- 204 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
-MUHAKEMEDE ANAHTAR KAVRAMLAR-(2)
Dilimizde kullandığımız temel soru kelimelerinden biri de “hangi” olmaktadır. Muhtelif hallere karşılık gelen kullanımları bulunmaktadır kuşkusuz. “hangi rüzgar attı”, “hangi dağda kurt öldü” gibi sitem yüklü kullanıldığı gibi, “iki ya da daha çok şey arasından bir tanesini belirtecek bir yanıt istemek için kullanılan soru sıfatı.” Şeklinde tanımlandığı da görülebilir. Bir konu etrafında derinleşmek arayışının nişanesidir o artık.
Düşünce dünyamızdaki kavram kargaşası halleri her zaman bu soru sözcüğüne başvurulmasını mümkün kılacaktır. Bu husustaki en dikkate değer örneklerden bir bölümü ünlü edebiyat adamlarımızdan Attila İlhan tarafından sergilenmektedir vaktiyle. Temelde doğu batı kültür karşıtlığı, sentez arayışları, batılılaşma, çağdaşlaşma, modernleşme, sağ sol kavramları, bunlar karşısında din, gelenek, dil, tarih unsurları hangi zemine oturtulacak, nasıl bir zeminde kendisine hayat bulacaktır?
Hiç şüphesiz problemler noktasında da sorgulamalar vardır. Sağdan soldan toplama bir dağarcık oluşturup kendimize, sağ sol mu dedik yıllarca, nesiller boyunca yoksa? Batı bizim sandığımız dünya mıydı? Doğu algımızla içinden çıkıp geldiğimiz alem örtüşüyor muydu? Sahi, nasıl bir alemdik biz?
”Hayır, bize bunları öğretmediler. Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leonardo’dan önemsiz, Mevlana Dante’den küçüktü, Itri ise Bach’ın eline su dökemezdi… Oysa bir kere yaptığımız Batılılaşmak değildi, ikincisi batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü batının ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.” Der rahmetli yazarımız İlhan.
Kaptan sığ suların adamı değildir açıktır ki. Sığ sularda karaya oturmak an meselesidir hani. Kendisini Kemalist Sosyalist çizgide tanımlasa da bu geleneğin dogmalarına toslayan bir tutum takınması enteresandır. Bunda iki hususun özellikle etkili olduğu kanaatindeyim. İzmir gibi ülkemizin batıya açılan ticari, kültürel dinamizmiyle dikkat çeken bir şehrinde doğup çocukluk ve ilk gençlik yıllarını idrak etmesi kadar, bu hususu İstanbul çizgisinde taçlandırmış olması, yanı sıra gençlik yıllarından itibaren dönem dönem gidip geldiği Paris üzerinden batının buradan görünenle farklılıkları ve buranın batıdan görünümü noktasında hayli kendisini donatıp, yetiştirmektedir. Edebiyat ve düşünce dünyamızın gözü açık, haşarı, afacan, giderek asi ve yasak bölge tanımayan çocuğudur artık o. “Çapkın, çakırkeyif bir üslup. Şımarık, atak, serazat bir zekâ, haşarı bir üslup, koşuyor zıplıyor, saklanıyor, tekrar fırlıyor.” Demektedir bir başka usta Cemil Meriç.
Hiç kuşkusuz münferit isim ve onların söylemlerine bağlı da değiliz. Farklı değerlendirmeleri ve söyleyişleri olan sanat, edebiyat ve düşünce insanlarımızdan ilhamlarımız olabilir. Bunların kesişim kümesi boş küme de olmayacaktır. Bunda her şeyden önce tarihsel damarlarımızın pompaladığı zenginliği ve bunu besleyen coğrafi temelimizi görmeliyiz. Evet coğrafya. Avrupa ile Asya arasında doğudan batıya, kuzeyden güneye bir koridor açtığımız muhakkak. Bu sağlam bir Avrasya modeli inşa edebileceği gibi çalkantılara da müsaittir.
Ülkemiz açıktır ki, kuş uçmaz kervan geçmez, tayfunlarla, kasırgalarla örülü, göçlere kapalı, ırki saflığı oldukça koruyan, kollayan bir konumda vücut bulmamakta. Dolayısıyla bu vaziyetin getirdiği, getireceği sirkülasyonları hesaba katmak gerekir. Sorunları, zaafları, buhranları, bunalımları salt kişilere, takvim yapraklarına mahsus ve bağımlı zannetmekten kurtulmalıyız. Bu arz ettiğim takıntılar, saplantılar parantezidir. Komplo teorisi buradan beslenir söz gelimi.
