- 149 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AVANAK VE UYANIK HAFİYE
AKÇE BANK SOYGUNU
1880’li yıllarda II. Abdülhamid Umur-u Hafiye Teşkilatını kurdu ve resmi olarak zaptiye teşkilatına bağlamıştı. Bu hafiye teşkilatı fiili olarak padişaha bağlıydı. Bu hafiyeler İstanbul’un en gizli cemiyetlerinin içerisine sızdırılmış özel ekiplerden oluşuyordu. Bu teşkilata girebilmek için özel yetenek imtihanlarını geçmek yetmiyor, soylu bir paşanın da referansı gerekiyordu. Gözü pek cesur zıpkın gençlerden oluşan bir teşkilattı. Keselerinde Padişahın görevnamesi ve altıpatlar tabancaları vardı. Hafiyeler boyunlarında üçgen deri kaplama koruyucu muska taşırlardı. Din ulemasının baş hatibi tarafından yazılmış bu muskaların hafiyeleri koruduklarına inanılırdı. İkili karındaşlık sistemiyle görev yapıyorlardı. Zorda kalmadıkça keselerindeki görev namelerini göstermiyorlar, hafiye olduklarını belli etmiyorlardı. Padişaha karşı ahaliyi ayaklandıracak dış düvellerin akçe yardımlarını yakından izlemek amacıyla her banka için, iki kişilik özel bir ekip görevlendirilmişti.
Osmanlının baş şehri İstanbul’da bankacılık yeni kurulmuştu. Bu bankalar zengin tüccarların ve ahalinin altın ve akçelerinin yatırıldığı yerlerdi. Hafiye raporlarına göre, padişahı tahttan indirmek için bu bankalara İngiltere’den akçe yardımları geliyor, bu akçeler çiban başı kabadayılara dağıtılıyordu. Bu dağıtılan akçeler kabadayılara az gelmeye başlamıştı ve bankalardaki akçelerin çokluğu kabadayıların iştahını kabartıyordu. Bankaların kapısında banka çalışanı özel bekçiler nöbet tutuyor, bankanın huzur ve sükununu sağlıyorlardı.
Yağmurlu bir günde kiraladıkları at arabasının üzerinde, iki hafiye ıslanmamak için birbirlerine sokulmuş yavaş yavaş Galata Kulesi’ne doğru ilerliyordu. At arabasını beş akçeye kiralamışlardı, bu arabayla bankaya bir sandık dolusu kâğıt ve diğer sarf malzemeleri götürüyorlardı. Yokuş yukarı taş yolda at zorlukla ilerliyor, sahibinin değnek darbesi ile at bütün gücüyle yola asılıyordu. Tahta tekerleğin sesi demir nalların sesiyle senkronize hareket ediyordu. Nihayet köşe başında banka gözükmüştü. Cafer otuz yaşlarında uzun boylu pala bıyıklı bileği bükülmez bir yiğit hafiyeydi. Yeniçeri ocağından hafiyeliğe geçmişti. Sivri zekâlı, keskin akıllıydı. Celil 27 yaşında bahriye nazırının yeğeni Kastamonulu Ali Ağa’nın en büyük evladıydı. Aklı biraz noksan, sakar bir oğlandı. Bahriye nazırı amcasının hatırına hafiye edilmişti. Sıska, kuru, çelimsiz bir delikanlı. Pantolonu bu çelimsizliğinden arada düşüyordu.
Bankanın önüne gelindiğinde at arabacı atın dizginlerini sıkıca kendine doğru çekerek ‘Hovvvvvv, durşşşşşşş! Geldik beyim!’ diye arkasına doğru seslendi.
Atın dizginlerini at arabasının köşesindeki çıkıntıya bağlayıp aşağı indi. Kâğıt ve malzeme dolu sandığa doğru ilerledi.
Hafiye Cafer gökyüzüne bakarak: “Bu yağmur da yağacak zamanı buldu!” dedi.
