- 187 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
İMAM-HATİP NESLİNİN ÖNCÜSÜ TRABZONLU CELÂL HOCA YAHUT MAHMUT CELÂLEDDİN ÖKTEN
İMAM-HATİP NESLİNİN ÖNCÜSÜ TRABZONLU CELÂL HOCA YAHUT MAHMUT CELÂLEDDİN ÖKTEN
M. NİHAT MALKOÇ
"Bu okulları(İmam-Hatipleri) doğmadan boğmak isteyenler var"dı.
Türkiye’de dinî eğitim her dönemde öncelikli gündem olmuş, mesele üzerinde değişik mahfiller tarafından müspet ve menfî kanaatlerde bulunulmuştur. Nüfusunun kahır ekseriyeti Müslüman olan bir memlekette dinî eğitimin inkişaf ettirilmesi hâliyle elzemdi. Bunun birkaç dernek ve vakfa bırakılması gelecekte ciddi sancılara yol açabilirdi. Bu mühim iş, milletin değerleri de göz önünde bulundurularak devlet kontrolünde planlı ve programlı biçimde yapılmalıydı. Zira gönüllü kuruluşların vereceği dinî eğitim değerler kargaşasına yol açabilirdi. Bu iş ilmî derinlikten mahrum kafalarla yürütülürse gelecekte sorunlar çıkabilirdi.
Bilindiği gibi 1949’da dinî alandaki kalifiye insan açığını gidermek için, ölü yıkayacak, cenaze namazı kıldıracak insanlar yetiştirmek için İstanbul’da İmam-Hatip Kursları açılmıştı. Demokrat Parti iktidara gelince bu kurslar 1951’de, bütün zorluklara rağmen İmam-Hatip okullarına dönüştürülmeye başlanmıştır. Çünkü açılan kurslar mevcut ihtiyacı giderememiştir. Bunun farkına varanlar köklü ve radikal arayışlar içerisine girmişlerdir. Bu arayışlar çerçevesindeki değişim ve dönüşümün mimarlarından biri de bilge insan Mahmut Celâleddin Ökten’dir. Ökten, uzun zaman kafa yorarak söz konusu okulların plan ve programlarının düzenlenmesinde, müfredatlarının oluşturulmasında öncülük etmiştir. Mahmut Celâleddin Ökten, hazırladığı dosyaları öğrencisi de olan zamanın Milli Eğitim Bakanı Ahmet Tevfik İleri’ye götürerek bu hususta ilk önemli adımları atmıştır.
İmam-Hatip Okullarının açılması diğer okulların açılması kadar kolay olmamıştır. Zira bu okulların açılmasını isteyen müspet bir iradenin yanında, bu dinî okulların açılmasını istemeyen, bu gayrete ve gayeye daima takoz koyan güçlü bir menfi irade daha vardı. Milletin değer(li)lerinin karşısına dikilen ve onları öcü gibi gö(ste)ren bu irade, gücünü din dışı mihraklardan ve Batı’dan alıyordu. Mahmut Celâleddin Ökten, ilerlemiş yaşına rağmen(ki o yıllarda 69 yaşındaydı) bu zorlu mücadeleyi kazanmış, önüne çıkan engelleri bertaraf etmiştir.
İmam-Hatip Okullarının açılması tek başına yetmiyordu, bir de bu okulların güçlü bir şekilde yaşatılması ve bütün yurt sathında yaygınlaştırılması lâzımdı. Onun için de söz konusu okullar güçlü temellere dayandırılmalıydı. Zamanın Demokrat Partili Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin dediği gibi "Bu okulları doğmadan boğmak isteyenler var."dı. Bu mevzuya geçmeden evvel bu hususta öncülük yapan Mahmut Celâleddin Ökten’i tanıyalım.
Mahmut Celâleddin Ökten, bereketli ömrünü imanlı bir neslin ruh ve kimlik inşası için harcamıştır.