Şöyle ki, komplo iki şekilde biçimlenir. Tek kalmış bir olayın analiziyse gerçekçidir. Mesela bir siyasi kişilik, devlet adamı, hükümdar devrilir, ölür, öldürülür. Ona karşı komplo kurulduğu, bir komploya kurban gittiği söylenir, mantıklı, manalı halde seyredebilir bu değerlendirmeler. Ne ki, bir ülkenin tarihinin muhtelif evrelerini ölçüp biçerken nesillere hatta asırlara uzanan determinist yahut kaderci bir perspektif geliştiriliyorsa bu ne kadar belirli veri tabanına sahip olsa da yaklaşım biçimi akılcılaştırma, akli kılma, akla büründürme halini alabilir.
Kuşkusuz devlet toplum ilişkilerinin hasarlı yanlarıyla da bağlantılıdır bu gerginlikler. Bizde Osmanlı’dan Cumhuriyete devlete karşı isyanlar ve bunların bastırılma süreçlerinin sosyal psikoloji üzerindeki tezahürleri yabana atılabilir mi? Öyle ki, yeni gelen nesillerin siyasal, tarihsel süreçleri kavramaları üzerinde tayin edici olacaktır doğallıkla.
Şu kadar ki, lokal durumları genele teşmil etmekte fevkalade yanılgılı ve yanıltıcıdır. Günler, aylar, yıllar değil nesiller, hatta asırlar üzerinden okumalıyız hadiseleri. Tarihi dönemlerin, evrelerin iç ve dış dinamikler, beraberinde evveliyat zaviyesinden olgular üzerinden okunması aklı selime uygun olandır.
Unutmamak gerekir ki, “Küçük insanlar kişileri, ortalama insanlar olayları, büyük insanlar ise fikirleri konuşur” sözü pek muteberdir. Nihayet tarihsel kişiliklerin başlı başına olgu, fenomen teşkil ettiği ve dahi hadiselerin kümülasyon yaptığı haller saklıdır.
-DEVAM EDECEK-
-LT-
YORUMLAR
Üstadım, muhakemede anahtar kavramlar, deyince, başta kültürün ürettiği güçlü bir dille birlikte onun olmazsa olmazı kelimeler, daha doğrusu terimler geliyor...
Denizciliğin başat olduğu Batı, coğrafi keşifler, reformlar ve rönesansla birlikte başka coğrafyalara ve kültürlere açılırken, determinist ve pragmatist bir algı ile büyümesinin, gelişmesinin,, kısaca hükmetme imkanının yolunu da açıyordu. Sermayenin liberal felsefesi de bunun bir nevi seferberlik anlayışına evrilmesini getiriyordu. Sanayi devrimi ile bu durum bütünleşiyor, diğer coğrafyalarda kendi medeniyetlerinin medeniyet algısında 'tekel' olmasını sağlıyordu.
Bizde? Doğuda?... Hükümranlar ulus devletlerin nasıl doğmakta olduğunu fark etmiyorlardı veya daha kötüsü, kendi var oluşlarının paradigmasına sarılmakla 'dönemi' atlatacaklarını sanıyorlardı (belki).
Yani? Muhakemenin anahtar kavramlarının tarihi zorunluluğunu anlamıyorlardı, başta liberalizm...
Mesela, bu durmu İngiliz o kadar iyi anlamış ve içselleştirmiş ki, milletvekilleri meclislerinde okul sırasında oturur gibi yan yana oturuyorlar, ateşi yükselmiş gibi nutuk atmıyorlar...
Çünkü, o sıralara oturmak (harhalde) kelime ve kavramları doğru anlayıp, anlatabilmeyi gerektiriyor...
Ayrıntıları fark edildikçe görülecek ki, Batı deyip geçmek büyük hatadır...
Sayenizde muhakeme ettim... Teşekkürler.
Saygılarımla.
levent taner
Önemli hususların altını çizdiğinizi gördüm naçizane
Batı rasyonel düşünce, iş ahlakı, vatani ahlak, inancına bağlılık ögelerinde değer arz ediyor kanımca
Milli şairimizin sözü zannımca da doğru
"Dinleri var işimize benzer, işleri var dinimize benzer" demekte devrinde
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.