- 207 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜÇ FİDAN (68 Kuşağı)
Tarih sayfaları 6 Mayıs 1972 yi saat 05.30 u gösteriyordu. Tam 52 yıl önceydi dün.
Selam olsun tüm devrimcilere, geçse de yolumuz bozkırlarda denize çıkar tüm sokaklarımız. Sokaklarımızın adı Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’dır bizim yüreklerimizde…
12 Mart darbesinin ardından Türkiye demokrasi ve hukuk tarihine kara bir gün olarak geçen 6 Mayıs 1972’de rövanşist bir anlayışla idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan Darağacına gönderildiklerinde Gezmiş ve Aslan 25, Hüseyin İnan ise 23 yaşındaydı. Hayatları boyunca hiç bir ölümlü şiddet olayına karışmamalarına rağmen üçü de ‘anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs ’ten yargılanmış ve haklarında kalem kırılmıştı.
Son sözleri ise “Yaşasın tam bağımsız Türkiye!.. Kahrolsun emperyalizm” olmuştu.
Ve bir şiir yazıldı arkalarından: “Mahur Beste…” ‘O mahur beste çalar müjgânla ben ağlaşırız.’
Attilâ İlhan şöyle der; "Dur ben size bu şiiri nasıl yazdım onu anlatayım…"
"12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’lere kıymışlardı. Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı... Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra... Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm".
"bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı".
İlhan, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın asılarak idam edildiğini öğrendiği 6 Mayıs 1972 günü sabahı İzmir’de vapurda iken bu şiiri kaleme almıştır. Çoğu kişinin bir kadın olarak düşündüğü Müjgân ismi aslında Attilâ İlhan’ın kirpikleridir. Attilâ İlhan’ın “müjganla ağlaşmak ”la kastı idam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın arkasında döktüğü gözyaşlarıydı. Müjgân Attila İlhan’ın kirpiklerini, güneşten ışık yontan sert adamlar ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı yansıtmaktadır. Böylelikle Attilâ İlhan “Mahûr” başlıklı şiirinde yaptığı birçok atıfla “tevriye” sanatını icra etmiştir. Ve benim gibi 68 kuşağından gelenler bilirler; 68 Kuşağı’nın önderlerinden Deniz için yazılan ilk şiirdi Attilâ İlhan’ın yazdığı bu şiir…
Şimdilerde birçok kuşak var fakat bugünün küreselleşmiş dünyası 68’lerin dünyasından bile daha az eşitlikçi, daha az özgür, daha az barışçı bir dünya. Üstelik tek tük çabaları bir kenara bırakırsak, dünyanın hiçbir yerinde daha eşitlikçi, daha barışçı, daha özgürlükçü bir dünya için 68 kuşağının ateşlediği kıvılcımı ateşlemeye mecali olan bir kuşak görünmüyor.
Cumhuriyet aydınlanmasının armağanı olan 68 kuşağının bağımsızlık sevdası yarım yüzyılı geçti hala sürüyor. Var oluşundan yarım yüzyıldan fazla zaman geçmesine karşın 68 hâlâ tartışılıyor, inceleniyor, özü anlaşılmaya çalışılıyor, anılarla, yeni yeni kitaplarla, bilinmeyenleri, unutulanlarıyla zenginleşiyor…
O dönemin toplumsal kurtuluşu arayan gençleri, daha sonraki yıllarda 12 Mart 71’i hukukçu, hekim, mühendis, öğretmen, işçi örgütlerinde, “Milliyetçi Cephe” hükümetlerinin ırkçı ve dinci bağnazlıklarına, saldırılarına göğüs gererek onurla yaşadılar.
Onların çocuklarıydı 12 Eylül’de çocukluklarını yaşayamayanlar.
Onların çocuklarıydı annelerinin, babalarının o dönemlerde neler yaşadıklarını merak edenler, arayışı sürdürenler.
Bize “68 Kuşağı” dediler…
Neydi 68 kuşağı
68 Kuşağı bir birikimdi, bir arayıştı.
68 Kuşağı, bize Cumhuriyet aydınlanmasının bir armağanıydı.
68 Kuşağı, gençliğimizin Cumhuriyet devrimlerine bir borç ödemesiydi.
68 Kuşağı, gençliğin coşkusunun, dinamizminin, yaşamı sahiplenmesinin, ütopyasının ve dünyayı fethetme isteğinin ete kemiğe bürünerek toprağımızda kök salmasının adıydı.