Uzun ve bereketli ömrünü imanlı bir neslin ruh ve kimlik inşası için harcayan, buna sağlam bir zemin oluşturmak gayesiyle İmam-Hatip Okullarının açılması ve yaygınlaşması için canla başla çalışan Mahmut Celâleddin Ökten 1882 yılında Trabzon’da, Saçlıhoca Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir. Soylu ve köklü bir aile olan, dinî ilimlerde inkişaf eden şahsiyetleriyle tanınan Gürcüzâdeler sülâlesine mensuptur. Babası Salih Zihni Efendi, annesi ise Güller Hanım’dır. Ökten’in Akçaabatlı bir aileye mensup olan annesi hafızdır. Kendisi de hafızlığı annesinin teşvikleriyle altı ay gibi kısa bir sürede tamamlamıştır. Babası, imamlığın yanında medrese hocalığı da yapmıştır. Mahmut Celâleddin, kolu ve kanadı mesabesinde olan babasını dört, annesini ise on yaşında iken kaybetmiştir. Öksüz ve yetim kalınca babaannesi onu oğlunun bir emaneti olarak kabul etmiş ve himayesi altına almıştır. Fakat küçük Celâleddin 15 yaşına gelince bu kez de tek dayanağı olan ninesini kaybetmiştir. Kız kardeşiyle ortalıkta bîkes kalmıştır. Fakat yetimlik ve öksüzlük onun ilim öğrenmesine engel olmamıştır. Zorluklar ve çaresizlikler onun ilim öğrenme sevdasını daha da kamçılamıştır.
Mütedeyyin bir ailenin gayretli bir evlâdı olan Mahmut Celâleddin, çocukluğunun ilk yıllarında hafız olduktan sonra; sırasıyla evvelâ Rüştiyeyi dereceyle bitirmiş, ardından da Trabzon İdadisi’ne girmiştir. Fakat medrese tahsilini de onlarla beraber hiç aksatmadan yürütmüştür. Dedesi Ömer Fevzi Efendi, Trabzon’un en büyük ve kadim camilerinden biri olan Çarşı Camii’nde imam olarak görevliydi. İdadide okuyan Mahmut Celâleddin, bir yandan da dedesinin yerine Trabzon Çarşı Camii’nin İmam-Hatipliğini yapmıştır. O zamanın Trabzon valilerinden olan Kadri Bey, cumaları onun hutbelerini dinlemek için Çarşı Camii’ne gelir. Onun kabına sığmaz hâlini ve ilim öğrenme iştiyakını görür, burada harcanmamasını söyler.
İlim irfan öğrenmek uğruna katlanılan çileler ve zorlu İstanbul yılları
Celâleddin Ökten, ilim adamı olmayı aklına koyduğu için Trabzon’daki gelişimi bitince zamanın ilmin merkezi olan İstanbul’a gitmeye karar vermiştir. Takvimler 1899’u göstermektedir. Yaşı henüz 17’dir. İlim öğrenmek ve kendisini geliştirmek düşüncesiyle Trabzon’dan İstanbul’a giden bir gemiye binerek İstanbul’un yolunu tutmuştur. Sekiz günlük meşakkatli deniz yolculuğundan sonra İstanbul’a varmıştır. Fakat yabancısı olduğu bu devasa şehirde ne yazık ki yolunu gözleyenler yoktur. Hayata sıfırdan başlamak mecburiyetindedir. Ökten, ilk olarak Fatih’te Şekercihan’da bir oda kiralamıştır. Birçok zorlukla karşılaşsa da Trabzon’a geri dönmeyi asla düşünmemiştir. İlk iki yılında İstanbul’u öğrenmeye çalışmıştır. Bu süreçte çok düzenli bir eğitim hayatı olmamıştır. Bazı medreselerdeki derslere iştirak etmiştir. Önüne çıkan zorluklar onun ilim öğrenme isteğini köreltememiştir. Soğuk kış gecelerinde Şekercihan’daki odasını kömürcüden bir mendile sararak aldığı bir parça kömürle ısıtmaya çalışmıştır. Takdir edersiniz ki elektrik yoktu o yıllarda. Mekânların aydınlatılması gazyağıyla sağlanırdı. Hem de ekonomik olan ve çok az ışık veren idare lambasıyla...
