Annemin Üçü
Bugün annemin üçü. Bize haber verildi. İstanbul’dan apar topar çıktık. Varıncaya kadar annemi toprağa vermişler. Üzüldüm.
Taziye çadırında on onbeş kişilik bir kalabalık. Sobanın çevresine naylon sandalyeler çekilmiş. Kalabalıktan değişik tonlarda dağınık cümleler: ’Yazık, yazık olmuş, keşke bekletselerdi, bir iki gün morgta... Ölüyü bir an önce toprağa vermek gerekir’. .. Daha felsefik olan cümleler de var. ’Topraktan geldik toprağa döneceğiz gençler’... Bu şekilde konuşmalar uzayıp gider. Arada bir imamın fatiha nidasiyla sesislik olur, peşinden yeniden tartışmalar devam eder. Yeni gelenlere yer verilir. Fatiha okunur... Çay, limon, İran hurması, peşinden devam. Kalabalık içinde sesini yükselten biri olunca diğerleri kırp keser. Öbürü dinlendiğinden emin olunca boğazını ıhıı ıhıı ederek açar. Sesi iyice yükselir. Genellikle ölümü anlama üzerine sözlerle devam eder. Bir başkası onun sözünü bir fırsatını bulup keser. Bu firsat çoğunlukla bir fatiha aralığında yakalanır. Önceki şahıs içinden ’zaten benim konuşmam bu kadardı’ der. Sesini kısar. Tartışmanın odağı olmaktan ustaca çekilir. Yenisi milletin suskunluğundan faydalanarak sesini yükseltir. Bu minval üzere fatiha araları ile devam eder.
’Önemli olan yaşarken yüzünü görmek dedi. Öteki evet. Diğerleri evet dedi. Herkes elhak’ dedi. Mahzun oldum. ’Ben burda yaşamıyorum’ dedim. ’Lise yıllarından sonra İstanbul’a yerleştim’ dedim. Sesim kırgın. ’Kader dediler. Fakir memleket, gurbet kader olmuş’ dediler. Kalabalıktan sesler... ’Hepimiz aynı kaderi taşıyoruz’. Bu sözler ölü sahibi için değil belki en önce bizlerin her birine’ dedi biri. ’Evvela bana’ dedi en son konuşan yeniden.
Bu bahçeye, kendi evime gizlice babamın zamanında yaptırdığı şu gördüğünüz iki metrelik taş duvarı gece aşarak girdim. Sağ sol dönemi. Aranıyorum. Polis kapıda beni sormuş. Atatürk lisesinde son sınıfta okuyorum. Evden kaçmışım. Okula gidemiyorum. Dışarıda, komşuların ahır çatılarından geceliyorum. Uzak akrabalara gidiyorum. Ertesi gün yerimi değiştiriyorum. Adım kaçağa çıkmış. Suçum neydi bilemiyorum. Gençlik çağı ne de olsa. Olaylara karışmışım. Akrabalar baban öldü dediler. Koştum geldim. Komşu bahçede, rahmetli Bağır emminin bahçesinde geceyi bekledim. İmamın sesi akşamın ayazında taş hisarları aşıyor, bahçenin en derin, karanlık yerine, tavuk kümesinin oraya kadar geliyor. Ben sadece korkuyorum. Halen tüm tembihlerine rağmen olaylara karıştım diye babamın beni döveceğinden korkuyorum. Evimizi, avlumuzu dolduran kalabalık çekilip gidince duvardan atladım. İki göz evimiz vardı. İşte bu gördüğünüz ev ile bahçe olduğu gibi duruyor. Aklım eskiyi yeni ile beraber yaşıyor. Kusura bakmayın tuhaf konuşuyor olabilirim. Eve girdim, iki ablam soğuk odada yatağın başında çömelmiş bekliyor. Babam kıpırtısız sırt üstü yatıyor. İmkanı yok beni dövecek. Korkuyorum. Büyük ablam Horgov köyüne gelin gitmiş. Çocukları büyümüş. Asya, ellisine dayanmış, yaşlanmış erkenden. Annemden fark edilmiyor. Hayret verici bir şekilde anneme benziyor. Küçük ablam Sonya eli şakağında düşünüyor. Bahtsız kadın. Kocası şoför, İran’a kamyonla gidip geliyor. Mazot vs. taşıyor. Doğru dürüst eve gelmiyor. Ömrü yollarda geçiyor. Çocukları olmadı. Dergah dergah gezip muska yaptırıyor. Korkum geçti, oturdum, babamın yüzünü açıp gösterdiler. Ondan sonra öldüğünü anladım, gözleri geriye doğru bakıyor, irice açılmış, ifadesiz. Ağladım ağladım. Kimsesiz kaldım. Duvar, dam, çatı, yapraklarını dökmüş geceleri rüzgârla uğuldayan dev kavakların hepsi üstüme yıkıldı. Altında ezildim. Zannedersem o gün büyüdüm. İlk kez ağlayarak çaresizlikten kurtulamayacağımı anladım. Babamın sınırlandırması bitmişti aynı zamanda koruması da. Dışarıda dolaşarak babamın engeli olmadan nereye kadar gideceğim. Eve geç gelince, köpek, güvercin peşinde damlarda dolaşırken, okulda kavga ederken kim beni evde geç saatlere kadar bekleyecek. Dövmelerini özledim oracıkta. Annem çık git dedi. Geldiğim gibi duvardan atlayarak gittim.
Annem evin içinde bir gölge gibi belli belirsiz dolaşıyordu. Zaten onun varlığı evdeki kap kaçağın tıkırtısından, sac sobanın yanlarının kızarmasından, tandırın dumanından, yemeğin kokusundan, bahçedeki tulumbanın sesinden belli oluyordu ancak.
Ben giderken geride ablalarım seslerini almış ağlıyorlardı, dışarıdan duyuluyordu. Meğer imam ağlamayın diye tembihlemiş. Ben ağlayınca onlara da fırsat olmuş, gariplerim bir güzel ağlamışlar sabaha kadar. Kendi hallerine mi ağlıyorlardı, ölüm korkusundan mı ağlıyorlardı bilemiyorum. Acaba gittikçe baba evinden, doğdukları evden uzaklaştıklarına mı, benim gidişime mi bilmem, o gece doya doya ağlamışlar.
YORUMLAR
çok akıcı çok dokundu yazınız bana,demekki babanızın vefatı sizi derinden sarsmış babanıza çok düşkünmüşsünüz,anneniz işe güce gömülmüş koştururp dururmuş,annenizle ilgili yazdığınız bölüm müthiş,kapkacağın tıkırtısı saç sobanın kızarması,tandırın dumanı,yemeğin kokusu,bahçedeki tulumbanın sesi,bunlar zaten anne demek annenin varlığı demektir,o her yeri dolduruyormuş anne gidince ev bomboş kalır...
güçlü kaleminiz var,çok beğendim ve samimi içten anlatımınız çok etkileyici,müthiş!..