At arabacı: “Beyim sandık hazır, nereye indireyim?’ deyince, Cafer etrafına bakındı. Sonra eliyle işaret ederek: “Şu demir kapının önüne indir.” dedi.
At arabacı sandığı kucakladı ve işaret edilen kapı önüne sert bir şekilde bıraktı, ‘Takkkkkk’ diye bir ses geldi.
Celil bu duruma çok bozulmuş olmalıydı, yüksek sesle: “Sandığı kafamıza vuraydın!” dedi.
At arabacı başını öne eğerek ellerini ovuşturdu. “Beyim elimden kaydı, akçemi verin ben gideyim, atım ıslandı. Allah muhafaza hasta olur, tek ekmek teknem bu at” dedi.
Cafer belindeki kuşağın içerisinden akçe kesesini çıkardı, kalın parmaklarını küçük kesenin içerisine daldırıp bir miktar akçe çıkardı ve at arabacıya birer birer vermeye başladı. At arabacı akçeleri aldıkça hızlıca kendi kesesine koyuyordu. Yağmur şiddetini iyice arttırmıştı. Celil göz ucuyla akçeleri uzaktan sayıyordu ve dayanamayıp ve seslendi: “Dur, fazla verdin!” dedi.
At arabacı yutkundu ve: “Bir tane noksan beyim” diyebildi.
Celil kaşlarını çattı ve o sert sesiyle: “Noksan değil, fazla!” dedi.
Cafer bir tane daha para kesesinden akçe çıkarıp at arabacıya uzattı. “Bu da bahşiş olsun, eeeee o kadar yağmurda ıslandın, atına saman alırsın” dedi.
At arabacı akçeyi gülümseyerek alıp kesesine koydu ve at arabasıyla geldiği yöne doğru hareket etti.
Celil pantolonunu göbeğine doğru çekerek bankanın heybetli duran kapısına baktı. Kapının açılmasını bekliyordu. Sağ eli ile kapının altındaki küçük halkadan tutarak o halkayı kapıya vurmaya başladı. ‘Tak tak tak’
İçeride ses yoktu ve Celil bu sefer yukardaki kalın tokmağı kapıya vurmaya başladı. ‘TAAK TAAAAK TAK’
Bankanın kanatlı kapısı gıcırdayarak içe doğru açıldı. İçeriden kilolu koca göbekli yakasında bekçi rozeti takılı biri çıktı. Yeleğinin ön küçük cebinden köstekli saatini çıkarıp baktı ve “Geç kaldınız!” dedi. Cafer: “Beyim yağmur vardı, at arabası kağnı gibi geldi” dedi. Bekçi: “Neyse neyse, geldiniz nihayetinde!” dedi ve Celil’e bakarak: “Al şu sandığı içeri taşı” dedi.
Banka içinde üç masa vezne, kayıt kâtipleri ve arka odada banka müdürünün odası vardı. Müdürün odasının karşısında akçe ve altınların muhafaza edildiği demir kapı ve asma kilitli akçe odası vardı. Bankanın dışı taştan içi ise kahverengi vernikli ahşaptan yapılmıştı.
Celil önce Cafer’e baktı, sonra Cafer başıyla al işareti etti, bekçinin gözüne bakarak tamam anlamında başını öne iki defa sallayıp kapı önündeki sandığa doğru üç adım atıp kocaman sandığı kucakladı. Bir anda sandığı yukarı kaldırınca Celil’in pantolonu belinden aşağı düştü. Celil’in içindeki içlik görünmüştü. Bekçi şaşkınlıkla Celil’in düşen pantolonuna baktı. Celil mahcup bir şekilde sandığı yere bırakıp aceleyle pantolonunu çekti ve tekrar sandığı yerden kucaklayıp bekçiye bakarak sırıttı.