İlimde derinleşmek için her türlü zorluğun üstesinden gelen M. Celâleddin Ökten, Fatih dersiâmlarından Mustafa Âsım ve Muğlalı Ali Rıza Efendilerden kelâm ve usûl-i fıkıh dersleri almıştır. Ali Fehmi (Câbiç) ve Şevket Efendilerden de Arap edebiyatı okumuştur.
Okuma aşkıyla, her şeyi göze alarak memleketinden göç eden Mahmut Celâleddin Ökten, 1905’te öğretmen yetiştiren bir kurum olan Dârülmuallimîn-i Âliye’ye girmiştir. Bu okulu bitirdikten sonra da Darülfünun Edebiyat Şubesi’ne kaydolmuştur. Darülfünun’da Mehmet Akif, Babanzâde Ahmed Naim ve İzmirli İsmail Hakkı Bey gibi önemli şahsiyetlerin derslerine iştirak etmiştir. Onların âli fikirlerinden nasiplenmiştir. 1911’de hem Edebiyat hem de Felsefe bölümünden mezun olmuştur. 1912’de Maarif Vekâleti’nin açtığı Arapça Muallimliği imtihanına girmiştir. Kazanan üç kişinin arasında o da vardır. İmtihanı ikincilikle kazanmıştır.(1. Şerafeddin Yaltkaya’dır.) Bunun ardından Osmanlı’nın Batı tarzı liselerinden biri olan İstanbul Sultanîsi (bugünkü adıyla İstanbul Erkek Lisesi) Arapça Muallimliğine tayin edilmiştir. 1925’te İstanbul İmam-Hatip Mektebi’nde Arapça öğretmenliği yapmıştır. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde iki yıl boyunca ilm-i tevhid ve kelâm dersleri vermiştir.
M. Celâleddin Ökten, İstanbul Erkek Lisesi(İstanbul Sultanîsi) dışında Kabataş Lisesi ve Vefa Lisesi gibi değişik okullarda da görev yapmıştır. Donanımlı bir insan olan Ökten, söz konusu liselerde Arapça, edebiyat, felsefe, mantık, ilm-i kelâm ve psikoloji gibi farklı dersler vermiştir. Örnek kişiliği ve ilmi derinliğiyle "Celal Hoca" namıyla şöhret kazanmıştır.
"Ben derse gelmediğim gün anlayın ki ölmüşümdür."
Merhum Celâleddin Ökten, okumaya ve öğrenmeye adeta âşıktı. O, okuyarak ruhunu beslemiştir. O, bir ömür boyunca kitapların izinden yürümüştür. Okuduklarıyla hem Doğu hem de Batı kültürünü kaynağından öğrenmiştir. Bu iki dünyanın sentezini başarıyla yapmıştır. 29 Ocak 1912 tarihinde İstanbul Sultanisi’nde muallimliğe başlayan Ökten, zaman içerisinde payitahtın parmakla gösterilen Arapça hocalarından biri olmuştur. Arapça öğretimindeki ünü yayılan Ökten, Darüşşafaka’da da Arapça dersleri vermeye başlamıştır.
Ökten, Balkan Savaşları yüzünden senede üç ay maaş alsa da bunu dert etmemiş, aynı aşkla ve şevkle hocalığa devam etmiştir. "Ben derse gelmediğim gün anlayın ki ölmüşümdür." diyecek kadar okuluna ve öğrencilerine bağlıydı. Mütareke yıllarında kayınpederinin yerine Vasat Atik Ali Paşa Camii’nde on yıl kadar imamlık görevinde bulunmuştur.
Merhum Celâleddin Ökten, harf inkılabından sonra Arapça dersleri kaldırıldığı için bir süre işsiz kalmıştır. 1 Eylül 1930‟da Üsküdar Orta Mektebi’nde Türkçe muallimliğine tayin edilse de o, İstanbul’da bulunduğu yakada kalmayı tercih etmiştir. Dört yıl ortaokullarda Türkçe öğretmenliği yapmıştır. 1934’ten sonra beş yıl Kabataş Lisesi’nde Yurt Bilgisi dersleri vermiştir. Gelenbevî Ortaokulu’nda üç yıl çalışmıştır. 1942’de başlayan Vefa Lisesi’ndeki Edebiyat ve Felsefe öğretmenliği görevi, emekli olduğu yıl olan 1947’ye kadar sürmüştür.
