- 295 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUR'ANI KERİM MUALLİMİ İSLAM UĞRUNDA BİR GENÇ ŞEHİT MUS'AB BİN UMEYR RA...
Mus’ab Bin Umeyr,İslâmda ilk öğretmen.Mus’ab bin Umeyr ra.ı iki ayrı kaynaktan alıntı yapmak suretiyle sizlere anlatmak istiyorum.Umarım bir faidesi olur bizlere.
Mus’ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası tarafından Kureyş’in asîl ve zengin bir âilesine mensub idi. Zengin oldukları için gâyet râhat bir hayat sürüyordu. Orta boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son derece zekî idi. Güzel konuşurdu.
Akl-ı selîm sâhibi olduğundan, putların bir fayda veya zarar veremiyeceğini bilir onlara tapılmasından nefret ederdi. Annesi tarafından en iyi şartlar altında refah ve bolluk içinde yetiştirilmişti.
Güzel yüzlü ve zengin olduğundan Mekke halkı ona gıpta ile bakardı. Peygamber efendimiz bunun için "Mekke’de Mus’ab’dan daha zarîf, daha nârin, daha güzel kimse yok idi. Saçları kıvrım kıvrım idi." buyurmuşlardı.
Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük bir boşluk hissediyordu Mus’ab bin Umeyr. Bu maksatla sevgili Peygamberimizin bir merkez olarak seçtiği, İslâmı anlattığı ve o zaman Mekke’de müslümanların toplandığı Erkam bin Ebi’l-Erkam’ın evine gitti. Resulullahı görür görmez Müslüman oldu.
İslâmiyeti kabûl ettiği an hayatı da birdenbire değişti. Eski servet ve zenginliğin yerini fakirlik aldı.Âilesinin sevgili oğullarına yapmadığı eziyet kalmadı. Onu dîninden döndürmek için evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz bıraktılar. Arabistan’ın yakıcı güneşi altında ağır ve tahammülü zor işkenceler yaptılar.
Fakat Mus’ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız işkenceler karşısında sabır ve sebât göstererek aslâ İslâmiyetten dönmedi. Her seferinde bütün gücüyle haykırıyordu:- Allahtan başka tapılacak, ibâdet edilecek ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O’nun peygamberidir.
İslâmiyet’i kabûl ettikten sonra Mekke’de sıkıntı ve işkencelere mâruz kalan Mus’ab bin Umeyr, Resûlullahın izniyle iki defa Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet orada kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı.Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi. Onun bu gelişini Hazret-i Ali şöyle anlatmıştır:
Resûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus’ab bin Umeyr geldi. Üzerinde yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resûlullah onun bu hâlini görünce, mübârek gözleri yaşla doldu ve:- Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için bunların hepsini terk etti. Allah ve Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz hâle getirmiştir, buyurdu.
Birinci Akabe bî’atında Müslüman olan Medîneliler, Resûlullah efendimize:"Yâ Resûlallah! İçimizde, İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. Halkı Allahın Kitâbına da’vet edecek, Kur’ân-ı kerîmi okuyacak, İslâm dînini anlatacak, İslâmın sünnet ve emirlerini aramızda ikâme edecek, yerleştirecek, namazlarımızda bize imâmlık yapacak bir kimse gönder" diye mektup yazdılar.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz Mus’ab bin Umeyr’i, Medine’ye gönderdi ve ona:"Medînelilere Kur’ân-ı kerîm okumasını, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını" emretti.
Mus’ab bin Umeyr kısa zamanda Medîne’ye vardı. Orada kendisini büyük sevinçle karşıladılar. Es’ad bin Zürâre’nin evine yerleşti. Ev sâhibi Medîneli ilk Müslümanlardan idi. Orada insanlara dinlerini öğretmeye başladı.
Mus’ab bin Umeyr’in büyük gayretleri ve hizmetleri netîcesinde İslâmiyet, Medîne’de sür’atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.
Mus’ab bin Umeyr, Medîne’de Es’ad bin Zürâre’nin evinde Kur’ân-ı kerîm öğretiyor ve İslâmiyet’i anlatıyordu. Onun bu hizmetiyle Medîne’de çok kimse Müslüman oldu. Medîne’de bulunan kabîle reîslerinden Sa’d bin Muâz, Üseyd bin Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Bunların durumu çevreyi etkiliyor, İslâmiyet’in hızla yayılmasını engelliyordu.