Bekçi: “Beni takip edin!” dedi ve bekçi önde Celil ve Cafer arkada açık olan kapıdan içeri girdiler. Bankanın içine doğru yavaş yavaş ilerliyorlardı. Hep birlikte bankaya girdiler, kelebek kapı gıcırdayarak bir anda kapandı ve tekrar açıldı. ‘Şakkkkkk-gıcırt’ diye bir ses çıkardı.
Celil korkuyla karkasına dönüp kapıya doğru baktı, sonra bekçiye baktı ve bekçi başı dik poposu arkada yürüyordu. Celil ani bir koşma hareketiyle bekçiye yetişmek için peşinden hızlıca yürümeye başladı. Cafer göz ucuyla içeriyi süzüyordu. Üç masa ve bu masaların önündeki işkembeler de ayrı ayrı oturan iki kokoş bayan ve bir kilolu tüccarın muamelelerini izliyordu. Gündüz vakti yanan kandil ışıkları ortamı sakinleştiriyordu. Masadaki görevliler ve müşteriler de göz ucuyla Celil’i izliyorlardı. Celil dört adım attıktan sonra pantolonu dizlerine kadar tekrar düştü ve ayakları birbirine takılıp sendelemeye başladı. Elindeki sandık bekçiye doğru fırladı ve kapağı açıldı, sonra içindekilerle birlikte bekçinin üzerine düştü. Celil de yüz üstü bekçinin üzerine düştü. Bekçi yüz üstü yere kapaklandı, üzerinde pantolonu dizlerine kadar açık Celil uygunsuz durumda duruyordu. Bekçi Celil’den kurtulmaya çalışıyor, kurtulamıyordu.
Bekçi: “Çekil be adam, kalk üstümden!” diye bağırıyordu.
İçerdekiler duruma kikirdeyerek gülüşmeye başladılar. Bekçi duruma çok sinir olmuştu. . Celil ve bekçinin çıkardığı gürültüye, odasından müdür çıkageldi.
Müdür: “Ne oluyor burada?” dedi. Müdür, Celil ve bekçiyi üst üste görünce kahkaha atmaya başladı. ‘Umuhahahahhahahhaaa’ diye göbeğini tuta tuta kahkaha atıyordu. Caferde müdüre baktı ve o da gülmeye başladı.
Bankanın demir kelebek kapısı bir anda sağa ve sola doğru açıldı. ‘Şakkkkk’ diye bir ses çıkardı.
Kapının açılmasıyla içerdeki bütün kandiller söndü. İçeriye iri yarı, heybetli bir adam girdi. Kuşağından altı patlar tabancasını çıkarıp bir el bankanın tavanına doğru ateş etti ve “Heytttttttttttt, davranmayın ulaaaaaaa! Davrananı yakarım, bu bir soygundur!” diye bağırdı.
Soyguncu yanındaki adamına: “Kadir, çuvalı getir!” diye seslendi. Kadir soyguncunun arkasından elinde çuvalla içeri koşarak girdi. Yerdeki uygunsuz durumu gören soyguncu şaşırmıştı ve “Ula ne oluyor orada? Siz ne yapıyorsunuz? Hamam oğlanları!” dedi.
Bekçi son kez üzerindeki Celil’den kurtulmak istedi ve elini kuşağındaki tabancasına attı. Bunu soyguncu gördü ve tavana doğru bir el daha ateş etti.
Soyguncu bekçiye: “Silahına davranma, yakarım!” dedi.
Hızlı adımlarla bekçiye doğru ilerleyip elindeki tabancayı aldı. Cafer ve diğerleri ellerini çoktan yukarı doğru kaldırmıştı.
Kadir masalara çuvalları dağıtıp: “Akçeleri, mangırları, altınları çuvala koyun!” diye bağırdı.
Çalışanlar masanın altındaki çekmecelerden akçe keselerini bir bir çıkarıp ağzı açık olan çuvala atıyorlardı. Müdür bir ara odasına doğru gitmek istedi. Bunu gören soyguncu müdüre bağırdı: “Bre ahmak, sen nereye gidiyorsun? Gel buraya!” dedi.