Aile kurumuna çok önem veren Mahmut Celâleddin Ökten, 1923 yılında Emine Mahmude Hanım’la evlenmiştir. Bu evlilikten Ayşe Hümeyra, Fatma Züheyra adlarını verdiği iki kızı, Saadettin adını verdiği bir de oğlu dünyaya gelmiştir. Kızlarının biri doktor, biri kimyager olurken oğulları da İTÜ İnşaat Fakültesi’ni okuduktan sonra akademik hayata atılarak profesör olmuştur. Enteresandır ki oğlunu İmam-Hatip lisesinde değil, Vefa Lisesi’nde okutmuştur. Kim bilir belki de oğlunu bir İmam-Hatipli gibi evinde yetiştirmiştir.
Merhum Celâleddin Ökten’in çok geniş bir dost halkası vardı. Babanzade Ahmet Naim Efendi, Mehmet Akif, Abdulhakim Arvasi Hazretleri, Ali Ulvi Kurucu, Kenan Rıfai, Fahredddin Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Hazretleri onun dostlarından sadece birkaçıdır.
Mahmut Celâleddin Ökten, İmam-Hatip Liselerinin ilk kurucu müdürüdür
Dinî eğitimin örgün eğitim kurumlarında planlı ve programlı olarak verilmesi için mücadele eden Mahmut Celâleddin Ökten, önce İstanbul’da açılan İmam-Hatip kursunda müdür ve öğretmen olarak görevlendirilmiştir. Fakat bu işin kurslarla olmayacağını anlamış, İmam-Hatip okullarının teşekkülü için yoğun girişimlerde bulunmuştur. Bu iş, sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Zira ağırlıklı olarak dinî öğretim verecek olan bu okulların aleyhinde olan kesimler de söz konusu eğitim kurumlarının açılmaması için güçlerini ortaya koymuşlardır.
Daha sonra büyük bir mücadele neticesinde söz konusu kurslar okula dönüşünce Mahmut Celâleddin Ökten, Türkiye’de ilk İmam-Hatip Lisesi olan İstanbul İmam-Hatip Lisesi’nin kurucu müdürlüğünü yapmıştır. Bu vazifesi yedi yıl boyunca sürmüştür. Bu süre içerisinde okulun her şeyiyle ilgilenmiş, nerede bir eksiklik varsa tamamlamaya çalışmıştır. Öyle ki müstahdem olmadığı için, zaman gelmiş okulun tuvaletlerini bile temizlemiştir.
Merhum Mahmut Celâleddin Ökten, İmam-Hatip Okullarının açılışında, okulun ve talebelerin ihtiyaçlarının giderilmesinde, bir sivil toplum teşkilâtı olan İlim Yayma Cemiyeti’nden fazlasıyla istifade etmiştir. Zira bu okullar açıldığında eğitim verecekleri bir binaları bile yoktu. Devlet bu konuda Ökten’e gerekli ve yeterli desteği vermemiştir.
Mahmut Celâleddin Ökten, İstanbul-İmam Hatip Lisesi’nin kurucu müdürü olunca o zamanın en iyi hocalarını bulup okulda ders vermelerini sağlamıştır. Bu hocalar arasında Ömer Nasuhi Bilmen’i, Yaman Dede’yi, Zekâi Konrapa’yı ve Ali Rıza Sağman’ı sayabiliriz.
Milletlerin inançlarıyla ayakta kalabileceklerine inanan Mahmut Celâleddin Ökten’in imanlı bir nesil yetişmesi için gösterdiği çabaları bugünkü neslin anlaması pek mümkün değildir. O olmasaydı belki de İmam-Hatipler de olmazdı; olsa bile bu derece gelişemezdi.
Mahmut Celâleddin Ökten’in kendine ait Arapça öğretme metodu vardı.
