- 131 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MAZLUMLAR GÖÇÜ
MAZLUMLAR GÖÇÜ
Batı dünyasının lideri konumunda bulunan ABD, dünyanın tek kutuplu bir dünya olması için tüm şeytani vasıtaları birer birer devreye sokuyor. Yaptıkları araştırmalarda yakın gelecekte enerji kaynaklarının tükeneceğini gördüler. Bu sebeple; Saddam Rejiminim balistik füze ürettiğini ileri sürerek ve Irak’a demokrasiyi getirmek bahanesiyle enerji kaynakları zengin olan Arap dünyasına gözünü dikti. Şeytanlık budur ki; bu ülkelerin anti-demokratik koşullarla yönetildiğini öne sürerek bir haçlı seferi planladı.
ABD, 11 Eylül 2001 günü Usame Bin Ladin’e bağlı teröristlerce kaçırılan iki yolcu uçağı, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelere özenle hesaplanmış noktalardan çarpmışlardı. Meydana gelen patlamalar sonucu her iki kule de çökmüş, üçüncü bir uçak Washington, DC’deki Pentagon binasına çakılmıştı. Bu sebeplerin yanında İran ile Irak arasındaki anlaşmazlığın odak noktasında bulunan İran’ın askeri varlığının geri çekmemesini savaş sebebi olarak gördü ve 22 Eylül 1980 yılında Irak ordusunun sınırı geçmesini üstü örtülü bir şekilde sağladı. Irak Devleti daha önce Şattülarap Anlaşması’nı (22 Eylül 1980) tek taraflı feshettiğini açıklamıştı. Savaşın ilk günlerinde Irak baskın görünse de sekiz yıl süren bu kardeş savaşı, 1988 yılında ateş kes ilan edilerek sona erdi. ABD, bölgeye bir filo göndererek ve bayrağını çekerek Körfez petrol yolunu kontrol altına aldı. Bu ABD filosu, kendisine yanaşık bir pozisyonda duran Kuveyt’in petrol tankerlerini korumaya başladı.
Barzani, 2003 yılında Irak’ın işgalinden sonra kurulan Irak Hükûmet Konseyi’nin üyesi oldu ve 2004 yılı Nisan ayında konseyin başkanı oldu. Haziran 2005’te Irak Kürdistan Parlamentosu tarafından Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanı seçildi. Şu anda Irak’ta çeşitli devletçikler ortaya çıkmış durumdadır.
Emperyalist ABD, işgalci zihniyetini bazı gerekçeler uydurarak 20 Ekim 2011 yılında Libya’ya bir saldırı düzenledi. Bu vahşeti televizyonlarda tüm dünya halklarına naklen izlettirdi. Libya işgal edildi, Kaddafi yakalandı ve idam edildi; böylece kırk yıllık Kaddafi rejimi yıkıldı.
Şu anda Suriye ve ABD arasında diplomatik ilişki yoktur. Suriye İç Savaşı nedeniyle 2012’de ilişkiler kesilmişti. İki ülke arasında tartışılan başlıca konular Arap-İsrail sorunları, Golan Tepeleri işgali ve Irak Savaşı’dır. 2012’de düzenlenen ABD’nin Dünya Liderliği Raporuna göre, hala devam eden Suriye İç Savaşı süresince Suriyelilerin %29’u ABD liderliğini onaylamakta, %40’ı onaylamamakta ve %31 kararsızdır.
ABD’nin Suriye üzerindeki operasyonları tam olarak gerçekleşmedi çünkü Suriye’nin koruyucu gücü olarak kendini gösteren Rusya, ABD’nin emellerinin tam olarak gerçekleşmesine engel oldu. Ancak Rusya, Suriye’nin karagözüne hayran olduğu için değil, Doğu Akdeniz’de ve Arap coğrafyasında egemen bir güç olarak varlığını göstermekti. Bunu nispeten gerçekleştirmiş olsa da ABD, Arap ülkelerinin çoğunu yedeğine almayı başardı. Şu an itibariyle Fırat nehrinin doğusu ve batısı ABD ve Rusya tarafından işgal edilmiş durumda.