Soyguncu iki eliyle silahı kavradı. Sağ işaret parmağı ile tetiği sıktı. İçerdeki sessizlik silah patlamasıyla bozuldu. Müdür vuruldu ve olduğu yere yığılıp kaldı. Masadaki muameleci memurlar yerlerinden kalkıp müdüre doğru yöneldiler. “Oturun ula sizi de yakarım, şakam yok. Namım koca Cengiz, anasını vuran ben, gardaşını kesen ben, dellendirmeyin ula sizi de delerim!” diye bağırdı. İçerisi bir anda buz gibi oldu. Sessizlik her yeri kaplamıştı.
Kadir: “Cengiz Ağam buradaki akçeler bitti” dedi.
Koca Cengiz (BAĞIRARAK): “Mangırları nerede saklıyorsunuz? Çabuk söyleyin!” diyince yerde yatan bekçi eliyle içerdeki odayı gösterdi.
Kadir hızlı adımlarla bekçinin gösterdiği yöne doğru giderken yerde yatan Celil’e ayağı takılıp Celil’in üzerinde düştü.
Kadir: “Hay aksi, pis cenabetler, sizin yüzünüzden işlerim uğursuz gidecek!” dedi.
Kadir Celil’in üzerinden kalkıp üstünü başını silkeledi. Yerdeki Celil ve bekçiyi ayağa kaldırdı. Celil ayağa kalkar kalkmaz pantolonunu çekip pantolonun üzerindeki kuşağı sıkı sıkı sardı. Koca Cengiz elindeki tabancayla işaret ederek: “Herkes şuraya toplansın!” dedi.
Herkes bankanın ortasına toplanmıştı. Birtek köşedeki masanın karşısındaki işkembede oturan kilolu kokoş kadın gelmemişti. Koca Cengiz kadına dönerek havaya bir el daha mermi sıktı ve ‘Heyyyyyy kime diyorum, buraya gel ulaa!’ diye bağırdı.
Kadın iri karnını tutarak Cengiz’in işaret ettiği yere doğru yürüyor, yürürken bir şeyler mırıldanıyordu. Rehine kadın: “Ben hamileyim, bebeğime bir şey olursa kocam size İstanbul’u dar eder!” diyordu.
Cengiz umursamamıştı, bütün herkesi bankanın meydanına toplamıştı, rehineler korkuyla bir birlerine sokuluyorlardı. Kadir arka tarafa mangır odasına mangırları toplamak için gitmişti.
Hamile kadın karnını tutarak, sessizce inliyordu. Cafer, Celil’in kulağına eğilerek bir şeyler mırıldandı ve “Vakti geldiğinde ben Koca Cengiz’i yakalayacağım, sen de Kadir’i yakala” diye talimat vermişti. Celil korkmuştu, başını tamam anlamında öne arkaya salladı. Ortamı pis bir koku sarmıştı. Herkes bu kokunun nereden geldiğini merak ederken Celil sağ ayağının paçasını sallamaya başladı. Kokunun kaynağı belli olmuştu. Bu koku avanak Celil’den geliyordu. Rehineler burunları tıkayıp başlarını yan tarafa çevirdiler. Hamile kadının inleme sesleri artmıştı, doğum başlamıştı. “Ayyyy, Ayyyyy, offfffff, anammmmm, oyyy!”
Koca Cengiz sinirlenmişti: “Kes be kadın, Kur’an’ıma vururum seni!” diyordu.
Hamile kadın: “Ben Jandarma Nazırının karısıyım, benim kocam seni vurur. “Ayyyy, offfff! “diye sesler çıkarıyordu. Koca Cengiz silahını kadına doğru doğrulttu, altı patların horozunu kaldırmıştı. Cafer Koca Cengiz’e seslenerek: “Aciz bir karıyı vurmak sana yaraşır mı? Sonra el âlem arkandan söz eder” dedi.
