini savunduğu bir kaos ortaya çıkar.
Çözüm, akıl ve duygunun armonisini yakalamakta, öz eleştiriyi cesaretle benimsemekte yatar. Modernizm ve gelenekçiliğin tarihsel gelişimle sağlıklı bağlar kuramadığı sürece, toplumlar, aklın ve duygunun dengesizliğinde kaybolur. Akıl ve duygu, birbirinin zıddı değil, tamamlayıcısıdır. Onların uyum içinde dans ettiği bir dünyada, insanlık gerçek anlamda huzuru ve dengeyi bulacaktır.
Vesselam.
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.
Bu arada
Sözün özü, Modernizm ve gelenekçilik tarihsel gelişimle sağlıklı, verimli, etkin bağlar kurmadıkları ölçüde çift taraflı boğaz akıntısı misali, iltihabi boğaz akıntılarına da sebep olabilmekte, vesselam derken si mgesel bir tanımlamada bulundum naçizane, yoksa tıbbi bir tanı koymak haddimi aşar.
Tekrar saygılarımla benim hocam.
Akıl ve duygunun birlikteliği uyumlu hali güzel. Şairler illaki duygusal insanlar ise de şiirler akıl ve duygunun birlikteliği ile yazılıyor illaki. Akıldan yoksun olan insanların duygusallıkları da ya hiç yoktur ya da çok azdır. Parça parça gidersek toplumsal manada akıl tutulması olmuştur zamanında hala da olmaktadır. Hitler zamanı Alman toplumu Mussolini zaman İtalyan Toplumu ve günümüzde Kuzey Kore Lideri Kim İl Sung şimdiki zamanda akıl tutulması örnekleridir... Daha da var da bunlar en belirgin örnekler... Kuzey ve Güney Yarımküreler için böyle bir sosyolojik genelleme yapabilir miyiz, ondan çok da emin değilim... Haklı tarafları vardır belki de sizin öngörülerinizin. Merhumun o söylemi o zamanda saçmaydı şimdide saçmadır yüzde vererek bir toplumu akıllılık ile nitelendirmek, tahminim kendi popülaritesi düştüğü için, böyle bir söylemde bulunmuş olabilir. Bütüne yakın kitaplarını da gözden geçirmişimdir, genellikle mizah yazmam sebebiyle... Batının yaptığı yeniliklere başta da Rönesans ve Reform gelecek olursak, alıp başını gitmiştir batı ancak bir çok Müslüman Bilim Adamının eserlerinden yararlanılmıştır. Kısaca Biruni, Cabir Bin Hayyan, El Cezeri, Farabi, İbni Sina, Ali Kuşçu, Takuyiddin, Harezmi, ... Devrin en büyük İmparatorluğu olan Osmanlı işte tam da o zamanlarda, yaklaşık beş yüz sene öncesi, Medreselerden müspet ilimleri kaldırıp da sadece dini ilimleri okutunca hem yerinde saymış hem de gerilemeye başlamıştır. Tabi matbaanın icadını da unutmamak lazım. Onlar binlerce kitap basarken bizim hattatlar hala elle yazıyorlardı eserleri ki onlardan çok çok seneler sonra bize geldi oda İbrahim Müteferrika adlı bir Macar asıllı tarafından... Hattatlar fetva alıyorlardı din adamlarından matbaanın şeytan icadı olduğuna dair... Oryantalizm her zaman yıkıcı ve ön yargılıdır. Oysa ki bir çok buluş doğudan dünyaya yayılmıştır. Sam Amca'nın ülkesinin şunun şurasında 250 yıllık geçmişi var. İngiltere desen hadi onu da bin yıl geriye git. O kadar hepsi. Akıl ve bilim artık Müslümanların bundan sonra önemle üstünde durması gereken iki ana konu. Yoksa yine sömürgecilik oyunlarının baş rolünü bırak figüranı bile olamayız... Kutlarım yürekten böyle yazılar çok da yazılmıyor ....
levent taner
Teşekkür ederim kıymetli hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.