Bir gün Mus’ab bin Umeyr, bir bahçede, etrâfında bulunan Müslümanlara dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabîlesinin reîslerinden olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip, şöyle konuşmaya başladı:
-Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!
Onun bu taşkın hâlini gören Mus’ab bin Umeyr;- Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla, beğenirsen kabûl edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gâyet yumuşak ve nâzik bir şekilde karşılık verdi.
Üseyd sâkinleşip;- Doğru söyledin, dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu.
Mus’ab bin Umeyr ona İslâmiyet’i anlattı ve Kur’ân-ı kerîm okudu. Kur’ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı ve tatlı üslûbunu işiten Üseyd kendini tutamayıp;- Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne girmek için ne yapmalı, diye sordu.
Güzel yüzlü, tatlı dilli öğretmen cevap verdi:- Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah demek kâfidir.
Mus’ab bin Umeyr’in, bu sözü üzerine Kelime-i şehâdeti söyleyip Müslüman olan Üseyd, sevincinden yerinde duramadı ve:- Ben gidip arkadaşlarıma da anlatayım, diyerek ayrıldı.Evs kabîlesinin reîsi Sa’d bin Muâz’ın ve kabîlesinin yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi.
Bunu gören Sa’d şaşırarak hiddetlendi ve Mus’ab bin Umeyr’in yanına koştu. Yanına varınca sert ve kızgın bir tavırla konuşmaya başladı.
Mus’ab bir Umeyr, ona da gâyet yumuşak konuştu ve oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa’d, bu nâzik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu ve konuşulanları dinlemeye başladı.
Mus’ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet’i anlattı ve Kur’ân-ı kerîmden bir miktâr okudu. Kur’ân-ı kerîm okunurken Sa’d’ın yüzü birden bire değişiverdi. O da orada Müslüman oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin ve râhatlığın şevkiyle derhâl kavminin yanına gidip onlara şöyle dedi:- Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?
Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün.- Öyle ise Allah’a ve Resûlüne îmân etmelisiniz... Îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun.Bunun üzerine kavmi hep birden İslâmiyeti kabûl etti. O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı.
Ensâr-ı kirâm , Resûlullahdan izin alarak Sa’d bin Heyseme’nin evinde ilk defâ Cum’a namazını edâ ettiler. Medîne-i münevverede ilk kılınan Cum’a namazı bu oldu.
Mus’ab bin Umeyr, Müslüman olan Medîneli müslümanlar ile ikinci Akabe bîatında bulundu. Bedr savaşında sancaktâr olup, büyük gayret ve kahramanlık gösterdi. Süveyd bin Harmale ile birlikte Abdüddâroğullarından Bedir savaşına katılan iki kişiden biri idi. Mus’ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o taşıyordu.
Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu hâliyle Peygamberimize benziyordu.
Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken, Mus’ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus’ab bin Umeyr’in sağ kolunu kesti. Mus’ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı.
Mus’ab o esnâda; "Muhammed (aleyhisselâm) ancak resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir" meâlindeki Al-i İmrân sûresinin 144. âyet-i kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini Peygamberimize siper yapan Mus’ab bin Umeyr’in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sapladı ve Mus’ab bin Umeyr yere yıkılıp şehit oldu.
Mus’ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygamberimize benzediği için müşrikler onu şehit edince Peygamberimizi öldürdüklerini zannetmişlerdi.
Hazret-i Mus’ab şehit olunca; onun sûretinde bir melek, sancağı aldı. Mus’ab’ın şehit düştüğünden Resûlullahın henüz haberi olmamıştı. "İleri ey Mus’ab ileri!" diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri dönüp Resûlullah efendimize; "Ben Mus’ab değilim" diye cevap verince, Resûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı. Bundan sonra Peygamberimiz sancağı Hazret-i Ali’ye verdi.
Resûlullah efendimiz, Mus’ab bin Umeyr’i şehit olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:"Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu.- Allah’ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah’ın huzûrunda şehit olarak haşrolunacaksınız.
Daha sonra yanındakilere dönüp;- Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyâmette bu aziz şehitler kendilerine mukâbil selâm vereceklerdir, buyurdu.
