- 115 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Kitlesel Salça Kutuları
Kitlesel yığınların, salça kutularına tıkıştırılır gibi tıka basa doldurduğu yüzeysel meydanlardayız.
Soluk borumuzun buğularıyla nemlenen hissiz ve nasipsiz konuşma balonları savura savura ilerlerken, elimize uzanacak sıcacık bir elin, kütlemizi yakıp kül etmesinden korkuyoruz.
Bir tanıdığa rastlama ihtimaliyle ürken bakışlarımızı, sisler ülkesinin ardındaki buz dağına saplama telaşındayız.
Hiçbirimizin aşinası olmadığı, her birimizden oluşan herkes, sosyal ilişkiler ağını geçip, köşe başlarının kaygan dönemeçlerinden sapıp, kendi hür hülyalarına ulaştıracağını umduğu fert sokağının izbe labirentlerine bir an önce atılma hevesinde.
Savrulmuş çiçek demetlerine, güz yapraklarına, yorgun kuş sürülerine, kirlenmiş suya, zehirli havaya, mazgallardan taşan pis kokuya, süslü vitrin camlarında kıvranan arıya, dar geçitlerde ağını sinsice ören örümceğe, güvenilen dağlara kar yağmasına, trenin kaçmasına, umut tacirlerinin tuzaklarına, dünyanın ıstırap ve güzelliklerine aldırmadan sürüklüyoruz, omzumuza arttığımız adımlarımızı.
Oysa bir kumru havalandı az evvel parktaki ardıç dalından. Meşe palamudunu kapıp ağaca tırmandı sevimli sincap. Ekmeğin buğusu yükseldi fırından. Bir yetimin ilk kez bir oyuncağı oldu. Sıcacık çorbasını içti yaşlı amca. Okul yolunu tuttu çoktan çocuklar. Nergis kokuları sardı çimenliği. Yağmur yağarken güneş çıktı, gökkuşağı kapladı ufku… Ne gelen fark etti ne geçen...
Güzelliklere aşina, sevdalı, mütebessim; felaketlere dirençli, tedbirli, teyakkuzda; kötülüğe karşı iyinin yanında olmak bu kadar mı zordu?
Çok mu zordu mavi küreyi, yeşilin ve mavinin; iyilik, güzellik ve huzurun bin bir tonuyla boyamak?..
Yine manasız kalabalıklar, şımarık hareketler, bencil duygular dökülüyor kirlenen, yorgun zemine. Yine cızırtılı sesler, anlaşılmaz kelimeler, dipsiz uğultular yükseliyor kararan göğe.
Enkazı temizlemekten âciz, kendi yükünün ağırlığında ezilenler…
Sancılar içerisinde kıvranan toplumsal ilişkilerimizin izdüşümünü izlerken; “sessiz harfler ülkesi”nde bir hece olamamanın mahcubiyeti, daha da büküyor belimizi.
Özünü yemiş tohum, paydasını yitirmiş sayı, çatısı uçmuş dam gibi “birlik, beraberlik, vefa, sevgi, şefkat, muhabbet, en kıymetli varlık” sıfatlarından ve değerlerinden mahrum, can çekişip duruyoruz kulak boşluğunda...
Macerayı sevmez miyiz gönlümüz estiğinde?.. İlk fırsatta hangimiz anlatmaz, bir parçasıyken içinde büyüttüğümüz serencamı?..
O hâlde güneşe, aya, yıldıza kulak vermemek niye?..
Önce içimize doğmalı, içimizdeki taşı ısıtmalı güneş. Üstümüzü başımızı düzeltmeliyiz dolunaya bakıp. O yıldızlar ki, asırlardır canlı şahididir zamanın. Her yıldıza bir umut bağlı, kopmasından korkulan...
İnsanlardan bir insan olmak ile kalabalıklar ırmağında yuvarlanan hissiz bir kütük olmayı karıştırmayalım lütfen.
O me’şum birikinti içerisinde aklı durmuş, iradesi zaptedilmiş, dengesi sarsılmış, bakışları bulanmış, cücelerden cüce habis bir ur olmanın, kime faydası vardır?..
Reddetmeliyiz asabî buyurganlıkların edilgenleştirici tutumlarını.
Öz yurdumuzda, öz sermaye ve öz kimliğimize göz diken akbaba, tilki, sansar ya da sırtlan güruhuna fırsat vermemeli. Kendi özgül ağırlığımızda öz değerlerimizle inkişaf etme çabasında olmalıyız.
Organik bal olmak varken; salça kutularına tıkıştırılmış ezik, çürük, kokuşmuş domateslerden birisi olmayı hangimiz isteriz!?.
Öyleyse “adalet, asalet, erdem, irfan, merhamet, barış, selamet, şuur, azim, sabır, emek, üretim” gibi müstesna kavramları temsil yeterliliğine sahip "insan gibi bir insan" olma derdindeysek -tek başımıza kalsak bile- hakkı, hakikati gür sesle haykırmaktan niçin korkalım?..
*****
(Sinada Dergisi’nin 40. sayısında (Yaz 2023) yayınlanmıştır; yıl:10; sayfa:58)
*****
(İlk yazılış tarihi: 29/09/1997, Erken Kırtasiye, Ardahan)
(Cahit IRMAK’ın “Siyah Kalem” üst başlığıyla yazdığı “Sessiz Harfler Ülkesi” yazısından ilham alınarak yazılmıştır.)
*****
(Son tashih zamanı: 03/12/2022, Çetin Şen Bilsem, Melikgazi, Kayseri)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.