Arapçaya özel bir önem veren ve bu dile büyük bir aşkla bağlı olan Mahmut Celâleddin Ökten, çok sevdiği ve bir ilim deryası olarak gördüğü Hoca Şevket Bey’den yıllarca Arapça özel dersleri almıştır. Onun izinden gitmiştir. Arapçaya vukufiyeti ve bu sahadaki derinliği bu derslere dayanır. Bu alanda hocasını kendisine model seçmiştir. Fakat büyük bir tevazuyla hocasının derin ilminin ancak yüzde 10’unu öğrendiğini belirtmiştir.
Arapça konusunda yeni şeyler öğrenmek ve öğrendiklerini talebelerine öğretmek Celâl Hoca için keyiflerin en büyüğüydü. Bu dile karşı özel bir kabiliyeti de vardı. O, Allah’a “Yâ Rab! Bu kitabının mânâsını anlamayı bana ihsan eylersen ben de bunun ölünceye kadar dellâlı olayım...” diye dua etmiştir. Arapçayı ileri seviyede öğrenen Ökten, duasında verdiği sözü tutmuştur. Nefes aldığı sürece Kur’an’ın doğru anlaşılması ve yaşanması için çalışmıştır.
Osmanlı’da ve sonrasında Arapça öğretiminde ne yazık ki belli bir başarı ve istikrar sağlanamamıştır. Bunu ciddi bir mesele olarak gören Ökten, bu konuda da kafa yormuştur. Medreselerde okuyanların Arapçayı hakkıyla ve layıkıyla öğrenememesini bu geleneksel eğitim kurumlarında belli bir öğretme metodunun olmayışına bağlamıştır. Bu eksikliği dert etmiş olacak ki Arapça öğretimi konusunda kendi metodunu oluşturmuştur. Bu metotla binlerce öğrenci yetiştirmiş, onlara Arapçayı kısa yoldan ve büyük bir ustalıkla öğretmiştir. Celâl Hoca, Arapçanın sevilmesi ve daha geniş kitleler tarafından öğrenilmesi için bir kolej kurulması teşebbüsünde bulunsa da bunu Maarif Vekâletine kabul ettirememiştir.
O, "Batı’ya gitmeden Batı’yı çok iyi anlayan adam"dı.
Merhum Mahmut Celâleddin Ökten hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde yaşayan ender şahsiyetlerden biridir. Onun ömrünün 41 senesi Osmanlı döneminde, 38 senesi de Cumhuriyet Türkiye’si döneminde geçmiştir. Fakat ne Osmanlı’yla ne de Cumhuriyetle bir sorunu olmuştur. O, hangi dönemde olursa olsun vazifesini bihakkın yerine getirmiştir. Hiçbir zaman mevcut şartlardan şekva etmemiş, şekvaların izalesi için elinden gelenin fazlasını yapmıştır. Kendisiyle uğraşanlara hoşgörüyle mukabele etmiş, ara yıkıcı değil ara bulucu olmuştur. Çünkü onun derdi şahıslar değildi. Davasını yüceltme gayreti içerisindeydi.
Merhum Nurettin Topçu’nun deyimiyle Mahmut Celâleddin Ökten , "Batı’ya gitmeden Batı’yı çok iyi anlayan adam"dı. Topçu’nun, hocası ve arkadaşı olan Ökten’le ilgili şu değerlendirmesi dikkate değerdir: “Eğer bütün maddî imkân ve şartları, destekleyici hüsn ü niyetlerle birlikte kendisine verilmiş olsaydı, Celâl Hoca hayatının son yıllarında dahî İslâm dinini medeniyet âleminde 20. asır cemiyetini yaşatabilecek bir seviyeye yükseltici inkılâbı yapmaya muktedir bir mütefekkirdi. Vesikaların sıhhatini yoklamaya muktedir ihâta ile sahip olduğu yüksek terkip kabiliyetini kendinde birleştiren onun gibi ilim ve din adamını, değil memleketimizde, hattâ İslâm dünyasının ufukları arasında tasavvur edemiyorum.”