Bu kısa girizgahı hafızamızı tazelemek amacıyla yaptım. Şimdi asıl meseleye dönebiliriz:
Acı ama gerçek bir süreç yaşadığımızı üzülerek belirtmek isterim. Bu işgal yıllarında ülkemin yöneticileri, ilk zamanlarda “ABD’nin ne işi var?”, “sınırlarımızda bir Kürdistan devletinin kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” diye kükremişti! Çok geçmeden her ne oldu ise; İsrail’in Siyonist ma-dalyasını boynuna takılmasından rahatsız olmayan asrın lideri, bir anda kendisini BOP eş başkanı olarak ülkeme tanıttı ve “üzerimde vazifeler var. Vazifemin gereği olarak gerektiğinde papaz cübbesi de giyerim, iblislerle de istişare ederim” demişti. Ve NATO güçlerinin bir an evvel işgale başlamasını istemişti!
Bu emperyalist kuşatmada bu ülkelerin altı üstüne gelerek cehenneme döndü. Can pazarında kurtuluş yolu arayan mazlum ve masum insanlar, ülkemize kitleler halinde bir büyük göç başlattılar. Bazı Arap ülkelerinin yanı sıra, bazı Avrupa ülkeleri de mülteci kabul etti ancak kılı kırk yararak bu göç hareketini yönetti. Nitelikli, sicili temiz ve eğitimli insanları ülkesine kabul etti. Ülkemin yöneticileri ise “alnı secdeye geliyor. Onlar muhacir, biz ensarız” dini retoriği ile kim olduğu meçhul kişileri “açık kapı” politikasını uygulayarak ülkemize yığılmasına sebep oldu.
15 Mart 2011 yılından bugüne kadar devam eden bu kitlesel göç hareketi sonucunda resmi rakamlara göre 6 milyon civarında mülteci ülkemize giriş yapmış durumda. Ülkemize doluşan mülteciler sadece Suriye’den olmayıp, Irak’tan, Libya’dan, Pakistan’dan, Afganistan’dan, Tacikistan’dan ve daha başka ülkelerden de mülteci olarak ülkemize giriş yaparak oturma izni aldılar. Ülkemin yöneticileri, bunu yeterli görmeyip, emlak alan sığınmacılara ya da mültecilere Türk vatandaşlığı vermeye başladı.
Sosyologlar ve bazı siyasetçiler, asrın büyük göç hareketi karşısında Türk yöneticilerinin “din” eksenli bir göç politikası yürüttüğünü söyleyerek, ileride Türkiye’nin sosyolojisinin ciddi şekilde bozulacağını, acı ama gerçek sonuçlarıyla karşı karşıya kalacağımızı söylemişlerdi. Bu gün itibariyle Türkiye’nin sosyolojisine baktığımızda başta Kilis olmak üzere ülkemizin pek çok il ve ilçelerinde Suriyeli nüfusunun yerli nüfustan daha fazla olduğunu görebiliriz. Yerli halk, bu mülteci istilasından mustarip olup, başka şehirlere taşınmak zorunda kalmaktadır. Türk vatandaşlığı alan bu mülteciler belirli il ve ilçelerde nüfus yoğunluğunu gettolaşmaya vardırarak çeşitli suç çeteleri haline dönüşmektedir. Basın ve medya aracılığı ile bu sığınmacılardan kaynaklanan pek çok suç olaylarına şahit oluyoruz.