Koca Cengiz silahını aşağı indirdi ve pala bıyıklarını sol eliyle burdu, bir şeyler düşünüyordu. Hamile kadın korkuyla çığlık atmaya başladı: “Ayyyy, anam doğuruyorum, sancılarım başladı, suyum geldi!” diye feryat figan etmeye başladı.
Cafer koca Cengiz’e: “Kadını sal gitsin, yoksa burada doğuracak!” dedi. Koca Cengiz: “Kalk be kadın, çık dışarı burada doğurma!” dedi.
Kadın kalkmaya çalıştıysa da kalkamadı. Diğer rehine kadın ve kilolu erkek rehine kadının koluna girdi ve ayağa kaldırdı. Koca Cengiz ( BAĞIRARAK): “Hey, ne oluyor, oturun oturduğunuz yerde!” dedi, fikri değişmişti. Kadının koluna girenler korkuyla tekrar oldukları yere oturdular. Koca Cengiz elindeki tabancayla ilerde kuytu bir köşeyi işaret ederek: “Bu karıyı ha oraya götürün orada doğursun!” dedi. Sonra (Bağırarak): “Kadir acele et, tez gidelim, bu karının bağırması benim canımı sıkıyor!” dedi.
Kadir: “Ağam birini göndersen de çuvalı çabuk doldursam” dedi. Koca Cengiz Celil’e bakarak, silahla Kadir’in orayı işaret etti. Celil bulunduğu yerden kalktı, yavaş yavaş yürümeye başladı. Koca Cengiz: “Tez olun tez!” dedi
Celil hızlanınca yerde baygın yatan bekçiye ayağı takılıp bekçinin üzerine düştü. Bekçi Celil üzerine düşünce ayıldı. Sağına soluna baktı ve tekrar bayıldı. Cengiz’in ve içerdekilerin dikkati buraya yoğunlaştı. Bunu fırsat bilen banka çalışanı koşarak açık olan kapıdan dışarı kaçtı. Bu duruma Koca Cengiz çok öfkelendi. Kaçan rehinenin peşinden iki adım attı, tekrardan geri döndü. İçerdekilere tehditler yağdırıyordu.
“Allah’ın belaları! Ulan hepinizi deleceğim, doğrayacağım, bu nasıl kaçar? Zaptiyeler doluşacak buraya şimdi. Sonra: “Kadir acele et aslanım!” diye seslendi.
Kadir: “Ağam birini gönderdin mi?”
Cengiz Celil’e bakarak: “Kalk çabuk uğursuz cenabet, çabuk çuvala mangırları doldurun!” diye talimat verdi. Celil düştüğü yerden kalktı.
Koca Cengiz doğum yapan kadına (BAĞIRARAK): “Ula susturun şu karıyı, ağzına çaput maput tıkayın!” dedi. Yanındaki yardım eden kadın entarisinden bir kumaş parçası yırttı, top haline getirdi ve sancıyla kıvranan kadının ağzına, dişlerinin arasına koydu.
Kadının sancıları iyice artı, sesi iyice gürleşmişti. Ağrı ve sancıdan yerdeki İran halısını tırnaklarıyla yoluyordu. Doğuran kadının yanındaki diğer rehine doğum konusunda tecrübeli gibiydi. “Sık dişini bacım, ıkın, çocuğun başı gözüktü!” dedi.
Hamile kadın iyice terlemişti, alnından ve yanaklarından boncuk boncuk terler akıyordu. Bir yandan dişlerini sıkıyor bir yandan elleriyle üzerindeki entariyi ve yerdeki halıyı tırnaklayıp çekiştiriyordu.
“Ikın bacım, hadi bir gayret, az kaldı!”
Hamile kadın (çığlık atarak): “Ayyyyyyyy, Allah’ım ölüyorummmmmmmm! Nazır’ım yetişşşşşş!” diyordu.
Koca Cengiz iyice sinirlenmiş gibiydi ve “Susturun şu karıyı, kime diyorum ulaaaaa!” diye bağırdı.
