7
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
371
Okunma
Hayatınızı değiştirecek kurumlar bu görevlerine uygun binalara ve bu binaların içinde bulunduğu büyük arazilere sahiptirler. Bir çok kişinin hayatında önemli yeri olan askeriye heybetli bir nizamiye kapısıyla sizi karşılar. “Hangi okul mezunusun?” sorusuna verilen cevapta adı geçen tüm okullar geniş bir bahçenin ya da daha iyisi dev bir kampüsünde içinde yer alır, istediğiniz yapıya varana değin de size ne kadar heybetli olduklarını hatırlatırlar.
Bu bina da ihtişam konusunda diğerlerinde geride değildi. Büyük duvarların, kanatlı demir kapının, o kapının bekçisinin ardında, çam ağaçlarının tören kıtası gibi yolun iki tarafına dizildiği giriş yolu yer alıyordu. Bugün o yolda iki kişinin yürüdüğünü görüyoruz. İlki ortaboylu, kır saçlı, ellilerin ortasında bir adam. Bir eliyle tekerlekli büyük bir bavulu sürüklüyor, diğerinin de omuz başına şişkince bir sırt çantası atmış. Yanında ise ona göre daha ufak tefek, ak saçlı, dinçliği yaşadığı seksen sekiz yılı inkar eden bir beyefendi var. Orta yaşlı olanı yürürken yere bakarken, yaşlı olanı gözlerini yürüdükleri binaya dikmiş.
“Filler mezarlığını hatırlatıyor burası. Son durak... Son kez taşınılan bina... İki ayakla girersin, dört kolluyla çıkarsın.”
Orta yaşlı olanı kafasını kaldırıp binaya baktı. Dört katlı bina hem karşılarında, hem sağlarında, hem de sollarında. Tek çıkış noktaları gerisin geriye dönmek.
“Güzel bir yere benziyor. Her yer ağaçlarla kaplı. Şuradaki çardakta çay içebilirsin.”
“Kaç kişi kalıyor bu huzurevinde? Dört yüz? Beş yüz? Bak, biri bile çay içiyor mu orada?”
Diğeri ilkin cevap vermedi. Sonra:
“İstersen vazgeçelim?”
“Çeyrek milyon dolar yatırdıktan sonra? Eve dönecek param kalmadı.”
“Ev de kalmadı bir anlamda. Annemi kaybettikten sonra sen kendini de kaybettin o evde.” Diye içinden geçirdi görece genç olanı.
Kapıya geldiler. Görünürde kimse yoktu.
“Babam okulun ilk gününde beni sokağın başına kadar götürmüş, oradan sonrasında benim okulu kendi kendime bulabileceğimi söylemişti. Üniversiteden mezuniyetime de gelmedi. Nikahıma dolmuşa atlayıp, tek başıma gittim. Sonunda biri elimden tuttu da, beni huzurevine attı”
“Sen istedin gelmeyi...”
Yalan söylüyordu. Neredeyse şantaj yaparak ikna ettimişti babasını huzurevine yerleşmeye.
Binanın girişinde kimseler gözükmüyordu; oğlu bavulu bırakıp babasına kapıyı açtı. Yaşlı adam içeri yönelince genç olanı onu durdurdu:
“Hayır duası etmeyecek misin?”
Baba oğluna baktı ve gözlerini onunkinden ayırmadan duasını okudu:
“ Selâm size, ey bu kabirlerde yatanlar! Siz bizden önce gittiniz. Biz peşinizden geleceğiz.”
Sonra içeri girdi. Bir yandan kapıyı açık tutmaya, diğer yandan da bavula uzanmaya çalışan oğlu babasının bir türkü tutturduğunu duydu ama sözlerini ayırt edemedi. Bavulu içeri iteklerken düşündü:
“Yavaş yavaş alışacak. İnsan doğası bu. Seksen sekizinde de olsan her şeye alışıyorsun”
Öte yandan huzurevinin resepsiyonundaki hemşireye ise türkü o denli umut verici gelmedi:
“Ölmeden mezara koydular beni...”