Bu kök salma, “çaresizliklerden çare” yaratan Kurtuluş Savaşı ve “kimsesizlerin kimsesi” olmayı amaçlayan Cumhuriyet’in önderlerinin gerçek bir yurt haline getirdiği Türkiye’de “yurttaş olma” bilincinin kuşaklardan kuşaklara geçtiğinin en büyük kanıtı olmuştu.
Bu kuşak dünyanın en şanslı kuşağı 1968 öğrenci hareketleriyle başlayan süreç bu kuşağın 68 öncesi ve sonrasına kısaca bakmak gerekiyor... 2 inci dünya savaşı sonrasının talihsiz çocukları da diyebileceğimiz bu kuşak, büyük yoksulluklarla büyümüş ne karnını doyurabilmiş ne ayakkabı giyebilmişlerdi. Ne de plastik ve uzaktan kumandalı oyuncakla oynayabilmiş, büyük zorluklarla boğuşmuş çamur ve taşlar oyuncağı olmuş, açlıkla tokluk arasında zikzaklar çizmiş çocukluğunun büyük bir kısmı çıraklıklar yaparak yaşam savaşı vermiş…
Okul çağında her Türk asker doğar sloganıyla okula başlamış ilkokul çağında başlayan bir seri dayak fasıllarından geçmiş yani 7 yaşındaki bir çocuğun tahta cetvel ve sopayla işkencelere maruz kalmış ve bu işkenceler Liseli yıllarının bitimine kadar devam etmiş ama o kuşak okumayı kendine ödev saymış, okumuş, araştırmış, hiç durmadan ülkesini ve dünyayı mercek altına almış ülkesinin sömürülmesine karşı çıkma eğilimini göstermiş, emperyalist ülkelere karşı duruş sergilemiş ve eğitim sisteminin yanlışlarını göz önüne sermiş ve de en önemlisi demokratikleşme adına mücadele kararı almış bir kuşak bu kuşak…
Benim yetiştiğim ortam buydu. O zaman Marx’ın, Lenin’in kitaplarını okumamak ayıp sayıldığı için bir yandan ders çalışır bir yandan da onların kitaplarını okumaya çalışırdım. Kapital’i bitirdiğimde önümde başka bir dünyanın açıldığını düşünmüştüm. Marx’ın ne kadar önemli bir adam, yazdıklarının da ne kadar önemli şeyler olduğunu daha 20’li yaşlarda fark etmiştim. Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabını da o sıralarda okudum. Kafamda evirip çevirdiğim birçok konu aydınlanıyordu. O sıralarda Darwin’in görüşlerinin, Marx’ın felsefesi üzerinde ne kadar etkili olduğunu anlamaya başlamıştım. Freud’un Totem ve Tabu kitabını yine o sıralarda okudum. Bu üçlünün görüşlerinin düşünce yapımın oluşmasında çok etkili olduğunu söyleyebilirim. Varoluşçuları daha önceden okumuştum ama tekrar okumaya başladım. Sartre’ı, Camus’yü bir daha okudum. Bir yandan derslere çalışıp bir yandan da felsefe, psikoloji, tarih çalışır olmuştum. Sonradan geliştirdiğim bir düşüncenin ilk tohumları o zamanlar henüz bu netlikte ifade edememiş olsam da canlanmaya başlamıştı: ‘20’nci yüzyılı anlamak için Marx’ı, Darwin’i ve Freud’u okumak gerek.’ Hayatı boyunca Darwin’i ‘insanın maymundan geldiğini söyleyen birisi sanan’ ya da ‘Das Capital’i yazdığı için Marx’ı kapitalizmin kurucusu sanan’ on binlerce insanın yaşadığı bir coğrafyada bunlarla uğraşmak zordu doğrusu. Ama ne çare ki ben kolay işleri hiçbir zaman sevmemiştim zaten.
Bizde 1960 darbesi aslında bir askeri darbe olmasına karşılık başka darbelerden farklı bir gelişmenin tohumlarını atmıştı. 1961 Anayasası, şimdiye kadar Türkiye’de yapılmış en ilerici en demokratik Anayasaydı. 61 Anayasası’nın getirdiği özgürlük havası genç kuşağın o zamana kadar yaşamadığı bir ortam yaratmıştı. 1968’de Fransa’da başlayan başkaldırıya eşlik ederek, daha fazla özgürlük, daha fazla barış istemiyle başkaldırdı gençlik. Ne var ki bizdeki yöneticiler bu başkaldırıya hiçbir zaman hoşgörüyle yaklaşmadılar. Bu başkaldırı, ‘devlete karşı isyan’ olarak tanımlandı ve askeri darbeyle durduruldu. Askerlerin 1961 Anayasasıyla getirdiği özgürlük havasını, 1971 Anayasa değişiklikleriyle yine askerler kaldırdı...
