- 236 Okunma
- 3 Yorum
- 5 Beğeni
ARAYIŞ
Belki de yüz milyarları aşkın sayıda beşer geldi, geçiyor bu faniden. Her birinin peşine düştüğü nice sırlar, hedefler, istekler, hayaller vardı kim bilir. Bilim insanları gerçekliğin peşine düşmüş ve türlü metotlarla varoluştan nüvelerin realitesini yakalamak üzere ömürlerini feda ettiler. Kimileri bu uğurda bazı uzuvlarını yitirdi ve fakat asla vazgeçmedi. Kimileri kaleminin gücüne yaslandı, yürekten gelen sevdaların, özlemlerin, beklentilerin şiirini, öyküsünü yazdı. Fırçasıyla kurguladığı gerçeklikte aradı, o renk cümbüşünün içinden yankılanmak istedi kimileri de. Kısacası bir arayıştı ki bu bitmedi, bitmeyecek de.
Belki faraziye gelecek fakat, sevdaların peşinden sürüklenerek olmadık zorluklarla yüzleşenler de vardı içlerinde. Leyla ile Mecnun`un öyküsünde bu yok muydu? Asla kavuşamadı nice Kerem Aslı`sına ve fakat sevgi adına bu arayış destanlaştı, efsane oldu, ilham oldu binlercesine. Bilgi olsun, duygu ortaklığı olsun, mekân veya herhangi bir nesne ya da makam, arayışlarda perde arkasındaki şey belki de hep aynıydı. Kendini aramak, bulmak, kendini olduğu gibi dışa vurabilmek ve bir bakıma “Ben de varım.” Oyununu oynayabilmek içindi her şey.
Hangi ilgi, merak, yetenek ve beceri sahasında olursak olalım, ortaya koymaya çalıştığımız şeylerde kendi iç dünyamızın zenginlikleri yok mudur? Bir şar, her yazdığı şirden ilham alarak daha sonrakini, bir ressam ise her tablosunun bitiminden sonra bir başkasını üretmeye ilham bulmaz mı? Daima bir sonrakine doğru ivmelenen ve her yeni can bulacak yansıtımda daha da güzelini, mükemmelini, kusursuzunu arayış ömür boyu sürüp gider. İlle de bir sanatkâr veya spor insanı ya da teknik vasıflı bir özne olmak mı gerekir. Elbette hayır. Bir ev hanımı da giderek daha lezzetli pastalar, yemekler, kendi hünerlerini ve gelişimini yansıtan türlü uğraşlar içine bu sebeplerden ötürü girmez mi? Onun da arayışı kendi dünyası içindeki en iyiyi, en ideali yakalamak arzusundan başka bir şey değildir aslında.
Ömrünü notaların arasında geçirmekte olan bir bestekâr, en çok dinlenen bestelerin hayalini niçin kurmasın? Yaşadığı süreçte bu başarı onu daha önemsenen ve saygı duyulan bir özne kılacak ve fakat bu eseriyle kim bilir daha kaç on yıllar boyu da anılmaya devam edecektir. Beğeniyle okuduğumuz romanlar, şiirler, öyküler, izlediğimiz filmler, hayranlık uyandıran tablolar ve heykeller yok mudur? Bunların bir çoğu halen dinleniyor, okunuyor, izleniyorlarsa, bu eserlerin müelliflerinin hedeflerine, hayallerine büyük ölçüde ulaştıkları ve arayışları içerisinde de hatırı sayılı yol aldıkları söylenebilir elbette. Aşık Veysel`in çoğu şiirinin bestelenerek türkü formatında önümüze çıkması ve o günden bu yana kaç nesile kendini dinlettirebildiğine, Mehmet ÂKİF`in Safahat`ının ne de kıymetli bir eser oluşuna ve yine onun milli marşımız olarak da bestelenen “İstiklâl Marşı`nın her okunuşunda tüyleri diken diken eden uhrevi duyguların öznesi oluşunun gözden kaçması mümkün müdür? Bu konuya dair verilebilecek binlerce örnek var kuşkusuz. Her bir örneğin ardındaki gerçeklik sorgulanması ve anlaşılması gereken kıymette. Farklı zaman ve mekânların farklı koşullarında da olsa ortak argüman hep şu arayışa takılmaktadır. Sadece düşünmüyor, soruyor, sorguluyor ve harekete de geçiyoruz bu gayede. Kiminde birkaç yıl, kimindeyse ömrün de yetmediği bu arayış mevzuu, hayata hareketlilik, renk ve coşkuyu da katıyor olmalı. Peşinde olunması gereken çokça gerçekliğin içindeki bizler, kendi sınırlarımızı iyice tanıdıktan sonra, aramaya koyulacağımız şeylerin de peşine düşmeliyiz sanırım. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, maddi zorlukları, iş hayatıyla, aile yaşamıyla ilgili sıkıntıları aşmış çoğu insan, vakit kaybetmeksizin bu arayışlarının peşine düşüyor olmalı. Belki de hayat, bazı olgunluk seviyelerinden sonra bu arayışların kapısını aralamaktadır. Öyle ya, onuncu basamak hedefimiz ise, bunun öncesindeki dokuz basamağı ve onun gerçeklerini de benimsemek, onlarla yüzleşmek de gerekir. Gerçekliğin bedeli azımsanmayacak kadar da pahasız gibi duruyor.