Uzun sayılabilecek ömrü ilim öğrenme ve öğretmeyle geçen Mahmut Celâleddin Ökten, titiz ve mükemmeliyetçi bir insan olduğu için basılı eser bırakmamıştır. Onun en büyük eseri ardında bıraktığı birbirinden kıymetli talebeleriydi. Bunlar arasında Orhan Okay, Selahattin Kaya, Emin Işık, Bekir Topaloğlu, İsmail Karaçam, Tayyar Altıkulaç, M. Saim Yeprem, Mehmet Ali Sarı, Kadir Mısıroğlu, Hayreddin Karaman, M. Yahya Kutluoğlu, eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel ve Tevfik İleri gibi isimleri sayabiliriz.
Mahmut Celâleddin Ökten öğretmekten keyif alan bir muallimdi.
Celâleddin Ökten, istenildiğinde her şartta başarılı olunabileceğine, meselelerin çözülebileceğine inanan ümitvar bir insandı. Bunu bizzat hayatıyla ve uygulamalarıyla göstermiştir. Kapanan her kapının yeni kapıların açılmasının milâdı olduğu düşüncesindeydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında bile dinî tedrisata dair umudunu kaybetmemiş, elinden geldiğince bu konuda yol almıştır. Ona göre Müslüman’ın gelecekten ümitsiz olma hakkı yoktur.
Celâl Hoca olmak kolay değildi. Celâl Hoca olmak için sabırlı ve kanaatkâr olmak gerekirdi. O benlikten arınmış, daima meşru sınırlar içerisinde sade bir hayat yaşamayı yeğlemiş, milletin ve ümmetin iyiliği için seferber olmuştu. Saygıda kusur etmemişti. Sevgi ve muhabbet konusunda cimri olmamıştı. Yaşlılığında bile ümmetin ve milletin selâmeti için durmadan çalışmıştır. Kendiyle ilgili hiçbir olumsuzluğu asla mesele hâline getirmemiştir.
Merhum Mahmut Celâleddin Ökten birçok ilmî sahaya büyük bir açlıkla ilgi duyan donanımlı bir eğitimciydi. O, çok iyi bir hoca olduğu halde ömrü boyunca gönüllü talebeliği de bırakmamıştır. Daima bir arayış içerisinde olmuştur. Peygamberimizin "Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz" hadisini kendine şiar edinmiştir. Öğrenme eyleminden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Zira o bilgide sınır tanımazdı. Çok geniş bir bilgi dağarcığı vardı.
İlim camiasındaki bilinen adıyla Celâl Hoca, bildiklerini öğretmekten büyük bir keyif alırdı. İlim adına bildiği ne varsa öğrencileriyle paylaşırdı. Çünkü bilgi paylaşıldıkça çoğalır ve bereketlenirdi. Kendisi ne biliyorsa öğrencilerinin de onları bilmesini isterdi.
Hem Osmanlı hem de Cumhuriyet aydını olan Ökten, bir şahsiyet abidesiydi.
Mahmut Celâleddin Ökten, milletinin ve memleketinin kıymet hükümlerini önceleyen, yaşayan ve yaşatan idealist bir insandı. O, her şeyiyle yerli ve milliydi. Arapça, Farsça ve Fransızca dillerini iyi derecede biliyordu. Arap, Fars ve Türk edebiyatlarına fevkalâde vakıf bir aydındı. Güçlü bir hafızaya sahip olduğu için bu edebiyatlardaki birçok şiir ezberindeydi. Batı felsefesini ve medeniyetini kaynağından okuyup anlayacak kadar Fransızcaya hakimdi. Ufku geniş bir insan olan Ökten, güçlü bir aidiyet ve tarih şuuruna sahipti. Milletinin şanlı geçmişiyle daima iftihar ederdi. Dört başı mamur bir eğitimle her şeyin değişebileceğine ve aksaklıkların düzelebileceğine inanırdı. Nefes aldıkça yeni şeyler öğrenen Ökten, ilmî ve ahlâkî bir disiplin sahibiydi. Bu disiplin onun hadiselere çok yönlü bakmasını sağlamıştır. Büyük bir azim ve güçlü bir irade sahibiydi o. Başladığı her işi başa vurmadan bırakmazdı. Bu süreçte karşılaştığı güçlükler onu yolundan alıkoymaz, aksine bu yola daha da bağlardı.