Doğum yaptıran kadın korkudan doğum yapan kadının ağzını eliyle kapatmaya çalışıyordu. Bir yandan da Cafer’e bakarak su istedi.
Yerde yatan bekçi çoktan kendine gelmişti ve Cengiz’den “ Müdürün odasında su ve bez var, izniniz olursa onları getireyim, sonra da müdüre bakayım mı?” diye müsaade istedi.
Koca Cengiz: “Tamam çabuk git, kaçmaya çalışırsan herkesi yakarım!” dedi.
Bekçi korkmuştu (titrek bir sesle): “Tamam” dedi
Bekçi yerden kalkıp müdürün odasına doğru yürüyüp odaya girdi. Kısa bir süre sonra elinde bir güğüm su, küçük bakır leğen ve bir parça bezle çıktı geldi. Önce doğum yapan kadının yanına su, leğen ve bir parça bez bıraktı. Sonra müdürü sırt üstü yatırıp yarasına baktı. Müdür sağ omzundan vurulmuş arada bir gözlerini açıp kapatıyordu. Bekçi kanayan yaraya bezi bastırarak tampon yaptı ve müdürün başında beklemeye başladı. Hamile kadın dişlerini sıkıyor, diş gıcırtıları inleme seslerini bastırıyordu. Rehine kadın, bekçinin getirdiği suyu leğene koydu ve bir parça çaputu ıslatıp doğum yapan kadının alnına ve yanaklarına sürmeye başladı.
Doğuran kadın (çığlık atarak): “Oyyy anacığım oyyyy, ağğğğğğ ayyyyyyyy!” diyordu.
Koca Cengiz Kadir’e seslenerek: “Ula uğursuz, ne varsa alın tez çuvala koyun, zaptiyeler gelirse hiçbirinizi sağ komam!” diye sert çıkışmıştı.
Doğum yapan kadının sesleri iyice çığlığa döndü. Cengiz bu durumdan epeyce rahatsız oldu. Bankanın içinde ileri geri volta atmaya başlamıştı. Pala bıyığını arada çekiştirip kadına bakıyordu. Bankada bir anda sesler kesildi. Herkes doğum yapan kadına bakmaya başladı. Sessizliği bebeğin ağlama sesi bozdu: “Ingaaa ıngaaaa ıngaaaa”
Doğum yaptıran kadın yeni doğan bebeği çaputlara sardı ve anasının kucağına bıraktı. Doğum yaptıran kadın (Cengiz’e): “Nur topu gibi kızımız oldu, hayırlı olsun!” dedi.
Koca Cengiz: “Be kadın benim bebem mi? Anasına babasına hayırlı olsun. Tövbe tövbe, ben ne diyorum ulaa, kes sesini hayde çabuk olun!” diye seslendi.
Bankanın dışında bir sesler gelmeye başladı, Cengiz kafasını arka tarafa çevirdi ve açık olan kapıya doğru gitti. Kafasını kapıdan dışarı çıkarınca sesler arttı.
“Etrafınız sarıldı, tabancalarınızı yavaşça yere bırakın ve sessizce dışarı çıkın, aksi halde kurşun atacağız!” diye bir ses geldi. Koca Cengiz sesin geldiği yöne doğru bir mermi daha sıktı. Bu silah sesine zaptiyeler de karşılık verdi.
Koca Cengiz bağırarak: “Ateşi kesin, yoksa rehineleri öldürürüm!” dedi.
Zaptiye Başı (Bağırarak): “Ateş kesss!” dedi.
Koca Cengiz: “Kadir çuvalı ortaya koy, bir tane rehine al getir!” diye talimat verdi.
Kadir içi akçe dolu çuvalı, Celil ile birlikte bankanın ortasına bırakıp Celil’i alıp Cengiz’e götürdü. Cengiz, Celil’in arkasına geçip başına tabancasını dayayıp birlikte dışarı çıktılar.
