- 125 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAMALI UÇURTMA
YAMALI UÇURTMA
Boş bir sayfa açmazdan evvel ne çok cümle, yergi, yargı duygu gezinir dünyamda ama yazmaya başlayınca bozulmuş bir yapbozu birleştirmeye çalışıyor gibi bir his tutar beni. Olmazsa olmaz hep uzun bir cümleyle başlarım ve sonuca çokta katkısı olmaz. Bu zırva kısmı hızla geçerek yelkenleri açmak lazım. Evet sustuklarım bir üst başlık olmalı sanki. Ne konuşkan biri var ön yüzümde ve ne suskunum arka yüzümde. Ya da bilinmedik kısımları azad etmek mi gerek? O sebeple mi yazmaya oturdum şuan pek bilmiyorum açıkçası. Bu bilmediğim şeylerin değil de, belki de ne ifade ettiğini bilmediğim şeylerin açılsaması. Ya da benim bir anlamı olmayacağını düşündüğüm için açmadığım faydasız gördüğüm şeyler. Belki de yazmam beni bir külfetten kurtarır sanmam.
Uçurtmam yırtılmıştı. Sanırım 5 yaşlarındaydım. Babamın yırtık kağıdı, un ve suyu karıştırarak çok uyduruk bir tamiratla birleştirdiğini hatırlıyorum. Tekrar ipi tutup o yamalı uçurtmayı havalandırmak için mesafelenirken nasıl umutsuz olduğumu ama ipi elime dolayıp yürüdüğümü hatırladım bugün. Uçurmanın uçmayacağını düşünüp üzülmemi, uçsa dahi ömrünün çok az olduğunu bilmemi... Havalanışını hatırlıyorum uçurtmanın. Heyecanımın yine de daha hızlı koşmama sebep olmasını. Bir süre süzüldükten sonra hiç ummadığım yerden, kuyruğundan koparak yere çakılışını izlediğimi. Ruh halimi. O çocukluğumun 5 dakikasının hafızama kazınışını. Bir tesadüf müydü ya da popüler deyimle bir karmanın emaresi miydi bilemiyorum. O uçurtmanın çıtalarının marangozdan alınmasını, çiviyle ortadan sabitlenmesini, kağıdın gerilmesini, kuyruğun gazete kağıtlarından fırfırlı örgüsünü. Tüm emeğin gözümün önünde işlemesine şahit olmanın da öğreticiliğiyle ve bir metaryali işlemenin bilinciyle harmanlanınca... Kurallarını değiştiremeyeceğin bazı temel taşların çok geriden kurulduğunu daha bir anladım bugün. Bu hatırat neye hizmet edecek bende merak içindeyim? Bir kez sunulan ömür belasında öğrene öğrene yoğrulduğumuz çağlar, öğrenmekten yorulduğumuz çağlara el uzatıyor şimdi. Her yeni şey, bir öncelinin mahsulü iken şimdi bir öncekinin düşmanı. Bende bu zemini kayan yaşamak kumkumasında buzdan etaplar kat etmekteyim. Ve temelden edindiğim öğretilerimle iskeleti kurup, ete kemiğe büründürdüğüm kuklaların iplerini bıraktığımda yaşam belirtisi vermemesinden muzdaribim. Delilik. Buraya kadar yazdığım uzun pasajın, buradan sonraki hissiyat tamlamasına umarım katkısı olur. Olmazsa da umarım birinizin işine yarar bir kaç cümle çıkmıştır sayın okuyucu. Şimdi bu ulvi kısımdan daha aczi kısma keskin bir geçiş yapmak istiyorum. Aşk, bir anlam bütünlüğünün anlamsızca dağılması olarak vuku bulduğunda ortalıkta toz duman havaya kalkar ve amiyane tabirle at izi it izine karışır. Genel geçer konuşmayı sevmesem de çoğunuzda bu tespit bir imlegem yaratacaktır diye düşünüyorum. Netekim bende ki vaziyetten çıkan bu olduğundan konuyu biraz böyle tariflemek işime gelmişte olabilir. Gediği büyütelim. Geliniz yarıktan çıkacaklara müsaade edelim. Zaten konuya bodoslama girmeyerek bende bu açış kısmının sıkıcılığına kapılmaya başlamadım değil. Efendim bendeniz sevdim. Ve fakat lakin ki karşılıklı olmadı. Görecesi bol olmakla beraber olur muydu? Olacak gibi miydi? Bana olacak gibi mi geldileri şöyle kenarda tutarsak nihayet kavuşmak vuslata kaldı mim. Taraflar uzun yıllar yakın arkadaştı bu örgüde. Sonra zaman 2. perdeyi açtığında sahne değişti. Mevsim değişti. Coğrafya bazen kaderdi. Bazen kader matematiği bozguna uğrattı. Savaşlar çıkmasa da çok kaybedenli barış anlaşmaları sağlandı. Somut hikayemiz uzar gider. Gerektiği yerlerde o kısımlara da dem vurmayı elimizin altında tutarak soyut kalan kısmı, flu kısımları ışıklandırmak istiyorum aslında. Pek becerecek gibi gitmiyorum ama yazmak sanki orta kulağımdaki örs ve üzengi gibi dengeliyor zihnimin medcezirlerini. Efendin bendeniz olayı abarttım ve çok sevdim süregelen evrede. Bir yasak hudud geçme cüreti takınmış düzensiz göçmen gibi ama düzenli olarak sevdim. Bu bir kimya bileşenini bozmaya yetti haliyle. Bedenimde, aşk kaderse bahtımda keder filizlenir benim adlı bir şiir yazılmaya başlanmıştı üstelik. Ok yaydan çıkmış, zemberek boşalmıştı. Gel zaman git zaman dağılmayı başaramamış ama yağmura da duramamış kararsız bulutlar gibi havada kalakalmıştık. Ne gitmeye gönlümüz vardı bu kaypak hemzeminden ne de kalmaya yetecek kadar bereketliydi bu sahte bahar. Üstelik dünyada bir yerde sürdüğüm kocaman bir tarla mahsül için yağmur duasındaydı. Mahsule biçtiğim alıcı olaylara çok yabancıyken. Yani şartlar oluşmadan başlayan bu kargaşa, doğası gereği marjinal bir fetih seferine evrildi. Karşında da bu iç huzursuzluğu bastırmaya yetecek bir kolluk kuvveti tertip edilmemişti. Yani taht savaşı başlamadan baht savaşında bulmuştu kendini haçlı ordum. Ve bende yabancı topraklarda işlevsiz bir lordum haddiızatında. Bu hali hazırda da böyle. Ki başaklar boy vermişse de hiçbirinin boyu ötekine denk değildi. Güneşin arzında her biri birbirine istemsiz ve ayarsız bir gölge. Kimi uzuyor halen, kimi solmada hatta ölmede. Gel gelelim bendeniz bir mağlup lejyoner edasıyla cepheyi terk ederken cephanelerini toplayarak geri çekilmeye başladım bugün. Bu sınır savaşımı çok tatlı bir kesikle nihayete ermekte. Fakat henüz namlusu kızgın bir süvari, içimde kol gezmekte. Tahrif ederek bir mecranın can damarlarını. Zehirleyerek su kuyularını gitmekte. Bu mağlubiyet değilse de bir cenkti. Değilse de dengi dengine. Bir kızıl rastık çekildi engine. Ne onlar ermiş muradına ne siz çıkabileceksiniz kerevetine...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.