Daha sonra Mus’ab bin Umeyr’e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Mekke’nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus’ab bin Umeyr’in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek sûretiyle defnedildi.
Habbâb bin Eret der ki:Mus’ab bin Umeyr, Uhud’da şehit edilince, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı. Resûlullah bize:
- Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız! buyurdu.(1)
***
Mus’ab bin Umeyr (r.a.), Ashâb-ı Kirâm’ın büyüklerinden, ilk Müslüman olanlardan ve İslâm’a çok büyük hizmetlerde bulunan Kur’ân-ı Kerîm muallimi bir zâttır.
Mus’ab bin Umeyr (r.a.), zengin, hâli vakti yerinde olan bir aileye mensuptu. Anne ve babası, onu çok severlerdi.
Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin, insanları İslâm’a davet ettiğini duyunca, hemen huzuruna vardı ve Müslüman oldu. Annesinden ve akrabalarından çekindiği için, Müslüman olduğunu gizliyor, Resûlullâh’ı (s.a.v.) gizlice ziyaret ediyor, namazlarını gizlice kılıyordu.
Bir gün namazını kılarken birisi görüp annesine ve akrabalarına haber verdi. Mus’ab’ı (r.a.) yakalayıp hapsettiler, imanından dönmesi için ona işkence yaptılar. Bu işkence ve eziyetler, birinci Habeşistan hicretine kadar devam etti. Habeşistan’dan döndüğünde artık annesi ona eziyet etmekten vazgeçmişti.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün Ashâbıyla otururlarken Mus’ab (r.a.), huzuruna geldi. Üzerinde yamalı bir elbise vardı. Ashâb-ı Kirâm, onun bu hâlini görünce acıdıklarından başlarını aşağıya eğdiler, yanlarında ona verebilecekleri bir şeyleri de yoktu.
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz de onun daha önce içinde bulunduğu imkânlar ile şimdiki hâlini düşünerek gözyaşlarını tutamadı. Mus’ab (r.a.) selâm verdi, Resûlullah da selâmını aldı. Sonra Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Ashâb’ına şöyle buyurdu: “Sizden biriniz sabahleyin bir elbise, akşamleyin başka bir elbise giydiği, önüne bir tabağın konulup öbürünün kaldırıldığı ve Kâbe’nin örtüldüğü gibi evleriniz de sizi örttüğü zaman ne yapardınız?
Ashâb-ı Kirâm, “Yâ Resûlallah! O günkü hâlimiz, bu günkünden daha iyi olurdu. Geçim sıkıntımız olmaz ve biz de kendimizi ibadete verirdik.” dediler. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hayır, siz, bugün, o günkünden daha hayırlısınız.”
Resûlullah (s.a.v.), Mus’ab (r.a.) Hazretlerini methetti ve şöyle buyurdu: “Allâh’a hamdolsun. Ben, Mus’ab’ı görmüştüm. Kureyş’ten hiçbir genç, ana-babasının yanında onun kadar imkâna ve nimete sahip değildi. Fakat Allâh’a ve Resûlü’ne olan sevgisi ona, bu imkânları terk ettirdi.”
İslâm dini, Arabistan’ın her tarafında ve husûsiyle de Medîne-i Münevvere’de pek süratle yayılmakta idi. Evs ve Hazrec kabileleri Ashâb-ı Kirâm’dan birinin Medîne’ye gönderilmesini talep ettiler. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, onlara, Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslâm âdâbını öğretmek üzere Mus‘ab bin Umeyr’i (r.a.) gönderdi.
Hz. Mus‘ab (r.a.), Medîne’ye vardığında, Hazrec kabilesinin reîslerinden ve Medîneli ilk Müslümanlardan olan Es‘ad bin Zürâre’nin evine yerleşti. Oradaki Müslümanların adedi henüz kırka ulaşmıştı. Mus‘ab (r.a.), Müslümanlara, Kur’ân-ı Kerîm’i okur, öğretir, İslâm şerîatini ve fıkhını anlatırdı. İmamlık yapar, namaz kıldırırdı. Hazret-i Es‘ad ve Mus‘ab (r. anhümâ) ile birlikte hepsi cuma günleri Medîne-i Münevvere dışına çıkıp bir mahalde cemâat ile namaz kılmaya başladılar.