Merhum Celâleddin Ökten, ilmiyle, irfanıyla ve davranışlarıyla tam bir Osmanlı aydınıydı. Eğitim öğretimde kuru sözlerden ziyade davranışların daha etkili olduğuna inandığı için daima bir model olmaya gayret gösterirdi. Bu yüzden de öğretimde hayli etkili olmuştu.
İmanlı bir neslin inşası için harcanan hayırlı ve bereketli bir ömrün nihayeti
İmanlı ve ihlaslı bir insan olan Mahmut Celâleddin Ökten 79 yıl yaşadıktan sonra 21 Kasım 1961’de İstanbul’da rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Edirnekapı (Sakızağacı) Şehitliği’ndeki aile kabristanına defnedilmiştir. Celal Hoca’nın talebelerinden olan Nurettin Topçu, hocasının vefatı üzerine şunları söylemiştir: “Vefakârlık ve dostluk duygularının serab olduğu anda bütün bir ömür beklerken, tek vefakâr dost; ölüm gelip yetişiyor. O öldü. Biz onun dünyamızda bıraktığı işlerden fazlasını tanımayız. Onun bize bıraktığı, gözleri kamaştıran ve âleme ebede kadar ışık dağıtacak bir ilim ve fazilet güneşidir. Onun bu muhteşem mirası paylaşmakla bitmez. Lâkin üstadın yazılı eseri bulunmadığı için, kendisinin kıskanç manevî mirasçıları, dostları ve bahusus talebeleri olacaktır. Ne mutlu onlara!”
Oğlu Prof. Dr. Sadettin Ökten’in deyimiyle Celâleddin Ökten herkesi ciddiye alan ve herkesçe ciddiye alınan bir insandı. Doğu’yu hakkıyla bilmek ve anlamak için Arapçanın, Batı’yı bilmek ve kaynağından okumak için de İngilizcenin bilinmesi gerektiğine inanırdı. Hoşgörülü olsa da inançlarında tavizsizdi. Kendisi için söylenen ağır sözleri duymazlıktan gelse de İslâm’a karşı söz söyleyenlere cevabını vermekte gecikmezdi. İslâm onun yegâne kimliğiydi. Türkiye’de İmam-Hatiplerin kuruluşunda ve imanlı nesillerin yetişmesinde çok büyük emekleri olan merhum M. Celâleddin Ökten aramızdan ayrılalı 63 yıl oldu. Ölümünün 63. yılında kendisini rahmetle ve minnetle anıyoruz. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.
YORUMLAR
Bu kapsamlı paylaşımdan yaptığım şu alıntı dizelerden anlaşılacağı üzere "...İmanlı bir neslin inşası için harcanan hayırlı ve bereketli bir ömre ..." sahip olduğu ifade edilen ÖKTEN hoca acaba, 2022 resmi verilerine göre Türkiye'deki 32 bin 702 olan tüm okulların içerisinde yer alan 4 bin 413 imam hatip okulu olduğu ve bunun ihtiyaç da dikkate alınmadan son yıllarda daha da arttırıldığı ve bu okullardan mezun olan bu günkü sözüm ona imanlı (!) nesli görseydi şahit olsaydı ne derdi bilinemez tabii..
Ancak bu günkü durum gösteriyor ki sağlıklı bir toplumun oluşması için öncelikle imanlı olmaktan da öte Cumhuriyetin ilk yıllarında ki gibi köy enstitülerinde yetiştirilen öncelikle topluma yararlı iyi bir insan yetiştirme amaç olmalıymış ve ve imani meselelerin bu amacı destekleyen temel unsurlardan birisi olarak kabul edilmeli ve öyle görülmesi gerekliymiş diye düşünüyor insan.
Bu düşüncelerle, selam ve muhabbetle şen ve esen kalınız.