Sonu çok kötü bitmiş bir başkaldırı olarak tarihe geçti bizde 68 kuşağının öyküsü. İşkenceler, cezalar, yargılanmalarla geçti koskoca dönem. Ve idamlarla noktalandı. Türkiye, ne yazık ki bu kuşağın başkaldırısının eşitlik, özgürlük, barış amaçlı olduğunu anlamamakta ısrarla direndi. Bugün, aynı gereksinimler hala artarak devam ediyorsa o günlerin anlayışsızlığının bunda katkısı çok fazladır.
68 kuşağı taleplerini demokratik yöntemlerle talep etmesine karşın yasaklarla, baskılarla karşılaştı. Ama bu kuşak kararlıydı kendileri yaşayamadığı insan olmaktan kaynaklı haklarını gelecek kuşaklara yaşatmak adına canı pahasına mücadeleye girdi. Emperyalizmin uşakları onların bu taleplerine ateşli silahlarla İşkencelerle cevap verdi Türkiye’nin asıl sahipleri olan o gençleri sağ-sol diye içi boş kavramlarla ikiye böldüler biz öldürmeyelim kötü görünmeyelim diye taktiksel bir oyunla Türkiye’nin en zeki 5 bin gencini katil ettirler oysa sağcısı da solcusu da bu ülkenin daha güzel yaşanabilir olması mücadelesini veriyordu Birileri o zamanki SSCB nin uzantısı diğerlerini de ABD uzantısı gibi göstermeyi başardılar aslında bunu emperyalizmin uşakları tezgâhlamıştı. Başardılar da...
68 kuşağı 70 yaş ve üzerindeki yaşta olanları kapsar. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya gibi devrimci önderlerin liderliğinde oluşturulan Türkiye’deki sol hareketin adıdır. 68 kuşağı okumuş, bilgili gençlerin; ülkelerini Amerikan bağımlılığından kurtarmak için başlattığı devrimci bir harekettir. 68 kuşağını başlatan asıl olay Latin Amerikalı devrimci Ernesto Che Guevera’nın, 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesidir. Bu tarihten sonra tüm Avrupa(özellikle Paris sokaklarının duvarlarında) ve dünya caddelerinde aynı sloganlar yankılanmaktadır; ’gerçekçi ol, imkânsızı iste’.
68 Kuşağı Türkiye’de üniversitelerde ortaya çıktı. Türkiye’deki 68 eylemlerinin en önemli özelliği anti-emperyalist bir nitelik taşımasıdır. Tüm dünyada yayılan savaş karşıtlığı ve özgürlük fikrinden etkilenen sol görüşlü gençlik, Amerikan 6. Filosunun Türkiye ziyaretine karşı protesto gösterileri yaptı. 29 Nisan 1968’de Ankara’da yapılan mitingde, “Tam bağımsız Türkiye” sloganı on binler tarafından haykırıldı…
Kullanabildikleri kadar bu kuşağı kullan zindanlara tıktılar. 27 Mayıs faşizmini Anayasa ve hürriyet bayramı olarak kutlattılar 1 Mayıslar Bahar bayramı olarak kutlatıldı.
Bu kuşak ezildi yok edilmek istendi ancak kendileri yok oldu ama o kuşak aslanlar gibi tarihin sayfalarında adam gibi altın harflerle yerlerini aldılar.
Deniz Gezmiş’i, Muhsin Yazıcı’ları isimlerini yazsam kimseye yabancı gelmeyecek binlerce kişiyi öldüremediler onlar yaşıyor ve ilelebet yaşayacaklardır. Kısaca bu kuşak ezilmiş İşkencelerden geçmiş bir kuşak sıkıyönetimlere bağışıklık kazanmış sokağa çıkması defalarca yasaklanmış bastırılmak istenmiş ama bir türlü bastırılamamış aslanlar gibi dimdik duran bir kuşak adam gibi adam bu kuşak.