Siyasiler, sığınmacılara çeşitli imkanlar tanımaktadır. Örneğin, sınavsız üniversiteye girmek. Elinde gerçek belgesi olmadığı halde doktor veya öğretmen olduğunu söyleyenlerin Türkçe bilmemesine rağmen hastanelerde doktorluk, okullarımızda öğretmenlik yapmasına ne yazık ki müsaade edilmektedir. Vicdan sahibi olanlar, çocuklarını geleceğe hazırlamak için üniversite okutan vatandaşlar haklı olarak bu çifte standarda isyan etmektedir. Bu imtiyazların yanında her mültecinin vergiden muaf olarak ticaret yapmalarına da imkân tanımaktadır. Bu ülkemin insanları, açtıkları ticarethanelerinin vergilerini vermekte zorlanırken, bu çifte standarda isyan etmektedir.
Sığınmacılar konusunda çözüm bekleyen sorunlar bence şu şekilde sıralanabilir:
a-) Beşer Esad, tam olarak otuz üç defa başka ülkelere mülteci ya da sığınmacı olarak giden tüm Suriyelileri Suriye’ye çağırmıştır. Türk yönetimi, bu çağrıya kulak vermeli, Esad saplantısını bir kenara bırakarak Suriyelilerin bir an evvel ülkesine dönmesini sağlamalıdır.
b-) Ülkemizde Türk vatandaşı olarak kalmak isteyenlerin de Türk toplumuna adaptasyonu mutlaka sağlanmalıdır. İlerleyen süreçte, ülkemizin mücbir sebepleri göz önüne alınarak Türk vatandaşlıkları iptal edilmeli ve özendirici imkanlar sunularak sığınmacıların kendi ülkelerine dönmeleri sağlanmalıdır.
c-) Yabancı gettolar lav edilmelidir. Suç çeteleri mutlak surette yakalanıp, cezaevlerine konulmalıdır. Toplumun dirliği ve düzeni mutlaka sağlanmalıdır.
d-) Ticarethanelerde Arapça tabela hakimiyeti sonlandırılmalıdır. Ticaret, vergilendirilmelidir.
e-) Bu tedbirlerin büyük kısmını belediyeler almaya başlamıştır. Devleti yönetenler de belediyelerin bu çalışmalarına destek vermeli, ülkemiz mülteci işgalinden bir an evvel arındırılmalıdır.
f-) Dil bilmediği halde doktor, öğretmen ya da avukat olan mültecilerin iş akitleri feshedilmelidir.
g-) 2011 yılından beri ülkemizi işgal eden sığınmacıların statüsü “geçici kabul” anlaşmasına dönüştürülmelidir. Avrupa Birliği’nin verdiği üç beş doları Türkiye, bu ülkelere vermeyi önermelidir.
h-) Siyaset kurumu, bu tedbirleri almak istemiyorsa, ülkemizin geleceğini ön planda tutarak ülkemizin her yanına yayılmış olan tüm sığınmacıları ya da mültecileri Güney Doğu Anadolu Bölgemizde açılacak olan büyük bir yaşam alanında iskan etmeli, her türlü insani hizmetler orada verilmelidir. Hiçbir art niyetli sığınmacının buradan çıkarak suç üretmesine müsaade etmemeli; ciddi bir sabıka araştırması yapılmalıdır.
I-) Sığınmacıları ya da mültecileri kontrol etmekle görevli Göç İdaresi’ne geniş yetkiler verilmeli; sınır güvenliği mutlaka sağlanmalı, açık kapı politikasından behemehâl vaz geçilmelidir.
Şu an itibariyle, bahsi geçen ülkelerde belirli bir sükûnet başlamıştır. Bu durum, ülkemiz için bir fırsat olarak değerlendirilmeli, gayri resmi rakamlara göre 12 milyona ulaşan bu mülteciler, ülkelerarası diplomatik yollarla kendi ülkelerine gönderilmelidir. Aksi halde, ‘kavimler göçü’ sebebiyle paramparça olan Roma İmparatorluğunun akıbetini yaşayabiliriz.
“Yüce Allah, ülkemizi büyük yıkımlardan ve kargaşalardan korusun” diye temennilerde bulunurken Yüce Allah’ın aklını kullananlara yardım ettiği gerçeğini de akıldan uzak tutmayalım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.