Evs kabilesinin reîsi olan Sa‘d bin Mu‘âz ile yine kavmin önde gelenlerinden olan Üseyd bin Hudayr henüz imana gelmemiş olduklarından İslâm tamamıyla Medîne’de yayılamıyordu.
İslâm’ın yayıldığını işiten Üseyd bin Hudayr, bir gün elinde mızrağı ile Hazret-i Mus’ab ve Es‘ad bin Zürâre’nin yanına geldi. “Birtakım zayıf kimseleri aldatıp yoldan çıkartmaktan maksadınız nedir?” diyerek hiddet ve şiddet gösterdi.
Hz. Mus‘ab (r.a.) ona nazikçe, “Biraz dur, sözümüzü dinle, maksadımızı anla.” deyince Üseyd oturdu.
Mus‘ab (r.a.), ona İslâm’ı tarif etti ve biraz Kur’ân-ı Kerîm okudu. Kur’ân-ı Kerîm’in belâgati kendisine tesir eden Üseyd, “Bu, ne kadar güzel, ne kadar yüce bir söz! Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu. Ona “Gusledip temizlenirsin, elbiseni temizlersin. Sonra, şehadet getirirsin. Sonra da namaz kılarsın.” dediler.
Hz. Mus‘ab (r.a.), ona kelime-i şehâdeti telkin etti. O da İslâm ile müşerref oldu ve “Varayım, size birini göndereyim. Eğer o da imana gelirse artık bu beldede iman etmeyen kimse kalmaz.” diyerek çıktı ve Sa‘d bin Mu‘âz’ı gönderdi.
Sa‘d oraya gayet hiddetli olarak çıkageldi. Mus‘ab (r.a.), ona da nazikçe, “Hele biraz oturunuz, dinleyiniz, anlayınız. Beğenirseniz kabul edersiniz, beğenmezseniz biz de size, hoşlanmadığınız işi tekliften vazgeçeriz.” dedi. Bunun üzerine Sa‘d bin Muâz oturdu ve Hz. Mus‘ab’ın sözlerine kulak verdi.
Mus‘ab (r.a.), Sa‘d bin Mu‘âz’a İslâm dininin ne demek olduğunu anlattı ve bir miktar Kur’ân-ı Kerîm tilâvet etti. Kur’ân-ı Kerîm okunurken Sa‘d’ın yüzünden kalbinin yumuşadığı anlaşılıyor, iman emâreleri beliriyordu. Hemen, “Siz, bu dine girerken ne yapıyordunuz?” diye sordu.
Mus‘ab (r.a.) ona, İslâm’ın esaslarını öğretti, o da hâlis kalp ile Müslüman oldu.
Sa‘d bin Mu‘âz (r.a.) böyle iman ettikten sonra kalkıp kendi sülâlesi olan Abdüleşheloğullarının yanına gitti. Onlara, “Hepiniz Allâh’a ve Resûl’üne iman etmelisiniz. Siz iman etmedikçe bundan sonra hiçbirinizle görüşmem.” dedi.
Bunun üzerine aşireti içinde o gün iman etmeyen kimse kalmadı. Sonra Sa‘d bin Mu‘âz ile Mus‘ab bin Umeyr, Es‘ad bin Zürâre’nin hânesinde oturup diğer halkı İslâm’a davet ile meşgul oldular. Kısa zaman zarfında İslâm dini, Medîne’de o kadar yayıldı ki Evs ve Hazrec kabileleri içinde İslâm nuru ile aydınlanmayan ev kalmadı.
O sene hac mevsiminde, Mus‘ab (r.a.) beraberinde Medîne Müslümanlarından yetmiş üç erkek ve iki kadınla Mekke’ye gitti. Akabe’de Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile buluştular. Resûl-i Ekrem’in Medîne’ye hicret buyurması husûsunu konuştular. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), onlara kendilerini, evlat ve ailelerini nasıl sakınırlar ise onu da öyle sakınacaklarını taahhüd etmek üzere onlardan bîat istedi. “Yâ Resûlallâh! Senin uğrunda ölürsek bize ne var?” dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), “Cennet var.” deyince, hemen bîat ettiler.