Bu kuşak bu ülkenin en bilinçli, en deneyimli, en dayanıklı ve en yurtsever kuşağı olarak da biliniyor. Bütün dünyada; okullardan, üniversitelerden başlayan bu yenilikçi hareketlerde 68 kuşağı herkes için özgürlük ve eşitlik istiyordu. Böyle bir dünya kurulamasa da onlar, bir efsane kuşak olarak sosyal tarihe yazıldı…
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve devrimci arkadaşlarının, Nâzım Hikmet’in dediği gibi, “dağlarda tek tek ateşler” yakarak kazandırdıkları zaferden sonra oluşturduğu yapılanmayla doğan ilk kuşak Cumhuriyet çocukları, 1940 kuşağını ve köy enstitülüler kuşağını yaratarak anlamlı bir sınav vermişti.
Yani Türkiye’mizin aydınlık geleceğiydi. Yani damar damara bağlanmıştı:
Jön Türkler’den Kuvayı Milliye’ye Köy Enstitüleri’nden 68 Kuşağı’na…
Yüzyıllardır süren özgürleşme kavgasının Jön Türklerle ivme kazanıp İkinci Meşrutiyet’le, Kuvayı Milliye’yle, Ulusal Kurtuluş Savaşımızla, laik Cumhuriyetle taçlanması...
68 kuşağının önemli isimlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın; Mahirlerin, Sinanların, Cevahirlerin ve binlerce devrimcinin bağımsızlık ve eşitlik mücadelesi tarihe kazındı. 68 kuşağı devrimcilerinin halk kitlelerine mal olan bağımsızlık mücadelesi, şimdi de bir pusula görevi görüyor.
68 hareketinin genel niteliği antiemperyalist ve bağımsızlıkçı bir mücadele hattı oluşturmasıydı. O günlerde bu mücadeleyi yürütürken aynı zamanda emekçi halkın çıkarlarını savundular. Onları katledenler sadece onları öldürmekle kalmadı fikirlerini de yok etmeye yönelik bir politika izledi. Bugün emperyalizme karşı mücadeleyi savunmak aynı zamanda bu düzene karşı bir mücadele hattını oluşturuyor. Tam bağımsızlık şiarı aynı zamanda emekçi halkın insanca bir yaşam sürdüğü; gençlerin, kadınların bu karanlığa mahkûm olmadığı bir düzen demek…
Ülkemizin aydınlık ufuklarında, bu aydınlıklarda boy veren kardelenler olarak, bu ufukların özgür ve dayanışmacı turnaları olarak gökyüzünü fethetme sevdasıyla doğduk.
Kuşağımız, önderleriyle büyüyen ve gençliği sarmakla kalmayıp toplumun tümünü kucaklayan bir sevdaya dönüştü.
“Neydi bu sevda, neydi 68 Kuşağını yaratan koşullar?” sorusunun karşılığının, o dönemin; “Kahrolsun Emperyalizm, Bağımsız Türkiye, Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye, NATO’ya Hayır, Amerikan Üslerine Hayır, Kahrolsun Emperyalizm ve Yerli İşbirlikçileri, Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Atatürk Geliyor” gibi sloganlarında verilmiş olduğunu söylemek yeterlidir.
Bu sloganların başında “Tam Bağımsızlık” geliyordu.
68, bir yürek yangınıydı; bağımsızlık ve özgürlük sevdasıydı; tıpkı Cumhuriyet devrimleri, köy enstitüleri, 40 kuşağı, halkevleri gibi Cumhuriyet’in ve bağımsızlığın simgesiydi.
Üzerlerine kapılar kapanmışken, karanlık değildi gün, sadece biz gözlerimizi sımsıkı kapatmış, yalandan bir karanlık yaşamıştık, selam olsun özgürlük kuşlarına selam olsun yiğit adamlara... Sert adamlar hoşçakalın… Siz gittiğiniz den beri ‘Her Yer Karanlık…’
Gezmiş’in idam sehpasındaki “Yaşasın tam bağımsız Türkiye” şiarı gençlerin mücadelesine ışık tutuyor. Bir dönem 68 kuşağı İzmir Kordonda “Yankee Go Home” derken cop yiyenler ama 6. Filo’yu denize dökenlerin mirasçıları, bugün de aynı yerde “Yankee Go Home” diyor ve diyecek... Gelecek bizim, hayat bizim. Ufukta görüyoruz, yarınlar bizim.
“Gelecek uzun sürer, uzağı gören çocuklar bilir.”
