- 131 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
Uçurumdan Önce
İnsanın yeryüzü macerasında maalesef kötü olarak değelendirilecek bir dönemin içerisinde bulunmaktayız. İnsan tarih boyunca yeryüzünde bir çok kötü zaman geçirdi elbette. Bu kötü zamanların içerisinde genellikle insanın kendisinden kaynaklanmayan dış etmenler etkiliydi. Örneğin küresel boyutta iklim felaketleri, salgın hastalıklar, doğal afetler, kuraklık, kıtlık ve buna benzer bir çok etmen. İnsan bu arada bölgesel savaşlarla ve kötü yönetim sistemleriyle de dünyayı kendine zehir etti bir çok kez. Ancak on dokuz, yirmi ve içinde bulunduğumuz yirmi birinci yüzyıl insan için tam bir felaket. Elbette sadece insan için değil dünya gezegeni içinde tam bir felaket. Ancak bu kez bu felaketin sorumlusu ne doğa, ne afetler ne de iklimler. Bu felaketiin sorumlusu bizzat insanın kendisi. İnsan sanayi devrimi ile birlikte hammadde temini için önce doğayı katletti, bunu yaparken de bitki, hayvan ve insan hiç ayırmadı. Ardından iki büyük dünya savaşı ile tüm insanlığı yok etme noktasına kadar geldi. Çağımızda ise içinde yaşadığımız gezegenin ve insanlığın en büyük düşmanı maalesef bizzat kendisi.
Bilimsel görüşlerin aksine insan yani insanlık, ilkellikten modernliğe doğru evrilmiyor. Özellikle beyin, zihin ve düşünme konusunda hiç de böyle bir durum söz konusu değil. Biz insanlar bir çeşit negatif evrimin kısır döngüsü içerisine girdik, yok olmaya doğru ilerliyoruz. Özellikle son elli yılda oldu bu. Artık daha zeki değiliz, daha hoşgörülü değiliz, daha anlayışlı değiliz, daha bilgili değiliz ve daha sevgili de değiliz. Aksine daha aptal, daha şiddete eğilimli, daha kaba, daha anlayışsız, daha bilgisiz ve daha nefret doluyuz. Bunun nedeni ise dünyayı tüketmek üzerine kurulmuş olan ideolojik sistemlerimiz, düşüncelerimiz, bakış açılarımız. Biz insanlar karşı karşıya geldiğimiz yol sapağında maalesef yanlış olan yolu tercih ettik ve bu yanlış olan güzergahta aleyhimize olan ileri gitmeyi ilerleme zannettik. Tüm insanlık gezegenimizle birlikte derin bir uçuruma doğru koşar adım gidiyoruz ve bunun farkında bile değiliz. Yalnızca daha fazla haz, daha fazla zanginlik, daha fazla itibar, daha fazla mal istiyoruz o kadar. İçinde yaşadığımız gezegen, bu gezegende yaşayan diğer canlılar, kendi türdaşımız olan insanlar ve insanlığın geleceği umurumuzda bile değil maalesef. Yalnızca günü kurtarmanın peşindeyiz. Obez ruhlarımızı doyurmanın maalesef başka bir çaresi kalmadı. İnsanı insan yapan bin yılların paydasında oluşmuş tüm erdemlerin üzerini bir kalemde çizdik. Elbette herşey daha iyi olabilirdi ama bizler maalesef maalesef kötü olan tarafı seçtik.
Bu seçimi yapan kişiler aslında bizler de değildik. Bizler bu seçimin içine doğduk ve başka seçeneğimiz olmadığı ve doğru yolun bu olduğu öğretisiyle eğitildik. Şimdi kırk küsür yaşıma geldiğimde bu korkunç tabloyu daha net görebiliyorum. Bende yalanlarla örülü yanlış öğretinin doğru olduğunu düşünüyordum. Ama bir iki nesil sonra bizim sahip olduğumuz hiç bir şeye sahip olmayacak insanlar. Yeterince su olmayacak, yeterince yiyecek olmayacak, yeterince dünya kalmayacak elimizde. Gezegenimizi bir cennet bahçesine çevirmek ellerimizdeyken biz bu seçeceği elimizin tersiyle ittik ve dünyamızı korkunç bir cehenneme çevirme yolunu seçtik. Peki, bunu neden yaptık? Bu nedeni bilen ya da göen kişi sayısı çok azdır diye düşünüyorum ancak gerçek aydınlar bizi devamlı suretle uyardılar. Kitaplar yazdılar, konferanslar verdiler ama biz o kişileri dinlemedik hatta suçladık, dışladık ve cezalandırdık. Toplumlar olarak doğru olanı göremiyorduk ama yanlış ile maddiyat elde eden çok az bir grup tüm insanlığı popülarizm ile tabiri caizse bir koyun sürüsü gibi yönetti. Elbette bir ülkeden, bir bölgeden ya da öznel bir idelojik görüşten bahsetmiyorum. Bahsettiğim koskaca bir gezegen ve bu gezegeni oluşturan tüm kıtalar ve tüm ülkeler. Sanmayın ki bu uçuruma yalnızca bir kaç ülke ya da bir kaç topluluk düşecek. Tüm insanlık bu uçuruma doğru gidiyor. Bu küresel felaketten bireysel olarak kurulmanın bir yolu yok. En gelişmemiş toplumlardan tutun da burnu kaf dağında olan en gelişmiş toplumlar bile aynı tehlikenin içerisinde. Burada kendimce bir parantez açmak istiyorum elbette. En gelişmiş toplumlar derken bu gelişmişliği ne ile ölçüyoruz? Zenginlik ile mi, gayri safi milli hasıla miktarı ile mi, sömüren bir toplum olabilmesi ile mi, askeri gücü en fazla olan devlete sahip olma ile mi, kitle imha silahlarına en çok sahip olma ile mi? Ne ile ölçeceğiz gelişmişliği? Yoksa adaletle, erdemlerle, toplumsal düzen ile mi? Bu sebepten kim daha gelişmiş kim daha gelişmemiş tartısının günümüzdeki ölçütlerinin de yanlış olduğunu düşünüyorum.
Biz dünyalılar maalesef gelişimimizi kendi tercihimizle durdurup yok edilişimizi sahnelemekteyiz. Vahşilik ve ilkellik her yerde, görsel medya organları vahşiliği ve ilkelliği meşrulaştırıyor ve alışılır hale getiriyor. Bu salgın maalesef toplumsal, sınıfsal çürümenin salgını. Kendi ellerimizle kendi geleceğimize şerh koymuşuz. Herşeyi bildiğini iddia eden cahiller topluluğuyuz. Umarım yanılıyorumdur ancak görünen o ki insanlığın sonunu ne doğal afetler, ne salgın hastalıklar, ne yıldızlardan gelen bir meteor getirecek. İnsanlığın sonunu bizzat insanın kendisi getirecek. Artık bunu daha net göebiliyorum. Bu oldukça korkunç bir durum. Tarihin hiçbir döneminde sona bu kadar yaklaşmamıştık.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.