- 159 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
SEN BAHARSIN
“Güneş, bulutların arkasına gizlendiğinde, daha çok seviyorum toprakla buluşmayı. Yüzümü yıkadığında rüzgâr, verdiği ferahlıkla içimde, bir yerlere dağılmış ümit tohumları yeşermeye başlıyor. Gülümsüyorum onlar yeşermeye durup, göründükleri vakit. Senin ellerinden tuttuğum gibi onların da ellerinden tutuyorum.”
“Neden ellerinden tutuyorsun anne?” dedi çocuk meraklı gözlerle. “Neden mi, korkmasınlar diye.” “Fidanlar hiç korkar mı?” “Korkarlar tabi. Annesinden, babasından ayrı olan her fidan korkar.” “Büyüyüp ağaç olduklarında da mı korkarlar?” Kadın, yağmur damlalarının düştüğü şemsiyeye baktı. “O zaman korkmazlar. Ancak ağaçların da annelerine ve babalarına olan sevgileri hiç bitmez. Çünkü onlara her zaman ihtiyaçları vardır.
Çocuk, annesinin sorularına verdiği cevaplardan ikna olmuş olacak ki, çevresindeki çiçeklere baktı. Beynine hücum eden sorulardan hangisini sormak istediğinden emin olmak için, parmaklarıyla şapkasının altındaki saçlarını karıştırdı. “Anne, çiçekler ağlar mı?” Annesi gülümsedi yine. “Elbette ağlar.” “Nasıl yani, insanlar gibi çiçeklerde mi ağlar?” “Ağlarlar tabi. Onların varlığını hiçe sayan olursa, dallarından koparan, görmeden ezen olursa, çiçekler de ağlar. Şöyle düşün. Sen çok narin bir çiçeksin. Dallarına bir çocuk vurursa, canın yanmaz mı?” Çocuk düşündü. Çiçeklerin, bitkilerin insanlar ve hayvanlar gibi hızlı hareket etmemelerine karşın, canlı olduklarını bildiğinden, bu düşünme çok uzun sürmedi. Kendinden emin, “Canım yanar. Hem de çok...” dedi.
Annesi durdu, eğilerek gözlerine baktı. “İşte onların da canı öyle yanar. Kimseciklerin olmadığı şu dağın eteklerindeki çiçeklerle, insanların yoğun yaşadığı yerlerde yaşayan çiçekler, aynı yaşam şansına sahip değiller. Belki buradakiler birkaç kişi tarafından beğeniyle seyredilir, diğerlerinin ziyaretçileri daha çoktur. Ancak hangisi daha şanslı, kararı sen verebilirsin.”
Çocuk sustu. Kadın da... Sessizce yürümeye başladılar. Yağmur şiddetini artırmadan yağmaya devam ediyordu. İleride büyük bir kaya gören çocuk, bir anda annesinin elinden salınarak, oraya koşmaya başladı. Kadın sadece, “Yavaş...” diyebildi. Çocuk, yaklaşık sekiz yüz metre ilerideki kayaya yıldırım hızıyla koşarken, kadının uzun elbisesi içinde onu takip etmesi oldukça zor görünüyordu.
“Haydi anne haydi!” diyen çocuk, gözden kaybolmak üzereydi. Kadın elbisesinin eteğini toplayarak peşinden koşmaya çalışıyor, taşlı yolda ayak bileği zarar görmesin, incinmesin diye azami özen gösteriyordu. Derken nefes nefese koştuğu sırada, önüne iri bir kertenkele çıktı. Kadın kertenkeleyi fark edince sendeledi, büyük bir hızla sağ kolunun ve bacağının üzerine düştü. Kadın her ne kadar dikkatli de davransa, her şey birkaç saniye içinde olmuştu. Sakin kalmaya çalışarak, hareketsiz bir şekilde beklemeye başladı.
Ağrılar içindeydi. Bir yerinde kırık çıkık olup olmadığını, hisleriyle yoklamaya çalıştı. Gözlerini açtı yavaş yavaş. Kertenkele ile tekrar karşılaşmaktan korkuyordu. Etrafına göz gezdirdi. Şemsiyesi düşmenin etkisiyle savrulmuş, pek iyi durumda görünmüyordu. Yavaş yavaş yerden doğrulmak istedi. Sonra, sırt üstü yatmanın daha isabetli bir karar olabileceğini düşünerek, başını ve bedenini toprağa yatırdı. Sol elinin yardımı ile, sağ eline batan kuru otları ve ufak taşları temizledi. Elinde yer yer sıyrıklar da vardı. İki elini yere vermeyi ve oturur pozisyona gelmeyi düşündü. Kolunda kırık yoktu ki, yavaş yavaş doğrulabilmişti. Ayaklarına bakamadan, ağır ağır arkasını dönerek oğluna bakmayı denedi. Kayaya çoktan varmış, üstüne oturmuş etrafı izliyordu. Dikkatsizliğine ve panik hallerine verip veriştirdi. Ne zaman bu durumu son bulacak; ne zaman oğlu ile ilgili bitmek bilmeyen endişelerini ortadan kaldıracaktı?
