Muhibbi Gül
Aramızda her zaman ki varlığını koruyan o gelgitli ip öyle bir özenle kendini sarkıttı ki, Mahpeyker ve Mahir’in binlerce askeri içerisinde yalnızca emrinde ki bir askeri yanımızdan birlikte uzaklaştıkları vakit bu hususa kızacak zamanım bile yoktu. Sanki yine Horasan çöllerinin kızgın kumları bize biçilen kum saatinin camından aşağı sumak gibi kayıyor biz ise, o kayan duyguların arasında yalnızca has bahçe içerisinde aramıza mesafe koyarak birbirimize bakıyorduk.
“ Ne o has bahçe gülü yine benim için mi endişe ediyor? “
Saray görevli akıncı askerleri nöbet değişimi için yer değiştiriyor ben ve akıncı başı ise, has bahçeye özenle dikilmiş Osmanlı İmparatorluğunun sembolü olan Lale ve Gül çiçeklerinin dalları yanında hasbihal ediyorduk. Has bahçenin Bedesten gökyüzüsünü kaplayan koca çınar ağacının yaprakları başımızı kubbe gibi örterken, ay ışığının ve Saray duvarlarına asılı meşale ışıklarının buğusu diba kumaşlarıyla sıkıca sarılı yüzüne yansıyor yasaklar aramızda ki boşlukta gidip geliyorken parmak uçlarım, diba kumaşlarla sıkıca her bir parmağı sarılı parmaklarına gecenin ışığında değiyordu.
“ Ben onu zaten hiç anlayamadım. Sözlerine değil, hayatımda ki yerine göre değerlendirmeliydim. “
Yasakların bir varlık gibi, bir nefes gibi kendini hissettirdiği gecenin ağıtına kırık sesimin fısıltısı doluyorken parmak uçlarımız yasağın ana kalbi olan sarayın kubbesi altında birbirine değiyordu.
“ Onu yapayalnız bıraktım... Yaptığı kaprisin bana olan sevgisinden, kaynaklı olduğunu düşünemedim. Zira çiçeklerin günü gününü, tutmazmış. “
Dudaklarımdan benden izinsiz dökülen şiirin devamını tıpkı benim yaptığım gibi, sessizlikle parmaklarımız birbirine yasaklar içerisinde nasıl değiyorsa sözleri de tenime değdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.