Koca Cengiz: “Zaptiyeler, içeri girerseniz rehineleri öldüreceğim, şimdi burayı terk edin!” diye zaptiyeleri uyardı.
Zaptiye Başı: “Tamam öldürme, geri çekiliyoruz!” dedi.
Koca Cengiz: “Terk edin burayı, size on dakika veriyorum ulaaa, kaybolmazsanız delerim bunları!” diye bağırıyordu.
Cengiz, Celil’in ensesinden tuttu, birlikte bankanın içine tekrar girdiler. Cengiz kokudan rahatsız olmuş gibiydi ve Celil’i sert bir şekilde içeri itekledi. Celil gaz lambasına konmuş sinek gibi bankanın beton zeminine yapıştı.
Kadir:”Ağam çuval hazır, çıkalım mı?” diye sordu.
Koca Cengiz: “Az bekleyelim, bu zaptiyelerin ne yapacağı belli olmaz” dedi.
Kadir: “Ağam semiz iki binek at isteyelim, yanımıza birer rehine alır o atla kaçarız” diye akıl vermişti.
Koca Cengiz: “Aferin ula senin kafa arada çalışıyor”!” deyip dışarıdaki (Zaptiyelere yüksek sesle bağırarak): “Ula bize iki doru at getirin, dinlenmiş olsun. Biz çıkınca takip etmeyin yoksa yanımızdaki rehineleri öldürürüz!” dedi.
Zaptiye Başı: “Tamam bizim atlardan size iki tane verelim, kapıya birini gönder al atları.” dedi. Koca Cengiz: “Ula atlar dinlenmiş olacak, yorgun at koşmaz, ona göre.” dedi.
Zaptiye Başı: “Tamam, istediğiniz atları getiriyoruz” dedikten sonra bir anda sessizlik ortama hâkim oldu. Cengiz sağa sola baktı, önce sol eliyle ortadaki çuvalı tarttı, sonra Celil’e baktı. “Şu sıskayı ve şu doğum yaptıran karıyı yanımıza alalım, birlikte buradan çıkarız” dedi. Atlar kapı önünde görülmüştü. Koca Cengiz ve Kadir atlara doğru ilerlerken Cafer kuşağındaki tabancasına davrandı. “Eller yukarı Osmanlı hafiyesi, tutuklusunuz, yoksa yakarım sizi!” diye bağırdı. Koca Cengiz arkasına dönüp Cafer’e doğru tabancasını doğrulttu. Tetiğe bastı, tabanca patlamamıştı. Altı patlarında kurşun bitmişti. Cafer Koca Cengiz ile yumruklaşmaya başladı, Celil de Kadir ile vuruşuyordu. Bankadakiler de olayı seyrediyorlardı. Celil yere düştü, yere düşünce yerdeki bekçinin tabancası eline geldi ve Kadir’i alnından mıhladı, sonra tabancayı Koca Cengiz’e doğrulttu. Koca Cengiz Cafer’i altına almış sağlı sollu yumrukları yerleştiriyordu. Sol gözünü kısıp tetiğe basınca Cengiz de vurulup Cafer’in üzerine düştü.
Celil sakar da olsa, bir yolunu bulup şansı yaver gidip olayların üstesinden gelmeyi başarabiliyordu. Zaptiyeler açık kapıdan içeri girdi. Etrafa bakındı, iki soyguncu da yerde ölü yatıyorlardı. Rehineler kurtarılmış, çalınan paralar geri eski yerlerine konulmuştu. Banka kayıt defterlerine Cafer Sultan Hazretleri adına el koymuştu. Kayıtlarda ecnebi birçok hükümet karşıtı şahsın hesabı tespit edildi. Bu paralar ile halk ayaklanması yapılmadan önlenmiş oldu. Sultan Hazretleri Cafer ve Celil’i üstün başarı ödülü ile ödüllendirdi. Bir vukat daha avanak Celil sayesinde sulh olmuştu.
Aydın Benli
instagram:yazar_aydinbenli
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.