Medîneli Müslümanların bîatleri üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v.) artık Medîne-i Münevvere’ye hicret etmeleri için Ashâb-ı Kirâm’a izin verdi. Onlar da hemen Medîne’ye hicret etmeye başladılar. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), hicret için Allâhü Teâlâ’nın müsaadesini bekliyordu. Allâhü Teâlâ müsaade buyurunca kendileri de hicret ettiler.
Ashâb-ı Kirâm birbiri ardınca Medîne’ye hicret ettikçe Evs ve Hazrec kabileleri yer gösterip onları barındırırlar ve onlara pek ziyade hürmet ve yardım ederlerdi.Gerek Muhâcirler ve gerek Ensâr, hepsinden Allâh razı olsun ki İslâm dinine pek büyük hizmet etmişlerdir.
Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretlerinin 3. yılında, yapılan Uhud Harbi’nde, İslâm sancağını Hz. Mus’ab (r.a.) taşıyordu. Okçuların yerlerinden ayrılması üzerine, düşman şiddetli bir hücum ile İslâm askerini arkadan vurdu ve bütün kuvvetleriyle Resûlullâh’a doğru hücum ettiler. Ashâb-ı Kirâm şiddetle çarpıştı. Resûlullâh’ın (s.a.v.) mübarek dişi şehit oldu ve mübarek yüzü yaralandı. Mus’ab (r.a.) elinde sancağıyla Peygamber Efendimizi (s.a.v.) müdafaa ve mücadeleye devam etti. Bu esnâda İbn-i Kamie, onun sağ koluna vurup kesti.
Mus’ab (r.a.) sancağı sol eline aldı ve düşürmemek için üzerine eğildi. İbn-i Kamie bu defa sol kolunu da kesti. Sonra Mus’ab (r.a.) sancağı, kesik kollarıyla tutup göğsüne yasladı. İbn-i Kamie, üçüncü defa mızrağıyla saldırdı ve onu şehit etti. Hz. Mus’ab şehit olunca sancağı, onun sûretinde bir melek aldı. Resûlullah (s.a.v.) “İleri ey Mus’ab, ileri!..” diyordu.
Melek, Resûlullâh’a dönüp ‘Ben, Mus’ab değilim!..’ deyince Resûlullah (s.a.v.) sancağı alıp Ali bin Ebû Tâlib’e (r.a.) verdi.
Harpten sonra Resûlullah (s.a.v.) yüzünde bir üzüntü ile Hazret-i Mus’ab’ın (r.a.) yanına geldi.
Sonra, Uhud şehitleri hakkında: “Müminlerden bir kısım erler vardır ki, Allâh’a verdikleri ahde sadâkat gösterdiler. Onlardan kimisi adağını ödedi (şehit oldu) ve kimisi de adağı(nı yerine getirmek, şehit olmak) için bekliyor. Hiçbir şekilde (sözlerini, hak yolundaki azim ve gayretlerini) değiştirmemişlerdir.” meâlindeki, Ahzâb Sûresi’nin 23. âyetini okuyup “Allâh’ın resûlü, kıyamet günü Allah katında sizin şehit olduğunuza şâhitlik edecektir.
Ey insanlar! Bunları (Uhud şehitlerini) ziyaret ediniz ve onlara selâm veriniz. Nefsim, kudretinde olan Allâh’a yemin ederim ki, kıyamete kadar bu şehitlere selâm veren kimselere, onlar da muhakkak selâm verirler.” buyurdular.
Habbâb bin Eret (r.a.) dedi ki: Şehit olduğunda kırk yaşlarında olan Mus’ab bin Umeyr (r.a.), geride bir parça elbisesinden başka hiçbir şey bırakmamıştı. Kefenlemek için elbisesini başına örttüğümüzde ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüzde başı açılıyordu. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Elbisesiyle başını örtün, ayaklarını da ızhır otu ile örtün.” (Radıyallâhü anhüm)(2)
Allah cc. ondan razı ve memnun olsun.Şefaatlerine layık eylesin.Hacca olmaz ise umreye gittiğimde görmeyi en çok arzu ettiğim sahabe efendilerimizden birisi Mus’ab bin Umeyr Hz.leridir.
KAYNAKLAR:
1.Dinimiz İslam. com
2.Fazilet Takvimi
25.04.2024//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.