On bin yıl öncesinde de insanoğlu gizemli gökyüzüne bakışlarını doğrultmuş ve gerçekliğin penceresinden bakmaya başlamıştı. Bu bakış günümüzde de daha bir ötelere doğru ufku öteleyerek devam etmektedir. Kuantum fiziğinin öncülerinden Albert Einstein, Nicola Tesla gibi çağını epeyce aşmış bilim insanları da hakikatın arayışı içindeydiler. Bugünkü fen, onların bıraktığı miras üzerinden daha ileri gerçekliğin arayışında yoluna hem de tam gaz devam etmektedir. İlahi nihaye içinde bir arayış duygusu, düşünüşü olmayan var mıdır, sorunu sormak gerekir. Aklî yetileri yerinde sağlıklı her insanın bir arayış muhasebesinde olduğu su götürmez bir gerçektir o halde. Arayışların ne kadar süreceği, hedefine götürüp götürmeyeceği ya da ne oranda gerçekliği verebileceğini bilmek zor elbette. Tartışması yapılacak bu kısma rağmen, her sonraki adımdaki gerçekliğin, bir arayış silsilesinde bizleri daha kapsamlı ve tutarlı bir gerçekliğe götürmesidir. Bu gerçeklik bir bilgi, doküman, yaratışa dair bir gizem de olabilir. Yıllar öncesindeki penceren bugünü anlamak ne derece doğrudur?
Bir dedektifin aydınlatmakla mükellef olduğu veya görev edindiği cinayet vakasındaki gibi, her birimizin de bazı şeylerin arayışına düşmemiz, hayata esaslı bir hedef koyuş, asil bir duruştur kanımca. Bulmak her gayrette mümkün olmasa da arayışın kendisi de güzeldir. Bir gayeye doğru yönelmiş akıl, ruh ve beden olanca motivasyonuyla hayatta ben de varım demektedir aslında. Büyük, küçük, zor veya kolay olduğuna bakılmaksızın kendi arayışlarımızın macerasında daha bir kendimiz oluverir, kendimizle barışıklığımız ölçüsünde de ortaya çıkan bu aydınlanmayı başkalarıyla da paylaşabiliriz. Bu bakımdan irdelenince, başkaları için de çare olabilecek; umut , bilgi, mekân ve adına ne dersek diyelim arayışların coşkusu yaşamaya değerdir.
Harcanan onca emeğe, yıla karşın elde edilebilecek o küçücük bir sonuç dahi ne kadar değerlidir. Periyodik cetvelde yer alan ve farklı özellikleriyle kategorileştirilen onca elementin keşfedilişlerindeki öyküler ibret vericidir. Muhtevasında radyasyon barındıran uranyum, toryum gibi elementlerin gerçekliğinin ortaya konuluşunda kim bilir kaç bilim insanı ne büyük oranda radyasyon a maruz kalmıştır? Onların bu fedakârlıkları ve gerçekliğin peşindeki arayışları, peşlerinden yola devam edenlerin de yolunu daha da az tehditle açmış durumdadır şüphesiz. Mese şu ki, arayışlarımız hayat bulmasaydı, medeniyetin de bu ölçüde tekâmülü hayal olurdu. Bu arayış kişisel mevzulardan da başlayabildiği gibi, bazı sorunların aşılması gayesiyle de başlamış olabilir. Bunun ne önemi olabilir ki, arayışın bir veya bir çok nedenden başlaması, onun değerini küçültmüyor sonuçta. Medeniyetin her alandaki atılımı ister ferdi, ister sosyal katılımlar yoluyla olsun, gerçekliğin uğruna bir adım daha mesafenin alınması demektir.