Ağlamaya başladı. Yağmur hâlâ çiseliyordu. O bari yüzüne baksın, derdini anlasın, boğulan ruhunu bir de bedeni ile sınamaya kalkmasındı; en sevdiği yerde.
Uzaklara daldı gözleri. Bir buçuk sene önce kocasını kaybetmeden, aile geleneği hâline getirdikleri, her baharda tekrarlanan gezintilerini, onu kaybettikten sonra, oğluyla sürdürmek istemişti. Hata mı etmişti yoksa? Onu mu arıyordu? Bir yerlerden çıkıp geleceği ümidi miydi onu ayakta tutan? Bıkmadan, usanmadan arasa da, yoktu işte. Yoktu. O hain hastalık girmişti aralarına. O hastalık, ailesinden kocasına kalan yegâne mirastı. Oğlu ise kocasından kalan, en büyük mutluluğuydu. Yaşamının tek ve biricik anlamı...
‘Sen baharsın’ derdi ona. ‘Sen baharsın. Soğuk düşlerimi ısıtan mevsim, bağrımda çiçekler açtıran iklim, gönlümde çağlayarak akan ırmaksın... Sen baharsın... ben kuş... Yuvamsın sığındığım. Yeşillerle donatansın dallarımı... Ben geçeyim; sen aydınlanmak için sabredemeden beklediğim. Sen baharsın... ben kış. Önüne sessizce diz çökerim her geldiğinde. Saklamam senden hiçbir şey. Çünkü sen geldiğinde, ben kendime kavuşurum.”
Kadın gözlerini sildi. Kendine biraz olsun gelmişti. Kalkmaya çalıştı. Oğluna baktı tekrar. Annesine doğru koşuyordu. Zorlanarak kalktı, üzerini silkeledi. Aksayarak, tellerinin bir kısmı yuvasından ayrılmış şemsiyeyi yerden aldı. Oğlu yanındaydı. Acısını ona belli etmemeye çalışarak, gülümsedi. Israrlı sorularını, bir şeyi olmadığını söyleyerek geçiştirdi. Ancak, annesinin beyaz elbisesi, çocuğa her şeyi haber veriyordu.
Dönerken, o annesinin elinden tuttu. Gözleri dolu doluydu. Başını kaldırarak suçlulukla annesine baktı. Annesinin soran bakışlarına, “Ben kötü bir çocuğum!” diyerek cevap verdi. “Seni bırakmamalıydım. Benim yüzümden oldu...” Kadın durdu; eğildi. Oğlunun gözlerinin içine baktı. Bu gözlerde mutluluğun, varlığının anlamını görüyordu. Oğlunun gözyaşlarını sildi. İçinde yer etmiş acısını hafifletmek gayretiyle, derin bir nefes aldı. Çocuk, mahcup bir hâldeydi. “Sen baharsın” dedi annesi. “Sen baharsın. İçimde büyüyen tomurcuktun önce. Güzel kokular saçtı çiçeklerin. Bulutların besledi yağmurlarıyla kuru bağrımı. Cıvıltılarınla şenlendi ruhum. Temizliğinle doldu denizler... göller. Berrak sularınla. Sen baharsın. Terk edilmiş ovalarımda yetişen başaksın; günebakansın sarı saçlarınla. Sen benim zenginliğim; güzelliğimsin... koparmadan sevdiğim çiçeklerin hepsi sensin. Seni çok seviyorum.” dedi. Sonra, oğlunu kollarının arasına aldı; sarıldı, sarıldı. Sıkı sıkı sardı üşümüş kollarını... yüreği ısındı. Yağmur hâlâ çiseliyordu.
Not: Bu öykü, çizime uygun öykü çalışması kapsamında Yaşam Fanzin Temmuz (2023) sayısında yayımlanmıştır.
Bilgi: Öyküye konu tablo: Yürüyüş, Madame Monet ve Oğlu ve Güneş Altında Şemsiyeli Kadın adlarıyla da bilinir. (1875)
Ressam: Claude Monet
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.