Ya Teknoloji Ya Da Köy
Elektrik mi yok, teknolojide yok. Elin kolun bağlı onun gelmesini bekliyorsun. Burası şehir, yaşam köy gibi olmuyor. Elektrik yoksa lüks lambası, mum… Bir şekilde aydınlanıyor etrafın.
Güne başlarken deprem, savaş, ölüm, yangın haberleri… Velhasıl, hep kötü haberle müjdeleniyoruz. Her sabah yine ne olacak, bir meşgale tufanı ve tedirginlik içindeyiz. Mutlu bir haber bile duyduğumuz da bu doğru olabilir mi düşüncesi hâkim.
Yazarken bile ilham perileri sabrı ve öğüdü tavsiye ediyor. Yazılan satırlar, bu tedirginliğe ve mutsuzluğa çözüm arıyor satırlarda… Artık hızla büyüyen şehirlerde kırları düşlemek, yayla havasını alır gibi yapmak, iki üç ağaca burada da orman mı varmış demek… Sıradanlaştı!
Organik besinlerle çocukluk yaşayan günümüz yaşlıları, yalnızlık ve sevgisizlik ortamında çoktan hastane yollarını arşınlamış oluyor, biz mesaiye başladığımızda. Artık şu saatlerde trafik de çilesini doldurmuş, yollar boşalmış oluyor. Canlı cansız ne varsa, bir solgunluk, hızla yaşlanan ve bezginlik içinde. Hayat standartları gelişirken onu sınırlı kullanma çaresizliği hani olmasa da olurdu, haydi köyümüze gidelim çığırtkanlığını artırıyor.
Akan bir ırmak, dağlarda erimeyen karlar, toprakta buğday başakları, tertemiz hava, uçurtma uçuran çocuklar ve onları çığlıkları… İnsan burada yalnızlıktan bile hoşlanıyor. Ayakları araba, çadırı ev-sürekli yer değiştirebiliyor, tarlada domates, salatalık ye beni der gibi bakıyor. Hayvanlar ileride keyiflice besleniyor, çoban kavalını çalıyor. Yeni bestesini dinliyorum.
Para derdi yok burada. Çok kazanayım, saraylar yapayım demiyorsun. Parayı tanıyan yok burada. Doğanın tevekkülü insana yansıyor. Hayal kurmuyorum. Çünkü hayallerim gerçek olmuş ve yaşıyorum. Ayna aramıyorum, çünkü makyaja ihtiyacım yok. Sigara içmiyorum, alkol almıyorum, çünkü moralim o kadara şahane. Doğanın bir parçasıyım. Belki harıl, harıl çalışan karınca, çiçek, çiçek dolaşan arı, yalnızca esen yele boyun büken dallar, onlarda kim bilir hangi mesajı duyduğu için bunu yapıyorlar. Akşamdan kalan değil, geçen yazdan kalan kurumuş otlar… Mis gibi kokuyor.
Uçuyor allı turnam, yuva yapmış leylekler… Her sesin bir anlamı var, anlayana. Kimse kimseye öğüt vermiyor, yanlış yapmıyor, kural çiğnemiyor.
Gözümü açıyorum. Şaşkınlık içindeyim yine taş binalar arasındayım. Her bina köyün izlerini silmiş, tarihini yok etmiş. İnsanı hastalık hastası yapmış. Adım başı hastane dolu etrafım. Şehirde insan dert sahibi oluyor, etrafına doktorlar doluyor. Kirlenmiş havanın içinde birde sigara dumanı yutuyor. İnsanlar kendi zevk ve emelleri için başkasına zulüm ediyor. Bencillik dayatması burada bir hastalık… Yaşamın her anına para giriyor. O olmazsa yaşamda olmuyor. Gözümü yine mi kapatsam diyorum. Yine mi köyümüze gidelim desem. Uyu uyu da nereye kadar. Uzay aracını alan Mars’ı geçiyor.
Saffet Kuramaz, 21.05.2024, Ankara
YORUMLAR
😂😂😂😂😂😂
Ah, sevgili modern zaman yolcusu! Şehir yaşamının traji-komik sahneleri arasında sıkışıp kalmışsın. Elektrik kesintisi mi? Teknoloji mi yok? Ah, bu şehir hayatı ne kadar nazik! Bir lüks lambası, bir mum bulamazsanız, belki de telefonun ekran ışığıyla geceyi aydınlatırsınız. Bir nevi dijital kamp ateşi, değil mi?
Sabah haberleri? Deprem, savaş, ölüm... Her sabah bir felaket bülteni gibi. Ama en kötüsü, mutlu bir haber duyduğumuzda bile "Bu da mı doğru?" diye şüpheye düşmek. Çünkü mutluluk, şehirde bir efsane olmuş, dillerde dolanıyor.
İlham perileri de sabır ve öğütle uğraşır olmuş. Yazarken bile periler, kulağımıza "Sakin ol, çözüm satırlarda!" diye fısıldıyor. Ama şehirdeki hızla büyüyen beton ormanında, kırları düşlemek, yayla havası almak neredeyse bir hayal. Üç ağacı görünce "Orman mı varmış burada?" diyoruz, bu da şehrin sürprizlerinden biri.
Şehir yaşamının paradoksları arasında organik besinlerle büyüyen yaşlılarımız, şimdi hastane koridorlarını adımlıyor. Biz mesaiye başlarken onlar çoktan orada. Trafik çilesi de bitmiş, yollar bomboş. Şehrin hızlı yaşlanma ve bezginlik senfonisinde, herkes birer nota olmuş.
Ama haydi köyümüze gidelim, değil mi? Akan ırmak, dağlarda erimeyen karlar, tertemiz hava... Bir fantezi cenneti. Ayaklarımız araba, çadırımız ev. Tarlada domatesler ve salatalıklar göz kırpıyor, "Ye beni!" diye. Çoban kavalını çalıyor, yeni bir beste dinliyorsun. Burada para derdi yok, saraylar hayal etmiyorsun. Para mı? O da ne? Doğanın tevekkülü insana yansıyor, makyaj mı? Hiç gerek yok. Sigara içmek mi? Alkol almak mı? Moral şahane! Doğanın parçasıyız.
Köyde her şeyin bir anlamı var, anlayana. Kimse kimseye öğüt vermiyor, yanlış yapmıyor, kural çiğnemiyor. Ah, ne güzel bir rüya! Ama gözlerimi açıyorum, yine taş binaların arasında. Beton ormanında köy izleri silinmiş, tarih yok olmuş. İnsanlar hastalık hastası, adım başı hastane dolu. Kirli havada sigara dumanı yutuyoruz. Bencillik burada bir hastalık. Para her anımızda, o olmadan yaşam bile olmuyor.
Belki de gözlerini yeniden kapatmalısın, sevgili dostum. Hayallerinle köyüne geri dön. Ama dikkat et, uyuyup Mars’a uçmayasın. Uzay aracıyla Mars'a giderken bile köyümüzü özlemek... İşte modern insanın komik trajedisi!
🤪🤪🤪🤪🤪