Karada, denizde, gök zemininde daha ne de çok arayışla buluşması beklenen konu, sorun ve merak alanı var. Bu gizemler çözüldükçe daha ötelerine doğru arayışların da doğacağı şüphesizdir. Bütün arayışlar biter mi bilinmez ve fakat, evren var oldukça insanoğlunun arayışlarının da bitimsizce devam edeceği kesindir. Belki de yaratılışımızda bize bahşedilen şu merak, paylaşım, hayalgücü bgibi üstün meziyetler bunun içindir. O halde arayışların hem insanın özüne hem de dış âleme doğru süreceğine şüphe yoktur. Kainatı dizayn eden ve onun içinde de özenle bu üstün kavrayış, hissediş, düşünüş ve merak donanımlarını insanda toplayan yaratıcı, bu arayışların bütün yaratma kudretinin bilinmesini, ona karşı hayranlık duymamızın nedenlerinin anlaşılması için var etmiştir bizleri. Teleskop gibi önce optik ve mekanik aletlerle başlayan o uzaklarda ne var arayışı, günümüzde çok ötelere kadar uzanarak radyo dalgaları yoluyla bu meraklara bir karşılık bulmaya da çalışıyor yıllardır. Yeni yeni gezegenlerin, nebulaların ve galaksilerin keşfedilişlerinde de hep o arayış var nihayet.
Hayal gücünü zorlayarak nerdeyse iki asırdan daha önceleri kaleme aldığı öyküleriyle Jules Verne, dünyadaki ve sonrasında da dünya dışındaki gizemlerin arayışlarını yazmamış mıdır? O günlerde hayal gibi görünen ve hatta dalga konusu edilen çok şey, günümüzdeyse bir realitedir artık. Öykülerde kaleme alınan ve yerin binlerce metre derinlikleri ile, göğün çok ötelerine süper hızlarla ulaşabilmenin hayali günümüzde nasıl da doğal bir gerçek ise, daha sonraki yıllarda da bugün hayal edilebilen çoğu arayışın da tıpkı dündekine benzer şekilde hayalden gerçekliğe evrilmesi şaşılacak şeyler olmayacaktır kuşkusuz.
Usta bir nişancının aradığı gibi, hedefi on ikiden isabetle vurmamız gerekmiyor. Eldeki olanakları ve çevrenin sunduğu potansiyeli en ideal şekilde aranılana doğru kanalize etmemiz demek, varoluşumuzun gereği olan ana dokunmak, kendimize dair sorumlulukları üstlenmek , zorluklarla yüzleşebilmek ve varoluşun gizeminde saklı sayısız bilinmeyenin, gizemin sır perdesinin açılmasında da rol almak demektir. Arayışlar bize daha da fazla özvgüven, mutluluk ve motivasyonu katacaksa, gerçeklerin peşinden hangi zeminden ve hangi zorluk seviyesinden olursa olsun koşuşturmayı tercih edenlerden olmayı seçerdim. Hayat bir seçenekler silsilesi ise, bu silsilelerin içini bir arayışlar öznesiyle zenginleştirmek çok anlamlı olmaz mı? Siz bu konuda nasıl düşünüyorsunuz.?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Ömrü güzel olası Anadolu'm canı üstat; Dünden devralınanların üzerine yürünerek yenileri eklemek var oluşumun devamı olsa gerek,
Konu seçiminiz ve aktarımınız harika, kaleminize emeğinize sağlık.
Oğuzhan KÜLTE
Oğuzhan KÜLTE
Değerli yazar kardeşim, çok güzel bir konu bu. Var oluş gayemizin bir nevi analizi gibi. İnsanoğlu, yaratılışında var olan merak etme, araştırma dürtüleri sayesinde bugünkü duruma geldi. Uzayı, daha ötelerini araştırıyorsa insanoğlu, bu bana göre Yüce Allah'ın muradıdır. Zira insanoğlu kainatı ne kadar araştırırsa o kadar Allah'ın sonsuz bir güç olduğu gerçeğine ulaşır. Hayat, bir renk cümbüşü. Biraz da insanlarda maymun iştahlılık var galiba. Sanırım insanda bir miktar maymun iştahlılıkta olmalı. Kalemine Yüreğine sağlık.