-“Bizler ilkokulda yurt bilgisi, lisede mantık sosyoloji, felsefe, divan edebiyatı okuyan nesiliz. Onun için bilgi yarışmalarında hiç joker kullanmadan yüzde 90 kazanabilen; günde 3 yazılı, 1 sözlü sınavdan geçen nesiliz.
-Biz zamanında kopya çeken, ama kopya notlarını yazarken öğrenen bir nesiliz. Biz Endonezya’nın ihracatını, Surinam’ın ithalatını bilen nesiliz.
-Biz anasını, babasını bakım evine terk etmeyen nesiliz. Babasının cenazesine tatilde olduğundan gitmeyen nesil değiliz.
-Biz kendine özgüveni olan bir nesiliz; etrafına saygısı ve sevgisi olmayan, sadece kendisi için yaşayan egoist (bencil) bir nesil olmadık.
-Sevgiyi, saygıyı, özveriyi, dostluğu, vefa duygusunu, yerine göre başkalarının yaşamı için kendi yaşam tarzından fedakârlık etmesini bilen nesiliz...
-Arkadaşlarımızın ailesini kendi ailemiz kabul eden, namus anlayışını buna göre tasarım eden nesiliz.
-Biz psikologlarla, pedagoglarla, şekillendirilen değil, psikolojik sorunlarını aile, mahalle ilişkileri içinde çözen nesiliz.
-Biz; anasına, babasına, ailesine fedakârlık yapabilen, maddi manevi kol kanat geren nesiliz.
-Biz bugün 40 yıllık arkadaşlarını köşe bucak arayan, onlarla birlikte olmaktan zevk alan nesiliz.
-Öğretmeninin elini öpmek için yarışan nesiliz biz. Semt çocukluğunu, mahalle terbiyesini, büyüklere saygıyı görmüş bir nesiliz.
-Misketi, çemberi, uçurtmayı, topacı, uzuneşeği, saklambacı, üçtaşı, kaptanı, kovalamacayı, ip atlamayı, seksek oynamayı, üçgen uçurtmayı, çivili futbolu, 9 taşı, yakan topu oyun olarak bilen bir nesiliz.
-Futbolu, voleybolu, basketbolu, yüzmeyi, tüm imkânsızlıklara rağmen spor olarak yapan bir nesiliz.
-Ebeveynlerimizin öğretmenlerimize ‘eti sizin kemiği bizim’ diye teslim ettiği, öğretmenlerimizin de bu emaneti gözlerinden sakınarak koruduğu nesiliz.
-Öğretmen benim neslimin en kutsal varlıklarındandı. Lise mezunlarının bile, bugünkü üniversite mezunlarının yanında, doktora yapmış gibi göründüğü bir neslin çocuklarıyız.
-Bizim nesli küçümsemeyin, bence bizim neslimize benzemeye çalışın…
En başta bu ülkenin, hatta dünyanın en büyük devrimcisi çok kısa sürede yaptığı devrimlerle tarihin ilk sayfasına adını yazdıran Türkiye Cumhuriyetinin banisi ulu önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere; Deniz, Mahir, Yusuf, Atilla İlhan ve diğerleri, bu vatan için kanlarını, canlarını verenler ve tüm devrim şehitlerimiz, size selâm olsun, bu ülke sizi asla unutmayacak…
Bugün koyu bir karanlığın içine itilmek istenen yurdumuzda, gözlerimize hala bir umut ışığı, darağaçlarında solmayan üç fidanın anısı önünde saygıyla eğiliyorum...
Düşünün ve sevgi dolu, umut dolu hayatı sevin…___ Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve unutmayalım ki; ; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız sevebilenlerin ve “Bastığı yerleri toprak diyerek geçmeyip tanıyanların” ve her adımında “altındaki binlerce kefensiz yatanı unutmayanlarındır”…
Olduğu gibi görünen, ya da göründüğü gibi olan herkese, gönül soframdan gönül sofrasına sevgi ve muhabbetler gönderdim… Mutlu, umutlu, acısız, gözyaşsız sağlıklı günler dilerim. Hoş kalın hoşça kalın ama her dem sevgiyle dostça, aşkla, özellikle vatan aşkıyla, şarkılarla, türkülerle kalın... Bir gün, bir yerlerde, görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#
FAYDANILAN KAYNAKLAR:
www.brandingturkiye.com
Vikipedi
www.tarihbilimi.gen.tr/
Radikal.com.tr, 17.4.2004
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.